Diyarbakır'da Bir Beyazperde

Mart ayının son haftasından başlayarak medya, kentte yaşanan olaylar ve huzursuzluktan başka bir şey göstermezken, geçtiğimiz hafta sessiz sedasız bir sinema atölyesi başladı Diyarbakır'da...

Son yıllarda, bir çok sosyolojik etkenle açıklanabilecek olmasına rağmen yine de kolayca anlaşılamayacak bir atölye enflasyonu yaşanıyor; e-posta kutularını dolduran mesajlar arasında sinema atölyelerine dair duyuru ve çağrılar oldukça büyük bir yer kaplamaya başladı. Fakat bu atölyelere katılım düzeyi hiç de sanıldığı gibi yüksek değil... Aslında, bir yandan sinemaya ve genel olarak görsel üretime ilgi duyan ve konuyla ilgili eğitim veren fakültelere girmek için uğraşan gençlerin sayısında son derece çarpıcı bir artış gözlemlenirken diğer yandan İstanbul gibi ülkenin gerçek merkezi ve gizil başkenti olan bir kentte, alanında uzman sinema emekçi ve kuramcılarının ders verdiği bir çok atölyenin katılımcı sayısının üç aylık dönem normali olan 15'e bile ulaşamaması ya da ancak ulaşabilmesinin nedenlerini anlamak daha da zor... Durumu açıklamak için maddi koşullar öne sürülemez, çünkü bu atölyelerin önemli bir çoğunluğu son derece düşük ücretler karşılığı eğitim verirken bir kısmı da ücretsiz düzenleniyor. Buna rağmen tuhaf bir biçimde, sözgelimi İstanbul'da, yılın belirli dönemlerinde düzenlenen 10 sinema atölyesi toplam 150 öğrenci bulmakta zorlanıyor.

Oysa Diyarbakır'da durum çok farklı: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği ve 8 Nisan günü başlayan sinema atölyesine ilkelde 8o'den fazla başvuru oldu! Eğitim kalitesinin olabildiğince yüksek olması amaçlanarak konulan 30 kişilik kontenjan sınırı yüzünden bu atölyeye katılamayan gençler, isimlerini yazdırdıkları bir sonraki atölye dönemini sabırsızlıkla bekliyorlar şimdi...

Tabii bu ilginin de birden fazla nedeni vardır mutlaka; Diyarbakır'da sosyalleşme olanaklarının sınırlılığı, başta sinema olmak üzere bölge halkının yeterince sanatsal faaliyete ulaşamaması gibi nedenler... Neyse ki kentte bu olumsuzlukları tümüyle ortadan kaldıramasa bile en azından 'en az'a indirmeye yönelik bir çok girişimde bulunuluyor. Bir yandan Diyarbakır Sanat Merkezi, diğer yandan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, kentin kültürel-ente-lektüel coğrafyasını pozitif bir değişime uğratmak amacıyla ellerinden geleni yapıyorlar. Örneğin belediyenin düzenlediği 'Sinema Günleri', Diyarbakırlılar'ı olabildiğince kaliteli kurmaca ve belgesel filmlerle buluşturan bir etkinlik olarak bölgenin zenginlik kaynaklarından birini oluşturuyor.

Tabii aslında bu tür bir zenginlik kaynağından söz ederken sonuç itibariyle bir üstyapı kurumundan bahsettiğimizi de vurgulamak lazım. Tuhaf olan da bu ya zaten: Bu tür etkinlikler ve katılımcı kitlenin yoğun ilgisi hiç de verili altyapının getireceği bir üstyapısal olgu değil aslında... Fakat kaynağı ve dinamikleri ne olursa olsun bu üstyapısal oluşum, maddi pratikler bağlamında pozitif bir değişimin altyapısını oluşturabilecek bir enerjiye sahip görünüyor; böyle giderse başta Diyarbakır olmak üzere yöre kentlerinin gerçekten 'kent'leşme sürecine girmelerini, özellikle göçle iyice karma-şıklaşan ve tanımlara sığmaz yapısı derinleşen toplumsalın tarihsel dönüşümünü sağlayabilecek bir entelektüel enerji bu...

Fakat enerjinin sakinimi yasası, toplumsal söz konusu olduğunda da devreye giriyor, Di-akonoff'un tesbitinde olduğu gibi: "Enerjinin sakinimi yasası, bir yandaki kazanımların öte yandaki kayıplarla ödendiğini, yani her ilerleme biçiminin eşzamanlı olarak bir gerileme biçimi olduğunu gösterir: Kayıpsız bir ilerleme yoktur ve bir şey ilerledikçe daha çok kaybeder." Çünkü tüm enerjinin potansiyeli bellidir ve Diyarbakır'ın potansiyeli aslında Türkiye'nin potansiyelidir. Bu nedenle söz konusu kültü-rel-entelektüel potansiyelin yoğunlaşması, işlenmesi ve olabildiğince işlevselleşmesi bu ülkede yaşayan herkesin emeğini gerektirir.

Eğitim kadrosu Ahmet Soner, Ahmet Haluk Ünal, Ümit Kıvanç, Doğan Sarıgüzel gibi alanında usta isimlerden oluşan sinema atölyesi, özellikle katılımcılar bağlamında bu potansiyeli sunması açısından oldukça önemli bir gösterge... Ve ne güzel ki, bu göstergenin temelini bir tür 'tabula rasa'ya benzetmek mümkün; Platon'un mağarasının duvarı gibi, bu ülkede yaşayan herkesin gölgesinin düştüğü bir beyazperde...



Uğur KUTAY
ugurkutay@birgun.net
Birgün, 14 Nisan 2006