Medyada Savaş Görüntüleri Üzerine

Savaşlar kamuoyuna her zaman konunun uzmanlarının ve teknisyenlerinin desteğiyle, imaj ve montaj teknolojileri yenilenerek sunulmuştur. Bunun için disiplinlerarası bir birliktelik içinde çalışılmıştır dersek pek de iddialı olmaz....İkinci dünya savaşı sırasında icat edilen ve gelişen çekim ve montaj teknikleriyle geçmişi görüntüleme, anılar, tarih ve filmik geriye dönüşlerle anlatımı destekleyerek yapılmaktaydı. Görüntünün mantığı anılar ve tarih çarpıtıldığında işlevseldi. Alain Resnais ise savaş sonrası sinema tarihinde ilk kez gerçekleşen bir şeyi gerçekleştirdi ‘Hiroşima Sevgilim’adlı filmiyle savaşı, tarihi ve sevgiyi hafıza imajlarıyla yani sezgilerimizi ve duyarlılıklarımızı elemeyen,aklımızı yüreğimizden elemeyen çağrışımsal bağlantıları ve kopuşları üreterek sunmuştu.

Bu yazıda savaş görüntülerinin medyada sunuluşunun tarihine girmekten daha çok en son Irak savaşında medyada kullanılan görsel işitsel teknikler ve yapıları incelemek istiyorum.Çünkü,medyada savaş görüntülerinin tarihini ve gelişimini incelemek üzerine kitaplar dolusu araştırma yapılabilecek bir alan.....

Jameson’a göre elektronik görüntü,uzaktan kumanda gibi yönlendirmelerle, grafik yapılarla,prototip imler ve renklerle insan vücudunun becerisine çok az izin verir.Zaman televizyonda neredeyse yerinde durmuş, devamlılık duygumuz uzatılmış,devamlılık ve değişim uzamsal sözlerle ima edilir hale gelmiştir.Mesela en son Irak savaşında, savaş görüntülerinin altından tekrarlanarak geçen yazılarla, okuma yazma bilmesek de bizlere aynı cümlenin tekrarlandığını hissettiriliyordu.Devamlı tekrarlanan görüntüler bizleri savaş görüntülerine karşı önce uyarıyor sonra tekrarla bizleri vahşete alıştırıyor, Sontag deyimiyle ‘duyarsızlaşıyordu’ (bkz. Başkalarının Acısına Bakmak, Sontag, 2003)

Diğer yandan özellikle dijital teknolojinin televizyona kattığı altyazı, grafik vs tipi görüntülerin verdiği üretim kolaylığı, bu melez yapıların insan algısı üzerine etkileri amatörlere ve video aktivistlere yeni olanaklar ve potansiyeller sunduğu gibi hükümetlere kamuoyunu yönlendirmek için ekonomik yeni kolaylıklar sunmaktaydı...

Kumanda cihazlarımıza basıp görüntüleri zaplamamızdan hemen önce görüntünün altında durmakta olan bir okla Lev Manovich’in tezini doğrulayan dokunmayı değil de basmayı (bu tabancanın tetiği de olabilir mi?) görüş alanımızın uzantısı kılan bir ortam yaratılıyordu. Seyrettiğimiz kanalı zaplamamızdan hemen öncede aynı ok belirerek. ’zaplanıyor, zaplıyorsunuz, zaplıyacaksınız... ’diyordu bilinç dışımıza... Bu teknikle bizim hareketimiz savaşın hareket imajımıza bitiştiriliyor ve sanki aksiyon filmi seyrediyormuşuz da filmin aksiyonundan heyecan duymamız gerekiyormuş gibi bir hava yaratılıyordu...
Medyada savaş görüntüleri, sinema, tv ve fotoğrafın tarihini, sanat ve algı teorilerini ve pratiklerini hiç de cahilce olmayan bir şekilde kullanmaktaydı.....

1926 tarihli ‘Sinema’ isimli yazısında Virginia Woolf sinemanın diğer sanatlar gibi çıplak doğmadığını tam anlamıyla giysili doğduğunu, iki çubuk kullanarak dilini oluşturmaya çalışamadan ve tek nota bilmeden müziğe ve diğer sanatlara çekiç vuruyor olduğunu söylüyordu.... Woolf, sinemanın sahip olduğu imkanları görüyor,bundan heyecan duyuyor ,fakat o zaman bile bu imkanların nasıl kullanıldığına ve kullanılacağına şüpheyle bakıyordu....’ Göz beyne diyor ki :Anlamadığım bir şeyler dönüyor. Sana ihtiyacım var. Birlikte Krala bakıyorlar, yata, ata bakıyorlar ve beyin görüyor ki, gerçek hayatın bir fotoğrafında hiç de bulunmayan bir özellikle karşı karşıyalar. Bunlar daha güzeller --bir fotoğrafa güzel dediğimiz anlamda-- ama bunlara daha gerçek mi diyeceğiz (kelime hazinemiz sefilce yetersiz burada) yoksa günlük hayatta fark ettiğimizden farklı bir gerçeklikle mi gerçek?’(Woolf,1926)

Süzme sanat savaş görüntüleri......
‘Gözün yardıma ihtiyacı var...’ diyordu yazısında ,Woolf...

Gene görüntünün gerçeği algılama biçimlerini nasıl tek tipleştirebileceğine ve hayatı nasıl çarpıtabileceğine bir örnek vermek için,Tolstoy’un Anna Karanina’sı filme alındıktan sonra filmi seyretmiş olan Woolf’un ‘Sinema’ isimli yazısında şöyle diyordu: 'İşte Anna Karenina.' Kara kadifeler içinde,boynunda inci gerdanlık, o gururlu kadın geçiyor önümüzden. Ama beyin diyor ki: 'Bu ne kadar Kraliçe Victoria'ysa ancak o kadar Anna Karenina.'

Çünkü beyin zihninin içinden Anna Karenina'nın kim olduğunu tamamen biliyor zaten -büyüleyiciliğini, tutkusunu, hayal kırıklığını. Sinema ise bütün gücünü onun dişlerini, incilerini ve kadife elbisesini göstermeye veriyor. Sonra 'Anna Vronsky'ye aşık oluyor'-- yani siyah kadife elbiseli bayan üniformalı centilmenin kucağına düşüyor, pek iyi donatılmış bir kütüphanenin önündeki divanda nemli nemli, kendilerini birbirlerine tümüyle teslim etmiş, sonsuz abartılarla öpüşüyorlar, ki o anda bir bahçıvan tesadüfen çimleri biçmektedir. Böylece dünyanın en ünlü romanlarının içine yuvarlanıveriyoruz, içinde dolaşıp duruyoruz. Böylece okuma yazması henüz olmayan bir okul çocuğunun acemi yazısıyla yazılmışlar gibi onları heceleyip duruyoruz. Bir öpüşme aşktır. Kırılan bir fincan kıskançlıktır. Dişleri gösteren bir gülümseme mutluluktur. Ölüm ise bir cenaze arabasıdır. Bunların hiçbirinin Tolstoy'un yazdığı romanla en küçük bir alakası yoktur ve sinemanın yalnızca kendi araçlarıyla baş başa bırakıldığında neler yapabileceğini ancak birtakım tesadüfi sahnelerdeki görüntüleri --mesela çimleri biçen bahçıvanı-- tahminen kitapla bağlantıya sokmaya çabaladığımızda görebiliyoruz.’(Woolf,1926)

Sanatlar birbirleriyle etkileşirler,evet,metinler,ortamlar arası yaşantılanırlar evet,evet ama teknolojik aygıtların hareketiyle, imleri ve montaj teknikleriyle mekanlar arası yaşantımıza uzatılan süzülmüş sanat olarak mı?
Savaşlar her zaman kamuoyuna sunulurken yeni çekim, görüntüleme, alıntılama, montajlama yöntemleri denendiğini biliyoruz...Bu yöntemlerinse görüntü yapma-etme biçimlerine ve genel sanat duyarlılığına değil ama bilgisine sahip kişilerce yönlendirildiğini de biliyoruz.

En son Irak savaşını izlerken belirli aralıklarla görüntülerin üzerinde beliren ’canlı görüntü’ yazısıyla dürtülüyorduk. Aynı sıralarda kimi kanallarda görüntülerin altında aynı okla, yani internette istediğiniz sayfaya, mekana ya da meseleye atlayın imi (aynı im!) hazır bekliyordu. Savaşla eşzamanlı olarak hemen hemen tüm kanallarda TV tarihinde görülmemiş tekrarlarla ‘Oskar töreni’ kutlanmaktaydı. Savaş görüntüleri kesilip kesilip Oskar törenlerinden görüntüler gösteriliyor,Virginia Woolf’un Savaş dönemi ve öncesi hayatının anlatıldığı iddia edilen ‘Saatler’ filmiyle Nicole Kidman’ın Oskar aldığından bahsediliyordu.Oskar alanlar Bush’a teyatral biçimde küfrediyor ama tabii ki törenler iptal edilmiyor ya da ertelenmiyordu.

Savaşı Oskar filmleri töreniyle birleştiren, savaşın oluyor oluşuyla kurmaca ve kurmacanın kutlanışı arasında boşluk bırakmayan tv görüntüleri, gazete yazıları ve fotoğraflar bitmek tükenmek bilmiyordu....Savaş olurken Oskar heyecanı içinde yaşıyorduk adeta...Tv’lerin başına oturup kitlenmiş bir biçimde ‘gülerek ah bakın işte tam karşıma bir bomba düştü!’ diyen muhabirleri dinliyorduk... Bazı kanallarda bombalar düşerken Mozart vs çalıyor ve savaş görüntüleri klip gibi estetize ediliyordu.... Subaydan çok rockçılara benzeyen kıyafetleriyle sempati kazanmaya çalışan birtakım Amerikan subayları ‘barış için savaştıkları’ konusunda demeçler veriyorlardı.

Sonrası ise gene Körfez savaşının görüntülerinden tanışık olduğumuz görüntülerdi. Bilgisayardaki savaş oyunlarının nerdeyse aynısı gibi tasarımlanmış savaş simülasyonları..... Fakat bu sefer direkt ekrandan değil bir duvara yansıtılarak perdeden açılıyordu görüntüler yani, sinemayla televizyonu,bilgisayarı ve edebiyatı montajlayıp bütünleştirerek!....

Virginia Woolf’la ilişkilendirilen ‘Saatler’ filmiyle Hollywood ve Medya işbirliği yaparak, medyada başlayan savaşı, hareket, olay ve star fetişine indirgiyerek tarihi, Woolf’un edebiyatını ve Woolf’un savaş karşıtlığını çarpıtıyordu...
Tabii, savaş hakkında bu tür bir bilinç dışı oluşturmak (ortamlar arası çağrışımsal bir bilinç oluşturmaya çalışmak....) biraz daha ortalama veya üstü okumuş,azda olsa toplumda sesi çıkan kesim içindi. Çünkü,çağrışımsal etkilere maruz kalabilmek için biraz TV izleyicisi, biraz gazete okuyucusu ya da Internet kullanıcısı olmamız gerekiyordu....

Televizyonun teknolojik ve algısal bakış açısından sinemanın ve yazılı basının erişemeyeceği bir canlı erişime sahip olduğunu biliyoruz.Daha önce bahsettiğim gibi Iraktaki savaş görüntüleri sunulurken gözlenebilen en karmaşık teknik Sinemada ve tv’de geleneksel bir film seyrederken oldukça tatmin edilen harekete katılma ve,veya uzantısı olma duygumuzun imajların altında duran ok işareti (yani internette diğer sayfaya,konuya geçiniz imi)ve grafik,müzik ve sanal ortamı çağrıştıran imajlarla bizlerde görsel işitsel ortamları arası yani (TV,bilgisayar,internet,sinema ve yazılı basın arasında)çağrışımlar oluşturarak, bilinç dışımızı ve dolayısıyla bilincimizi etkilemeye,vicdanımızı ve duyarlılığımızı susturulmaya çalışılmasıydı.

Buna paralel olarak internet sitelerinde çıkan yazılarda olmak üzere hemen hiçbir gazete veya dergide Virginia Woolf’un savaş,yazı,hayat ve diğer sanatlarla olan ilişkisinin sadece sunuluşu açısından değil,temaları açısından da bu filmden ‘Saatler’ den çok farklı olduğunun bildiğim kadarıyla kimse üstünde durmadı... Sanırım. pek çoğumuz bunun farkına varamadık...Irak savaşının en sıcak günlerinin Oskar törenlerine rastlamasına rastlantı olduğunu kabul etsek bile, Nicole Kidmanın ödül aldığı Saatler adlı filmi ile insanın çevresini algılayış ve anlayışının keşfine ve üretimine bilinç akışı tekniğiyle katılmış yazarlardan biri olan Woolf’un ölümle, insanlıkla ve savaşla olan ilişkisinin bu filmle tamamen çarpıtılmış olduğunu inkar edemiyoruz..Hayatı ve fikirleri çarpıtılarak ve eksilterek görüntülenen yazarın bir savaş karşıtı olarak savaş hakkında kitap yazmış olan Woolf olması rastlantı olabilir miydi acaba?

Woolf’un romanlarının ve yazılarının en önemli teması Savaşın radyoaktif kalıntısının zamansız doğasıydı... Woolf’un, ilk eleştiri yazılarında azımsanamayacak bir kısmı 1. dünya savaşının eleştirel analizlerinden oluşuyordu ve bilinç akışı modeliyle kaleme alınmıştı. Sandra Henderson’a ve pek çok edebiyat eleştirmenine göre Woolf’un edebiyatta bilinç akışı modelini geliştirmesi geleneksel politik ve tarihin, ataerkil toplumun yazdığı tarihin zamansal sınırlarını aşmak içindi.Virginia Woolf’un kendisi de bunu dile getirmişti. Woolf’un politik yaklaşımı oldukça karmaşık ve bir o kadar da basitti. Three Guineas (1938) adını verdiği ve savaş üstüne yazdığı kitapta Woolf, savaşın cinsiyetçi yönlerini görüyor,gösteriyor ve patriarkiye, militarizme karşı etrafında birleşilen bir entelektüel oluşumdan bahsediyordu.
Bu entelektüel oluşum, sosyalistler, anti faşistler, sanatçılar, pasifistler, anti faşistler, feministler, sanatçılar ve o zamanın en çok şiddet maruz kalan grubu olan Yahudilerden oluşacaktı. Bu kitapta Woolf’un en önemli tezi patriarkal ailenin despotluğuyla faşizmin zulmünün doğrudan bağlantısı olduğuydu. Woolf bu kitaptan dolayı ‘Himmler’’in oluşturduğu kara listeye alınmıştı...

En son Irak savaşından sonra, canlı yayın estetiği bu estetiği oluşturan ideolojik, felsefi, etik?! varsayımları artık iyice birbiriyle bitiştirilen TV, bilgisayar, sinema, tiyatro ve edebiyat vs arasında düşünmemiz gerektiği ortaya çıktı.... Şunu biliyoruz ki savaş ne bir aksiyon filmi,ne bir klip, ne bir simülasyon oyunu, ne bir kurmaca ne de heyecan verici bir TV programıdır.... Savaş gene Sontag’ın deyimiyle karın deşer, öldürür, mağdur eder... Ve savaş herkesin kapısını çalabilir!....

Ölüm o
Düşmanımız Ölüm
Mızrağını kaldırmış bir delikanlı gibi,
Hindistanda Percival gibi,
Saçlarım uçuşarak havada üzerine atımı sürdüğüm ölüm o
Mahmuzları batırıyorum atıma.
Üzerine süreceğim kendimi.
Ah ölüm.

Dalgalar Kıyıda Parçalandı.
(Virginia Woolf ,Dalgalar adlı kitabından)


Kaynaklar:
Sontag, Susan (2003) Başkalarının Acısına Bakmak, Çev:Agora Kitaplığı
Woolf, Virginia (1926) The Cinema Çev:Ulus Baker
Kılıç, Levend (1997) Video sanatı
Manovich, Lev (2002) Language and New Media

Utku ÖMEROĞLU
savaskarsitlari.org, 29-04-2004