Yönetmenlere Göre Kurgu Nedir?

Kimilerine göre yönetmen filmi çeker ve kurguya karışmaz. Oysa işin aslı hiç de böyle değil. Kurguda nihai kararların stüdyo tarafından verildiği Hollywood’da bile yönetmen kurguda mutlaka bulunuyor. Zaten iyi bir kurgunun sırrı sadece kurgu masasında yatmıyor. Çekimlerden, senaryoya kadar giden uzun bir süreç bu…

Kurgucu Thelma Schoonmaker “Raging Bull” ile bir Oscar kazandı. Her biri diğerlerinden farklı çerçevelenmiş unutulmaz dövüş planları çok iyi kurgulanmıştı ama acaba Schoonmaker’ın yaptıkları ödülü hak ediyor muydu?

Bir kere filmin yönetmeni Martin Scorsese dövüş sahnesini önceden dikkatle planlamış, storyboard’unu çizmişti ve Schoonmaker şöyle bir itirafta bulunuyordu: “Filmin bu kadar iyi görünmesinin sebebi benim kurgu yeteneğim değildi.”

“Annie Hall”un çekimlerini bitirdiği zamanki Woody Allen’a bakalım.

Çekimlerin sonunda, Alvy Singer’ın yaşamından süzülen, devamlılıktan ve odak noktasından yoksun, darmadağınık bir bilinç akışı vardı elinde. Filmin kurgucusu Ralph Rosenblum ve Allen, filmin sadece Alvy’nin Diane Keaton’ın canlandırdığı Annie karakteriyle birlikte olduğu yerlerde sürükleyici olduğunu farkedince skeç benzeri komedi sahnelerinin çoğunu acımadan çıkarıp attılar ve filmi Alvy ile Annie’nin ilişkileri üzerine oturttular. Yeni akışı destekleyecek sahneler çekildi, Rosenblum filmin sonuna montaj anılarından oluşan bir bölüm ekleyerek Allen’a bir kapanış monoloğu doldurttu. Sonuç? Film dört Oscar kazandı ve Allen’ın ününe ün kattı. Yine de Rosenblum “Annie Hall”un montaj odasında kurtarılmış bir film olmadığını orada sadece filmin ana çizgisinin keşfedildiğini düşünüyor.
Yaptıkları işi bu kadar küçümseyen kurgucuların söylediklerinden yola çıkarak bu iş için ne denebilir? Kurgu, usta teknisyenler tarafından icra edilen bir cila işi midir yoksa yönetmenliğin bir uzantısı mı?
Doğrusu ikisi birden ama konumuz bu değil. Biz burada kurgunun perdede hikaye anlatımını nasıl etkilediğiyle ilgileniyoruz. Kesmenin bir plandan diğerine geçiş olduğunu söylemek yetersiz bir tanımlamadır. Mainstream filmlerin çoğu devamlılığa göre yani sahneler mantıklı bir sırayla ardarda gelecek şekilde kurgulanır. Geleneksel olarak bu, geniş plandan, Amerikan plana ve sonra yakın plana geçmek demektir.

“Yaratık” filminin açılışını ve jenerik akışı bittikten sonraki birkaç planı düşünelim. Film, içinde Nostromo’nun gemisinin dolaştığı geniş bir uzay görüntüsüyle başlar, sonra bir genel planla geminin içine geçilir ve kamera Ripley’nin içinde bulunduğu cam tüpe kayar. Ripley’i yakın plan görürüz. Cam tüp yansıyan ışıklarla parlamaktadır. Işıkların merkezine doğru hareket eder ve bir bilgisayar ekranıyla karşılaşırız. Gemideki telaşın sebebi hızla yaklaşan gemidir ve onu görmeden önce bize ekrandaki “Yakınlık alarmı” yazısını okuyacak kadar zaman tanınır. Bu klasik kesmedir.

Genel plandan Amerikan plana geçilir, ardından yakın plan, çok yakın plan ve sonra tekrar genel plan gelir. Sıralama üzerine kurulu bu tür teknikler plandan plana görünmez bir geçiş olanağı sağlayarak seyircinin ilgisini hikaye üzerinde tutmaya yarar ve inandırıcılığa katkıda bulunur çünkü sıralı kurguyla gösterilen olayların mantıklı bir sırayla ardarda gelmesi seyircinin, zaman konusundaki daralma ya da genişleme türü değişimleri kabullenmesini sağlayacaktır. Açılış jeneriğinden sonra filmin bir noktasına kadar olanlar tam üç dakika sürer yani gerçek yaşamdakinden çok daha kısadır. Aksiyonun kurgusu sayesinde zaman sıkıştırılmıştır.

Sinemacılar herhangi bir şeyi diğer yolla da kurgulayabilirler. Birçoğu dramatik bir anın önemini vurgulamak için zamanı yayar. Bu, bekleyen ya da tepki gösteren insanların yüzlerine kesmeler yapmak kadar ustaca olabilir. Herhangi bir Sergio Leone filmindeki silah çatışması sahnelerinde de bunu görebilirsiniz. John Woo gibi aksiyon yönetmenleri zamanı görsel açıdan dikkat çekici başka yollarla da genişletirler. “The Killer” daki tekne yarışı sahnesinde Tony Weng’in öldürülüşünü ele alalım. Woo, Chow Yun-Fat’in nişan alışını üç kez üç değişik açıdan çeker.

Belli bir etki yaratmak için sık kullanılan bir başka önemli kurgu yöntemi de paralel kurgudur. İki farklı olaya ilişkin planlar arasında, paralel aksiyon olarak bilinen -olayların aynı zaman içinde
gerçekleştiğini gösteren- anlatımı sağlamak ve iki olayı karşılaştırarak gerilimi arttırmak için kullanılır. “Apocalypse Now”ın sonunda Willard’ın Kurtz’ü öldürüşü, yerlilerin öküz kestikleri bir kabile ritüeliyle paralel kurgulanmıştır. Bu heyecanı yükseltir ve iki ölüm karşılaştırılarak filmin şiddet, çılgınlık, paganizme dönüş ve benzeri temaları yeniden vurgulanmış olur.

“Heat”teki en temel motif, bildiğimiz “madalyonun her iki yüzü” hikayesidir. Hikaye, takıntılı polis memuru (Al Pacino) ile takıntılı hırsız (Robert De Niro) arasında bol paralellik kurmaya müsaittir.
Filmin büyük bölümünde hikaye, iki başrol oyuncusuna ait bölümler arasında gidip gelir fakat yönetmen Michael Mann, kilit noktalarda ikisi arasında paralel kurgu yapar. Büyük soygun bölümünde kamera De Niro, Val Kilmer ve Tom Sizemore’un bankaya girişleriyle Pacino’nun diğer polislerle birlikte olay yerine yetişmeye çalışması arasında gidip gelir. Polislerden biriyle soygunculardan biri ilk kez, Kilmer’ın kamyonun arkasına saklanmış iki polise ateş ettiği planda biraraya gelir.

Kurgunun temel noktaları bunlardır. Fakat sinemacılar sırf sinemacı olduklarından, seyircinin beklentileriyle oynamak ve ilgisini hikaye üzerinde tutmak için kuralları çiğnemeye bayılırlar.

Bazen yönetmen sonuncuya çok benzeyen (ya da aynısı) bir açıya kesme yaparak bir sekanstaki planların akışını bozabilir. Buna sıçrama (jump cut) denir ve bir sonraki planın son plandan devam etmesini uman seyirciyi yanlış yönlendirmek için kullanılır. Sıçramanın şaşkınlık yaratan etkisi, seyirciye bir şeylerin olması gerektiği gibi olmadığını hissettirmek için sık sık kullanılır. Roy Schneider’ın “Jaws”ta kumsalda otururkenki yüzü buna bir örnektir. “Olağan Şüpheliler”in başında Fenster’in tutuklandığı sahne de bir başka örnektir. Her ikisi de seyircide huzursuzluk yaratır ve daha sonra olacakların bir tür habercisidir. Belki eşzamanlı bile gerçekleşmeyen ilgisiz iki olay arasında paralel kurgu yapmak da seyirciyi şaşırtır. “Kuzuların Sessizliği”nde Jonathan Demme bunu yapar. Buffalo Bill’in evinin dışında, çiçek siparişi getirme numarasıyla baskına hazırlanan FBI ajanları ile evin içinde ön kapıya doğru ilerleyen katil arasında paralel kurgu. Gerilim yükselir. Tabii ki FBI ajanları kapıyı açar açmaz katilin kafasını uçuracaktır. Lakin kapıyı Clarice Starling açar. FBI yanlış eve gelmiştir.

Demek ki bir filmi çeşitli yöntemlerle kurgulamak perdedeki anlatımı etkileyebiliyor. Bu tekniklerin büyük bölümünü kullanmanın yolu kurgu odasında geçirilen uzun gecelerden geçmez, ta başından senaryoda vardır. Aksi takdirde çekimlerden biraraya getirilecek doğru malzeme elde edilemez. Hollywood hikayeciliği kurgu odasında noktalanıyor olabilir ama her zaman olduğu gibi senaryonun o ilk kopyasındaki fikirler ve sözcüklerle başlar…