Bu Film Nasılsa Karşıma Çıkar!...

Hareketli görüntü (sinematoğrafi) alfabesinin dramatik formları (sinema filmleri, TV filmleri veya dizileri) başlangıçtan bugüne iki üretim tarzında üretilip tüketiliyor. Ortaya çıkan ilk tarz 1890’larda bulunan, üretimi oldukça büyük sermaye, yetkin bir uzmanlık ve işbölümü gerektiren (pelikül) filme bağlı üretim tarzıydı. Daha sonra ortaya çıkan üretim tarzı ise daha az sermaye ve değişik seyir imkanları veren elektronik üretim tarzı oldu. Her iki üretim ve seyir/tüketim tarzlarının iç içe geçtiği günümüzde ise film seyircisi de çeşitli seyir formlarıyla karşı karşıya kalmış durumda. Artık kimimiz sadece TV’den sinema filmi izliyor, kimimiz DVD arşivi yapıyor, kimimiz de sinema salonlarına gitmeyi tercih ediyor. Ama günlük dilimizdeki kullanım biçimleri onların ekonomi politik ideolojilerini de saklıyor. Sanırım, onları aşağıdaki gibi kategorize etmek mümkün.

1- Sinema salonları:
Aynı ürünün, aynı anda ve aynı mekanda toplu seyri

Sinema salonlarını hep büyüsel mekanlar olarak görürüz. Ama onlar aynı zamanda üretimi pahalı olan pelikül üretim tarzının zorunlu bir sonucu olarak ve seanslar halinde yapılması gereken bir toplu seyir formu/mekanı değiller mi? Dolayısıyla sinema salonları bu yüzden her zaman sinemanın büyük sermayesinin egemenliğinde kaldı.
Hepimiz biliriz, sinema salonlarının kalabalık seyirci kitleleriyle kurmaya çalıştığı ilişki, onların haftalar öncesinden gösterime hazırlanmasıyla başlar (fragman gösterimi, salonlarda lobiler, reklam, vs.) ve gösterim ile biter. Yani, sinema salonları için ideal hedef, belli bir matinenin koltuklarının tümünü seyircilere kiralamaktır. Daha televizyon ortada yokken sinema filmlerin tek gösterim alanı sadece sinema salonlarıydı. Dolayısıyla her film gösterime girdiği hafta mutlaka görülmek zorundaydı. Yoksa kaçırılan bir filme bir daha ulaşmak neredeyse imkansız gibiydi. O zamanlar kurulan sinemateklerin filmlerin bu tek taraflı sunumuna karşı kısmi bir çözüm olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Fakat, biliyoruz ki, film kopyalarının pahalılığı nedeniyle dünya üzerinde birçok sinematek girişimi de yarım kalmıştır. Sinema salonlarına bu anlamda, tek taraflı, seyirciye seçim hakkı bırakmayan merkezi (hatta anti-demokratik!) bir toplu seyir formudur da diyebiliriz.
TV’nin yaygınlaşmasıyla birlikte sayısı giderek azalan salonlar, 1980’lerin başlarında özellikle videonun ortaya çıkmasıyla birlikte çok daha hızlı bir kapanma sürecine girdi. 1975’lerde Türkiye’de 3000/3500’e yakın salon vardı. Ama 1985’lere gelindiğinde salon sayısı 350’ye kadar düştü. Salonlar bu büyük krizde tüm dünyada ancak İstanbul gibi üst-metropol, Ankara ve İzmir gibi metropol kentlerde kaldı. Bu krize büyük oranda araç gereçlerini ucuzlatıp satmak için Hollywood tekellerinin filmlerini gereksinen elektronik tekelleri neden oldu. Fakat o yıllarda ipin ucu video lehine fazla kaçmıştı. Durumu kavrayan uluslararası film tekelleri ve onların her ülkedeki işletmeci uzantıları, salonları küçülterek ve kompleksler kurarak ve de yeni işletme biçimleri geliştirerek salon sayısını yeniden arttırdı. Bugün ülkemizde 1678 sinema salonu /perdesi bulunuyor. Ama hala 9 il merkezinde salon yok ve nüfusumuzun üçte biri hâlâ sinema salonlarına ulaşamıyor. Şimdiye dek birçok yeni teknoloji sinema salonlarına da girdi. Fakat onlar da büyük oranda bir kırılmanın eşiğinde. Çünkü uluslararası film endüstrisi artık maliyeti pahalı film kopyaları yerine salonlara uydu yoluyla yayın yapma hazırlığı içinde. Bir Kodak yöneticisinin tüm dünya ülkelerinde 7000 dijital sinema salonu açacaklarını söylemesi bunun açık kanıtı. Bu gelişmenin, tüm dünyadaki sinema salonlarını çok daha fazla Hollywood merkezli uluslararası entertainment sermayesinin güdümüne sokacağı kesindir. Üstelik bu gelişme, salonların çeşitli matinelerinin farklı gösteri ve fiyatlarla (müzik konserleri, spor karşılaşmaları vs.) kullanılmasını da beraberinde getirecektir.
Günümüzde sinema salonları hala, dramatik sinema filmi üreten sermayenin karını, kısa sürede ve büyük oranda geri çeviren bir tüketim/seyir döngüsüdür. Bu toplu seyir formu, şimdi veya gelecekte, hangi teknolojiyi kullanırsa kullansın, sermayeyi kısa zamanda ve büyük oranda geri getiren bir başka seyir formu onun yerini alıncaya kadar yaşamaya ve birinci sırada kalmaya devam edecektir.

2. Televizyon:
Aynı ürünün, aynı anda ve farklı mekanlarda kitlesel seyri

Televizyon ilk yıllarda, bir sinema filmini aynı anda ve farklı mekanlarda kitlesel seyrini sağlayarak, sinema salonlarının ilk ve tek seçenek olma özelliğini büyük oranda kırdı. Kısa sürede siyah/beyazdan renkli yayına geçen televizyonun üretim ve tüketim döngüsünün gerçek finansal patronu aslında reklam sektörüdür. Diğer yandan popüler tüketime alıştırılmış seyirci de televizyonun program direktörüdür. Televizyon bir anlamda bu iki patron/direktörün optimum istatistiklerini kabul eden televizyon sahibinin güdümünde ekonomi politik bir sarkaç gibidir. Bu anlamda ve reyting yarışındaki televizyon kanallarının program seçenekliliği içinde, dramatik bir sinema filminin televizyondaki seyri ise neredeyse “rasgele” bir seyir formudur.

3. Ödemeli Televizyon:
Aynı ürünün, aynı anda, farklı mekanlarda, seçilmiş kitle tarafından seyri

Kablolu TV ile başlayan bu süreç, daha sonra uydu yoluyla şifreli yayın yapan ödemeli televizyon (Pay-TV) biçimine dönüştü. Ödemeli televizyonlar da aslında, televizyonun “rasgele” formuna karşı topluma görece seyir zamanını denetleme imkanı veren bir ekonomik-politik mukavele, bir “seyir paketi” biçimidir. Onların dramatik film, spor, belgesel, müzik kanalı veya paketi olması fark etmez. (Örneğin Digitürk, D-Smart vb…) Dramatik film paketleri ise bu seyir paketlerinden sadece birisidir. Yeni yaygınlaşmaya başlayan İPTV de bu seçeneğin daha pratik bir biçimi olmaya adaydır.

4- Video bant, VCD, DVD, vb...:
Aynı ürünün, farklı mekan ve zamanlarda, bireysel tasarruf altında seyri - 1

Pelikülden sonra, elektronik hareketli görüntü, video bant üzerine kaydedilmeye başlandı. Teknolojik biçimi ne olursa olsun bu formun asıl potansiyeli hareketli görüntünün (üretim ve) tüketim/seyrini tamamen bireysel tasarruf altına veren (demokratik!) bir biçim olmasıdır. 1980’lerde ortaya çıkan tarihsel kriz de zaten salonların bu “toplu, pahalı ve seyirciye seçim hakkı bırakmayan özelliğine karşı ''seyirciye istediğin an bireysel gösterim hakkı” veren video yüzden oldu. Bilindiği gibi video bandın yerini daha sonra CD/DVD/Hard Disk gibi yeni teknolojiler aldı.

5- İnternet:
Aynı ürünün, farklı mekan ve zamanlarda, bireysel tasarruf altında seyri - 2

İnternet, sinema filmlerinin tüketimini/seyrinin gerek merkezi, gerekse bireysel tasarruf altındaki yeni alanı. Fakat internet doğası gereği paylaşmacı ve ucuz. Korsan kullanımlar dışında, şimdilik filmin maliyetine de pek katkı sağla(ya)mıyor.


Sonuç olarak, sinema filmi seyir formları hala bir geçiş dönemi yaşıyor diyebiliriz. Sinema salonlarımızın programı Hollywood tekellerinin Türkiye’deki uzantılarının egemenliğinde yapılıyor. Çünkü iyi veya kötü (!) bir filminiz varsa ancak Amerikan filmlerinin arasına girmek zorundasınız. Geçen yıllarda üç-beş popüler filmimiz her yıl ithal edilen 150 Amerikan filmi kadar seyirci topladı. Fakat popüler filmlerin dışında kalan 70-80 filmimiz de bir “Recek İvedik” kadar seyirci bulamadı. Geçen 10-15 yıl içinde sinemacılarımız sinema salonu bulamamaktan şikayet etmiyordu. Fakat son bir-iki yıldır çekilen filmlerimizin yarısından çoğu salon bulamadı. Anlaşılan o ki, onlar da seyredilmeyen Amerikan filmleri kadar “değerli” bulunmuyor!


3 Mayıs 2010
Hüseyin KUZU