Görüntünün Ideolojisi ve Kültür

Son günlerde internette dolaşan bir bilgiye göre TRT, Disney ile oldukça büyük çaplı bir animasyon çalışmasına giriyormuş. "Türk animasyon sanatını çökertecek son darbe", "Hepsinden öte! Disney, yarınımızın geleceği çocuklara "iyilik ve saygı" temaları altında, kendi kültür ve inançlarının sembolik göndermelerini sıkıştıracak." gibi ifadelerle verilen haberi çok yönlü değerlendirmek gerekiyor. Türkiye'de 'animasyon sanatı' diye bir şeyin gerçekten varolup olmadığı, varolan çalışmaların ne denli özgün ve başarılı olduğu, gerek içerik gerekse biçimsel uygulamalardaki özensizlik, doğuya has öykülerdeki karakter ve tiplerin tuhaf biçimde batılı fiziksel özelliklerle çiziliyor olması, bu sorunların TRT'nin animasyon bütçesiyle çözülüp çözülemeyeceği, bu paranın Disney'e değil de çoğunluğu İslamcı kanallara son derece kötü çizgi filmler üreten animasyon firmalarına aktarılmasının neye yarayacağı gibi konuları da tartışmak gerekiyor; fakat ilk elde Amerikalıların şu 'kendi kültür ve inançları'nı bize transfer etmesine dair tanımlamaya değinmekte fayda var, çünkü bu gibi ifadeler zihinsel aygıtımızın kolaylıkla muhafazakar ve hatta gerici bir çukura düşmesine neden olabiliyor.

Doğrudur, bir üstyapı kurumu olarak kültür, onu belirleyen sınıfsal yapının ideolojisini de içerir ve yeniden-üretir; McDonald's sadece bir yemek kültürü ya da kültürsüzlüğü!  olarak girmedi hayatlarımıza, aynı zamanda bir ideolojinin de taşıyıcısı oldu. İyi de, örneğin hamburgerden çok daha Amerikan bir 'kültür parçası' olarak, kovboyların vazgeçilmezi kot pantolon hakkında ne diyeceğiz? Bir çok bölgesinde kadınların kot giymesinin hala 'uygunsuz' karşılandığı bir ülkede, bir 'kültür-ideoloji taşıyıcısı' olarak kot pantolonun özgürlük ve otoriteye isyan gibi kavramlarla kurduğu sembolik ilişkiyi nereye oturtacağız? Yoksa kültürümüze uymadığı gerekçesiyle biz de kızlarımızın kotlarını yırtıp yer bezi mi yapmalıyız?

'Yabancı kültür' konusunda düşünce üretirken milliyetçi-muhafazakar sloganlarla örülü labirentlerde kaybolma riski özellikle Türkiye gibi ülkelerde o kadar büyük ki, son derece dikkatli adımlarla yürümek, böyle bir tartışmayı da 'milli-manevi değerler' gibi kavramlar üzerinden değil, özellikle Amerikan kültürü ve ideolojisi söz konusu olduğunda diyelim, ABD'nin lideri olduğu şu 'yeni imparatorluk' yapılanması karşısında takınmamız gereken uluslarüstü insani değerler çerçevesinde yürütmek gerekiyor.

Örneğin bugünlerde gösterimde olan "The Hills Have Eyes/Tepenin Gözleri" isimli filme bakalım. 1977 tarihli ilk filmin yeniden-çevrimi olan yapım, ilk planlarından itibaren izleyicisini kültürel bir yapıdan çok ideolojik-yoğun belirlemelerle başbaşa bırakıyor.

'Yeni imparatorluğun' Ortadoğu'ya dair planlarını hem de son derece kanlı biçimde gerçekleştirdiği, bu yolda yeni durak olarak İran'a yüklendiği, bunun için nükleer programları bahane ettiği bir dönemde, nükleer denemelerle ünlü bir bölgedeki benzinlikte başlayan bir filmin nasıl gelişmesini beklersiniz? Pırıl pırıl bir Amerikan ailesi, üstünde bir Amerikan bayrağı dalgalanan kocaman arabalarıyla asıl hedefleri olan güneşli California'ya doğru giderken 'benzin almak için' buraya uğrarlar. Nükleer denemeler yöre halkının fiziksel ve zihinsel yapısını bozmuş, onları korkunç birer katile çevirmiştir. Son derece rahatsız edici şiddet sahneleri içeren filmde en dışarlıklı karakter, 'demokrat' damattır. Hatta ailenin karizmatik babası , oğluyla -ne tesadüf, baba-oğul aynı isme sahiptir!- silahlanırken damadı hakkında "Doug bir demokrattır, silahlara inanmaz." diyerek dalga geçer. Olaylar alabildiğine vahşi biçimde gelişirken bu bölgede ve bu insanlara karşı silahlı müdahalenin nasıl gerekli olduğuna paralel, son derece özdeşleşmeci bir tavırla 'demokrat' damadın nasıl şahinleştiğini de izleriz.

İşte böyle... Şimdi, fare Mickey'nin ya da Varyemez Amca'nın çocuklarımızı 'kendi öz değerlerimizden uzaklaştırması' konusunu, sadece Türkiye'de değil tüm dünyada sinematografik aygıt sayesinde adrenalin bağımlısı yapılmış gencecik insanların "Tepenin Gözleri"ni izlerken içselleştir-meleri muhtemel bu ideolojik yapı yanında yeniden tartışalım, bakalım ortaya ne çıkacak...


Uğur Kutay
ugurkutay@birgun.net