Sinema yazarı Tunca Arslan'ın uzun bir çalışmanın sonucu ortaya çıktığı her
halinden belli olan kitabı "Futbol ve Sinema - Meşin Yuvarlağın Sinema Serüveni"
ithaki Yayınları'ndan çıktı.
Eğer tevazu göstermezsek, muhtemelen, Tunca Arslan'ın elinden kitapçı raflarına
yeni ulaşan "Futbol ve Sinema"nın dünyada bir benzerinin daha olmadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz. En azından böylesi kapsamlı bir şekilde. İsrail'den
Macaristan'a onlarca ülkede çekilen ve futbola iyi kötü ilişen onca filmi bir
araya getirmek, gerektiğinde onları seyretmek ve belli başlıklar altında
toplayıp yorumlamak herkesin harcı değil. Ama Arslan yaratıcılık isteyen ve
kalabalık kitlelere seslenen her iki olguyu başarıyla yan yana getiriyor ve
ortaya alanında yazılmış en iyi kitaplardan biri, belki de birincisi çıkıyor.
Kitaba nasıl hazırlandın?
Futbol ve sinema, şöyle bir düşündüğümde, "seyretmek", "üzerinde düşünmek"
açısından yaşamımda en çok yer ve zaman ayırdığım, keyif aldığım olgular
niteliğinde. Sinema tarihindeki filmleri, konu ve temalarına göre düşünmek, bu
yönde çalışmak da hoşuma gidiyor. Geçen yıl Dünya Kupası sırasında Sinema
Dergisi için hazırladığım futbol dosyasında, sanırım 50 kadar filmin adı
geçiyordu. TRT 2 için hazırladığım "Yedinci Sanatın Bakışı" belgeselinin futbol
bölümü için de araştırmayı sürdürdüm. Belgeselin en renkli bölümlerinden birini
ortaya çıkardı sinema-futbol ilişkisi. Çalışmayı biraz daha yoğunlaştırınca,
yerli ve yabancı sinemada başlangıçta haberdar olduklarımın iki-üç katı filmin
yapıldığını anladım. En az 150 filme ulaşabilirsem bir kitap yapma hedefi
koydum. Yaklaşık bir buçuk yıllık ön hazırlıktan sonra, yazım aşaması da üç
ayımı aldı.
Uğur Vardan, biraz da şaka yollu, "2003 yazı futbolsuz geçmesin," diyerek bu
kitabı yazmaya soyunduğunu belirtiyor önsözde. Kitabı yazmamın tek sebebi bu
değildi sanırım.
Sinemacıların futbola gösterdikleri ilginin örneklerine, değişik boyutlarına
dikkat çekmek istedim. Futbola da, sinemaya da meraklı pek çok insanın kafasında
sinema-futbol ilişkisi, yalnızca "Zafere Kaçış"la sınırlıydı ve "Kaç tane film
var ki ... Gerçekten bir kitap oluşturacak kadar film bulabilecek misin?" diye
soran çok oldu. Daha önce böylesi bir çalışmanın yapılmamış olması da itici
güçtü kuşkusuz. Açıkçası, Türk sinemasında da sanılanın tersine ve iyi bilinen
birkaç örneğin ötesinde de futbolla ilgili çok sayıda filmin yapıldığını ortaya
koyma isteği de nedenlerden biriydi.
Futbolla ilgili böyle kalabalık bir toplamı hazırlarken ilk kez görmek ya da
yeniden seyretmek zorunda hissettiğin filmler oldu mu?
"Mean Machine" ilk kez seyrettiğim filmlerdendi. Örneğin "Cehennemde İki Devre",
"Yaşamın Dışında", "Amigolar", "Yolcu", "Taçsız Kral" gibi filmleri de bazı
sahneleri için yeniden seyretme gereği duydum. Ama ilginçtir, bazı futbol
maçlarını yeniden seyretmek ihtiyacı da hissettim kitap için çalışırken ama buna
olanak bulamadım. Örneğin 1974 Dünya Kupası'nın finalindeki Almanya-Hollanda
karşılaşması müthiş sinematografiktir benim için. Hollanda'dan altı futbolunun
birden ofsayta düşmesi, unutulmaz bir sahnedir.
Yine önsözde Uğur Vardan sinemanın futbolu hazmedemeyişine değiniyor. Sen bu
konuda ne düşünüyorsun?
İyi bir futbol filmi çekmek gerçekten zor ve bunu anlamak gayet kolay. Yani
Uğur'un söylediğinde doğruluk payı var. Öte yandan, asıl futbolseverlerin futbol
filmlerini hazmedemediğini düşünüyorum. Tribündeki insan, duyduğu heyecanın,
coşkunun ya da öfkenin, acının "başkalarınca" yorumlanmasını, futbol sevgisiyle,
takım tutkusuyla arasına başka bir şeyin girmesini istemiyor. Bence futbol
fanatikleri bu nedenle sosyologları da, psikologları da, sinemacıları da pek
sevmiyorlar ya da "hazmedemiyorlar".
Bazı filmlerin hikayesini aktarırken tıpkı maç anlatan spikerlerin heyecanlı ruh
haline yakın bir üslup yakalıyorsun. İsrail filmi "Kupa Finali" ya da "Mean
Machine"le ilgili yazılarda olduğu gibi... Kitaptaki filmler arasında seni en
çok heyecanlandıran filmler hangileri oldu?
"Cehennemde İki Devre" ve "Zafere Kaçış"ı dışarıda tutarsam, açıkçası futbol
konulu filmlerin "heyecan katsayısı" fazla olmuyor. Çok güzel, coşku verici,
unutulmaz vb. olabiliyorlar ama genel olarak heyecan verici değiller. Sıradan
bir futbol maçını izlerken, ortalama bir futbol filminden çok daha fazla heyecan
duyuyorum. Yine de Mark Herman'ın "Daha İyisi Can Sağlığı", Jasmin Dizdar'ın,
baştan sona bir futbol filmini olmamakla beraber "Güzel İnsanlar''ı, Ricky
Tognazzi'nin '~igolar''ı, David Evans'ın "Fever Pitch"i çok güzel, çok sevdiğim
filmlerdir.
Yeşil sahalardan beyazperdeye transfer olan Vinnie Jones şu an için bu dalda en
başarılı örnek gibi görünüyor. Kitapta pek değinme fırsatı bulamamışsın ama ben
öğrenmek istiyorum: Vinnie Jones'un oyunculuğunu nasıl buluyorsun?
Kitapta Jones için "Britanya futbolunun yetiştirdiği en kazma futbolculardan
biri ... " dedim. Bence bu sinema oyunculuğu için de geçerli. Kamera karşısında
da sahada olduğu gibi dümdüz bir oyuncu, tam bir görev adamı. Ama kendi adıma, "Lock,
Stock and Two Smoking Barrels", "Snatch", "Swordfish" gibi filmlerini çok
sevdiğimi ve genel olarak da yaşamın her alanındaki "görev adamları"na büyiik
sempati beslediğimi söylemeliyim.
Kitabın sonunda futbol ve sinema ilişkisi üzerine konuşan ünlülerden Kartal
Tibet diyor ki "Adım Kartalolduğu için 7-8 yaşımdan beri Beşiktaşlıyım. Başka
bir takımı tutmama imkan yoktu herhalde." Senin soyadının Arslan olduğundan yola
çıkarak soruyorum: bu durumda senin de Galatasaraylı olman gerekmiyor muydu?
Bilenler bilir, ben ebedi dostluğa ve ezeli rekabete inanmakla birlikte,
"Galatasaray'ı yenelim, küme düşelim!"ci bir Fenerbahçeliyim. Başka birşey
söylememe gerek yok herhalde ...•
Kaynak
Burçin S. YALÇIN
Sinema Dergisi, Ocak 2004, Sayfa 26