Çevre Filmleri ve Hayvan Oyuncular...

Malum, 5 Haziran Dünya Çevre Günü... Türk sinemasının, çevreyi hayvanlarla birlikte konu alan filmlerine şöyle bir göz atalım.

Çevreyle ilgili tarihsel karar, 1972 yılının 5 Haziran'ında Stockholm kentinde toplanan Birleşmiş Milletler tarafından alındı. Ve o yıldan bu yana, tüm dünyada olduğu gibi bizde de "çevre günü" çeşitli etkinlikler düzenlenerek kutlanıyor.
30 yıl önce Birleşmiş Milletler'in hazırladığı çevreyi koruma bildirgesindeki ilk maddede şunlar yazar: "İnsanın çevresinde özgürlük, eşitlik ve elverişli hayat şartları içinde huzurlu bir biçimde yaşaması temel hakkıdır. Şimdiki ve gelecek nesillerin çevresini korumak ve geliştirmek, insanlar için kutsal bir sorumluluk taşımaktadır."
Aynı "haklar" ve "sorumluluklar", elbette hayvanlar, yani öteki canlı varlıklar için de geçerli. Dahası onların da yasalar çerçevesi içinde özel bir günleri var: 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü.

Quinn'den Tarık Akan'a

Anthony Quinn, anı kitabında ("Tek Kişilik Tango") tutku biçimindeki "hayvan sevgisi"ni şöyle dile getirir:
"Yaşamım boyunca sahip olduğum köpekler içinde yıllar yılı en çok Sinbad'ı sevmişimdir. Harika bir Alsas çoban köpeğiydi. Çekimi haftalarca süren film setinden döndüğümde, eşim Katherine, Sinbad'ı yaramazlıkları nedeniyle yakınımızda çiftlikleri olan bir aileye vermişti. Durumu öğrenince hem çok üzüldüm hem de çok kızdım. Bir arkadaşımı kaybetmiş gibiydim. Dört aylık bir ayrılıktan sonra arabama atlayarak onu görmeye gittim. Köpeği uzaktan kolayca görebileceğim bir yer seçtim kendime... "Sinbad" diye seslendim... Beni bağışlaması için yalvardım. Konuştuklarımı tatlı tatlı dinliyor gibiydi. Bir ara dizlerimin üzerine çöktüm ve ağladım. Ben geldiğim gibi geri dönerken o arkasına bile bakmadan uzaklaştı."

Benzer bir acıyı 1981 yılında Tarık Akan yaşar. "Yol" filminin çekimi sırasında... Vahşi doğanın karlı dağlarında çekilen bu sahnede Seyyit rolündeki Akan, donmak üzere olan atı silahıyla öldürecektir. Yılmaz Güney'in senaryosunu yazdığı filmde Seyyit, atın karnını yaracaktı. Hemen ardından, donmak üzere olan ellerini ve ayaklarını atın karnına sokacaktı. Tarık Akan, "Anne Kafamda Bit Var"da atı öldürme olayını şu satırlarla anlatıyor:
"Çekim boyunca atla aramda inanılmaz bir bağ kurulmuştu... Bana duyduğu sevgi ve bağlılığı hayvanın gözlerinden okuyordum. Kar fırtınasında yanıma gelip kafasını paltomun içine sokuyor, gözlerini gözlerime dikiyordu... Atı vuracağım sahne çekilirken, at gözlerini açıp bana yalvarır gibi baktı. Kafasını kaldırmak istedi... Şerif Gören "Kamera!" diye bağırdı... "Ben bu atı öldüremem," dedim: "Yakın plan başkasının elini çek. Kusura bakma, yapamayacağım."

Bu sahnede bakışlarıyla Tarık Akan'ı arayan atın kafasına sahici kurşunları başkası sıkar. Atın karnının yarıldığı görüntüler ise hava kararmak üzere çekildiğinden renkleri koyu çıkar. Yılmaz Güney de bu görüntüleri, montajda üzülerek çıkarmak zorunda kalır.

Atlar ve köpekler

Popülist açıdan "yıldızlaşmış", hayvan oyuncular ya da bir başka deyişle öne çıkan hayvan karakterleri" var mı Türk sinemasında?.. Amerikan sinemasının bir dönemlerdeki ünlü köpeği Rin Tin Tin, kovboy Roy Rogers'in atı Tringer ve ormanlar kralı Tarzan'ın maymunu Çita gibi... Türk sinemasında atlar, köpekler ve kediler vardır elbette. Ama "yıldız"laşamamışlardır. Hep "yan hikâye oyuncuları" olarak kalmışlardır. 1952'de çekilen ilk Tarzan filminde izlediğimiz filler ve maymunlar gibi...

Belgrad ormanlarında çekilen "Tarzan İstanbul'da" bizim ilk çevre filmlerimizden biri sayılır. 50 yıl önce, çekiç atma şampiyonumuz Tamer (Toma) Balcı, en büyük Tarzan Johnny Weismüller gibi aslanları, timsahları öldürmüyor, yalnızca "A a aaaa aa..." çığlıklarıyla ağaçtan ağaca uçuyor, filler üzerinde dolaşıyordu. Tümüyle açık havada çekilen, çevrenin, ormanın ve yeşil dokunun öne çıkarıldığı bir filmdi "Tarzan İstanbul'da".
1958'de Memduh Ün'ün yönettiği "Üç Arkadaş", tümüyle bir çevre filmi olmayabilirdi. Ama niyetçi rolündeki Salih Tozan'ın tavşanı Mahmure Abla, belli sahnelerde görüntüye girse de akılda kalan bir hayvan oyuncuydu. Hele, ölümünden sonra, üç arkadaşın onu gömdüğü sahne... Bu duyarlılığın, hayvan sevgisinin yer almadığı sahneler de görecektik zaman zaman... Köpeğe tekme atılan "Hizmetçi Dediğin Böyle Olur"daki gibi...

Oysa "hayvan sevgisi" çok başka boyutlardadır. Bu sevi biçimi, Yılmaz Güney'in "Umut" adlı filminde öylesine saftır ki... Bir kaza sonucu atını yitirir arabacı Cabbar. Ve gömülmek üzere götürülen atının arkasından, kasketi elinde, şiirsel bir duyarlılıkla yürür Cabbar, bu unutulmaz sahnede.

Teslimiyetçi bir karakter taşıdıklarından Türk sinemasında sıkça rol verilen hayvan cinsleri, atlar ve köpeklerden oluşur. Onları, tüm zorluklara karşılık denetim altında tutabilmek, diğer cinslerinden daha kolaydır. İşte 1971'de kahramanı melez bir hayvan olan katırla bir köpeğin filmlerini görürüz. "Konuşan Katır At Yarışlarında" (Erdoğan Tokatlı) ve "Mavi Boncuk Lessi" (Nuri Akıncı)... Her iki film de Amerikan sinemasından uyarlamadır. Aynı yıllarda, bir çizgi roman kahramanı olan "Tarzan"ın kurt köpeği, bir dizi filmde rol alır.

Kimyasal atıklar

Çevre kirliliği insanların ve giderek yaşlanan dünyanın, gelecek kuşaklarının en önemli sorunlarından biri. İnsan sağlığını tehdit eden, denizleri zehirleyen, kıyıları kirleten fabrikaların kimyasal atıkları... Atıf Yılmaz'ın 1976'da yönettiği "Tuzak", bu soruna değinen ilk deneme. Ayrıca, "sağlık ve insan sorunlarını yansıtan filmler"in yarıştığı Bulgaristan'daki (Varna) "Uluslararası Kızılhaç Festivali"ne katılan "Tuzak", Cüneyt Arkın'lı bir intikam öyküsü gibi başlar. Ama bir süre sonra öykünün akışı kasaba çevresini kirleten fabrika olayına dönüşür.

9 yıl sonra 1985'te Halit Refiğ benzer bir konuya el atar. "Son Darbe"nin öyküsü bir kasabada geçer. Yöredeki bir fabrikanın kimyasal atıkları akarsuya karışınca balıklar ölür ve kasaba halkı arasında zehirlenme olayları görülür. Çevreci kasaba doktoru Nazım rolündeki Tarık Akan, fabrikayı kapattırır. Ve fabrika sahipleriyle doktor arasında kanlı bir hesaplaşma başlar.

1986 yapımı "Anayurt Oteli", Ömer Kavur'un en önemli film. Türk sinemasının da bir edebiyat uyarlaması (Yusuf Atılgan) olarak en iyilerinden biri. Filmin bir sahnesinde bunalımlı psikopat otel katibi Zebercet'i oynayan Macit Koper'in, kovaladığı kara kediyi tava tarbeleriyle öldürmesi, o yıllarda Milliyet gazetesinde sinema eleştirileri yazarı Halit Refiğ'in tepkisini çekmişti. Bu sahnede kafasına tavayla vurulan içi, saman dolu peluştan yapılmış bir kedi maketi de olsa, hayvan tacizi konusunda ters bir imaj yaratıyordu. Refiğ ise, hayvan sevgisi konusunda son derece duyarlıydı. Örneğin 1988'de yönettiği "Hanım", bu duyarlılığın altını çizen ilginç bir denemeydi. Osmanlı paşası torunu bir kadınla, yaşamındaki tek varlığını oluşturan kedisi üzerine kurulmuştu filmin öyküsü. Rahim kanseri olan kadın öldükten sonra, kedisi Hanım'a kim sahip çıkacaktır?

1990'da Nesli Çölgeçen, "İmdat ile Zarife"de, çevreyi bir ayı öyküsü içinde sergiler. Burnundan zincirlenip, kent sokaklarında oynatılan ayı Zarife, sonunda ormana kaçıp gerçek kimliğine kavuşacaktır. Çevre gönüllüleri Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir'in Bodrum'daki yaşamını görüntüleyen Erden Kıral'ın "Mavi Sürgün"ü, Halit Refiğ'in "Köpekler Adası", Muammer Özer'in "Hollywood Kaçakları", konumuzla ilgili diğer filmler. "Hollywood Kaçakları"nın bir sahnesinde atı öldürülen gariban gencin acısını, çaresizliğini yaşarız. Orhan Oğuz'un "Manisa Tarzanı", orman katliamına karşı çıkar. Tunca Yönder'in "Çökertme"si, Biket İlhan'ın "Kayıkçı"sı ve Nuri Bilge Ceylan'ın "Kasaba" ile "Mayıs Sıkıntısı", Türk sinemasının çevreyle yakın ilişkiler kuran son dönem yapımlarıdır.

Agah ÖZGÜÇ