Özellikle son sekiz yıldır sinema salonlarında iki boyutlu film izlemeye hasret kaldık. Bunun sebebi ise sinema
sektörünün en gereksiz icadı: 3D Sinema.
Aslında temel olarak çok uzun yıllardır var olan bir teknoloji, Avatar filminin gösterime girdiği yıldan itibaren
sinemaya dadanmış durumda. 2009’da James Cameron’ın çektiği Avatar’la birlikte 3D Sinema kültürü (Nasıl bir kültürse
artık?) hayatımıza girmiş durumda. Avatar’ın ilk çıktığı dönemi çok iyi hatırlıyorum. Avatar inanılmaz bir pazarlama ve
reklamla ortaya çıkmıştı. James Cameron’ın Avatar’ı için “sinemanın yeni ve son dönüm noktası”, “sinemanın geleceği”,
“parlak bir görsel şölen” gibi tumturaklı birçok şey yazıldı, çizildi. Amerika Birleşik Devletleri’nin özelinde daha
şiddetli olmakla birlikte tüm dünyada inanılmaz bir beklenti oluştu. Aslında pazarlama uzmanları çok basit bir taktiği
uyguluyorlardı. Paul Rotha’nın Sinemanın Öyküsü kitabında söylediği gibi: “Amerika’da bir filme ne kadar çok para
yatırılmışsa, yapımcıların ve ayrıca halkın gözünde o film o denli büyüktür.”
İşte bu ırkçı bir alt metin üzerine oturtulan, hikayesi duygusal açıdan zayıf, senaryosu alabildiğine basit ve
motivasyonu klişelerle dolu olan Avatar bu kendisi için yaratılan büyük beklentiyle inanılmaz bir gişe başarısı elde
etti. O dönemde birçok kişi Avatar’ın, 3D filmlerin artmasıyla sıradanlaşmaya başladığı an, yeniden izlenebilirliğinin
kalmayacağını, hatta kısa bir süre geçtikten sonra çoğu insanın tekrar açıp izlemeyeceği bir film olacağını söylemişti.
Bugün geldiğimiz noktada bu tespiti yapanların ne kadar doğru bir tespit yaptığı ortada bir gerçek. Fakat o dönem filmin
on beş yıllık bir emeğin ürünü olduğu, gelmiş geçmiş en pahalı film olduğu realitesi filmin derinliğinin önüne geçti. 3D
ile filme derinlik katmak isteyen James Cameron, filmin sinematik derinliğini ise hiç umursamamıştı. Avatar filmine
değinmeliydik, zira Avatar filmi bu gereksiz icadın hayatımıza girmesindeki dönüm noktası. Belki de 2009 yılında Avatar
filmi ile James Cameron, 3 boyutu sömürmekten ziyade hikayesini görsel olarak daha yetkin bir şekilde anlatabileceği
için bu sistemi uyguladı fakat Hollywood, içi boş aksiyon, animasyon, bilim-kurgu ve fantastik filmlerle bunun suyunu o
kadar çıkardı ki artık bir filmin 3 boyutlu olması ona ön yargılı bir şekilde bakmamıza sebep oluyor ve o yıldan beri
sinema sektörü ısrarla 3D film çıkarıyor.
Sinema Sektörünün En Gereksiz İcadı: 3D Sinema Artık Azalarak Bitmeli
Avatar’dan elde edilen gelirden sonra yapımcılar yeni gelir kaynaklarını bulmuşlardı. Üst üste 3D filmler vizyona
girmeye başladı, fakat 3D diye vizyona giren filmler asla bu hissiyatı tam olarak yakalayamadı. ”Offf üstüme ne biçim ok
geldi ha! Gerçek gibiydi” minvalinde filmler izlemeye başladık. Aslında 2011 yılında James Cameron, Steven Spielberg,
Peter Jackson, gibi yönetmenler yeni film standartlarının daha yüksek kare sayısında olması gerekliliğini açıklamıştı.
Onların sayesinde mevcutta 24 fps ile film oynatan projektörler sadece software upgradeler ile 48 fps ye çevrilmişti. 3D
filmlerdeki bu karesayısı/saniye oranındaki yükseliş görüntüyü izlerken meydana gelen sıkıntıları da yüksek oranda
azaltabildiği belirtilmiş ve netlik artışının daha kaliteli 3D etkisine, daha gerçekçi görüntüye ve gözleri daha az
yoran bir film deneyimi yaşatacağı açıklanmıştı. Hatta 48 fps olarak ilk olarak Peter Jackson’ın Hobbit serisi çıkmıştı
fakat sonuç ne yazık ki hüsrandı. Hobbit’in sinematik olarak rezilliğini ve ne kadar kötü bir seri olduğunu başka bir
yazıda konuşuruz fakat bu kadar kötü olma sebeplerinden biri de filmin 3D olmasıydı. Çünkü filmleri 3D çekebilmek için
senaryoda ve çekilen sahnelerde de ne yazık ki oynamaya gidilmek zorunda kalınıyor. Film ister istemez daha karanlık
olmak zorunda kalıyor. Film boyunca pis ve tam netlikte göstermeyen bir gözlüğü gözümüze takmak zorundayız. Sorun
aslında buradan başlıyor. O gözlükler yüzünden filmi izleyemiyoruz. Çok basit bir gerçek bu ama ne yazık ki öyle. Hele
lens kullanan insanlar ve gözlük kullanan insanlar için 3D sinema daha fazla yorgunluk, daha fazla rezillik. Gözlük
gözlük üstüne. Gözlükception. İzleyicilerin büyük bir kısmı bu konudan oldukça rahatsız olmasına rağmen yapımcıların
keyfi gayet yerinde. Son zamanlarda filmlerin hepsinin birbirine benzemesinde bu 3D kurnazlığı da oldukça etkili oldu.
Kendini uyanık zanneden kurnaz yapımcılar, özellikle fantastik ögeleri kullandıkları filmler de ve süper kahraman
filmlerinde hepimizi 3D’ye mahkum bıraktılar. Çünkü basmakalıp iş yapmak her zaman daha kolaydır. Filmlerin
sinematografik derinliklerini ne yazık ki bir kenara bıraktılar. Neymiş sinemada devrimmiş? Devrim dedikleri perdeden
üzerinize uçan kuş ve sizin de kafanızı eğmeniz.
O kadar güzel renkleri, güzel insanları, inanılmaz sekansları, muazzam mimikleri gözümüzün üstündeki anlamsız, pis bir
gözlükle izlemeye gerçekten gerek yok. Çünkü 3D dediğimiz; oturmamış ve perde sistemi kullanıldığı müddetçe tam olarak
oturmayacak bir teknoloji. Bunu zorla insanlara dayatmanın bir anlamı yok. Gerçekten günümüzde bize sunulan 3D, sinema
zevkini öldüren bir saçmalık ve yapımcıların “film sinemada izlenir” kurnazlığının sonucu olarak doğan bir para tuzağı.
Umarım bu sinema tarihinin gelmiş geçmiş en gereksiz ”devrim”i kısa sürede azalarak biter.