Nuri Bilge Ceylan’ın Türk sinema tarihinde önemli bir yere sahip olacağı
şimdiden kesinleşen “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminin senarist ve
oyuncularından Ercan Kesal ile yaptığımız röportaj adeta Anadolu coğrafyasına
yapılmış bir yolculuğa dönüştü.
1990’a kadar Anadolu’da sağlık ocağı ve devlet hastanelerinde doktorluk yapan
Ercan Kesal’ın bu döneme ait anıları ve biriktirdikleri filmin senaryosunda
kalkış noktasını oluşturuyor. Senaryo bu anılardan hareketle, Ebru Ceylan,
Ercan Kesal ve Nuri Bilge Ceylan tarafından yürütülen dört aylık bir çalışmanın
ardından tamamlanmış.
Doktorluk yaparken, “ Üç Maymun” filmi ile senaristlik ve oyunculuk macerası
başlayan Kesal, ayrıca “Vavien”, “Derin” ve “Saç” filmlerinde de rol almış.
2012’de görülebilecek olan, Ali Aydın’ın yönettiği “Küf” filminde ise Kesal
başrolde olacak. Ercan Kesal’a, Anadolu’da doktorluk yaparken yaşadıklarını
filmleştirmek gibi bir düşüncesi olup olmadığını sorduk:
Hekimlik yaşamımda ve mecburi hizmet yıllarında şaşırtıcı ve hafızamda yer eden
çok fazla olay yaşadım.Bu, tüm hekimler ve Anadolu’da görev yapan bürokratlar
için de geçerlidir. Filmde “gece sabaha kadar süren ceset arama
yolculuğunun” bir benzerini şahsen yaşamıştım.Ama birebir benzerlik sadece bu
kadar… Senaryoda işlenen konu ve hikayenin kahramanları ve yaşananlar baştan
sona üçümüzün yazdığı “özgün bir senaryodur”. O yıllarda yaşadıklarımı
filmleştirmek gibi bir düşüncenin aklımdan geçtiğini hiç hatırlamıyorum
doğrusu.. Sadece iyi hekim olmaya ve yanlış yapmamaya gayret ediyordum…
Birkaç ay önce Nuri Bilge Ceylan’la Moskova Film Festivaline gittiklerinde
Çehov’un evini ziyaret eden Kesal, “Üç Maymun” filminin senaryosunu yazarken ,
yan okuma olarak “Madam Bovary” ve “Anna Karenina”yı bir kez daha okumuş. “Bir
Zamanlar Anadolu’da” filminin senaryosunu yazarken de Türklerde eski gömme
adetlerine varana kadar okuma yapan Kesal, senaryo yazım süre cini şu şekilde
tarif ediyor:
Senaryoyu yazmaya başlarken önünüze çizdiğiniz bir yol vardır. Bu yolculuk
sürekli olarak yaşadıklarınız, başkalarından duyduklarınız, okuduklarınız ve
bazen uydurduklarınızla birlikte gelişerek, büyüyerek finale erişir. Hatta çekim
esnasında bile size ilham veren şeyleri de içine alır. Yani, senaryo bir puzzle
gibi birbirine benzemeyen bir çok parçanın uyumlu bir şekilde bir araya gelerek
oluşturduğu tek ve bütün bir metindir. Detayların farkında olan ve ayrıntıların
peşine düşen bir film, dikkatli seyircinin mutlaka aklında yer eder.
Gerçek yaşamda doktorun, yani Ercan Kesal’ın İstanbul’a döndüğünü biliyoruz.
Anadolu, okumuş insanlara başka şans tanımıyor mu, kendisini terk etmeye mi
zorluyor?
Türkiye 1950’li yıllardan bu yana “göç veren” bir ülke. İç göç, bitmiş bir
tarımsal ekonominin mega kentlere “ucuz iş gücü” sağladığı bir sistemin teza
hürüdür. Okuyan’ın değil okumayanın daha şanssız olduğunu düşünüyorum.
Köyünü, kasabasını terk edip büyük kentte iş, aş peşine düşmekten başka hiçbir
seçeneği yoktur. Anadolu’da görev yapan bürokratlar açısından baktığımızda ise,
şahsen benim söyleyecek tek bir cümlem var: “Hayatımın en güzel
yıllarıydı..keşke biraz daha kalabilseydim.. dünyanın en güzel coğrafyasında,
dünyanın en samimi insanlarıyla yıllarımı geçirdim. En zengin anılarımı
biriktirdim.. Sağ olsunlar..”
Anadolu’da görev yaparken bürokratların ya da kamu görevlilerinin kasaba halkı
ile kurdukları ilişkide tepeden bir bakışla karşılaştınız mı?
Bahsettiğiniz tepeden bakış aslında Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana
gelen devlet halk ilişkisine dayanıyor. Halk için devlet daha çok “hizaya
getiren, cezalandırıcı, sorgulayıcı ve hesap sorucu” bir pozisyondadır. Bu
yıllar içinde aktarılmış bir gelenek. Öte yandan bürokratlarda da kalıcı
olmamanın getirdiği bir duruş var. Aralarındaki mesafe hiç k apanmıyor. Ancak
bürokratlar ne yaparsa yapsın, nasıl davranırlarsa davransınlar, kasabalı bilir
ki
“kendileri hancı, bürokratlar yolcudur”.
Çiçeği burnunda bir doktor iken “Anadolu insanının sessizliği, içine
kapanıklılığı ancak şu şekilde çözülür” diye kendi kendinize fikirler yürütür
müydünüz?
“İnsan yaşadığı yere benzer” ve insanı tanımak ,keşfetmek için en ideal yerler
kasabalardır. Durağan hayatlar, içe kapanık insanlar, bastırılmış cinsellikler,
alışkanlıklar, bağnaz yaşam biçimleri, kasaba hayatının vazgeçilmez ögeleridir.
24 yaşında bir çocuktum. Önce kendi derdine düşüyorsun. Sosyal ortamda tutunmak,
diğer bürokratlara kendini kabul ettirmek, kasabalıya kendini sevdirmek ve
dahası rahat etmek istiyorsun. Anadolu insanının sessizliği
ve içe dönüklüğü, bende “hiç değişmeyen ve devam edecek olan mutlak bir olgu”
duygusu bırakmıştır hep…
Sanatla ilişkisi edebiyat ve şiirle başlayan ve artık hafızalard a senaristliği
ve yanı sıra oyunculuğu ile yer edinen Kesal’a filme dönük eleştirilere dair
yorumunu sorduk:
Bilge’nin söylediği bir söz aklıma geliyor: “Benim filmlerim ruh arkadaşlarıma
gönderdiğim bir mektuptur”. Aynı şeyi düşünüyorum.. Anladığım ve gördüğüm
kadarıyla, ruh arkadaşlarımız mektubu almışlar, bu arada epeyce bir de yeni
arkadaş edinmişiz.