Sinemada film izlerken hiç his eksikliği hissettiniz mi?
Mesela “Koku” filmini izlerken o uzmanların esansları
koklayarak, birbirine karıştırarak yeni parfümler elde etmeye çalıştıkları
sahnelerde o kokuları sizde hayal etmediniz mi ? Uçsuz bucaksız lavanta
bahçelerini gördüğünüzde zihninizde lavanta kokusu canlanmadı mı? Peki bunun
olanaklı bir şey olduğunu söylesem ne dersiniz? Bundan yaklaşık 70 yıl önce
perdede gül bahçesi gören seyirciler o güllerin kokusunu da hissediyorlardı.…
Ufak tefek gazete yada internet haberi
olarak gecen “kokulu televizyon” nasıl bir şey diye araştırırken aklıma “kokulu
silgi” gibi bir şey gelmedi değil… ilk etapta koku yayan televizyon, ilginç ve
derin bir konu gibi ilgimi çekmedi ama iş sinemada kokuya gelince çok şaşırdım.
Çünkü bu konuyla ilgili ilk araştırma ve çalışmalar neredeyse sesli filmden önce
yapılmış.
Sinemaya geçmeden koku üzerine sizlere
de ilginç gelebileceğini düşündüğüm bir notu aktarayım. Koku hafıza ile
ilgilidir, insan bazı şeyleri, olayları kişileri kokularıyla kolayca hatırlar.
Her insanın parmak izi gibi kokusu da özgünmüş. Hatta soğuk savaş döneminde Doğu
Alman gizli polisi, rejim muhalifleri kaçsalar da onları kolaylıkla bulabilmek
için, şahsi eşyalarından aldıkları örnekleri kapalı cam kavanozlarda saklayıp
yıllar sonra dahi o kavanozları eğitimli köpeklere koklatarak şehre salıyor, o
kişileri kendi kokularıyla yakalıyorlarmış. Bizlerde yıllar sonra gördüğümüz,
kokusunu iyi tanıdığımız bir kişiyi, bir evi hemen hatırlarız.
Bilim dünyası için koku hala birçok
sırlarla dolu.Kokuyu analiz etmek bileşenlerine ayırmak, kokunun etkileri ve
yeniden yaratılmaları hala üzerinde çalışılan konular.Hala kokuları detaylı
ayırt edebilen makineler yok zaten böyle bir şey olsa şu açık parfüm dedikleri
sektör patlardı herhalde…?
Sinema ve televizyonda görüntü ve ses de
boyutlar yaratılabiliyor ya da gerçek hayat taklit edilebiliyor, peki kokuda
durum ne ? Sinemayı İngilizcede “sight & sound” görüntü ve ses diye nitelerken
“sight,sound & scent ” olarak yani kokuyu da ekleyerek düşünebilir miyiz…? Yani
3D gibi üçüncü boyutu ekleyerek bizde 3S diyebilir miyiz…ya da 4D ?
Sinemada kokuyla ilgili çalışmalar,
sesli film öncesi 1916 yılında S. L. Rothafel tarafından yapıldı. Bir gül esansına
batırılmış pamuğun kokusunu arkasından seyircilere doğru fanla üfledi.
“smell-o-vision” diye adlandırdığı bu yöntemi ve sloganı gürültü içinde
kayboldu.
Hans Laube nin “scent-o-vision” nı
1939 New York Dünya Ticaret Fuarı’nda görücüye çıktı. Makinist filmin belirlenen
yerlerinde yine daha önceden hazırlanmış kokuları salona bir fan yardımı ile
yayıyordu. Sahneye göre barut, gül gibi kokular salonu dolduruyordu.Görüntüyle
kokuları eşzamanlı olarak yayabilmek ve kokuların değişmesini sağlayan bu aracı
tetikleyen mekanizma filmin ses kanalına yerleştirilen senkron sinyalleri ile
çalışıyordu.1960 da “Scent of mystery” filminde ilk kez kullanıldı. Laube
tekniği “Smell Brain” filminde geliştirildi.
”Scent-o-Vision” beklenen ilgiyi ve
başarıyı bulamadı. Bunun en önemli nedeni öncelikle salonda kokuların birbirine
karışması ve ayırt edilmesinin zor olmasıymış. Kokuların salona görüntüyle
eşzamanlı yayılması da salondan hemen yok olması da hızla olamıyormuş. Bazı
seyirciler kokudan bayılırken bazıları kokuyu zor alıyormuş. En çok şikayet
edilen şeyde bir anda salonun “sınıf sınıf” koklama ve burun çekme sesleriyle
dolmasıymış. Salona dolan koku uzunca bir süre havada asılı kaldığı için
sahneler değişip o görüntüye ait kokular salona verilince öncekiyle
karışıyormuş.
“SCENT -O- VISION” otomasyonlu koku sistemi.
Kokulu film uğraşıları Time dergisinin
“top 10 worst ideas of all” yani tüm zamanların en kötü ya da başarısız 10
fikri listesine bile girmiş. Düşünün filmde kokular yanlış sırayla dizilse ne
komik olurdu. Yönetmen bilinçli olarak da konuyla ilgisiz kokuları kendi
anlatımı için kullanabilir sahte bir aşkı betimlemek için romantik görünen bir
sahnede kötü kokular yayarak seyirciye mesaj verebilir.Recep İvedik ’ in
şoförler lokaline alınmak için girdiği yarışma sahnesini hatırlayın, yoksa
“Koku” filmini mi tercih edersiniz.? ….. “Er Ryan’ ı kurtarmak” filminin açılış
sahnesini barut ve yosun kokuları arasında izlemenin etkisini düşünün, fena
olmazdı herhalde ?
Sinemada ve tv de olan diğer gelişmeler
reklam sektörü için ne kadar cazip oldu bilemem ama koku reklam için itici ya
da cezbedici bir etki verebilir. Bunun en önemli nedeni kokunun yemek yeme ve
cinsel isteklerimizi hemen etkileyebilmesidir. Filmden önce ya da filmin içinde
gizli reklam olarak yeni çıkan bir parfümün, şampuanın kokusunu verebilir ya da
kapanış jeneriğine bağlanan bir reklamda, hemen salon çıkışında karşınıza
gelecek olan bir pizzacının mis gibi pizzalarının kokusuyla seyircilerin
iştahını kabartıp salondan çıkınca önlerine çıkan o pizzacıya karşı koyulmaz bir
güdüyle yönlendirebilirsiniz.
Sinema uzunca bir süre kokuyu izleyiciye
ulaştırmaya uğraşsa da kendisinden de uzaklaştırmaya çalıştı. Ama uzaklaşmak
istediği, kaçtığı sadece sirke kokusuydu…? Evet sirke çünkü (özellikle nitrat
tabanlı filmler) banyo yapıldıktan sonra hala filmlerde kimyasal reaksiyon devam
ediyor ve bu olay sırasında ortaya çıkan keskin bir sirke kokusu ki zamanla
saklandığı metal kutunun içinde filmin bozulmasına, ömrünün kısalmasına,
kalitesinin düşmesine, tekrar gösterimi yapılamayacak hale gelmesine neden
oluyor. Buna “ Vinegar Syndrome ” yani “sirke sendromu” deniyor. Sinema
endüstrisi yıllarca bu mesele ile baş etmeye çalıştı. Çünkü bu konu özellikle
filmlerin arşivlenmesi yada muhafaza ed açısından en büyük sorundur.
Sinema 1895 de gösterdi,1927 de duyurdu,
1960 da koklattı, bakalım ne zaman dokunduracak? Eğer onu da başarırsa tahmin
edin bakalım en çok hangi sektör para kazanacak …?90 lı yılların başında
Londra da başa takılan bir kaskla sanal bir ortamda dolaşmış ve sesleri her
yönden duymuştum. ”Virtual reality” yani “sanal gerçeklik” kavramının bugün için
ilkel sayılabilecek ilk örneklerinden biriydi. Şu anda NASA da çok gelişmiş
olanları kullanılıyor, hatta ülkemizde HAVELSAN çok başarılı uçuş
simülatörleri üretip dünyanın birçok gelişmiş ülkesine satıyor.
4D Sinema için “koku kart”
Amerika daki Disneyland ve Singapur da
koltukların oynadığı,3D, yüzünüze su püskürtülen ve sahnelere göre koku yayılan
salonlar görmüştüm ama izlediğim filmler “feature film” sınıfına giren filmler
değil daha çok sinema salonunun bu özelliklerini göstermek için tasarlanmış
eğlence filmleriydi. Dolayısıyla bu yazıya konu olan kokunun etkisi hakkında
başkaca tecrübem olmadı. Ülkemizde de gösterime giren “Spy Kids” filmi 4D olarak
kokuyu dördüncü boyut olarak kullanmaya çalıştı. Ama sonuç başarısız, çünkü
kokular seyircilere dağıtılan kartlar üzerinde yayılıyor. Film gösterimi
sırasında perdeye rakamlar yansıtılıyor. Seyirci kartların üstündeki o rakamı
parmağıyla ovalıyor ve koku açığa çıkıyor.21. yüzyıl için ilkel sayılacak bu
yöntem, izleyicilerden de olumlu tepki almadı. Digital sinema olgusunun birçok
kolaylık getirdiği günümüz sinema endüstrisi 3D yi yeniden canlandırdı, bakalım
kokuyu hatırlayacak mı?