Atatürk kendi görüntüsü yok diye Kurtuluş Savaşı filmini yetiştiremeyenlere
şöyle çıkışmıştı: “Film çektiniz de oynamadım mı?”
İstanbul’un kurtuluşu sıralarıydı. Kemal Film’in sahibi Şakir Bey, kameraman
Cezmi Ar’ın evine gitti: “Hemen hazırlan. Gazi İzmit’e gidiyormuş. Biz de
filmini çekeceğiz” dedi.
Heyecan içinde yola koyuldular.
Sabah Mustafa Kemal Paşa’nın izlediği askeri geçit törenini kayda aldılar.
Gazi’yi de çekmek istiyorlar ama söylemeye cesaret edemiyorlardı.
Cezmi Ar korkarak izin için haber yolladı.
Gazi az sonra kendisini yanına çağırdı:
“Çekinmeyin” dedi, “sinema sanatının icabatı ne ise söyleyin hemen tatbik
edelim.”
Bunun üzerine cesaretlenen Cezmi Ar, hemen kamerasını kurdu ve Gazi’nin yakın
plan filmini çekmeye başladı.
O anki duygularını sonradan şöyle anlatacaktı:
“Son derece fotojenikti. Kamera karşısında gayet rahat hareket ediyordu. Nihayet
‘Kafi mi’ diye sordu. ‘Kafi Paşam, sağ olun’ dedim. Etrafımızda toplananlara
hitaben,
‘-İlerde bugünleri göremeyenlere iyi bir ibret hatırası olur bu resmigeçit’
dedi.”
Öyle de oldu. Yıllar sonra bugün hâlâ her milli bayramda ekranlara yansıyan
İzmit gezisine dair görüntüler, Cezmi Ar’ın kamerasından çıkmadır.
Savaş ve Sinema
Savaş yeni bitmiş, şimdi kendini Türkiye’ye ve dünyaya anlatma savaşı
başlamıştı. Ve Gazi bu savaşta en güçlü silahın sinema olduğunu keşfetmişti.
Nitekim sonradan kurtuluş savaşında TBMM Ordu Film Çekme Merkezi’nin çektiği
filmleri bütün halkın izlemesini isteyecekti.
Erman Şener “Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız” kitabında (Dizi Y.,1970) Kurtuluş
Savaşı’yla ilgili ilk filmin yapımına 1922’de başlandığını yazar. Yani zafer
kazanıldığı anda, zaferin filmi için de çalışma başlamıştır.
“Zafer Yollarında” adlı bu yapım savaş sırasında çekilen belge filmlerden
kotarılmıştı. Bunlar yetmeyince Kurtuluş Savaşı’na dair kimi canlandırmalar
yapılıp filme eklendi.
Film ancak 1934’te bitebildi. Ama Atatürk memnun kalmadı. Filmin
genişletilmesini emretti.
Hemen bir komite kuruldu. Kemal Film’in savaş sırasında çektiği 47 haber
filminden de yararlanılarak 3 kısımlık film,
12 kısma çıkarıldı.
“Çağırdınız da oynamadık mı?”
Atatürk 1937’de Nurettin Baransel’e filmi sordu.
“Henüz tamamlanamadı” dedi Baransel:
“Çünkü size ait sahnelerin çoğu hareketsiz resimlerden ibaret…”
Gazi kaşlarını çattı ve şöyle dedi:
“Ben hayattayım. Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem halihazırda
mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazifeyi yapmadım mı? Böyle
bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol
alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine
bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak bu
filmle mümkün olacaktır.”
Ama olmadı.
Kendi filminde oynamaya ömrü vefa etmedi.
MÜNİR HAYRİ EGELİ ANLATIYOR:
“Film yapmak teyyare uçurmak gibi teknik iştir. Sanat ateşi lazımdır, ama
yetmez”
“Bir gün Atatürk beni Çankaya’ya çağırttı:
- Bir Amerikan film şirketinden mektup aldım. Bizim inkılabımıza dair bir film
yapmak istiyorlar. Çok güzel. Ama bu, bizim işimiz olmalıdır. Sen bir senaryo
düşün’ diye emir verdi.
‘-Bu senaryo benim hayatımla, mesela bir öğretmenin hayatını eşit olarak
yürütmelidir’ dedi.
Bana bir kart uzattı. Senaryoyu dikte etmeye başladı.
Senaryo bittiği zaman ellerim tutulmuştu.
‘-Bunu derle, toparla, yaz’ dedi.
Hemen gittim, yazdım.
İki gün sonra, emri veçhile yaverine verdim.
Bir gün sonra üzerinde Atatürk’ün el yazısıyla bir zarf geldi. Senaryoyu okuyan
Atatürk sayfa sayfa tashih etmiş, birçok yerlerini de uzun uzun ilave etmişti.
En sonunda ‘Tekrar göreceğim’ yazıyordu.
Senaryoyu yeniden işledim. Kendisine takdim ettim. Mareşal ve Afet
Hanımefendi’ye de okutmuş. Recep Peker’e vermiş. Recep Bey beni çağırttı:
‘-Bu senaryonun film olması için ne lazım’ diye sordu.
Bir bütçe yaptım, verdim.
2-3 gün sonra Necip Ali Bey beni çağırttı:
‘-Yahu senin istediklerin yüz bin lira tutar, sen deli mi oldun’ dedi.
Akşam Çankaya’da Atatürk benden film hakkında izahat istedi.
‘Bunları temin edersek bu filmi yapabilir misin’ diye sordu.
Tereddütsüz ‘Yaparım’ dedim.
Atatürk, ‘Ben bu çocuğun nefis itimadına (özgüvenine) bayılıyorum’ dedi.
Sonra bana döndü:
‘-Film yapmak tayyare uçurmak gibi teknik bir hadisedir. Sanat ateşi lazımdır
ama yetmez’ dedi.
Necip Ali’ye döndü:
‘-Münir Hayri’yi Almanya ve İtalya’ya göndereceğiz. Rejisörlük öğrenecek.
Paranız, tahsisatınız yoksa ben veririm’ dedi.
3 gün içinde ben Atatürk’ün şahsi mektupları ile bu memleketlere hareket ettim.
(..)
Almanya’dan, İtalya’dan, Rusya’dan ayrı ayrı ‘Rejisörlük edebilir’ belgeleriyle
döndüğüm zaman Atatürk,
‘-Şimdi senaryoyu bir daha gözden geçirelim’ demiş ve çalışmaların sonunda
düzeltilen senaryoya şu cümleyi koymuştu:
‘-Düzeltmelerden sonra iyi bir film olur.’
Ancak biz kendisinden bazı parçaları filme almakta iken Atatürk
rahatsızlanmıştı.”
(Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk, Berikan, 2001)
NİZAMETTİN NAZİF ANLATIYOR
“Susunuz! Film çeviriyoruz!”
Atatürk’le sinema serüvenine girişenlerden biri de Nizamettin Nazif’ti. “Bir
Millet Uyanıyor”u yazdıktan sonra Atatürk’e ulaştırmıştı. Senaryonun
onaylanmasını istemiş, sonra bir cesaret Atatürk’e de rol teklif etmişti.
Tedirginlik içinde bekliyordu.
Bir süre sonra Atatürk’ün senaryoyu beğendiği müjdesini alınca göklere uçtu. Ama
dahası vardı:
Atatürk filmde şahsen rol almayı da kabul etmişti. Meclis’te okuyacağı nutku,
Köşk’te film için tekrarlayacaktı.
Sonrasını Nizamettin Nazif’ten okuyalım:
“Atatürk Çankaya’da bizi kabul etti. Biraz izahat istedikten sonra fon olarak
getirdiğimiz kara örtünün önüne geçti ve nutkunu irada başladı. Makine rahat
rahat işliyor, şefin sesi çok rahat endegistre ediliyordu. Bu arada sol
taraftaki bir kapının önünde bayan Afet, bir milletvekili ve General Kazım
beliriverdi. Üçü de yüksek sesle konuşuyorlardı. Atatürk’ün yüzünde ani bir
değişiklik oldu, onlara dönüp seslendi:
‘-Susunuz! Film çeviriyoruz. Salona gidiniz.’”
“Komedya mı oynuyoruz?”
Atatürk’ün siniri bozulmuştu bir kere… “Bırakalım” dedi. Filmcilerin ısrarıyla
devam etti.
O sırada bahçıvanla birkaç kişi kapının yanında gülüşmeye başlamasın mı?
Atatürk bu kez gürledi:
“Ne o? Biz burada komedya mı oynuyoruz, yoksa bir devlet şefi gibi halka
mütelaamızı mı bildiriyoruz. Bu ne terbiyesizliktir? Gülmeyiniz? Çekiliniz?
Yıkılınız? Gidiniz?”
Sonra nutkunu tamamladı. Filmcileri uğurladı.
Nazım’ın korktuğu an
Öykünün devamı daha da ilginçtir:
Tepedelenlioğlu’nun aktardığına göre Cezmi Ar filmleri alıp hemen İstanbul’a
döner. Film yıkanır. İpek Film stüdyosunda ilk kopyayı izleyenler arasında
Ertuğrul Muhsin ve Nazım Hikmet de vardır.
Filmi izlerken eleştirmeye başlarlar:
“-Keşke başka açılardan da çekselerdi.”
”-Ses daha iyi olabilirdi” vs…
Tam onlar bu eleştirileri yaparken, izledikleri filmdeki Gazi gürlemeye başlar:
“Burada komedya mı oynuyoruz? Çekiliniz! Yıkılınız!”
Muhsin Ertuğrul’la Nazım donakalırlar.
“Eyvah canlandı, bize bağırıyor” diyerek salondan dışarı fırlarlar.
(Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, “Atatürk Film Çeviriyor”, Yeni Gün Dergisi, 6
Mayıs 1939)