Karanlıkta bir 'Üçüncü Adam'

PeterJackson'ın 'Yüzüklerin Efendisi' kadar ihtişamlı olmamakla birlikte belki bu üçlemeden çok daha iyi bir filmi var: 'Heavenly Creatures/Cennet Yaratıkları'. 1994 tarihli bu muhteşem psikolojik/fantastik gerilim filminde öyküsü anlatılan iki genç kız, son derece soğukkanlı bir planla içlerinden birinin annesini öldürmeye doğru giden psikotik yolda çarpıcı bir korku nesnesiyle karşılaşırlar: 'The Third Man/Üçüncü Adam' filmindeki rolüyle Orson Welles'dir bu ka-bus-arzu nesnesi...

İngiliz sinemasının usta yönetmenlerinden Carol Reed'in çektiği 'Üçüncü Adam', hem sinema sosyoloji derslerinde hem de sinema estetiği ve göstergebilimle ilgili diğer çalışmalarda en önemli sinematografik kaynaklarımızdan biri. Çünkü tam da içinden çıktığı toplumsal yapı ve tarihsel dönemin tüm ideolojik ve estetik göstergelerini içinde barındıran, bununla bağlantılı olarak da ilk bakışta belki 'tuhaf diye tanımlayabileceğimiz görsel biçemiyle sinemada biçim-içerik örtüşmesinin en güzel örneklerinden birini oluşturan bir başyapıttan söz ediyoruz.

'Üçüncü Adam'ı oluşturan planların çok büyük bir kısmı, çarpık açıyla çekilmiştir. Çarpık açı günümüzde özellikle korku filmlerinde, daha çok 'şeytani' durumları anlatmak için kullanılan bir yöntemdir; "'Bu ortamda bir kötülük var' cümlesinin görülür hali, çarpık açıdır" da denebilir. Graham Greene'in romanından yine kendisinin yazdığı senaryo üzerinden uyarlanan 'Üçüncü Adam', İkinci Dünya Savaşı ertesi Avrupa'nın göbeğinde yaşanan büyük bir ahlaksızlığı, para hırsıyla girişilmiş büyük bir alçaklığı anlatmaktadır: Arkadaşı Harry Lime'ın daveti üzerine Viyana'ya giden yazar Holly Martins, Lime'ın bir trafik kazasında öldüğünü öğrenir. Fakat kazanın anatomisinde tuhaflıklar vardır ve Martins bu tuhaflıkları araştırarak arkadaşının kurbanı olduğu cinayetle birlikte korkunç bir ilaç karaborsasını da ortaya çıkarır. İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından yaşanan kaotik ortamda başta serum olmak üzere yaşamsal önemi olan tıbbi malzemeleri fahiş fiyatlarla satarak bir çok kişinin ölümüne yol açan bu mafyatik oluşumun Lime cinayetinde de yer almış, gözlerden uzak bir 'üçüncü adam'ı vardır. Orson Welles'in oynadığı bu 'üçüncü adam', öykünün sonlarına doğru tüm karanlık ihtişamıyla ortaya çıkarak bir başka filmdeki karakterlerin, 'Cennet Yaratıkları'ndaki Pauline ve Juliette'in gördüğü kâbusların da nedeni olacaktır.

İşte Reed'in 'Üçüncü Adam'ı, böyle bir öyküyü tam da anlatılması gerektiği gibi anlattığı, insan denilen şeytanların fink attığı bir dünyayı çarpık açılarla sunarak paradigma-sentagma/biçim-içerik örtüşmesini olabilecek en mükemmel düzeyde gerçekleştirdiği için sinema tarihinde özel bir yere sahiptir. Tabii günümüz sinema kuramları düzeyinde ele alınırsa 'Üçüncü Adam'ın görsel biçemini 'abartılı' ya da 'kör gözüm parmağına' şeklinde tanımlayanlar da olabilir. Ama biçimsel uygulama açısından türünün ilk örneği olan bu filme Annates ekolünün tarih anlayışı -'tarihsel olayları bugünün koşullarıyla değil, yaşandıkları günün koşulları içinde değerlendirmek gerekir'- çerçevesinde yaklaşmanın daha sağlıklı sonuçlar doğuracağı da ortada...

Son zamanlarda kısa filmden uzun metraja, belgeselden deneysele kadar sinemanın neredeyse tüm alanlarında ne yazık ki oldukça sık karşılaşmaya başladığımız bir olgu, bir öykü anlatma sanatı olarak sinemada daima başarısız olmaya mahkûm yeni bir üretim tarzı var: Kafada belirlenmiş biçime öykü uydurmak... Oysa biçim içeriği doğurmaz, içerik biçimi zorlar ve oluşturur; önemli olan 'nasıl' anlattığınız değil, 'ne'yi 'nasıl' anlattığınızda.

Bu, Türkiye sinemasında üzerine çok düşünülmüş bir konu değil, ne yazık ki... 'Yeşil-çam' olarak tanımlanan ve sayısız filmin yapıldığı sinematografik üretim alanında verili biçemin dışına çıkabilmiş örneklerin sayısı belki ancak bir elin parmakları kadardır; Atıf Yılmaz'ın 'Yedi Kocalı Hürmüz' filmi için yaptığı çalışmada olduğu gibi: Yılmaz, Osmanlı döneminde geçen öyküyü perdeye aktarırken minyatürlerin iki boyutlu ve perspektif yoksunu görselliğinden faydalanmaya çalışmıştı. Sonucu ne olursa olsun bu biçem arayışı sinema estetiği açısından büyük önem taşır. Fakat Metin Erksan, Atıf Yılmaz gibi öncü sinemacıların bu çalışmaları da neredeyse 'deneysel' olarak tanımlanmış ve bırakın kabul görmeyi, üzerine doğru dürüst tartışma bile yapılmamıştır.

Türkiye sinemasının şimdiki haline bakıldığında bu estetik tartışmaların eksikliği kendini daha çok hissettiriyor. Bakalım bir 'Üçüncü Adam' çıkacak mı ortaya? Bakalım Türkiye'de sinema, bunun koşullarını oluşturabilecek entelektüel çabayı gösterebilecek mi?



Uğur KUTAY
ugurkutay@birgun.net
Birgün, 24 Haziran 2006