Ömer Faruk SORAK Röportajı

Bu yüksek teknoloji ürünü kamera ve ekipmanların kullanılmasının izleyici açısından ne tür etkileri olabilir?
İnsan gözü olayları bulunduğu noktadan ve onun göz perspektifi içinden izler. Ötesini hep merak eder ve ona ulaşmaya çalışır. Biz de insanı bir mekan içinde sabit bulunduğu yerde varsaydık. Bizim bu kameraları kullanışımız bir başkasının gözü gibi değerlendirilirse biz insanları biraz filmle birlikte uçan ve mekanlarda da sanki o mekanın içinde biriymiş gibi kullandık. Bizimle birlikte odadan odaya, mekandan mekana geçmesini istedik.Film sinema koltuğunda sabit bir şekilde izlenir ama hiç değilse seyrederken o teknolojiden yararlanarak biraz daha içinde olmasını sağlamaya çalıştık.İnsan kendisi yapmadığı şeylere o gözle ne kadar baka bilir bilmiyorum ama bir şeylerin altından ve üstünden uçarak geçen bir kamera seyircide bütün bunları sanki kendi yapıyormuş duygusunu verecek düşüncesindeyim.

Vizontele'yi bütün bu emek ve harcamaları hak edecek değerde bir film yapan nedir?
Böyle bir işi yapmaya karar veren yapımcı mantığının Türk sinemasına ancak 2000 yılında getiriliyor olması sebebiyle hak etti. Hikayesinin bütün uluslar ötesi yanı ve tadıyla hak etti. Bakış açısı bu olan insanların bir arada ürettiği bir film bence uluslararası pazarda da güzel şeyleri hak etmelidir. Filmin kendisi de çalışanları da bu sektöre yatırımcı anlamında da bir koyur yirmi almanın derdinde olmadan "önce bir şeyler koymak gerekiyor" mantığıyla yaklaştılar. Bu sebeplerden ötürü Vizontele bu alanda her şeyi hak etti.

Filmin kendine özgü doğası sizin yönetmenlik anlayışınız ve tarzınızla örtüşüyor mu?
Kesinlikle. Yılmaz Erdoğan senaryoyu ilk ortaya çıkarıp üzerinde düzeltmeler yapacağı sırada bunu ilk bizimle paylaştı.Oturup senaryo üzerinde ilk kez birlikte çalıştığımızda ben bizim dünyaya da aynı baktığı mızı hissettim.Senaryonun hikaye halinden çıkıp metni çekim senaryosu haline getirme aşamasıydı. O zaman baktık ki biz aynı şeyleri düşünerek işin içinde olsun istiyoruz. Senaryonun yazımı ya da bütün hikayenin tasarlanması anlamında benim;bir sahnenin planlara bölünmesinde hangi kamera hareketi ve hangi objektiflerle çalışacağı konusunda Yılmaz'ın birikimi azdı. Buna rağmen bir baktık ki ben senaryo anlamında hikayeye çok güzel artılar getirebiliyorum; öbür yandan o bir kamera hareketi ya da onun kullanımı şeklinde bir takım artılar getiriyor. Böylece artık biz birbirimizin eksiklerini bu yönüyle bu filmde tamamladık.Bir şekilde kendi başına uçabilecek işler yapabilme güvenini de kazandık. Şimdi biz ikimiz de ayrı ayrı bir araya gelmeden de bundan daha büyük çapta bir filmi çok daha rahatlıkla yapabiliriz duygusuna erdik.

Türk filmlerinde genel anlamda teknik ekipmanların kullanımında biraz eli sıkı davranılıyor. Bir yönetmen olarak bu bakış açısını değerlendirir misiniz?
Türkiye'de bir gün birisi yeni bir şey keşfedip uygularsa kısa zamanda aynı düzeyde üretimleri yapılıyor. Herkes aynı şeyleri yapmaya ve satmaya başladığında da üretimlerin değeri düşüyor.Daha sonra daha kaliteli şeyler yapmak zorunda kalınıyor. Ancak böylelikle tekrar tercih edilebilir ve satın alınabiler hale geliniyor.

Türk Sineması'nda bunu başaran ilkler vardır. Eşkiya, İstanbul Kanatlarımın Altında ve benzerleri gibi. Öyle bir dönem var ki o zamana kadar sıradan,tekdüze ve kalitesiz şeyler üretilen Türk Sineması'nda seyircinin talebi orananda bir ilgi doğdu. Sonra tekrar aynı türde filmler üretilmeye başlandı. Tekrar "sinemadan para kazanacağız galiba" mantığı doğdu. Mesele "sinemada kazanmak için önce para yatırmak gerekiyor" mantığından tekrar çıkıp "kısa sürede ve bütçeyle ne kadar çok film yaparsak o kadar çok kazanırız"a döndü. Türk Sineması'nın sözünü ettiğimiz bu teknolojiden yoksun olmasının sebebi "bir film ne kadar az maliyetle üretilirse o kadar çok seyirci getirir" mantığıdır. Nasılsa seyircisi varı gözeten yapımcı bir filme iki milyon dolar harcıyacaksam bu filme en az şu kadar kişi gelmelinin hesaplarını yapıyor. Eğer bu bir riskse maliyetler en az insan gelecekmiş gibi düşünülerek yapılıyor. Bu yapımcı mantığı Türkiye'nin gerçeği. Herkesin yapacak gücü olmayabilir ama sinema gücü olanların yapması gereken bir şey.Genç sinemacıları ve kısa film çekenleri bunun dışında tutuyorum ama sinema ya bilgi birikimiyle, ya maddi güçle ya da bunların bir araya gelmesiyle kotarılıyor. Bir insanın veya bir araya gelen insanların gücüne bağlı bir şey. Aynı zamanda güce olan güvene de bağlı bir şey. Çünkü bir şey için riske giriyorsanız kendinize güvenmeniz de gerekiyor.Bir takım riskleri ortadan kaldırmak için bir şeylerden yani genel anlamda malzemeden çalma yoluna giderseniz o zaman hepimiz altında kalırız. Türk Sineması bugün bu durumdaysa bence bu müteahhitlik yapmakla sinema yapımcılığı arasında bir fark olmadığını düşünen yapımcı zihniyeti yüzündendir. İnsana ya da makineye doğru yatırımlar doğru yerlere yapmış olsalardı bugün bunları konuşmuyor olurduk. Belki daha az sayıda film üretilirdi ama hepsi kaliteli olurdu. Yanı başımızda İran bu işi becermişken bizim hala bunu başaramamış olmamız bence bu mantığın ürünüdür.Lafa geldiğinde mangalda kül bırakmayan yapımcılar "biz Türk Sineması'na yıllarımızı verdik" edebiyatı altında hanları, hamamları eğer sinemaya yatırmış olsalardı bu gün bunları konuşmuyor olurduk.

Vizontele'nin yönetmen gözünün dışında size hissettirdikleri nelerdir?
Bazı filmler vardır bir komediyse, hele de söze dayalı bir komediyse ancak o ülke insanları onu doğru algılayabilir.Bizim filmimiz sesini kıstığınızda da her ülke insanının anlayacağıtatda esprileri,acıları kısaca insana dair her şeyi içinde taşıyan, çok insanı bir film.Aynı zamanda çok uluslararası nitelikleri olan bir film. Çünkü her ülke insanlarının şu ya da bu şekilde bir televizyon ilk geliş hikayeleri vardır. Bunu bizzat yaşayanların diğerlerine kimi zaman abartarak anlattıkları hikayeleri vardır. Bizim filmimizde gerçek bir hikayeden yola çıktık. zaman, mekan ve kişiler o isimlere sadık kalınmaya çalışarak yaratıldı. Ama sonuçta hepsi hayal ürünü. Ama her ülke insanının hayatında olabilecek gibi duran bu hikayeyi biz kendi penceremizden hem de Türkiye nin doğusundan anlattık.Evrensel bir açılımı var. Bu evrensel tatta bir şeyi hem ulusal hem uluslararası alanda algılanabilir ve herkes tarafından beğenilir bir şey yaptığımız kanısındayım.