"Bütün yönetmenler yalancıdır. Kendimden biliyorum. Anlamaya ve anlatmaya
çalışıyorsunuz sadece. Doğruyu söylediğinizi düşündüğünüzde bile söylediğiniz
bir yalandır... Ben namusluca yaşamak ve namusluca ölmek istiyorum."
‘Takva’, Antalya Film Festivali’nden 9, Toronto’dan da ‘kültürel yenilik’
ödülünü alarak döndü. Takva’da yarım kalan ruhi yolculuk, Mavi Kuş’ta nasıl bir
yolculuğa büründü?
Senaryoyu okudum ve âşık oldum yani. Takva’dan önce geldiğinde hiç
ısınamamıştım. Takva’dan sonra Nevin Cangür’ün yazdığı senaryoyu okudum ve çok
sevdim. ‘Yaparım bunu’ dedim ve girdim yani.
Hikâyesini nasıl buldunuz?
Türkiye’yi sallar. Otobüse bindirip yollar...
Ancak Mavi Kuş, Nevin Hanım’ın senaryosu değil. Hikâyeci Mustafa Kutlu’nun hem
senaryo hem hikâye olarak yazdığı bir kitap. Zaten kitabın dili senaryo metnine
çok yakın. Kitabı okudunuz mu?
Okudum okudum. Güzel. Zaten senaryo olarak yazmış Mustafa Bey onu. Beni çarpan
hikâyeden çok Nevin Hanım’ın senaryosu oldu.
Nevin Hanım’ın yardımcı senarist olarak düzenlediği senaryonun kitaptan farkı
neydi?
Hatırlamıyorum. O kadar çok okudum ki senaryoyu, hatırlamıyorum.
Mustafa Kutlu’nun ‘Mavi Kuş’ kitabında anlattığı ile çektiğiniz film arasında
çok büyük değişiklikler var mı?
Çok değişiklik oldu. Karşılaştırmak lazım. Ama mantığı ve duygusu değişmedi.
Psikolojik yönleri çok. Ne kadar becerdim bilmiyorum. 120 dakikalık filmin 80
dakikası otobüste geçiyor. Millet birbirine bakıyor. Ama eğlenceli tarafları da
çok.
Mavi Kuş’un dil, konu ve senaryosu ‘Yeni Sinemacılar’ın felsefesine uygun mu
peki?
‘Yeni Sinemacılar’la alakası yok. Bambaşka bir şey. İçime sinmeyen, istemediğim
hiçbir şeyi çekmem. Silah zoruyla bile çekmem. Bunu çok kolay ve keyifle çektim.
Hollywood’da da olsam böyle çekerdim. Ekipten de kaynaklanıyor; oyuncusundan
çaycısına kadar iyi bir ekip kurduk. Aslında oyuncuya nasıl baktığınızla da
ilgili bir iş. Sinema sanatı için oyuncular çok gerekli yaratıklar değiller. Ya
yüzde yüz onlara bağlı ya da yüzde yüz bağımsız kalmanız gerekiyor.
Filmin konusuyla ilgili hep basında ‘Türkiye bir otobüse doldurulmuş’ diye
yazılıp çiziliyor. Öyle olduğunu mu düşünüyorsunuz cidden?
Evet odur. 1948 senesinde Türkiye’yi bir otobüse doldurmuşlar yolluyorlar.
İçinde bizim insanımız var. Türkiye, Ortadoğu, Amerika önemli değil.
Bana kalırsa Mavi Kuş, sosyolojik çıkarsamalardan ziyade, sinemaya ve bu sanatın
özüne ilişkin bir şeyler söyleme derdinde. Bir yönetmen olarak bu konu
hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum.
Meslektaşlarımdan nefret ediyorum. Çünkü çok yalancılar. Evet hepsinden nefret
ediyorum, kendim de dahil. (Gülüyor)
Kitabın sonunda yönetmen “Sinema nedir?” sorusuna, “Meçhûle atılmış bir
adımdır.” diye cevap veriyor. Yalancılık ve belirsizlik sinemayı tanımlayan bir
şey mi yani?
Odur, diyen yönetmen de yalancıdır. Bütün yönetmenler yalancıdır. Kendimden
biliyorum. Anlamaya ve anlatmaya çalışıyorsunuz sadece. Doğruyu söylediğinizi
düşündüğünüzde bile söylediğiniz bir yalandır.
Ayna da bir yalan mıdır? Kitabın başında kasaba lokantasında yer alan ‘ayna’
bahsiyle kitabın sonunda yönetmenin söylediği sinema-ayna bahsi için ne
diyeceksiniz?
Ayna zaten yalanın kendisidir. İsmet Özel’in tam hatırlayamayacağım deyişiyle
‘İskeletini görmeye kadar cesareti olan kaç kişi var?’ Odur yani.
Sinemanın, sanatın 7. boyutu olduğu şeklindeki ön kabul de boşa çıkıyor yani
sayenizde?
Sanatın kendisi yalan.
O yalan, bu yalan Özer Bey! Gelelim sadede o zaman. Siz bir yalanın peşinden mi
gidiyorsunuz yani? Gerçek olan ne sizin için?
Hiç bilmiyorum. Namusluca yaşamak ve namusluca ölmek istiyorum.
Yönetmen, inanmadığı bir şeyi çekebilir mi?
Tabii ki çeker. Ama ben inanmadığım hiçbir şeyi çekmedim; ne dizi ne kısa film.
Hayata bir kere daha bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Düğün videosu da çeker misiniz?
Her şey çekerim. Hikâye varsa olur.
Sizi bir film yapmaktan alıkoyan şeyler neler?
Hikâye. Annemin kızmaması, ‘bunu neden yaptın?’ dememesi lazım. Bazen canıma
okuyor. Çok soru soruyorsunuz ya.
Bana kalırsa siz çok az cevap veriyorsunuz.
Hep böyleyim. Sevmiyorum ki! Burcum oğlak!
Bu taşra hikâyesine nasıl bakıyorsunuz?
Kente, taşraya ya da köye bakmıyorum. İnsana bakıyorum. Benim Kâbe’m insandır...
Taşra, kitapta da ‘küçük ve sıcak, yoksul ve samimi, içe dönük ve derin’ diye
tanımlanıyor. Şehir insanı ile bir farkı yok mu yani?..
Bütün insanlar aynıdır; şehir, taşra fark etmez. Ama yönetmenler alçak ve
yalancıdır.
Yönetmenliği sizin içinizden çıkarırsak?
Özer Kızıltan rahmetli olur.
Mavi Kuş’taki kahramanlardan kime yakınsınız?
Otobüs şoförü Deli Kenan’a. Hem deli, hem başına buyruk. Benim de kedilerle aram
iyi. Kedimin adı ‘Leyli’; ama kızım diyorum. Ama otobüsle ya da uçakla seyahati
sevmiyorum. Gemiyle severim; ama deniz çocuğuyum. Küveti verin bana, okyanusu
geçeyim.
Mavi Kuş’un en can alıcı noktası, sis perdesi, son kısmında aslında. Gerçi
polisiye filminin başında bahşişini vermeyen izleyicinin kulağına eğilip ‘Katil
Co’ idi diyen bir hain yer gösterici olmak istemem; ama kurgu ve gerçeklik
üzerine neler dersiniz?
Tüm zor soruları bana soruyorsunuz ya! (Gülüşmeler). ‘Bir çocuğa sahip
çıkamadınız ya’ diyor. Halbuki çıkması mı gerek? Hayat ne, gerçek ne?
Ne?
Umurumda değil.
Umurunuzda olan ne?
Yaşıyoruz gidiyoruz. Sıramızı dolduruyoruz. Hayatım böyle, kısa ve öz.
O kadar kısaysa, niye hep kısa film çekmiyorsunuz?
(Gülüşmeler). Kısa film neye göre uzun ki?
Bir saatlik filme göre uzun mesela...
Bir dakikada her şeyi anlatırım. Anlattım da. 60’a kadar sayıyor, saklambaç
oynayan bir kız. Her üç’te savaş oluyor, dünya boşalıyor... 60’ta dönüyor ve
arkasına bakıp ağlamaya başlıyor.
60 saniyelik sinema filmi olur mu?
Ticari olmaz ama olur tabii, her şey olur. Takva’da yapımcıma ‘en az 300 bin
seyirci izleyecek’ diye söz vermiştim. O kadar izledi.
Mavi Kuş için bir seyirci tahmininiz var mı?
Buna söz vermedim. Soran olmadı. 150 bin arkadaşım var benim. Umrumda da değil
seyirci sayısı. Sanat eseri seyirci seyrettiği an tamamlanır. Bir kişi bile
izlese tamamdır.
Mavi Kuş sonuç olarak içinize sindi mi?
Sindi. Yüzde yüz.
TRT bunu prestij film olarak algılıyor. Sizin için de öyle midir?
Bana göre filmdir. Benim için prestij yoktur. Aşkla yapıyorum, aşk hali sinema
benim için.
Bu film yurtdışı yarışmalarına gönderilirse şansı ne olur? Türkiye’yi temsil
eder mi?
Umurumda değil. Türkiye ne, temsil ne, onları konuşmamız lazım.
Öyleyse Takva neden yarışmalara girdi?
Bu da her yere gider. İddiam yok; ama yarışmaya girerse kesin kazanırım.
Kazanamazsam çamur atarım. Seyretmek istediklerimi çekiyorum.
Filmini izlemeyen yönetmen var mıdır?
Bir tane tanıyorum, hocam Lütfi Akad. Sadece çekmeyi seviyor. Ben o noktaya
gelemedim.
O yolun yolcususunuz ama az kalmış...
(Gülüşmeler) Estağfurullah.
Takva’da hayata sorduğunuz soru ne idi, Mavi Kuş ile ne soruyorsunuz?
Mavi Kuş’ta 30 tane soru var, hiçbirini soramam. Bütün o karakterleri anlamaya
çalışıyorum. Anladığım da anlamadığım da oluyor.
Takva seyirciye hiçbir şey söylemeyen bir filmdi. Mavi Kuş na söyleyecek?
Sinemacıları hiç sevmeyecekler. ‘Bir çocuğa sahip çıkamadınız’ diyecekler.
Siz yönetmenin yerinde olsanız ne yapardınız?
(Gülüyor). O çocuğa sahip çıkardım. Kamerayı atarsın yere, çocuğu kurtarırsın.
Gerçeklik önemli, kurgu değil.
Bundan sonraki filminiz ne olacak?
Sene 1946, Müfit Ertegün ölmüş, onun cenazesini Türkiye’ye getiriyorlar. 2.
Dünya Savaşı’nın imzalandığı zırhlıyla getiriyorlar. Amerika ile Cumhuriyet
kurulduktan sonraki ilk temas bu. Ülke geneleve çevrilirken ses çıkarmayıp, bir
taksi şoförünün sevdiği hayat kadınına nasıl kafamızı taktığımızı anlatan gerçek
bir hikâye. Tarihi çok seviyorum. İlk sanayici Cemil Topuzlu’nun babasının
hikâyesini de çekeceğim, Çanakkale’yi de. Bir de Ermeni hikâyesi çekeceğim.
O nasıl bir hikâye olacak?
Gerçek bir hikâye. Afrika’da bir kabileyi yok ediyorlar. Orada bir tane Alman
subayı var. Aynı subay, Doğu’da da görevlendiriliyor ve bir sürü Ermeni’yi
öldürüyor. Bu soykırımsa, bunu Almanlar Kürtleri kullanarak bize yaptırıyorlar.
Bu hikâyenin peşindeyim.
Sinemayı yönetmenler çekiyorsa, neden ‘yönetmen sineması’ diye bir tabir vardır?
Yönetmen sinemaları kaçar kişilik olur?
Sinema yönetmen işidir ya. Ne kadar sanatçı varsa o kadar kişiliktir. Herkes
yalnızdır. Yönetmenin bir tek şu talihsizliği vardır: Yönetmen o kadar çalışır;
ama adı en sona yazılır. Çok sinir eder bu beni. (Gülüyor)
Kadından yönetmen olur mu?
Olmaz mı, her şey olur. Ama onun izleyicisi başka olur. Onlar da direkt yalan
söyler.
Umut vaat eden genç yönetmen nasıl oluyor, bana benziyor mu?
Hiç öyle bir şey yok, yalan. Kamerayı bir yere koyacaksın, çekeceksin. Budur
yani.