National Gallery'deki Resimlerde Düşen Gölgelerin Sanatsal İşlevleri
Düşen gölgelerin yarattıkları ya da yaratmak istedikleri sanatsal işlevlere dikkat çekerken, böylesine sistematik bir düzenlemenin tehlikelerini de göz ardı edemeyiz; bir bölümde sergilenen bazı yapıtlar başka bölümlerde de yer alabilirdi.
Başa Moroni'nin bir portresini aldık; resimde, özellikle sütunun yuvarlaklığında, figürün yere ve duvara düşen gölgesinde aydınlık ve karanlığın geleneksel düzenlemesinin güzel bir örneğini görmekteyiz. Batı sanatındaki ilk örnekten sonra, düzenlemeyle düşen gölgelerin ilişkisini belirten ikinci örnektir bu.
Bu iki kaynak, Picasso'nun sanat yaşamının başlarında yaptığı bir resme de örnek olmuştur; akademik geleneğin henüz öğrencisi olan sanatçı, bu resimde düzenleme kurallarını göz önünde bulundurarak, kâsedeki meyvelerin masa üstüne düşen gölgelerini birkaç fırça darbesiyle vermiştir.
Düşen gölgeler temasına ayrılmış bir sergi hazırlanırken, bir zamanlar pek yaygın olan bir konu, "resmin icadı" konusu göz ardı edilemezdi; portre sanatının ilk nasıl kullanıldığı, gölgelerin ilk nasıl değerlendirildiği de gösterilmeliydi. Bu yüzden David Allan'ın bir yapıtı da sergiye alındı (Resim 18). Romalı ansiklopedici Pliny'nin anlattığı şiirsel masal, bir aşk öyküsüne dönüşmüştür burada. Skyon'lu bir çömlekçi olan Boutades, kızının yardımıyla, kilden portreler yapmayı başarır. Kızı bir gence tutkundur; delikanlı ülkeden ayrılırken, kız onun duvara yansıyan gölgesini çizer. Babası, çizgilerin içini kille doldurup bir model yapar. Yazar bu efsaneyi resimle değil, heykelle anlatmıştır. Bunun bir nedeni, portrelerin sadece sikkeler üstünde ya da ilk mezar taşlarında kullanılmasıydı belki.
İlk bakışta akla yakın bir öykü olarak görülebilir bu; ama derinine indikçe birtakım güçlüklerle karşılaşabiliriz. Bir gölge çizerken kendi gölgemiz araya girer, çizmemizi engeller. Bedenimizi aradan çekmeye çalışsak bile, elimizin gölgesi çizmek istediğimiz gölgenin üstüne düşer.
Ama insan aklı bu sorunun da üstesinden gelmiştir. On sekizinci yüzyılda portre siluetleri son derece yaygındı. Teknik, gölgeyi saydam bir kâğıt üstüne düşürmeye, dış hatlarını da kâğıdın öteki yanından çizmeye dayanıyordu. Bu yöntemin şaşmazlığı, insanların profillerini okuyarak kişiliklerini anlamaya dayanan fiziyognomi modasını yarattı.
Paralel projeksiyonla yaratılan dış hatların resimlerde de kullanılması bir başka amaca yöneliktir. Sanatçılar
nesnelerin düz bir duvara yansıyan gölgeleriyle pek az ilgilenmişlerdir. Campin'in atölyesindeki Bâkire ile Çocuk örneğindeki olağanüstü gözlemden söz etmiştik. Burada sanatçı şöminedeki alevlerin ışığıyla yaratılan maşaların gölgelerini, kepengi, pencereden giren belirsiz ışığın duvara yansıttığı kumaş ve yastık gölgelerini sadece ustaların başarabileceği bir biçimde vermiş, aydınlık ile karanlığı inanılmaz bir biçimde düzenlemiştir.
Alplerin kuzeyinde yaygın olan portre sanatında da benzer örneklere rastlayabiliriz. Hem Mornauer portesinde, hem Hans Holbein'da
modeller ışığın tam karşısına yerleştirilmiş, gölgelerinin arkadaki duvara düşmesi sağlanmıştır. Bu belirsizlikler dikkat çekici değildir belki, ama resimleri yapılan insanların kişiliklerini ortaya çıkarma işlevleri vardır.
Bu uygulamaya bir başka örnek olarak da bir sunak resmi için Tiepolo'nun taslağını seçtik. Burada kralın asa tutan eli, düşürdüğü gölgesi yüzünden, güzel bir biçimde öne çıkmaktadır.
Paralel projeksiyon ender rastlanan bir yöntemdir, ama "birleşik gölge" olarak adlandırdığımız şey, trompe l'oeil kaynakları arasında çok sık görülen bir uygulamadır. Bir nesnenin yere düşürdüğü gölge, onun somutluğunu hemen belirtir.
Romalı mozaikçiler, sözgelimi bir şölenden sonra "süpürülmemiş yer"i çeşitli nesnelerin döşemeye yansıttıkları güçlü gölgelerle göstermişlerdir.
Gölgeler resim sanatına girer girmez, etkileri hemen sömürülmeye başlanmıştır. Antonello da Messina'nın imzasını taşıyan kâğıt, cartellino bunun bir örneğidir; bir başka örnek de adı bilinmeyen bir on beşinci yüzyıl sanatçısının yaptığı resimde sinek kullanmasıdır, André Chastel bu konuda bir inceleme bile yayımlamıştır.
Sergilenen resimleri değişik bakış açılarıyla görmek gerekiyor; düşen gölgelerin işlevleri, ışığın etkisini arttırmak bakımından önemlidir. Sanatçının paletindeki tonlar, doğadaki tonlara oranla çok daha kısıtlıdır; bu yüzden ressam karşıt tonları yan yana kullanarak etki yaratmak durumundadır.
Bunun ilk ve en çarpıcı örneklerinden biri, Masaccio'nun ünlü Bâkire ve Çocuk yapıtıdır.
Masaccio, tahta düşen gölgelerden yararlanarak, perspektif açısından kusursuz bir biçimde kurduğu sahnede bir aydınlık yaratmış, ışığı duymamızı sağlamıştır. Robert Campin'in resminde de tanık olduğumuz bu yeniliği ustaca kullanmıştır.
On yedinci yüzyılda kullanılan, Caravaggio'da sık sık rastladığımız tenebroso yöntemi, tonlarda karşıtlık yaratılarak ışığın daha da zenginleştirilmesini sağlıyordu; bu bakımdan aşırıya gidildiği bile söylenebilir. Rembrandt'ın okulundan ya da ondan etkilenen bir sanatçının masa başında kitap okurken gösterdiği keşiş ya da bilgin, bu yöntemin kusursuz biçimde kullanılışının örneğidir. Camlardan ve açık pencereden süzülen ışık neredeyse göz kamaştırıcıdır, figürün ve nesnelerin görülmesini güçleştirmektedir.
Giovanni Domenico Tiepolo'nun Troya Atı'nda böylesine göz kamaştırıcı bir karşıtlık yoktur, ama yerdeki güçlü gölgeler parlak günışığının etkisini daha da çoğaltmaktadır.
Öte yandan, Corot, yıkılmış ağacın ve kazın gölgelerini yumuşatmış, yapıtında ılımlı bir sabah ya da akşam havası yaratmıştır. Resmi, gölgeler kullanılarak bir hava yaratılması açısından güzel bir örnektir; Claude'un rıhtım resminde
gölgelerin uzunluğu da sabahı ya da akşamı belirtmektedir.
Empresyonistler, gölgeleri gri renkte düşünmüşler, ama çevrelerindeki renklere göre onlara değişik tonlar vermişlerdir. Pissarro'nun kış manzarası bunun bir örneğidir.
Gölgelerin sadece biçimleri değil, dış sınırları ve renkleri de ışığın niteliği konusunda bizi aydınlatabilir; bunun örneklerini on beşinci yüzyıl başlarının sanatında bulabiliriz. Fra Angelico'nun yumuşak ışığından (Resim 12) daha önce söz etmiştik. National Gallery'de bir başka çarpıcı örnek daha bulunmaktadır: Antonello da Messina'nın Aziz Jerome yapıtında tavusun gölgesi basamaklara sfumato çizgileriyle düşmektedir. Antonello'nun resmi, düzensiz bir fona gölgeler düşürmenin ne büyük ustalık istediğine örnek olarak da gösterilebilir. Sassetta'nın Aziz Francis'in Aşağılanması yapıtında, diz çökmüş azizin arkasındaki gölgenin gökten gelen ışıktan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Crivelli de, Meryem'e Haber resminde benzer bir etki yaratmaktadır; melek ile piskoposun gölgeleri yere ve duvara düşmektedir.
Ama bu yaklaşımın başyapıtlarından biri, Pontormo'nun "Yusuf" öyküsünü anlattığı düzenlemede görülen gölgeler topluluğudur; kıvrılan merdivenleri çıkan figürler arkalarındaki yuvarlak duvara dikkatle hesaplanmış gölgeler düşürmektedirler. Bu tür etkilere en çok yapay ışıkların yarattığı güçlü gölgelerde rastlanmaktadır. Ter Brugghen, Konser'inde çalgıcının yanağında ortadaki mumun neden olduğu flüt gölgesi görülmektedir. Rembrandt'ın Çobanların Tapınışı'nda bu ustalık, kutsal öykünün havasını yaratmakta başlıca etkendir; Çocuk'tan kaynaklanan aydınlık, ahırda yere düşen fener ışığına engel olmamaktadır. On yedinci yüzyılın Hollandalı manzara ressamları da engebeli topraklar üstüne büyük bulutların düşürdüğü gölgelerle bir genişlik duygusu yaratmayı biliyorlardı.
Emanuel de Witte'nin kilisesinin içinde, seyredenin görmediği bölümleri belirtmek için gölgelerden yararlanılmıştır. Önümüzdeki duvara, karşı yandaki görülmeyen pencerelerden sızan günışığı yansımaktadır.
On dokuzuncu yüzyılın anlatımcı ressamlarından William Collins, Yaklaşan Olaylar yapıtında görünmeyen nesnelerin gölgelerini kullanarak seyircinin hayal gücünü harekete geçirmektedir. Resim bir köylü çocuğunu göstermektedir; çocuk kapıyı açmış, birini selamlamaktadır. Kimi? Önde gölgesini gördüğümüz atlıyı.
Bu resimler bize birer kurgu ürünü olarak görünebilir, ama güneşi arkasına alan bir fotoğrafçı da görme alanının dışında kalan nesnelerin gölgelerini, çektiği fotoğrafa yerleştirebilir. Bunun en güzel örneği Cartier-Bresson'un bir tapınağın gölgesinde uyuklayan kişiyi gösteren Hindistan fotoğrafıdır.
Gauguin'in bu anlamda fotoğraflardan esinlenip esinlenmediğini bilmiyoruz, ama bu tür bir uygulamaya başvurduğu açıktır. Işıkla gölge kullanmadan resim yapan Japonlar gibi, o da yanılsama yarattığına inandığı gölgelerden kaçınmıştır. 1888'de Emile Bernard'a şunları yazmıştır: "Bir figür yerine bir kişinin gölgesini kullanmaya karar vermişseniz, özgün bir çıkış noktası bulmuşsunuz demektir; ama bunun ne kadar garip olduğu da açıkça ortadadır."
Ondan yirmi yıl kadar önce Fransız salon ressamı Gérôme, dramatik biçimde aydınlatılmış bir görünümde sadece üç haçın gölgelerini göstererek Golgotha'da uç noktaya varmıştır. Gauguin de, bir Sembolist olarak, gölgeleri bir kehanet aracı olarak kullanabilirdi. Holman Hunt bu anlayıştan yola çıkarak genç İsa'nın gölgesini haçtaki ölümüne dönüştürmüştür.
Bu örnekler nesneyle gölgesi arasındaki benzerliklere dayanmaktadır; ama gölgelerin, ortada olmayanı belirtmek için bir araç olarak kullanıldığı da görülmektedir. Bir yetişkin, parmaklarını ışığa tutup duvarda tavşan gölgeleri yaratarak bir çocuğu eğlendirebilir; ama bu tür oyunların yeri Hareketli İmgeler Müzesi'dir. Hareketli gölgenin yarattığı etki, biçimin sürekli değişmesinden ve beklenmedik sonuçlar doğurmasından kaynaklanmaktadır. Platon, İ.Ö. dördüncü yüzyılda gölge oyunlarının varlığından söz etmişti; bu sanat, hayaletler, şeytanlar, cinler üstüne öyküleri anlatmak açısından uygun olduğu için hiç terk edilmemiştir. Hoogstraten'in resmi mitologya temalarını anlatan fantastik bir gösteriyi yansıtmaktadır. Fotoğraf ve sinemanın doğuşundan önce bu tür uygulamalar Fransa'da modaydı, ombremanie'den (gölge deliliği) bile söz edilmekteydi.
Bu gelişmeler, kitapçığımızın konusu dışında kalmaktadır, ama okura şunu hatırlatmamız gerek: İmge okumanın kaynağı bu tür gösterilerdir; yapay ya da gerçek gölgeler, mizah amacıyla ya da ahlaksal dersler çıkarmak için kullanılmıştır.
On yedinci yüzyılda Otto van Veen'in çizdiği Cupid'in gölgesi, aşkın kıskançlık yarattığını belirten şeytanî bir görüntüdür. On dokuzuncu yüzyıl karikatüristi Grandville, Fransız kabine üyelerinin duvara yansıyan gölgelerinde siluet-portre uygulamasına başvurmuş, politikacıları sarhoş, şeytan, domuz, hindi olarak resmetmiştir.
National Gallery'de sergilenen yapıtlarda bu türün örnekleri bulunmamaktadır, ama başyapıtlarda az sayıda rastlanan, düşen gölgelere dikkat çekmek gerektiğini düşündük. Belki bu inceleme, ziyaretçinin Gallery'yi gezerken kendi örneklerini de bulup çıkarmasına yol açacaktır.
Çerçeve / E.H. Gombrich
Düşen Gölgenin Özellikleri / Filippo Baldinucci, Vocabulario Toscano
dell'Arte del Disegno isimli yapıtından, Floransa 1681 kaynak gösterilmiş.
Çeviren - Ülkü Tamer
Kaynak
Sanat Dünyamız / Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık
ykykultur.com.tr