Alametlerin Kıyameti

Dikkatinizi çekmiştir, ortalık kıyamet ala-metleriyle ilgili kitap, TV dizisi, 'güya belgesel've filmlerden geçilmez hale geldi.

Tek tanrılı dinlerin kıyamet mitolojileri, aralarındaki veraset ilişkisinden dolayı birbirine fazlasıyla benzer: Deccalin gelişi, gökten yağan taşlar, afet ve yıkımlar, 'armageddon' adı verilen son büyük savaş, ve dünyanın toptan yok oluşu... İşte bu 'alamet' ve olgulardan yola çıkarak dünyanın sonuna dair kehanetler sunan kitle iletişim ürünlerinin çoğu bunu, biraz da bilimsellik kisvesine büründürerek akılcı düzlemde meşruiyet kazandırmaya yönelik manevra soruları sorarak yapar: 'Bu acaba tanrının işi midir, yoksa gezegen ve galaksilerin normal döngüsünün bir parçası mı? İsteyen istediğine inansın, fakat sonuçta kıyamet kopuyor işte...'

Her şeyde ve her yerde olduğu gibi burada da tüm anlamlarıyla politika devreye giriyor; Usame bin Ladin'i 'olası Deccal' olarak sunan 'güya belgesel' filmler bunun en güzel örneği... Tabii Deccal'in karşısında İsa Mesih'in ordusunun bulunması gerek ve sunulan hikâyelerde bunu, özellikle kıyamet düşüncesini neredeyse taparcasına yücelten Evangelistlerin en ünlüsü olan oğul George Bush'un önderliğini üstlendiği Amerikan ordusu karşılıyor.

Bu tür olay ve olguları basitçe dinsel sapma ya da fantezi olarak tanımlayıp geçebilirdik, fakat söz konusu mitolojilerin bu şekilde yeniden-üretildiği yerler, izleyici kitlelerin neredeyse bir tür TV okulu, ansiklopedi ya da tartışmasız doğru bilgi kaynağı gibi algılamaya başladığı National Geographic ve benzeri kanallar olunca durup iki kere düşünmek gerekiyor. Aslında bu kanallar bu tür yayınlarla bilgi değil korku üretiyorlar. Korku ise, ister sinema perdesinde olsun ister güncel politik arenada, genellikle varolan durumun korunması, değişimlere kapalı biçimde muhafaza edilmesi için çoğunlukla muhafazakâr çevrelerce kullanılan bir 'psikolojik silah' olarak adlandırılabilir. Yani 'kıyamet', 'son savaş' gibi tanımlarla sunulan yakın geleceğin -hatta bugünün!- dünyasına dair olguların böyle bir çerçevede sunuluyor olması, sadece milenyu-mun ruhunu yansıtmakla kalmıyor, yapılan ve yapılacak olan her şeye politik meşruiyet zemini de sağlıyor.

Yeni binyılın başlamasından hemen önce, 1998 yılında tuhaf biçimde tam da aynı konuyu işleyen iki bilimkurgu filmi çekildi: Mimi Leder'ın yönettiği "Deep Impact/Derin Darbe" ve Michael Bay'in yönettiği "Armageddon". İki filmin de dinsel mitolojilerin en önemli kıyamet alametlerinden biri olan göktaşları üzerine olması basit bir tesadüfle açıklanabilir mi? Hem de Hollywood gibi bir sektörde! Bir yapımcının bu konuyla ilgili film yaptığını bilen bir başka yapımcı, niçin aynı konuyu hem de neredeyse aynı senaryoyla ve aynı biçimde filme almaya kalkışır ki?! Aslında tam da budur alamet olan ve artık işte bu alametler üzerinden yapmak gerekiyor çözümlemeleri: Afganistan bir göktaşıdır... İran bir göktaşıdır... Çin bir göktaşıdır... Kore bir göktaşıdır... "Onların yanında yer almayan" herkes, 'imparatorluğun' parçası olmaya direnen her ülke bir göktaşıdır artık...





Constantin Costa-Gavras'ın 1982 tarihli filmi "Missing/Kayıp"ı büyük bir dehşet duygusuyla izlemiştik. Bu duygunun nedeni, izlediklerimizin sadece bir filmsel anlatı parçası değil Şili'nin gerçekliği olmasını bilmemizdi. Fakat sonraki yıllarda filmi izlerken bu dehşet duygusunun azalmak yerine arttığını fark etmemek imkansız... İzlediğimiz olayların geçtiği ülkede bir darbe olup bitmişti. Evet, çok kanlıydı, tüm benzerleri gibi insanlık dışıydı, fakat olup 'bitmişti'. Hatta Pinochet gibi insanlık suçlularının yargı önüne çıkarıldığını da görmüştük. Oysa bizim ülkemizde darbe henüz bitmedi; bırakın etkilerini, kendisi henüz bitmedi! Dehşetimiz bundandır...

16-20 Mayıs tarihleri arasında Diyarbakır'da '5. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı' düzenleniyor. ICAD (Kayıplara Karşı Uluslararası Komite) ve YAKAY-DER'in (Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) düzenlediği kurultayın bu yılkı başlığı, dünyanın gündemine uygun biçimde 'Savaş ve İşgal: İnsan Hakları İhlalleri, İşkence ve Gözaltında Kayıplar' olarak belirlenmiş... Dört günlük kurultayın insanın içini burkan birçok etkinliğinden biri, 17 Mayıs Çarşamba günü saat 14.00'te yapılacak olan 'Kayıplar için ağaç dikimi'...

O gün dikilecek ağaçlar büyürken, darbenin nihayet bitişini de görebilecek miyiz acaba?





Uğur KUTAY
ugurkutay@birgun.net
Birgün, 13 Mayıs 2006