BÜYÜK GAZETECİ DOSTUMUZ GÜNEŞ KARABUDA'YI KAYBETTİK
Artıgerçek'te bugün yayınlanan yazım ölüm üzerineydi... Ölüm bu kez en kadim
dostlarımızdan usta gazeteci Güneş Karabuda'yı koparttı bizlerden...
Tıpkı geçen yılın 7 Ekim'inde kendisi gibi gazetecilik mesleğinin devlerinden
biri olan sevgili eşi Barbro Karabuda'yı kopartıp aldığı gibi...
85 yaşındaki Güneş birkaç yıldır amansız bir hastalığın pençesindeydi.
Barbro'nun ölümü üzerine yazmış olduğum gibi, Karabuda'lar 60’lı, 70’li ve 80’li
yıllarda tüm dünyadaki ulusal kurtuluş ve demokratik direniş hareketleri üzerine
sayısız röportaja imza atmış bulunan iki “grand reporter"di.
1933 yılında İzmit'te doğmuş olan Güneş Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan
sonra gazeteciliğe Paris'te öğrenim gördüğü yıllarda başlamıştı. 1961'den sonra
eşi Barbro ile birlikte başta İsveç Televizyonu (STV) olmak üzere değişik Avrupa
ve Amerika TV'lerine dünyanın dört köşesinden sosyal, kültürel ve siyasal
içerikli belgeseller hazırlamışlardı.
Her ikisi de 60'lı yıllarda Ant Dergisi'nin önde gelen yazarlarındandı...
Asya, Orta Doğu ve Latin Amerika ülkelerindeki çeşitli röportajlarının yanısıra
özellikle Endonezya'daki korkunç komünist avı üzerine yaptıkları ve Ant'ta kapak
olan röportaj islamcı faşist hareketin giderek hızla örgütlendiği, sol ve
demokratik kuruluş, yayın ve kişileri açıkça tehdit etmeye başladığı o yıllarda
büyük bir uyarı niteliği taşıyordu.
Demirel iktidarı dönemindeki baskılar Kürdistan üzerine yazdıkları bir kitaptan
ötürü 1967 yılında Karabuda’ları da hedef almıştı.
Yurt dışında İsveç Televizyonu için bir çok belgesel gerçekleştirdikten sonra
biraz dinlenebilmek ve dostlarıyla beraber olabilmek için İstanbul’a
gelmişlerdi. Sık sık bir araya geliyor, özellikle yakından tanıyıp izledikleri
ulusal kurtuluş hareketleri üzerine izlenimlerini bizlerle paylaşıyorlardı.
21 Temmuz 1967 günü Ant’ın dış politika yazarlarından Hüseyin Baş telefon ederek
o sabah Karabuda’ların kalmakta oldukları evi polislerin basarak her ikisini de
göz altına aldığını bildirdi.
Ant yazarlarından Yaşar Kemal ile birlikte gözaltına alınma nedenini öğrenmek,
bir an önce serbest bırakılmalarını sağlamak için derhal harekete geçtik.
İkisi de Ankara Basın Savcılığı’nın talimatı üzerine gözaltına alınmışlardı ve
polis refakatinde Ankara’ya sevkedileceklerdi. Ne ki sevk işlemi hemen yapılmadı
ve her ikisi de bütün gün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir sandalyede
bekletildiler.
O sırada Barbro, Ayperi ve Denize'den sonraki üçüncü çocuğu Alfons'a altı aylık
gebeydi.
Karabuda’lar nihayet geç vakit polis refakatinde Ankara’ya sevkedildiler.
Esenboğa Havaalanı’nda yirmiye yakın sivil ve resmi polisin telaşlı koşuşmaları
arasında «devralınan» Karabuda’lar kimseyle görüşmelerine izin verilmeden bir
süre polis amirliği odasında alıkonuldular. Daha sonra jeep’e bindirilerek
Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüler. Orada da tüm geceyi birer sandalye
üzerinde geçirmek zorunda bırakıldılar.
Hamile olan Barbro’nun geceyi bir otelde geçirmesine izin verilmesi için yapılan
müracaat da reddedildi.
İki gazeteci nihayet 22 Temmuz günü öğleye doğru Ankara Basın Savcılığı’na
sevkedildiler. Ancak orada da hemen sorguya alınmayıp Savcılık kapısında ayakta
beklemeye mecbur edildiler.
Gebeliğin de etkisiyle burnundan kan boşanan Barbro Savcılık kapısında zaman
zaman yere oturup bacaklarını uzatarak kendini toparlamaya çalışıyordu.
Nihayet sorguya alındıklarında Basın Savcısı kendilerine 12 Aralık 1966 tarihli
sağcı bir dergide ortaya atılan bazı iddiaları ihbar sayarak İsveç’te 1960
tarihinde yayınlanmış olan Fırat’ın Doğusu (Öster om Eufrat – i kurdernas land)
adlı kitaplarında Türk Devleti’ni yıkıcı yayın yaptıkları gerekçesiyle
haklarında soruşturma açıldığını bildirdi.
Karabuda’lar bu kitabın tamamen etnolojik bir inceleme olduğunu, yıkıcı yayın
yapmakla hiçbir ilgisi bulunmadığını kanıtlayınca Savcı kendilerini serbest
bırakılmaları istemiyle nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevketmek zorunda kaldı.
Yargıç da iki günü bulan çileli gözaltından sonra kendilerini serbest bıraktı.
Büyük medya bu olayı hiçbir protestoda bulunmadan sessizlikle geçiştirirken
dünyaca ünlü iki gazeteciye uygulanan baskıyı Ant Dergisi’nde şöyle şöyle
eleştirmiştim:
«İsveç’in NATO’ya dahil bulunmadığını, bu sebeple de İsveç’te NATO üsleri
olmadığını bilmeyecek derecede cahil bir kimsenin iftiraları üzerine,
değerlerini, kişiliklerini verdikleri eserlerle herkese kabul ettirmiş
uluslararası ün sahbi yazarların, azılı katiller gibi evlerinden alınması,
hürriyetlerinin tahdit edilmesi, karnında çocuk taşıyan bir kadının göz göre
göre 29 saat sandalye üzerinde oturmak zorunda bırakılması tek kelimeyle
nitelendirilebilir: Terör! Demirel iktidarı terör yolculuğunda attığı bu
başarılı adımla ne kadar övünse azdır! » (Ant Dergisi, 1 Ağustos 1967, Sayı 31)
Tanınmış iki İsveçli gazeteciye yapılan bu müdahale İsveç medyasında büyük
tepkilere ve eleştirilere yolaçmıştı. İsveç’e dönüşünde Barbro Karabuda
kendileri hakkında ihbarı yapanın kim olduğunu açıklayınca skandal daha da büyük
boyut kazanmıştı. Barbro gazetelere yaptığı açıklamada şöyle diyordu:
«Hakkımızda yalan yanlış ihbarlarda bulunan kişi Türkiye’nin Stockholm
Büyükelçisi Talat Benler’dir. Anlaşılıyor ki bu zavallı elçi, öz memleketi
hakkında hiçbir şey bilmemektedir ve 32 milyon Türk’ün 500-600 bin kişilik bir
zümre tarafından sömürüldüğünü ancak, İsveç’liler gibi, benim kitaplarımdan
öğrenmiştir. İşin asıl şaşılacak tarafı da, raporunda her ikimizin de
vatandaşlıktan iskatımız cihetine gidilmesini tavsiye etmek suretiyle elçi Türk
adliyesine tesir cüretini de göstermiştir.» (Ant Dergisi, 26 Eylül 1967, N° 39)
İktidar uşaklığını benimsemiş bazı hariciyecilerin yurt dışındaki muhalifleri
vatandaşlıktan attırma gayretkeşliği demek ki o zaman başlamış… 80’li yıllarda
ve de hele şimdilerde hariciyede kariyer yapmanın vazgeçilmezlerinden…
Karabuda’larla dostluğumuz, basın özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi
için mücadele ortaklığımız biz 1971 darbesinden sonra sürgüne çıktığımızda da
devam etti.
Bizi Paris ve Stockholm’de haftalarca ağırladılar, Türkiye’deki cunta yönetimine
karşı destek olabilecek tanınmış siyasal liderlerle, gazetecilerle, sivil toplum
örgütleriyle ve sendikalarla, ulusal kurtuluş ve direniş hareketlerinin
sürgündeki temsilcileriyle ilişkiler kurmamıza yardımcı oldular.
Barbro’yla 1973 sonbaharında büyük bir acıyı paylaştığımız günü anımsıyorum.
Güneş ve Barbro Karabuda, İsveç Televizyonu tarafından 1971 yazında Şili'deki
gelişmeleri izlemek üzere görevlendirilmişlerdi. Şili'de iki yıl kadar
kaldılar... Başta Cumhurbaşkanı Allende olmak üzere sol iktidarın
yöneticileriyle, ülkenin aydınları, sanatçılarıyla çok sıkı ilişkiler kurdular,
röportajlar yaptılar.
Şili'den dönüşlerinde İtalya'nın Albisola kentinde birlikte kısa bir yaz tatili
geçirdik. Orada röportaj yaptıkları Küba'nın ünlü ressamı Wifredo Lam ile,
tatile gelmiş olan Şili Komünist Partisi militanı gençlerle de sık sık beraber
olduk... O günlerin ağırlıklı konularından biri Türkiye'deki askeri yönetime
karşı mücadele gibi Şili'de bir faşist darbe gerçekleşirse Avrupa'da neler
yapılabileceği idi.
İsveç'e dönüşlerinden birkaç gün sonra 11 Eylül 1973 akşamı Barbro ağlamaklı bir
sesle telefon etti:
- İhtiyar’ı katlettiler.
Evet, aylardır üzerinde konuştuğumuz kötü ihtimal gerçekleşmiş, Şili’de
Amerikancı darbe yapılarak Allende öldürülmüş, kitlesel tutuklamalar başlamıştı.
Birden Albisola plajında sohbet ettiğimiz, hâlâ iyimserliklerini koruyan,
Sovyetler Birliği’nin böyle bir darbeye izin vermeyeceğini söyleyen Şili
Komünist Partisi üyesi gençleri düşündüm. Ülkelerine dönmüşlerse, mutlaka onlar
da içeri alınmış olmalıydı.
Ama olay Barbro ve Güneş açısından daha da acıydı. Allende’yi, sol iktidarın
önde gelen yöneticilerini, o iktidarı destekleyen sol aydın ve sanatçıları
şahsen tanımışlar, dostluk kurmuşlardı.
Tıpkı iki buçuk yıl önce bize nasıl kucak açtılarsa, artık Şili’deki dostlarını
kurtarmaya, kurtulabilenlere Avrupa’da kalma olanakları sağlamaya
çalışacaklardı.
Üzerinden 45 yıl geçti…
Eşi Barbro gibi şimdi de Güneş'i artık dönüşü olmayan bir yolculuğa uğurluyoruz.
Geçen yıl Barbro'nun ölümünü Türkiye medyası utanç verici bir sessizlikle
geçiştirmişti.
Umarız ki usta gazeteci Güneş'in ölümü karşısında daha duyarlı davranırlar,
sadece Türkiye'nin değil tüm dünya halklarının özgürlük ve demokrasi
mücadelesine röportajlarıyla büyük katkıda bulunan bu iki meslektaşımıza gerekli
saygıyı göstermekte kusur etmezler.
Sevgili Güneş, sana uğurlar olsun... Gitmekte olduğun sonsuzlukta kavuşacağın
sevgili Barbro'yu bizler için de kucakla...