Antalya Altın Portakal Jürisinin Kararıyla İlgili Zorunlu Bir Yazı
Belirli bir emek ve genelde de acılı bir süreç gerektiren sanatsal üretimin,
belgesel üretiminin ya da herhangi bir üretimin bir aşamasında filminizi, yada
ürettiğiniz sanatsal ürünü dvd lere basıp zarflara koyup hiç tanımadığınız ya da
biraz tanıdığınız, kimisinin belgesel ve estetik anlayışına, etik anlayışına,
cesaretine güvendiğiniz veya güvenmediğiniz veya hiç de aynı fikirde olmadığınız
veya olduğunuz insanlardan oluşan bir jürinin beğenisine yolluyorsunuz.
Geçen yıllarda jürilerin manipüle edildiğine, tehdit edildiğine ya da açık bir
sübjektiflik içinde karar verdiğine tanık olduğum zamanlar oldu ancak bunlarla
ilgili konuşmamayı tercih ettim. Çünkü filminizi yollarken bu sübjektiflik
payını hesaba katıyor ve risk alıyorsunuz.
Herhangi bir jüriden dürüst bir karar kadar sübjektif ve taraflı bir karar
bekleyebilirsiniz. Herhangi bir jüriden ahlaki ya da estetik bir suç işlemiş,
hırsızlık yapmışsanız mesela hakaret de bekleyebilirsiniz. Bunun ötesinde ne
kadar emekle çekildiği filan zerre kadar önemli değildir sanatta işiniz kötüyse
olumsuz eleştiriye maruz kalabilirsiniz.
En iyi ve olumlu bir yaklaşımla bile sanatsal uluslararası tanınırlıkları,
belgesellerinin estetik ve etik durusu hemen herkesinki kadar ve gibi olan bir
jürinin, içlerinde yaptıklarının belgesel olup olmadığı bile tartışılabilecek
kişiler olan bir jürinin, bugüne kadar diğer üç versiyonu olan hayır, ışık
insanları ve ışık insanlarının ince yürüyüşü ile uluslararası ve ulusal
festivallerde ödül almış olan belgeselimizi amatör olarak değerlendirmesi
anlayışla karşılayabileceğim bir durum değil.
Eğer bu jüriyi değerlendirirken onların benim işime gösterdikleri saygısızlığın
binde biri kadar kötü niyetli olsaydım bir yukarıdaki paragrafı şöyle
yazabilirdim: Benim yaptığım estetik düzeyde ve çeşitlilikte işleri olmayan,
benim işlerimin gösterime girdiği coğrafyanın çok daha sınırlısında
tanınırlıkları olan ve sınırlı kabul gören, sürekli olarak belli kurumların
desteğinde ve televizyonda sürekli var olma kaygısıyla hayat boyu etik ve
estetik tavizler veren... Teorik ve teknik birikimleri benden çok daha geride
bir jürinin gaddarlığının derecesini anlamama ve anlayışla karşılamama olanak
yok.
Bunu yapmaya hakları yok. Bunu hangi kriterlerle yaptıklarını açıklamaları
gerekiyor. Bu jürinin durup dururken yalnızca bana değil ama bu kadar yönetmene
böyle bir şey yapmaya hakları yok. Bunun için benden daha iyi, önemli birer
yönetmen olmaları gerekiyor en azından.
Peki biz bu kadar kinci, acı dolu ve yaralı (ki yaralı olmak olu olmaktan beter
bir durumdur) bir insan gurubuyla ülke ve toplum olarak ne yapabiliriz.
Bunun yanıtını bu yazıyı okuyanlara bırakmak isterim.
Ulusal festivallerin önemli bir kısmi ile ilgili genelde olumsuz fikirlerim var,
bunları ve gerekçelerini geçmişte yazdım. Bu nedenle de çok uzun bir müddettir
bir iki özel festival hariç, özel gösterimler ve toplu gösterimler hariç
filmlerimi ulusal festivallerin yarışmalı bölümlerine yollamıyorum.
Geçmişte hangi festivalleri eleştirdiğimi, ya da hangi kurumları eleştirdiğimi o
kurumlar bilir çünkü ben her şeyi dolaysız ve insanların yüzüne karşı yapmak
prensibinde birisiyim. Eleştirilerim ve gerekçeleri bu kurumların birer arşivi
varsa duruyordur. Yazılı olarak da yolladım.
Bu filmimizi ulusal festivallere yollama sebebimiz çok önemli bir
antiemperyalist sivil itaatsizlik olan Bergama halkının ve bilim insanlarının
direnişinin özellikle Kaz dağları ile tekrar gündeme gelen çok uluslu altın
şirketlerinin Anadolu'yu talanı anlamında Türkiye'de halk tarafından
izlenmesini önemli bulmamızdı.
Sonuç olarak tekrar etmek gerekirse, Antalya Altın Portakal Belgesel Jürisinin
kararını ve bu kararın gerekçesini hiç bir şekilde kabullenmiyorum ve içtenlikle
kınıyorum.
Diğer filmleri seyretmedim, onların içinde önemli bir kısminin belki de tümünün
ön elemeyi geçtiğine göre ödüle layık olduğunu düşünüyorum. Ön eleme bu manaya
gelir, ön elemeyi gecen her film potansiyel bir finalist ya da ödüllü filmdir.
Final jürisi bunu bilerek görev alır. Bütün bu tartışmaları insanların sürekli
birbirinin canını yakmaya çalışacak kadar acılı bir ruh halinde yaşadığı bu
ülkede bile doğal karşılamıyorum. Bu jüri benim festivale yolladığım film için
bu gerekçeyi kullanamaz. Kullanırsa bu benim baktığım noktadan saygın bir kara
olmaz seklindeki düşüncemi jüriyle ve sanat anlayışını anlamlı bulduğum çevremle
paylaşıyorum. Nasıl onlar bu absürt kararlarını herkesle paylaşacak yetkiyi
bulmuş ve bu kararı imzalamışlarsa ben de kendimi bunları söylemek zorunda
hissediyorum.
1995 yılında kısa bölümünü oluşturduğumuz ve başlattığımız ve bir çok kişi
tarafından hala hatırlanan Antalya Altın Portakal Festivalinin bize teşekkürü
de böyle olmalıydı herhalde. Halktan kopmuş, sırça bir sarayda, sanattan başka
her şeyin öne çıktığı ve dedikoduları sanattan daha önde, uzun film festivali
dışında hiç bir bölümü önem taşımaz görünen bir festival.
Kültür ve sanatla uğrasan gazetecileri bu gazetelerin sahipleri bir bardak suyu
bile festival yönetiminden talep etmeyecek bir maddi ve manevi güçle
festivallere yollamadıkları sürece biz festivallerde neler olduğunu basından ve
televizyonlardan asla tam olarak öğrenemeyeceğiz, eleştirinin bu kadar eksik ve
yetersiz olduğu bir ortamda da festival yöneticileri ve festival yapan kurumlar
kendilerini bir tur tanrı gibi görmeye, insanlar da içeriği son derece
tartışılır olsa da sanatsal etkinlikleri gayet parlatılmış görmeye devam
edecekler.
Maalesef şimdi oturdum iki saattir bunları yazıyorum. Değer mi acaba benim başka
işim yok muydu. Sessiz kalmaya olağanüstü dikkat ettiğim bir ortamda bunu mu
konuşmalıydım.
Cevap evet olmalı. İnsanların bu kadar ağır yaralı olduğu bu ülkede yaralanmadan
kalmayı nasıl başaracağız.