Brecht ve 'Syriana'

Brecht estetiğinin sinematografik görünümlerine kolay kolay rastlanamıyor ne yazık ki... Brecht'in tiyatro için belirlediği, fakat özellikle içinde barındırdığı 'sahneleme' olgusu nedeniyle sinemaya da başarıyla uyarlanabilen estetik yönlenme, basite indirgeyerek söylemek gerekirse, izleyicinin salondan rahatlayarak değil kafasında yeni soru işaretleriyle çıkmasını sağlamaya yönelik bir girişim, daha doğrusu bir uygulamalar dizisini barındırıyor. Bunun için öncelikle izleyicinin perdedeki karakterlerle özdeşleşmesini en alt düzeye indirmek ve dramatik yapının sunumunda kullanılacak yeni ve farklı bazı unsurlar yardımıyla filmin finalinde yaşanacak arınmayı -katharsis- ortadan kaldırmak gerekir. Bu yeni ve farklı unsurları, Mutlu Parkan'ın kuramsallaştırmasıyla naivete, mesel çalışması, epizodik anlatım, gestus, yabancılaştırma, tarihselleştirme, anlatımcı yapı ve göster-meci oyunculuk başlıkları altında toparlamak mümkün. Ama ne yazık ki işin pratik kısmı, yani bu başlıkların sinematografik çalışmaya yedirilmesi hiç de kolay olmuyor. Hem bu uygulama zorluğundan dolayı, hem de aslında sinemacıların neredeyse hiçbirinin izleyiciyi seyrettiği filme yabancılaştırmak ve aslında yabancılaştığı hayatın gerçekleriyle yeniden buluşturmak gibi bir derdi olmadığı için Brechtyen sinema örneğiyle karşılaşmak pek mümkün değil. Hatta bir çok Brecht takipçisine göre Joseph Losey filmlerinden bu yana Brechtçi film çekilmemiştir...

Neyse ki gerçek bu değil... Bu estetik belirlemenin beyazperdeye çarpıcı biçimde yansıdığı bazı son dönem örnekleri var tabii... Örneğin Tim Robbins'in yönettiği ve Susan Saran-don'dan John Cusack'a, John Turturro'dan Emily VVatson'a bir çok iyi oyuncunun yer aldığı 1999 tarihli "Cradle will Rock/Beşik Sallanacak", hem içeriği hem de biçimsel uygulaması itibariyle iyi bir Brechtyen sinema örneği olarak sinema tarihine geçti. Yukarıda sayılan başlıkların her birinin uygulandığını görebileceğiniz, özellikle muhteşem epizodik anlatımı ve izleyiciyi yarıda kesilen bir coşkunun ortasında neredeyse 'mahzun' diyebileceğimiz bir şekilde bırakarak rahatlamasını engelleyen final sahnesiyle "Beşik Sallanacak" iyi bir epik sinema örneğidir. Brechtyen olduğu söylenebilecek bir diğer film olarak Quebec sinemasından François Gi-rard'ın 1993'te çektiği "Glenn Gould Üzerine 32 Kısa FilırT'den mutlaka söz edilmeli: Kanadalı dahi piyanist Glenn Gould üzerine bir tür dokü-drama olan film hem adında belirtildiği gibi 32 epizoddan oluşur, hem objesine oldukça naif yaklaşır, hem de örneğin Norman McLaren'ın bir animasyonu ya da Yehudi Menuhin'le yapılmış bir röportaj gibi öğeler yardımıyla izleyiciyi filme yabancılaştıracak bir biçem üzerinde yükselir. Bu unsurlar yardımıyla izleyici, neredeyse hiçbir özdeşleşme nesnesi bulamadığı filmde arınmaya da ulaşamaz.

Son olarak, Stephen Gaghan'ın "Syriana" adlı filmi, yönetmen tarafından yapılmış bilinçli bir tercihin sonucu mudur bilinmez ama, rahatlıkla başından sonuna Brechtçi estetik çerçevesinde gerçekleştirilmiş bir film olarak tanımlanabilir. Ortadoğu'da cirit atan bir CIA ajanı, İran Körfezi'ne yerleşen Teksas merkezli bir petrol firmasının avukatı, Amerikan karşıtı bir Arap prensinin danışmanlığını üstlenen Kuzey Avrupalı bir şirket analisti ve göçmen işçi olarak babasıyla Pakistan'dan İran Körfezi'ne gelmiş, ama Teksas merkezli firmanın başa geçmesiyle işsiz kalmış bir delikanlının hikâyelerini tam da " Beşik Sallanacak"taki gibi bir epizodik anlatım uygulamasıyla sunan filmi, hem 'yönetmenin niyeti' hem de 'yapıtın niyeti' bağlamlarından hareketle epik sinemanın çarpıcı bir örneği olarak tanımlamak mümkün... İki petrol firmasının evliliğinin dünyayı nasıl da değiştirdiği/dönüştürdüğü, anlatılan dört ayrı öykünün aslında nasıl da birbirinin içinden çıktığı ve birbirini beslediği izleğinde ortaya çıkan ve diyalektik yöntem aracılığıyla izleyiciyi görünenin ardındaki gerçekle yüzleştiren naifliği, filmin belki de en önemli yönünü oluşturuyor. Epizodik anlatımla da birleşerek yabancılaştırma ve tarihselleştirmeyi iyice görünür kılan bu naifliğiyle "Syriana", birkaç Teksaslı'nın aldığı kararlar sonucu adım adım intihar komandosu olmaya yönelen genç Pakistanlı VVasim'in eylemiyle aslında bir 'post-11 Eylül filmi' olarak da tanımlanabilir; fakat "Dünyalar Savaşı"ndaki haliyle Spielberg'ün değil daha çok "ıı'o9"oı"deki haliyle Sean Penn'in bakışıyla bir 'post-11 Eylül filmi'...



Uğur KUTAY
ugurkutay@birgun.net
Birgün, 11 Mart 2006