Siegfried KRACAUER, 1960’larda ortaya koyduğu Film Kuramı adlı kitabıyla gerçekçi
kuramcılar arasında önemli bir yer edinir.
Kracauer’in sinemaya bakışı fotoğraf temellidir demek çok yanlış olmaz. Çünkü
Kracauer’e göre;
1. Sinema bir kurgu veya diğer biçimsel oluşumların ürünü olmaktan daha çok, bir
fotoğraf ürünüdür.
2. Fotoğraf nesnesini dönüştüren bir oluşum olmaktan daha çok, nesnesine bağlı
olan bir oluşumdur
3. Sinema nesnesine ve olaylara hizmet etmek zorundadır.
Filmin temel özellikleri tamamen fotoğrafiktir O’na göre. Sinemanın görülen
dünyayı ve eylemleri kaydetme yeteneği vardır. Dünya fotoğraflanabildiği şekilde
fotoğraflanmış olarak vardır ve bu dünya film yapımcısı için uygun hammadedir.
Kurgulama, yakın çekim, optik efektler, aracın sahip olduğu özelliklerdir.
Kracauer teknik özelliklerin kapsam ile yalnızca dolaylı olarak ilgili
olduklarını söylemektedir.
Yani sinemanın konu maddesi fotoğraflanabilir dünyadır.
Kracauer kendi fotoğraf görüşlerini gerçekçi görüş ile birleştirir. O’na göre,
sinema fotoğrafçının çocuğu ve mirasçısıdır. Buradan hareketle de doğayı
fotoğrafik bir oluşum olarak görür.
Sinemasal yaklaşım dediği şey de gerçekçi yaklaşımı içinde barındıran bir öğe
olarak çıkar karşımıza. Sinemanın öncelikle konu maddesinin doğanın kendisi
olduğunu ve ikinci olarak da eğilimler ile planlanması olduğunu söyler.
Yani film yapımcısı iki şeye dikkat etmelidir.
1. Gerçeklik
2. Gerçekliğin sinemasal kaydı
Bunun da iki amacı vardır:
1. Aletin özellikleri doğrultusunda gerçekliğin kaydı.
2. Araca uygun olan özelliklerin mantıklı kullanımı ile bu gerçekliğin
açıklanması.
Kracauer bunların gerçekleştirilmesi için de iki görevden bahseder: Gerçekliğin
alınması ve belirlenmesi.
O’na göre film yapımcısı gerçekliği kendi görüşleri doğrultusunda saptamalıdır.
Kracauer’in istediği insan gerçekçiliğidir. Doğrunun değil, niyetin
gerçekçiliği.
Kracauer, sinemayı gerçekliğin belirli tür ve düzeylerini keşfetmeye yarayan
bilimsel bir araç olarak görür.
Ayrıca tüm sanatların biçim ile kapsam arasında bir savaşım içinde olduklarını
savunmaktadır. Eğer sinema içeriği seçkin bir yapıda olursa aracın özü
gelişeceketir. İzleyiciye hangi sinema biçiminin önemli olduğunun hangisinin
olmadığının söylenmesi gerekir.
Geleneksel sanat yapısının sinemanın kendine özgü karakteristiğini
kaybettireceğine inanır. Sinema, insanoğlunun değil, dünyanın anlamının bir
ifadesi olmalıdır. Yapısı açık, materyale hizmet etmek için varolan, belirsiz
olmalıdır.
Deneysel film hakkında Kracauer şunları söyler;
1. Deneysel film yapımcısı seçtiği maddeyi ritimlerine göre düzenler. Böylece
içsel itme gücünün bir ürünü ortaya çıkacaktır. Bu, doğada bulunan örneklerin
taklidinden farklı birşeydir.
2. Şekilleri kaydetmek veya keşfetmek yerine onları oluşturmak isteğindedir.
3. Görüntüler aracığlı ile onları kapsama taşımak ister.
‘Deneysel film yapımcısı, içsel gerçekliğin sürrealist projeksiyonlarını veya
ritmik soyutlamasını ele alacaktır’ der Film Kuramı kitabında.
Deneysel film çalışmalarını yeni bir yaratım içinde olan sanat nesneleri olarak
öven Kracauer, bu filmlerin seyircide bir sanat çalışması izliyorumş duygusu
yaratmadığından şikayetçidir.
Öykülü film konusunda üç alt sınıflama yapar.
1. Tiyatral
2. Uyarlama
3. Öykü
Tiyatral film hiçbir şey keşfetmeyendir. Yanlızca oyunu kaydeder. Buradaki
öyküler gerçekliğin keşfine yardım etmek yerine, yedek bir gerçeklik
oluverirler.
Uyarlamalarda ise, romanın kapsamına bağlı olarak yapılan uyarlamalar nesnel
gerçeklik ile sıkı sıkıya bağlı olmalıdır, mesela Gazap Üzümleri, L’Assomoir
gibi romanlar o kadar gerçekçidir ki sinamaya uyarlanmaları uygundur O’na göre.
İdeal sinemasal tür ise Kracauer’e göre ‘Bulunmuş olan Öykü’ dür. Açık uçlu ve
sınırsızdır. Flaherty’nin çalışmaları bu türün en iyi örneklerindendir.
Kracauer, filmin uygun şekilde kullanıldığı takdirde bir rüyanın gerçekleşmesine
yardım edeceğini söyler.
Kracauer, geleneksel, demokratik ve liberal bir kuramcı olarak ideolojilere
güvenmez. İnsanoğlunun kendi hayat deneyimlerini hayatın içinde edinmesinin
doğruluğuna inanır. Geçmişte yaşanan savaşaların sonunda ideolojilerin de
yıkıldığını iddia eder. Öte yandan da dünya deneyiminin doğrularına dayanan
belirsiz bir ortak ideolojiden bahseder. Barış ve uyum böyle sağlanacaktır O’na
göre.
Talin SUCİYAN
İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi
Radyo-TV Bölümü