Mitos ve Efsanede Gölge

Gölgelerin basit optik yasalara boyun eğdikleri ne kadar gösterilse de, birtakım kaçamaklar söz konusudur. Çevremizin bir parçasıdır onlar, ama bir görünür bir yok olurlar, kaçaktırlar, değişkendirler; onları tuvallerine aktarmaya çalışan bütün ressamlar tanık olmuşlardır buna. Güneşin gökte ilerleyişi, bulutların biçim değiştirmesi, bu değişiklikleri yakalayan bir aracın sahiplerini, fotoğrafçıları kıskanmalarına yol açmıştır. Durağan bir şey olarak düşünürüz dünyayı, ama nesnelerin değişik biçimlerde görünmelerini sağlayan koşulları da biliriz; ama koşullar ne kadar değişirse değişsin, bambaşka görünümler alan o nesnelerin renkleri de, yüzey dokuları da aynı kalır.

Gölgelere gelince iş başkadır, çünkü gerçek dünyanın bir parçası değildir onlar. Onlara dokunamayız, onları tutamayız, gerçek olmayan şeylerden söz ederken gölgeyi mecaz olarak kullanırız: Gölge boksu gerçek boks değildir, gölge kabine gerçek bir kabine değildir. Eski Yunanlılar, gerçek dünyadan ayrıldığımızda, gölgeler arasında bir gölge olarak varolacağımıza inanırlardı. Ama bir gölgenin varlığı, bir nesnenin somutluğunu kanıtlar, gölge veren bir nesne gerçektir.

Eski Hint destanı Mahabbharata'da güzel prenses Damayanti ile gönül verdiği kahraman prens Nala'yı anlatan büyüleyici bir bölüm vardır. Damayanti, düğün törenlerinde bir değil, beş Nala bulur karşısında; dört tanrı, prensesin güzelliğine öyle kaptırmışlardır ki kendilerini, sevdiğinin biçimini almışlardır. Damayanti, umutsuzluk içinde dua etmeye başlar, beş Nala'dan sadece birinin, gerçek Nala'nın yere gölge düşürdüğünü görür. Ötekilerin birer hayal olduğu böylece anlaşılır.

Batıda ise Adelbert von Chamisso'nun ilk 1814'te yayımlanan, şeytana gölgesini satan mutsuz Peter Schlemihl'i anlattığı ünlü öyküsünü hatırlıyoruz. Öykünün kahramanı, gölgesi olmadığı için, gerçek dünyadaki yerini de yitirmişti. Öyküde gölge somut gerçeği göstermektedir, ama Batı geleneğinin en ünlü düşünsel örneklerinden biri bunun tam tersini anlatmaktadır. Platon, bir mağarada tutuklu kalan kişilerden söz eder; bunlar duvara yansıyan gölgeleri görebilmektedirler sadece. Dışarıdaki olayları, o gölgelere bakarak değerlendirmektedirler. Gölgeler gerçektir; ama sonunda arkalarına dönüp dışarıyı görünce yanıldıklarını anlarlar. Saenredam'ın gravürü bunun Hıristiyanlık açısından bir yorumudur; Platon'un anlattığı bazı şeyler, sözgelimi "taştan ya da tahtadan yapılmış çeşitli nesneler" kişileştirilerek imgelere dönüştürülmüştür.

Platon, okurlarına gölge gösterilerinin, kukla oyunlarının püf noktalarını hatırlatmıştır; ressamların, özellikle bizi gerçek olmayan dünyalarla tanıştıran manzara ressamlarının yarattıkları yanılsamalarla ilgili kuşkularını dile getirmiştir. Bu tür resimler için Yunan dilinde skiagraphia, gölge resim, sözcüğü kullanılıyordu; bu terimin gerçekten gölgelerle mi, yoksa ışık ve karanlığın biçimsel amaçla kullanılmasıyla mı ilgili olduğu bilinmemektedir.

Resim sanatında devrim yaratan ve Batı geleneğinin önemli bir öğesi olarak beliren, ışık ve karanlığın biçimsel amaçla kullanılması olmuştur. Bu teknik, ne Mısır sanatında ne de beşinci yüzyıl başlarının Yunan vazolarındaki resimlerinde görülmektedir; ama bir kere kullanılmaya başlandıktan sonra Batı sanatında hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir. Düşen gölgelere gelince, bunlar, sokak lambalarının aydınlattığı bir yolda yürürken bir belirip bir yok olan gölgelerimiz gibi, zaman zaman belirmiş, zaman zaman yok olmuşlardır.



Çerçeve / E.H. Gombrich
Düşen Gölgenin Özellikleri / Filippo Baldinucci, Vocabulario Toscano dell'Arte del Disegno isimli yapıtından, Floransa 1681 kaynak gösterilmiş.
Çeviren - Ülkü Tamer


Kaynak
Sanat Dünyamız / Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık
ykykultur.com.tr