Erkekler Dünyasında Ana Rahmi

İster 'Da Vinci Şifresi' ve benzeri komplocu yapıtlardaki teorilere uygun biçimde tarihsel veriler değiştirilerek yapılmış olsun isterse açık politik uygulamalarla, denilebilir ki insanlık tarihi kadınlığın bastırılma tarihi olarak da okunabilir. Ana tanrıça kültlerinin özellikle son ıooo yıldır lanetlenerek kabaca 'cadılık faaliyetleri' olarak tanımlanması gibi süreçler bu tarihin önemli dönüm noktalarını oluşturuyor. Örneğin, Venüs'ün göstereni dişil bir sembol olan beş uçlu yıldızın -pentagram- çarpıcı ve çarpıtıcı bir paradigma değişimi sonucu şeytanın sembollerinden biri haline gelmesi de aynı sürecin sonuçları arasında sayılmalı...

Tabii aslında söz konusu ana tanrıça kültlerinin güç yitimi ve giderek yok oluşu, temelde meta fetişizmi kökenli yabancılaşma sürecinin insanı doğadan koparmasıyla bağlantılı olarak ele alındığında çok daha anlamlı hale geliyor. İnsanlık olarak geldiğimiz ve dünyayı getirdiğimiz şu son noktada 'doğa ana'nın neredeyse yüzüne bakılacak hali kalmadığına göre, yüzümüzü o 'gerçek ana'ya, o 'sadık yar'e yeniden çevirebilmek ne yazık ki çok da mümkün görünmüyor. Ama görünen o ki, tüm bu kayboluşa rağmen bir arketip ve kolektif bilinçaltının belki en önemli unsuru olan 'ana tanrıça', erkeklerin dünyasında bir tehdit olarak algılanmayı sürdürüyor. Bu paranoid algı çarpıklığının izlerini sürebileceğimiz başat üretim alanı ise, tabii ki sinematografi...

İngiliz sinemasının adını korku filmleriyle duyuran genç yönetmeni Neil Marshall'ın 2005'te çektiği 'The Descent/Cehenneme Bir Adım', doğurganlık denilen güçle donanmış kadın cinsinin hem varoluşunun hem de söz konusu gücünün nasıl da korkutucu biçimde sunulabileceğinin sembolik yapısı son derece kuvvetli bir örneği olarak izleyici karşısına çıktı.

İki ana kısımdan oluşan filmin ilk ve giriş diyebileceğimiz bölümünü anlatının esas kızı olan Sarah karakterinin küçük kızıyla kocasını kaybettiği trafik kazası, ikinci ve asıl bölümünüyse bu kazadan bir süre sonra Sarah'nın arkadaşı olan beş genç kadınla Amerika'da bir mağara keşif gezisinde yaşadıkları oluşturuyor. Trafik kazasının görünmeyen asıl nedeni bir kadın; Sarah'nın kocası, eşinin doğa maceralarından arkadaşı Juno'yla arasındaki ilişkiyi düşündüğü sırada çarpışma yaşanıyor. Ölüm ise oldukça sembolik bir biçimde gerçekleşiyor: Çarpıştıkları arabadaki uzun demir kazıklar fırlayarak adama saplanıyor. Yani aslında fallusların çarpıştığı sembolik bir hadım edilme sahnesi görüyoruz. Filmde erkeklerin durumu genellikle bu şekilde sunuluyor zaten; örneğin mağaranın girişine doğru ilerleyen kadınlar yolda bir erkek geyiğin cesediyle karşılaşıyorlar. Bu ikisi dışında filmde yer alan tek eril varlık biçimi, kadınların indiği derinliklerde karşılaştıkları deforme olmuş canavarlar...

Filmin tümüyle kadınlar üzerine kurulmuş anlatı yapısının ilginç bir grafik düzeni de var: 7,5 dakika boyunca, mağaraya gitmeden önce konakladıkları kulübede geçirdikleri saatleri, 1,5 dakika boyunca sabah birbirlerini uyandırma süreçlerini ve 4,5 dakika boyunca da kulübeden Boreham Ma-ğarası'na gidişlerini izliyoruz. Normalde bu türden bir filmde olmayacak bir blok zaman kullanımıdır bu ve aslında tüm bir mağara sürecini daha etkili kılmak amacıyla kadınların mağaraya girişlerini olabildiğince geciktirmek için yapıldığını söylemek yanlış olmaz. Peki niçin? Çünkü aslında bu film baştan sona bir 'kastrasyon korkusu' anlatışıdır; kadınların girdikleri yer doğurganlığın ana kaynağı olan toprağın derinliklerinde yerleşmiş büyük bir ana rahmidir ve filmsel anlatının paradigması uyarınca bu rahmin tüm verili kutsal gönderenlerden soyutlanarak olabildiğince lanetlenmesi gerekmektedir.

Tabii vajinal olanın ve ana rahminin lanetlenmesi, sadece tüm şekilsizlikleriyle -ya da verili şekilleriyle diyelim- cenini andıran canavarların korkunçluklarıyla sağlanabilecek bir şey değil, bu yüzden fallusa tekrar tekrar vurgu yapmak gerekiyor. Filmin Juno isimli kötü karakteri ve baş 'hadımcı'sını -beyaz ırktan tam bir sarışın olan esas kızın tersine sarı ırk melezi bir esmer- filmde iki defa oldukça fallik biçimde kullandığı tırmanış çekiciyle arkadaşlarından birini öldürürken izleriz. Tabii sadece bununla kalmaz; Juno, erkekler tarafından yazıldığını rahatlıkla anlayabileceğimiz mağara rehberini arabada bıraktığı için toprağın bu derinliklerinde nereye gideceklerini, ne yapacaklarını bilmeden sıkışıp kalmışlardır. Filmde bu 'rehberin izinden ayrılma' günahına yapılan bir de sözel vurgu var zaten; kadınlar kendi aralarında konuşurken söylenenlere bakın: 'İki kural var. Birinci kural: bir plan yap ve ona bağlı kal. İkinci Kural: Yoldan çıkma!'

Ve hiç kimse yolun kimin yolu olduğunu sormuyor.



Uğur KUTAY
ugurkutay@birgun.net
Birgün, 6 Mayıs 2006