Kitabın Orjinal Adı:
Aynadan Yansıyan Hatıralar
Yayınevi: Agora Kitaplığı
Yazar: Erden Kıral
Kategori: Sinema Sanatçıları ve Filmler Üzerine
ISBN No: 9786051031491
Sayfa Sayısı: 224
Boyutları: 14.0x20.0
Basım Tarihi: 2012-01
Anılar Sinemasında Bir Yüz: Erden Kıral
Erden Kıral'ın 'Aynadan Yansıyan Hatıralar'ında Yılmaz Güney'den Vedat
Türkali'ye, Türkan Şoray'dan Zeki Müren'e uzanan pekçok anekdot var
“Krallar Kralı setinde hızlı çalışma ve planların sırasız çekimi nedeniyle kafam
karıştı. İşi bırakmaya karar verdim. Seti terk ederken Yılmaz, (Güney)
“Gitme, sete dön! Başta ben de zorlanmıştım, sen de yapabilirsin,” dedi. Yılmaz
müdahale etmese bir daha film yapımıyla belki de ilgilenmezdim.
Benim açımdan tarihi bir andı.”
Bu cümlelerin sahibi, Türkiye sinemasını biçim ve içerik yönünden etkileyen, o
sinemayı siyasallaştıran, kapitalizmin saldırısı altında vahşice
ticarileşmeye mahkûm edilen Türkiye sinemasını yeni bir cephe ile tanıştıran
Erden Kıral. Erden Kıral bu kendine özgü yolculuğu yine kendi
kaleminden çıkan ‘Aynadan Yansıyan Hatıralar’ ile somut bir belgeye
dönüştürüyor. Kıral, yarattığı özgün, sisteme aykırı ve kapitalist sanat üretim
süreçlerinin özüne muhalif tarzıyla bu kez izleyicilerin değil, okurların konuğu
oluyor. Sinemayı bırakmaktan vazgeçtiği o tarihi anın bizim için ne denli
talihli olduğunu kanıtlıyor.
Hakikatle yüzleşmek
Kitabın önsözünde Alin Taşçıyan’ın anlattığı gibi, bir Auteur olarak Erden Kıral,
her ne kadar Yılmaz Güney etrafında şekillenen bir sinema
yaratıcıları grubunun üyesi gibi görünse de her daim kendini gruptan ayırmayı
becermiş; ama bir o kadar da grubun merkezindeki Yılmaz Güney’in
etkisini de fazlasıyla hissettiren bir isim. Kendisinin Yılmaz Güney geleneğiyle
arasındaki bağı özellikle Hakkari’de Bir Mevsim filminde ortaya koyduğu
yönetmenlik performansında ve kitap boyunca bir sinemacı ve bir birey olarak
göze çarpan Yılmaz Güney portresinin ağırlığı ile görebiliyoruz; Kıral’ı
özgün kılansa sinemasının belgesel niteliğinin hiçbir zaman oryantalizmin sığ
sularında kalmaması. Onun sineması hiçbir zaman “gitmesek de
görmesek de bizim olan köyleri” gitmeyenlerin gözünden anlatmadı. Hakikatle
yüzleşmeyi bir görev bildi. Onu özgün bir yönetmen kılan ve
bugünün çok konuşulan yönetmenlerinden bile ileri bir konuma getiren de zaten bu
özelliğiydi. Genco Erkal’dan yarattığı, ulus devlet travmasını
yaşayan Hakkari’nin ortasına düşen o karakterin Türkiye’nin siyasal ve sanatsal
tarihinde denk geldiği yerin bu denli önemli olması da Kıral’ın siyasal
ve kültürel birikiminin doğal bir sonucu oluyor.
Erden Kıral’ın kitabından naif bir ‘anılar bütünü’ beklemek yanlış olur, onun
‘güzel günlüğü’, hakikat kadar sert bir nitelik taşıyor; dahası Yeşilçam
sinemasının kavgalı dövüşlü atmosferinin ortasında bir çift insan gözünün şahit
olduklarının ifadesi oluyor. Kitap boyunca, Bilge Olgaç, Yılmaz
Güney, Vedat Türkali, Osman Seden, Türkan Şoray, Zeki Müren, Kadir İnanır, Tezer
Özlü gibi isimlerle ilgili pekçok güzel anekdot var; ama bir o kadar
da ego çatışmalarının, yaratıcı insanların dünyasının kaçınılmazı olarak
rekabetin ve mükemmeliyetçiliğin arayışçı karakterinin izlerini de sürmek
mümkün oluyor.
Yılmaz Güney, kitabın ve Erden Kıral’ın hayatında önemli bir yer tutuyor; zaten
aksi düşünülemezdi, doğrudan tarzı olmayabilir; ancak Kıral’ın
jenerasyonu açısından Güney, sineması ve karakteriyle dominant bir figür.
Örneğin Kıral Umut filmi üstüne Yedinci Sanat dergisinde yayımlanan
yazısına kitabında yer verirken, Güney’in yazıya dair olumlu değerlendirmesini o
değerlendirmeden pek de önemli olmasa da mutlaka ekliyor, bu ya
Erden Kıral’ın Güney’e olan saygısına ya da Pablo Neruda’nın şiirine dek uzanan
o bilgeliğin sanatsal analiz gücüne dair tevazusuna işaret.
Erden Kıral, uluslararası ödüller ve prestijli festivallerde gerçekleşen
gösterimlerle taçlandırdığı sinema kariyerinin yanı sıra, bir sinema eleştirmeni
olarak da çok büyük bir önem taşıyor. Kitapta da hem filmleriyle ilgili uluslar
arası basında çıkan çeşitli eleştirilerin çevirilerine yer veriyor hem de
sinemaya ve sinemanın belirli eserlerine dair görüşlerini aktardığı
eleştirilerini alıntılıyor. Bu alıntılar özellike Kıral’ı eleştirmen kişiğiyle
tanımak
isteyenlere özel bir alan sağlıyor.
Üretmenin kutsallığı
Kıral, kendi kuşağındaki insanların birçoğunun yapamadığı bir şeyi yapıyor ve
tecrübeleri ile görüşlerini belgeselleştiriyor. Hâlâ fazlasıyla ciddi bir
üretim sürecinin içerisinde olmasına aldırmadan, bir birey olarak, bir yönetmen
olarak, bir eleştirmen olarak varlığının belgesini bize sunuyor. Üstelik
sunuş biçimi de yazarın sinema dilinin gerçekçi, net ve anlaşılır tavrından
arındırılmış değil. Kitapta, gereksiz ayrıntılarla süslenmiş bir içerik
bulamıyorsunuz. Aksine, Kıral kitabının başına orkestrasının başına geçmiş bir
şef gibi geçmiş ve cümlelerini de filmlerindeki yöntemini kullanarak
arılaştırmış. Sözünü esirgememiş; ama cümleleri de ‘tüketmemiş’. Üretmenin
kutsallığına hep sadık kalmış.
Kıral’ın hatıraları elbette birçok insan için itiraz hakkı doğuracak. Bireyin
subjektif olarak aklına işlediği hakikati aktarmasının böyle bir yanı var. Tezer
Özlü, Yılmaz Güney, Elia Kazan gibi birçok isme dair yazdıkları artık itiraz
edilebilirliklerini ‘bu dünyada’ kaybetmişken, doğal olarak ‘geride
kalanlar’a da söz hakkı doğuruyor. Bu bağlamda da tartışmaların arkası geleceğe
benziyor. Dahası, özellikle Yılmaz Güney gibi ‘tartışılamaz’ hale
getirilmiş bir figürü tartışmaya açacak olması bakımından da ayrıca bir önem
taşıyor. Özellikle de Yılmaz Güney’in sinema konusundaki baskıcı
karakteri ve dominant ‘önermeci’ yapısına yapılan vurgular Güney’in de bu
‘eleştirilemezlik’ zırhına nasıl kavuştuğunu gösteriyor.
Kıral, kameranın arkasına saklanmayan bir insan olduğunu bu kitapla bir kez daha
kanıtlıyor. Cüretkâr bir tavırla, fazlasıyla insani gözlemler ortaya
koymaktan çekinmezken, hırsı ve inatçılığı ile ön plana çıkıyor; ama tüm bunlar
günlük hayatın yahut sistemin bize dayattığı bir hırs yahut inatçılık
değil; aksine dayatılanın fazlasıyla göz önünden uzak tutmak istediği türden
yaratıcı ve yıkıcı bir karakter taşıyan bir inatçılık tipi ve aynı yıkıcılığı
sergileyen bir hırs. Kıral; asla kaybetmediği ‘ben’ini yanında taşıyor kitap
boyunca. O ben birilerini kırabilir; ama Kıral’ın kendisini ve kurgulamak
istediği sinema anlayışını, hayat anlayışını ele verse de asla ondan geri adım
atmaya niyetli olmadığı gerçeğiyle de bizi baş başa bırakıyor.
Edebiyatın fazlasıyla içe dönük ama dünyayla da ölesiye kavgalı temsilcisi Tezer
Özlü ile ilişkisine dair detayların ve kişisel ilişkilere dair anekdotların
da yer aldığı kitap, özellikle de Kıral’ın günlük hayatta yaşadığı şeylere ve
törenler, gösterimler için gittiği ülkelerde yaptığı gözlemlere dair siyasi
analizleriyle hayli geniş bir yelpazeye ulaşan bir içerik sunuyor.
Erden Kıral’ın Türkiye’deki izdüşümünü hesaplamamız için muhtemelen bir mucize
olması ya da Türkiye sinemasının kapitalizmin ellerinden hızla
kurtulması gerekecek. Ama o, Hakkari’de Bir Mevsim’de; Bereketli Topraklar
Üzerinde’de ortaya çıkardıklarıyla tarihin ve hikayesini anlattığı
insanların aferinini almış güzel biri olarak kalacak. Dahası, o, insanları hiç
tanımayan; ama insan olmayı tanıyanların da saygısını hep sıcacık bir
gülümseme gibi içinde taşıyacak. Tıpkı kitabının şu bölümünde olduğu gibi:
“Locarno’da Bereketli Topraklar Üzerinde filmiyle yarışmaya katılmıştım.
Eşim Tezer (Özlü) de yanımdaydı. Fırsat bulduğumuzda tepedeki göle bakan küçük
lokantalara kaçıyorduk.. Bir keresinde garson kız bizim Türk
olduğumuzu öğrenince, “Bereketli Topraklar Üzerinde filmini biliyor musunuz?”
diye sorduğunda Tezer, “Evet, o filmi bu adam yaptı,” diye yanıtladı.
Yemeğin sonunda genç kadın hesabı almadı, “Benim misafirimsiniz,” dedi.
İnatçı bir adam
Erden Kıral’ın ‘Aynadan Yansıyan Hatıralar’ı, onu ‘misafir’ etmek isteyenler
kadar, onu eleştirmek isteyenler için de bir şans yaratıyor; ama bu onun,
sineması ile kurduğu dilin, birilerinin görmeyi sürekli reddettikleri bir
gerçekliği göstermeye dair inatçılığının Kıral’a verdiği itibardan bir şey
eksiltmiyor.
Çünkü o, Türkiye’de olmasa da bambaşka bir toprakta garsonluk yapan bir
üniversite öğrencisinin içindeki insanı ortaya çıkartabilmiş biri, sırf bu
yüzden hayatı ve düşünceleri okunmayı ve içinize dokunmayı hakkediyor. Hele ki
Hakkari’de Bir Mevsim’i ya da Bereketli Topraklar Üzerinde’yi izlese
de anlayamamış, anlasa da anlamazdan gelmiş insanlarla dolu bu ülkede.
‘Nefret aşkı’
Yılmaz Güney’le aramda nefret aşkı (hassliebe) vardı. Ben hem onun sinemasına
hayrandım hem de davranışlarını eleştiriyordum. Daha önce
anlattığım gibi, onunla yaptığım bir yolculuğu biraz eğip büküp sinemada
anlatacaktım. Onun kişiliğine ilişmeden dikkat ederek, olabildiğince
bütün yanlarını göstermek istiyordum. Senaryo çalışması sırasında onunla daha
önce çalışmış bulunan Canan Gerede ve Halil Ergün’le tartışıp
konuşarak ilerliyorduk. Fatoş Güney bizi uzaktan izliyordu. Ne ki Fatoş’u
canlandıracak Yeşim Büber’e Fatoş’la konuşmasını yasakladım. Bunun yanı
sıra, yönetmeni oynayacak Serdar Orçin’e, “Bana bakma, beni hizalama, sen
yazılanları yorumla,” dedim. Halil Ergün ise Yılmaz’ın bazı tipik
gestuslarını alsa da özgür bir Yılmaz karakteri oluşturdu. Halil bu projede
özveriyle çalıştı. Kitaptan
‘Sonuç fiyaskoydu’
Piyasada film üretimi durmuştu, bir yıl içinde yapılan film sayısı sıfırdı. On
yönetmen: Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Erden Kıral, Ömer Kavur, Barış Pirhasan,
İrfan Tözüm, Yusuf Kurçenli, Orhan Oğuz, Ali Özgentürk ve Memduh Ün biraraya
geldik, Sinema Vakfı’nı kurduk. Vakıf Efes Pilsen’in desteğiyle
“Günümüz Türk Sinemasında 10 Yönetmen İki Film” projesine başladık. Kısa filmler
yapacaktık, bunları iki kümede toplayıp “Aşk Üstüne Söylenmemiş
Her Şey” ile “Yerçekimli Aşklar” adlı iki uzun metrajlı film
gerçekleştirecektik. Ben “Ay Hikâyeleri” adlı bölümü çektim. Sonunda her iki
uzun metreli film
de vizyona girdi, ama sonuç fiyaskoydu. Kitaptan
Bereketli Topraklar Üzerinde
Tarık Akan bu filmde yer almak, Pehlivan Ali’yi canlandırmak istiyordu. Ama
Tuncel Sürü ve Kanal filminde Tarık’la ikili oldukları için onu istemiyordu.
Yepyeni bir yüz olan Yaman Okay’ın bu rolü oynaması konusunda beni ikna etti.
Yaman bu filmde çok iyi bir iş çıkardı. Ne ki bugün düşünüyordum
da Tarık olsaydı filme çok şey katardı.
‘Çok güzel ihanet’
Tezer, Ferit Edgü’yle konuşmuş, fakat Ferit, “Bu romandan film olmaz,” demişti.
Fantastik bir romandan film çıkarmak oldukça zordu. Ama bunu
nasıl başardığımız, yine Ferit Edgü’nün Korsika Film Festivali ödül töreninde
jüri başkanı Marie-José Nat’a söylediklerinde gizliydi. M.J. Nat, “Yazarlar
kitaplarından yapılan filmleri beğenmezler. Kitaba yönetmenin ihanet ettiğini
söylerler. Kıral da size ihanet etti mi?” diye sordu. Ferit de, “Evet, etti,
ama çok güzel ihanet etti,” demişti. İşin özü buydu.
Iñárritu, ‘Yol’dan etkilenmiş
Ben Yılmaz’ın teklif ettiği filmi (Adı “Bayram”dı, daha sonra “Yol” oldu) çekmek
için kendimi hazır hissetmiyordum ama onunla çalışmak da
istiyordum. Yakın dostlarım ve eşim Tezer (Özlü) Yılmaz’la çalışmanın doğru
olmayacağı, onun filmi ütüleyeceği, baskın kişiliğiyle beni yönlendireceği
konusunda uyardılar. Yılmaz’a, “Bak, benim yaptığım filmi gördün, senin
yaptıklarına benzemiyor. Hâlâ bu filmi çekmem için ısrar ediyor musun?”
dedim. “Evet,” dedi ve çalışmaya koyulduk. (...) Yılmaz’a, “Mahkûmlar
cezaevinden çıkıyorlar ama aslında bütün ülke cezaevi, bu mesajın altını
çizelim,” dedim. Yılmaz on bir kişinin öyküsünü ayrı ayrı yazıyor ve onları daha
sonra birleştiriyordu. Bu değişik, yeni bir yazım tekniğiydi. Geçenlerde
Iñárritu, Paramparça Aşklar, Köpekler filmini Yılmaz Güney’in Yol filmini örnek
alıp kurduklarını söylemişti. Kitaptan alıntılar
“Anılar Sinemasında Bir Yüz – Erden Kıral” (Sarphan Uzunoğlu)
“Krallar Kralı setinde hızlı çalışma ve planların sırasız çekimi nedeniyle kafam
karıştı. İşi bırakmaya karar verdim. Seti terk ederken Yılmaz, (Güney) “Gitme,
sete dön! Başta ben de zorlanmıştım, sen de yapabilirsin,” dedi. Yılmaz müdahale
etmese bir daha film yapımıyla belki de ilgilenmezdim. Benim açımdan tarihi bir
andı.”
Bu cümlelerin sahibi, Türkiye sinemasını biçim ve içerik yönünden etkileyen, o
sinemayı siyasallaştıran, kapitalizmin saldırısı altında vahşice ticarileşmeye
mahkûm edilen Türkiyesinemasını yeni bir cephe ile tanıştıran Erden Kıral. Erden
Kıral bu kendine özgü yolculuğu yine kendi kaleminden çıkan ‘Aynadan Yansıyan
Hatıralar’ ile somut bir belgeye dönüştürüyor. Kıral, yarattığı özgün, sisteme
aykırı ve kapitalist sanat üretim süreçlerinin özüne muhalif tarzıyla bu kez
izleyicilerin değil, okurların konuğu oluyor. Sinemayı bırakmaktan vazgeçtiği o
tarihi anın bizim için ne denli talihli olduğunu kanıtlıyor.
Hakikatle yüzleşmek
Kitabın önsözünde Alin Taşçıyan’ın anlattığı gibi, bir Auteur olarak Erden Kıral,
her ne kadar Yılmaz Güney etrafında şekillenen bir sinema yaratıcıları grubunun
üyesi gibi görünse de her daim kendini gruptan ayırmayı becermiş; ama bir o
kadar da grubun merkezindeki Yılmaz Güney’in etkisini de fazlasıyla hissettiren
bir isim. Kendisinin Yılmaz Güney geleneğiyle arasındaki bağı özellikle
Hakkari’de Bir Mevsim filminde ortaya koyduğu yönetmenlik performansında ve
kitap boyunca bir sinemacı ve bir birey olarak göze çarpan Yılmaz Güney
portresinin ağırlığı ile görebiliyoruz; Kıral’ı özgün kılansa sinemasının
belgesel niteliğinin hiçbir zaman oryantalizmin sığ sularında kalmaması. Onun
sineması hiçbir zaman “gitmesek de görmesek de bizim olan köyleri” gitmeyenlerin
gözünden anlatmadı.
Hakikatle yüzleşmeyi bir görev bildi. Onu özgün bir yönetmen kılan ve bugünün
çok konuşulan yönetmenlerinden bile ileri bir konuma getiren de zaten bu
özelliğiydi. Genco Erkal’dan yarattığı, ulus devlet travmasını yaşayan
Hakkari’nin ortasına düşen o karakterinTürkiye’nin siyasal ve sanatsal tarihinde
denk geldiği yerin bu denli önemli olması da Kıral’ın siyasal ve kültürel
birikiminin doğal bir sonucu oluyor.
Erden Kıral’ın kitabından naif bir ‘anılar bütünü’ beklemek yanlış olur, onun
‘güzel günlüğü’, hakikat kadar sert bir nitelik taşıyor; dahası Yeşilçam
sinemasının kavgalı dövüşlü atmosferinin ortasında bir çift insan gözünün şahit
olduklarının ifadesi oluyor. Kitap boyunca, Bilge Olgaç, Yılmaz Güney, Vedat
Türkali, Osman Seden, Türkan Şoray, Zeki Müren, Kadir İnanır, Tezer Özlü gibi
isimlerle ilgili pekçok güzel anekdot var; ama bir o kadar da ego
çatışmalarının, yaratıcı insanların dünyasının kaçınılmazı olarak rekabetin ve
mükemmeliyetçiliğin arayışçı karakterinin izlerini de sürmek mümkün oluyor.
Yılmaz Güney, kitabın ve Erden Kıral’ın hayatında önemli bir yer tutuyor; zaten
aksi düşünülemezdi, doğrudan tarzı olmayabilir; ancak Kıral’ın jenerasyonu
açısından Güney, sineması ve karakteriyle dominant bir figür. Örneğin Kıral Umut
filmi üstüne Yedinci Sanat dergisinde yayımlanan yazısına kitabında yer
verirken, Güney’in yazıya dair olumlu değerlendirmesini o değerlendirmeden pek
de önemli olmasa da mutlaka ekliyor, bu ya Erden Kıral’ın Güney’e olan saygısına
ya da Pablo Neruda’nın şiirine dek uzanan o bilgeliğin sanatsal analiz gücüne
dair tevazusuna işaret.
Erden Kıral, uluslararası ödüller ve prestijli festivallerde gerçekleşen
gösterimlerle taçlandırdığı sinema kariyerinin yanı sıra, bir sinema eleştirmeni
olarak da çok büyük bir önem taşıyor. Kitapta da hem filmleriyle ilgili uluslar
arası basında çıkan çeşitli eleştirilerin çevirilerine yer veriyor hem de
sinemaya ve sinemanın belirli eserlerine dair görüşlerini aktardığı
eleştirilerini alıntılıyor. Bu alıntılar özellike Kıral’ı eleştirmen kişiğiyle
tanımak isteyenlere özel bir alan sağlıyor.
Üretmenin kutsallığı
Kıral, kendi kuşağındaki insanların birçoğunun yapamadığı bir şeyi yapıyor ve
tecrübeleri ile görüşlerini belgeselleştiriyor. Hâlâ fazlasıyla ciddi bir üretim
sürecinin içerisinde olmasına aldırmadan, bir birey olarak, bir yönetmen olarak,
bir eleştirmen olarak varlığının belgesini bize sunuyor. Üstelik sunuş biçimi de
yazarın sinema dilinin gerçekçi, net ve anlaşılır tavrından arındırılmış değil.
Kitapta, gereksiz ayrıntılarla süslenmiş bir içerik bulamıyorsunuz. Aksine,
Kıral kitabının başına orkestrasının başına geçmiş bir şef gibi geçmiş ve
cümlelerini de filmlerindeki yöntemini kullanarak arılaştırmış. Sözünü
esirgememiş; ama cümleleri de ‘tüketmemiş’. Üretmenin kutsallığına hep sadık
kalmış.
Kıral’ın hatıraları elbette birçok insan için itiraz hakkı doğuracak. Bireyin
subjektif olarak aklına işlediği hakikati aktarmasının böyle bir yanı var. Tezer
Özlü, Yılmaz Güney, Elia Kazan gibi birçok isme dair yazdıkları artık itiraz
edilebilirliklerini ‘bu dünyada’ kaybetmişken, doğal olarak ‘geride kalanlar’a
da söz hakkı doğuruyor. Bu bağlamda da tartışmaların arkası geleceğe benziyor.
Dahası, özellikleYılmaz Güney gibi ‘tartışılamaz’ hale getirilmiş bir figürü
tartışmaya açacak olması bakımından da ayrıca bir önem taşıyor. Özellikle de
Yılmaz Güney’in sinema konusundaki baskıcı karakteri ve dominant ‘önermeci’
yapısına yapılan vurgular Güney’in de bu ‘eleştirilemezlik’ zırhına nasıl
kavuştuğunu gösteriyor.
Kıral, kameranın arkasına saklanmayan bir insan olduğunu bu kitapla bir kez daha
kanıtlıyor. Cüretkâr bir tavırla, fazlasıyla insani gözlemler ortaya koymaktan
çekinmezken, hırsı ve inatçılığı ile ön plana çıkıyor; ama tüm bunlar günlük
hayatın yahut sistemin bize dayattığı bir hırs yahut inatçılık değil; aksine
dayatılanın fazlasıyla göz önünden uzak tutmak istediği türden yaratıcı ve
yıkıcı bir karakter taşıyan bir inatçılık tipi ve aynı yıkıcılığı sergileyen bir
hırs.
Kıral; asla kaybetmediği ‘ben’ini yanında taşıyor kitap boyunca. O ben
birilerini kırabilir; ama Kıral’ın kendisini ve kurgulamak istediği sinema
anlayışını, hayat anlayışını ele verse de asla ondan geri adım atmaya niyetli
olmadığı gerçeğiyle de bizi baş başa bırakıyor. Edebiyatın fazlasıyla içe dönük
ama dünyayla da ölesiye kavgalı temsilcisi Tezer Özlü ile ilişkisine dair
detayların ve kişisel ilişkilere dair anekdotların da yer aldığı kitap,
özellikle de Kıral’ın günlük hayatta yaşadığı şeylere ve törenler, gösterimler
için gittiği ülkelerde yaptığı gözlemlere dair siyasi analizleriyle hayli geniş
bir yelpazeye ulaşan bir içerik sunuyor.
Erden Kıral’ın Türkiye’deki izdüşümünü hesaplamamız için muhtemelen bir mucize
olması ya da Türkiye sinemasının kapitalizmin ellerinden hızla kurtulması
gerekecek. Ama o, Hakkari’de Bir Mevsim’de; Bereketli Topraklar Üzerinde’de
ortaya çıkardıklarıyla tarihin ve hikayesini anlattığı insanların aferinini
almış güzel biri olarak kalacak. Dahası, o, insanları hiç tanımayan; ama insan
olmayı tanıyanların da saygısını hep sıcacık bir gülümseme gibi içinde
taşıyacak.
Tıpkı kitabının şu bölümünde olduğu gibi: “Locarno’da Bereketli Topraklar
Üzerinde filmiyle yarışmaya katılmıştım. Eşim Tezer (Özlü) de yanımdaydı. Fırsat
bulduğumuzda tepedeki göle bakan küçük lokantalara kaçıyorduk.. Bir keresinde
garson kız bizim Türk olduğumuzu öğrenince, “Bereketli Topraklar Üzerinde
filmini biliyor musunuz?” diye sorduğunda Tezer, “Evet, o filmi bu adam yaptı,”
diye yanıtladı. Yemeğin sonunda genç kadın hesabı almadı, “Benim
misafirimsiniz,” dedi.
İnatçı bir adam
Erden Kıral’ın Aynadan Yansıyan Hatıralar – Benim Sevgili Günlüğüm kitabı, onu
‘misafir’ etmek isteyenler kadar, onu eleştirmek isteyenler için de bir şans
yaratıyor; ama bu onun, sineması ile kurduğu dilin, birilerinin görmeyi sürekli
reddettikleri bir gerçekliği göstermeye dair inatçılığının Kıral’a verdiği
itibardan bir şey eksiltmiyor. Çünkü o, Türkiye’de olmasa da bambaşka bir
toprakta garsonluk yapan bir üniversite öğrencisinin içindeki insanı ortaya
çıkartabilmiş biri, sırf bu yüzden hayatı ve düşünceleri okunmayı ve içinize
dokunmayı hakkediyor. Hele ki Hakkari’de Bir Mevsim’i ya da Bereketli Topraklar
Üzerinde’yi izlese de anlayamamış, anlasa da anlamazdan gelmiş insanlarla dolu
bu ülkede.
***
‘Nefret Aşkı’
Yılmaz Güney’le aramda nefret aşkı (hassliebe) vardı. Ben hem onun sinemasına
hayrandım hem de davranışlarını eleştiriyordum. Daha önce anlattığım gibi,
onunla yaptığım bir yolculuğu biraz eğip büküp sinemada anlatacaktım. Onun
kişiliğine ilişmeden dikkat ederek, olabildiğince bütün yanlarını göstermek
istiyordum. Senaryo çalışması sırasında onunla daha önce çalışmış bulunan Canan
Gerede ve Halil Ergün’le tartışıp konuşarak ilerliyorduk. Fatoş Güney bizi
uzaktan izliyordu. Ne ki Fatoş’u canlandıracak Yeşim Büber’e Fatoş’la
konuşmasını yasakladım. Bunun yanı sıra, yönetmeni oynayacak Serdar Orçin’e,
“Bana bakma, beni hizalama, sen yazılanları yorumla,” dedim. Halil Ergün ise
Yılmaz’ın bazı tipik gestuslarını alsa da özgür bir Yılmaz karakteri oluşturdu.
Halil bu projede özveriyle çalıştı.”
Kitaptan
‘Sonuç fiyaskoydu’
Piyasada film üretimi durmuştu, bir yıl içinde yapılan film sayısı sıfırdı. On
yönetmen: Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Erden Kıral, Ömer Kavur, Barış Pirhasan,
İrfan Tözüm, Yusuf Kurçenli, Orhan Oğuz, Ali Özgentürk ve Memduh Ün biraraya
geldik, Sinema Vakfı’nı kurduk. Vakıf Efes Pilsen’in desteğiyle “Günümüz Türk
Sinemasında 10 Yönetmen İki Film” projesine başladık. Kısa filmler yapacaktık,
bunları iki kümede toplayıp “Aşk Üstüne Söylenmemiş Her Şey” ile “Yerçekimli
Aşklar” adlı iki uzun metrajlı film gerçekleştirecektik. Ben “Ay Hikâyeleri”
adlı bölümü çektim. Sonunda her iki uzun metreli film de vizyona girdi, ama
sonuç fiyaskoydu.
Kitaptan
“Bereketli Topraklar Üzerinde
Tarık Akan bu filmde yer almak, Pehlivan Ali’yi canlandırmak istiyordu. Ama
Tuncel Sürü ve Kanal filminde Tarık’la ikili oldukları için onu istemiyordu.
Yepyeni bir yüz olan Yaman Okay’ın bu rolü oynaması konusunda beni ikna etti.
Yaman bu filmde çok iyi bir iş çıkardı. Ne ki bugün düşünüyordum da Tarık
olsaydı filme çok şey katardı.”
‘Çok güzel ihanet’
Tezer, Ferit Edgü’yle konuşmuş, fakat Ferit, “Bu romandan film olmaz,” demişti.
Fantastik bir romandan film çıkarmak oldukça zordu. Ama bunu nasıl başardığımız,
yine Ferit Edgü’nün Korsika Film Festivali ödül töreninde jüri başkanı Marie-José
Nat’a söylediklerinde gizliydi. M.J. Nat, “Yazarlar kitaplarından yapılan
filmleri beğenmezler. Kitaba yönetmenin ihanet ettiğini söylerler. Kıral da size
ihanet etti mi?” diye sordu. Ferit de, “Evet, etti, ama çok güzel ihanet etti,”
demişti. İşin özü buydu.