Ev Yapımı Sinema: Ne Çekelim ya da Daha Doğrusu Ne Çekmeyelim?
Üç aydır bu köşede büyük oranda evde üretilebilecek bir sinemanın teknik
temellerine bir sinema dergisi sınırları içinde kalmaya çalışarak değindim. Bu
ay aslında çok daha zor bir soruyla karşı karşıyayız. Önümüzdeki ay da dergi
çıkmayacağına göre yaz tatiline biraz da eğlenceli bir yazıyla girelim: Diyelim
ki bir kamera bulduk, kurgu yapabileceğimiz bir bilgisayarı da sağladık. Işık ve
ne yazık ki en az üstünde durulan konu olan ses sorununu da bir şekilde çözdük.
Ama bunlar film çekmeye tabi ki yetmiyor. Nasıl bir film çekeceğimize karar
vermemiz gerek.
Bu köşenin yazarı olarak bu tür hassas “içerik” tartışmalarına girmeye korkarım.
Zaten ülkemizde hemen herkesin filmlerin nasıl olması gerektiği konusunda çok
keskin fikirleri vardır. Bir sinemadan çıkan insanların çoğu (hatta belki de
hepsi) o filmi kendilerinin çok daha iyi “çekebileceklerini” düşünürler. Tabi ne
yazık ki bunun gerçekle hiç bir ilgisi yok. Bir filmi yapmak sadece gözlerini
kapatıp hayaller görmek olsaydı herkes yönetmen olabilirdi. Evet bir anlamda
hepimiz kendi kafamızda her gün oynayan filmlerin yönetmenleri, kameramanlarıyız
ama “gerçek hayatta” bir film yapmak çok farklı bir deneyim.
Burada kimseye “ne çekmesi” gerektiğini söylemek bana düşmez ama bugüne kadar
onlarca öğrenci filminde çalışmış ve binlerce kısa film izlemiş biri olarak çok
genel bir takım sorunlardan söz edebilirim. Daima hatırlamamız gereken bir ilke
var: Bir film her şeyden önce görsel bir medyumdur. Dolayısıyla “çok sıkılan bir
adamın öyküsünü çekmek istiyorum” gibi sözlerle işe girişmemek gerek. “Sıkılan
bir adam”, “Kadın geçmişiyle hesaplaşır”, “Rüyalarımızda özgürüz…” gibi cümleler
bir filmci için neredeyse tamamen değersizdir. Bu konuları ele alan bir film
yapamazsınız demiyorum ama mutlaka bu tema ve konseptleri “görselleştirmeniz”
gerekir. Alfred Hitchcock’un bir zamanlar dediği gibi “Sinemadan eve
döndüğünüzde annenize anlatmayacağınız hiç bir şeyi senaryoya yazamazsınız” (François
Truffaut ile söyleşilerini içeren meşhur kitapta bu sözü söylüyor. Sinemayla
ilgili tek kitap okuma şansım olsaydı kesinlikle o kitabı okumayı isterdim.
Şiddetle tavsiye ederim).
Hemen şunu düşünelim: Eve dönüyorsunuz anneniz filmi anlatmanızı istiyor ve siz
“Film çok sıkılan bir adamın öyküsüydü” diyorsunuz. Bu durumda anneniz ya sizin
ifade yeteneğinizden şüphelenir ya da filmin bir felaket olduğuna emin olur.
Peki görselleştirmek ne demek? “Sıkılma” örneğinden gidersek “çok sıkılan adam”
fikrini görsel bir hale getirmemiz gerek. Bunun için biraz düşünmemiz
araştırmamız gerekli. Sıkılan bir adam ne yapar? Boş boş oturup duvara mı bakar?
Evet belki ama bu görsel açıdan güçlü bir çözüm değil. İskambil kağıtlarından
şato yapan bir adam düşünün. Adam büyük bit titizlikle uğraşır. Belki bir iki
defa şato yıkılma tehlikesi geçirir. Adam itinayla son kartı koyar. Sonra bir an
durur ve şatoyu yerle bir eder.
Fark ettiğiniz gibi çıkış cümlemizi görselleştirdik. Ortada yine sıkılan bir
adam var (iskambil kağıtlarından şato yapmak için gerçekten sıkılmış olmak
gerekir) ama burada sıkılma durumu bir eylemle anlatılıyor. Sinemanın en zayıf
ve tartışmalı tarafı bu ne yazık ki: Alternatif pek çok yaklaşım olsa da özünde
sinema bir eylem sanatıdır. Karakterlerin kendilerini ifade etmeleri hep eylemle
olur. Bir filmi annenize anlatırken hep şöyle söylersiniz: “Adam gizlice gitti.
Kızı buldu, kızla beraber kaçmaya başladılar. Sonra kız kendilerini
kovalayanlardan birinin babası olduğunu fark etti…” Ama şöyle söylemezsiniz:
“Kızla adam geçmişlerini sorguladılar. Adam mutsuzdu. Kız ise çok mutluydu. Adam
eylemci kişiliğini dışa vuramayan birisiydi…” Bunları söyleseniz bile asıl
konuyu anlattıktan sonra filmi yorumlarken bu tür cümleler kurarsınız.
Dolayısıyla filmin görünürdeki yapısında böyle cümlelere yer yoktur.
Tabi burada yazdıklarım dışında pek çok değişik film yapma yöntemi olabileceğini
hatırlatmak isterim. Örneğin Tarkovski’nin filmleri yukarda bahsettiğim
özellikleri tam olarak göstermezler. Eylemden çok bir şiirselliğin peşinde koşan
bir yönetmendir Tarkovski ve bu yüzden de çok ilginç (ve bence güzel) filmler
yapmıştır. Ama herkes Tarkovski olamaz ve zaten olmamalı da. Dolayısıyla burada
yazdıklarımın tamamen “tartışılabilir” olduğu açık.
Sonuç olarak ne çekmek gerektiğini söylemek hem zor hem de tuhaf. Oysa nelerin
yapılmamasının daha iyi olacağını kolaylıkla söyleyebiliriz. İlk kısa filmini
yapacak insanların çok sık düştüğü hatalardan bahsetmek yararlı olabilir. Bu
hataları kabaca maddelersek:
1 – Hiç bir somut olayın olmadığı filmler: (Bu satırların sahibi olarak ben de
ilk filmimde aynı hatayı yapmıştım.) Bu filmlerde dişe dokunur hiç bir olay
olmaz. Karakterler yürürler, bazen konuşurlar, içki sigara veya uyuşturucu
içerler (kaçınılması gereken iki durum) seyirci de bu durumu izlemek zorunda
kalır. Yönetmenin beklentisi bu “durumun” seyircide bir takım düşünceler
yaratmasıdır ama bu ancak çok çok usta bir yönetmenin, usta oyuncularla
becerebileceği bir iştir ve genelde başarısızlıkla sonuçlanır.
2 – Uzun film taklidi yapan kısa filmler: Bu filmler de uzun bir filmin bir
sahnesi ya da kısaltılmış halleri gibidir. Oysa hikaye nasıl romanın kısası
değilse kısa film de uzun filmin kısası değildir. Kısa film yapıyorsanız
öncelikle kısa filme has bir konu bulmayı denemenizde yarar var.
3 – Tek şakaya dayanan veya müziğe yüklenen filmler: Bu filmler de fıkra
gibidir. Bir tek şakanın üzerinde dururlar. Bu da her zaman yeterince doyurucu
olmayabilir. Benzer şekilde yönetmen çok sevdiği bir şarkıyı seyirciye zorla
dinletir ve üstede bir takım görüntüler koyar. BU da hem despotça hem de
iletişim açısından kapalı bir yapıdır.
4 – Olmayacak İşlere Kalkışan Filmler: Elinizdeki şartlar neyse ona göre bir
film çekmelisiniz. Uzayda geçen bir film yapmanız veya kostümlü bir film
yapmanız sizi her açıdan gereksiz yere zorlayacak sonuç da inandırıcı
olmayacaktır.
5 – Hedef Kitlesi Aşırı Daraltılmış Filmler: Arkadaş arasında çok gülünen çok
beğenilen ama aslında sizin dışınızda pek kimsenin gülmediği beğenmediği filmler
tehlikelidir. Bu tür filmlerde yönetmen seyircisini birebir tanır ve onun
üzerine oynar. Örnek olarak eski Türk filmleriyle dalga geçen bir film yapmak
veya üniversitedeki hocanızla alay eden bir film yapmak ilk bakışta iyi fikir
gibi görünebilir ama filminizi kimin seyredeceğini bildiğinizi düşünmeyin.
Filminiz dünyanın herhangi bir yerinde de oynatıldığında seyirciler için bir
şeyler ifade etmesi gerekir.
6 – Rüyalı filmler: Biri size bir önceki gece gördüğü rüyayı uzun uzun
anlattığında ne kadar sıkıldığınızı hatırlayın. Uzun rüyalardan oluşan filmler
yaptığınızda o sıkıcı kişi siz olabilirsiniz.
7 – Sabah uyanma sahnesiyle başlayan filmler: Bir filmi başlatmanın en iyi ve
özgün yolu bu olmasa gerek. Eğer filmin karakteri için daha belirleyici bir
başlangıç yapabilirseniz daha iyi olur. Çünkü herkes her sabah uyanır ve çok
ustaca anlatılmadıysa bunda herhangi bir ilginçlik yoktur.
8 – Kendini kanıtlamak isteyen yönetmenin filmi: Bu tür filmlerde yönetmen
yeteneğini kanıtlamak için alışılmadık açılar kullanır, kamera hareketlerini
abartır, devamlı ölçek değiştirir.
Bu noktada “neden film yapıyoruz?” sorusuna geliyoruz ki bu derginin sınırlarını
çok aşan bir konu. Yine de şunu hatırlamakta yarar var: Ne kadar zeki
olduğunuzu, ne kadar yetenekli olduğunuzu göstermek için film yapmamalısınız.
Yeni roman akımının ünlü ismi Fransız romancı Michel Butor “Ben hayatımdaki
bütünlüğü kurmak için roman yazıyorum” demişti. Film yapan insan için de aynı
şey geçerli: İçinizde bir dünya vardır ve bu dünya dış dünyayla (genellikle)
uyumsuzluk içindedir. Film yapmak işte bu durumu değiştirme yolunda bir çabadır.
Şunu unutmayın: Yapacağınız film bir dizi film değil, bir Hollywood yapımı, bir
video klip veya bir TV programı değil. Onları yapan zaten çok fazla insan var.
Siz ev sineması yapıyorsunuz. Kimseye bağımlı değilsiniz, ünlü oyuncu kaprisi
çekmek zorunda değilsiniz, rating kaygınız yok, bilet satmak zorunda değilsiniz,
dağıtımcı aramayacaksınız. Filminizi seyredenler öncelikle “sizi” görmeliler.
Dünyayı ve sizi o güne kadar görmedikleri şekilde görmeliler. Elimizdeki
özgürlük aslında o kadar büyük ki bugüne kadar “sinema” başlığı altında kimsenin
görmediği, duymadığı veya kabul etmediği bir şey yapmamız bile mümkün.
Peki ama ne çekelim? Şimdi iyice kafamız karıştı diyorsanız bence elinizde ne
varsa onu çekin. Robert Rodrigez in dediği gibi babanızın ahırı varsa ahırda
geçen bir film yapın. Filmlerinizin kötü, hatalı olmasından korkmayın. İlk
filmler kötü olur, ikinciler ve bazen üçüncüler de... ama sonra yavaş yavaş daha
iyi olmaya başlarsınız. Kameraya alışırsınız, kurguda daha ince düşünmeye
başlarsınız, oyuncuları nasıl idare edeceğinizi daha iyi bilirsiniz. Unutmayın
bugün herkesin “dahice” dediği şeylere bir zamanlar herkes “yanlış, hatalı”
diyordu. Hata yapmak için en iyi yer ev yapımı sinemadır ve kimbilir yapacağınız
hatalar belki de yarının doğrularıdır.