"Asiye öğretmen, boynunda şık bir zincirle asılı duran gözlüğünü taktı; gazete kesiğindeki haberin o bölümünü okumaya başladı
:
- Keçenin Teri, Ladik 76, Kula'da Üç Gün?...
Sessizlik.
- Bu belgesel filmleri daha önce göreniniz var mı?
Sessizlik.
- Peki, Ertuğrul Karslıoğlu, Güner Sarıoğlu, Suha Arın? Bu isimleri hiç duymadınız mı?
Yine sessizlik."
Bu hikaye, Süha Arın'ın bir yazısından.
(Sinemanın Yüzüncü Yıldönümünde Türkiye'deki Belgesel Sinema Üzerine Gençlere 'Çoktan Seçmeli Bir
Test)
Gerçekten de Süha Arın, Ertuğrul Karslıoğlu, Hasan Özgen, İsmet Arasan, Güner Sarıoğlu'nun bir belgeselini izlemeden sinema-TV okulundan mezun olabilirsiniz.
Eğer biraz şansınız varsa, festival programlarının bir köşesine sıkıştırılan bu isimleri merak edip filmlerini izlemeye karar verebilirsiniz.
Böyle bir gösterim de ancak, bir festivalde bu sinemacılarımıza "onur", "başarı" ya da "emek" ödülü gibi payeler verildiğinde mümkün oluyor.
Hem akademisyen hem usta Süha Arın, Türkiye sinemasına en kaliteli belgeselleri kazandıran, aynı zamanda çeşitli fakültelerdeki hocalığıyla, setlerdeki ustalığıyla hem akademik hem de usta çırak ilişkisiyle sinemacı yetiştiren yönetmen.
Bir de İlhan Amca (İlhan Arakon) var, daha küçük bir çocukken ilk kez dayısıyla gittiği sinemadan ağlayarak çıkan, ama yıllar sonra uslanmaz bir sinemacı, usta bir görüntü yönetmeni ve yıllarca sinemacı yetiştiren, bir usta...
Arakon'un ilk hocası dayısıdır, resmi ve fotografı öğrenir; daha sonra Abidin Dino'yla yaptığı tartışmaların görüntü estetiğinin oluşmasında önemli olduğunu söyler.
Arakon'nun, 1955 yılında çektiği "Garipler Adası", tek yönetmenlik denemesidir. "Birilerinin benden bir şey istemesi beni mutlu ediyor, ben de istenileni yerine getiriyorum, ışığımı yapıyorum, çerçevemi oluşturuyorum..."
İlhan Arakon, sinemamızda ışığın önemine ilk dikkat çeken, gerçek anlamda görüntü yönetmenliğinin hem estetik hem de teknisyenlik yönünü hayata geçiren bir usta. Homojen ışıkla birlikte yakın planlarda kadın ve erkek oyuncular için ayrı ayrı ışıklar yapar. Işık malzemesi ve kameralar üzerinde araştırmalar yapıp, kendi tasarladığı malzemeleri setlerde kullanmayı sever. Bir sinemacı olarak biraz mucit, biraz da muziptir. 1966 yılında kendi yaptığı bir objektifle ilk sinemaskop filmi, Lütfü Akad'ın "Sırat Köprüsü" pozlar.
İlk renkli filmin pozlamasını "Salgın"da yapar. Ancak, 16mm olan bu çalışmanın post-prodüksiyonu Amerika'da yapılırken, önce Muhsin Ertuğrul'un "Halıcı Kız"ı gösterime girer.
Süha Arın'la İlhan Arakon'un yolları belgesel sinemada kesişir. Arakon'nun ilk belge filmi 16mm kamerayla çektiği Mustafa Kemal'in cenaze törenidir. Bu aynı zamanda sinemadan kazandığı ilk para olacaktır.
Daha sonra "Gençlik Günahları" ve "Seven Ne Yapmaz"la Yeşilçam'da görüntü yönetmenliğine başlayan Arakon, 1956 yılına geldiğinde belgesel filmler çekmeye karar verir ve haber filmleri çekmeye başlar. Futbol maçlarından, Mendereslerin yargılanmasına kadar bir çok konuda kameraları görüntü alır. Bu aynı zamanda bugün yapılan sinema haberciliğinin de başlangıcı olur.
Süha Arın'la, İlhan Arakon'un birlikte çalışmaya başlaması, belgesel sinemamızın kilometre taşlarından biri, çünkü zaman içinde iki ustanın çektiği belgeseller daha sonraki kuşaklar için belgesel sinemanın temel kriterlerini oluşturacak, estetik, sosyolojik ve otantik donelerle doludur. "Eski Evler Eski Ustalar", "Camın Teri" gibi filmler belgesel sinemaya ilgi duyanlara neyin izinden gitmesi gerektiğini işaret eder.
Süha Arın'ın belgesel sinemayı "dökümanter" kalıplarından çıkartarak yönetmen yorumu getirir. Bu bilgisini "üretim içinde öğrenim" ilkesinden yola çıkarak öğrencilerine, asistanlarına ulaştırdı.
"Kula'da Üç Gün" adlı belgeselin senaryosunu öğrencilerine yazdırdı, kırk kişilik bir öğrenci ekibiyle filmin çekimini tamamladı. Süha Arın, Nesli Çölgeçen, Cemal Karma, Yalçın Yelence, Hakan Aytekin gibi bugün kendilerini kanıtlamış yönetmenler yetiştirdi.
Rıza KIRAÇ
12. Ankara Film Festivali'nde 'Aziz Nesin Emek Ödülü' Süha Arın ve İlhan Arakon'a verildi.
(başlıklı makalesinden...)