Milliyetçi Yıkım
Fuat Uzkınay'ın kızı Mutena Uzkınay, 14 Kasım 1989 tarihli Hürriyet
Gazetesi'nde, İlk Türk Filminin çekimini şöyle anlatıyor: ‘1876 Osmanlı-Rus
Savaşı sırasında Rusların diktikleri Ayastefanos Anıtı'nı, İttihat ve Terakki
Fırkası yıkma kararı aldı. Yıkımı bir Avusturya şirketi filme almak istiyordu,
ancak bir Türkün filme alması istendi. Göreve babam uygun görüldü. Avusturya
şirketinin kameramanı Mordo, babama alıcıyı kullanmasını öğretti ve ilk Türk
filmi çekilmiş oldu. Dinamitle yıkılan anıtın çekiminde babamı ve kamerayı bir
yere bağlamışlar zarar görmesin diye. Buna hep gülmüşümdür.''
Yüksek Maliyetli Testi
Türk sinema tarihinin ilk konulu filmlerinden biri olan Binnaz, kontrollü
bütçeyle çekilen bir film. Cemil Filmer ‘Hatıralar’ adlı kitabında çekimlerle
ilgili anısını şöyle anlatıyor. ‘‘ Yapımcılığı üstlenen Malul Gaziler cemiyeti,
masrafları kısmak için bir memur görevlendirmişti. Bir sahnede evin beyinin
karısına sinirlenerek sürahiyi aynaya doğru fırlatıp ikisini birden parçalaması
gerekiyordu. Memur itiraz etti. Ahmet Fehim 'Kuzum efendim, cam sürahi yerine,
toprak testi kullanırız, ayna yerine pencereden dışarı fırlar, olur biter.'
dedi. Görevli bu sefer 'O zaman dekorun gerisinde biri dursun da testiyi
düşmeden yakalasın' demez mi?''
İlk Sansür
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanından sinemaya aktarılan ‘Mürebbiye’nin (1919)
Türk sinema tarihindeki yeri çok farklı. Fotoğrafta görülen Madam Kalitea
(üstte), filmlerinde aileleri parçalayan vamp oyuncu... Mürebbiye'de
canlandırdığı Anjel, Paris'ten İstanbul'a birlikte geldiği sevgilisinden
ayrıldıktan sonra İstanbullu bir ailenin yanına mürebbiye olarak girip ailenin
üç erkeğini baştan çıkarıyor. Filmi seyreden işgal makamları 'Anjel'in şahsında
işgalciler küçük düşürülüyor' diyerek filmin İstanbul dışında gösterilmesini
yasaklıyorlar. Böylelikle Mürebbiye de Türk sinema tarihinin ilk sansürlü filmi
oluyor.
Münir Özkul, Ayhan Işık'ın cenaze namazına gitmek için dolmuşa binmiş.
Camiye yaklaştıkça başı sonu belli olmayan bir kalabalıkla karşılaşmış.
Öyle bir kalabalıkmış ki Münir Özkul,
- Kalabalığa bak. Sevenlerinin bu kadar çok olduğunu bilmezdim.
Diye mırıldanmış.
Bunun üzerine dolmuş şoförü de
- Sen bir de kendi cenazeni gör abi demiş.
Ertem Eğilmez, çok disiplinli, biraz da huysuz yönetmendi. Ama filmlerindeki
mizah anlayışından yoksun değildi elbette. Tam tersine, müthiş esprisi olan bir
adamdı.
Müjdat Gezen'in aktardığına göre, bir gün Eyüp sırtlarında film çekiyorlardı.
Sette işlerin en civcivli anıydı. Giyimi kuşamı düzgün, meraklı bir adam,
kamerayı işaret ederek, Ertem Bey'e sordu:
- Beyefendi, şu delikten ben de bakabilir miyim?
Yoğun iş arasındaki bu istek, Ertem Eğilmez'i çok kızdırdı. Ünlü yönetmen,
bilinen tiz, parazitli ses tonuyla adama bağırdı:
- Kimsiniz beyefendi, çalışırken niçin araya giriyorsunuz?
-Efendim ben doktorum. Daha doğrusu jinekologum. Sinemaya çok meraklıyım.
Kameradan bakmak istiyorum.
Eğilmez, meraklı jinekologa öyle bir yanıt verdi ki, sette sıkı disipline karşın
büyük bir kahkaha tufanı patladı:
- Beyefendi, siz muayenehanenizde çalışırken ben gelip 'Bakmak istiyorum' desem
kabul eder misiniz?.