Sinemada Takma İsimler

Oyuncu isimleri de racona uygun olmalı, bir güzellik, bir "artiz"lik taşımalı... İşte bu nedenle Bumin Gaffar Çıtanak, Suat Ebrem, Fahrettin Cüreklibatur ve Hatice Kökçü gibi birçok kişi ismini değiştirdi. Ayrıca, senaryo yazıp da tanınmak istemeyen ünlü yazarlar da takma isimler kullandılar.

Eskilerin deyimiyle "nam-ı müstear", yani "takma isim" kullanma olgusu edebiyat dünyasında olduğu gibi, özellikle de sinema sanatçıları arasında geçerlidir. Takma isim kullanımı ilk bakışta "moda"ya dayalı bir olgu gibi görünse de aslında bu tavrın çeşitli gerekçeleri vardır. Örneğin edebiyat dünyasında ünlü ve saygın bir kalem, yalnızca para gereksinimi uğruna yazmak zorunda kaldığı bir romana ya da popülist ağırlıklı bir araştırmaya gerçek imzasını atmayabilir. Çalakalem yazılmış edebiyat ürünlerinde olduğu gibi bazı eleştirilerde de takma isimlerin kullanıldığı görülür. Magazin ağırlıklı yazılarda veya dozu kaçırılmış sert eleştirilerde yazarın takma isimlerin arkasına gizlenmesi, dostları kırmama adına ne ölçüde ahlakçı bir tutumdur? Bu "kaçak güreşmeler" etik açıdan elbette ki tartışmaya açıktır.

NAZIM HİKMET'TEN ATİLLA İLHAN'A... 
Şimdi gelelim sinema dünyamızdaki takma isimlere. Ve ne ilginçtir ki bu sürecin başlangıcı Türk sinemasında edebiyat ilişkileriyle açılır. Yanılmıyorsak yerli sinemada takma isim kullanan ilk kişi Nazım Hikmet'tir. Hemen şimdi, "Bu ünlü şairimizin sinemayla ne ilgisi var?" demeyin.

Nazım Hikmet de 1930'lu ve 40'lı yıllarda sinemayla içiçe bir yaşam sürmüştür. Örneğin dönemin ünlü yönetmeni Muhsin Ertuğrul'a asistanlık yapmış, hemen hemen onun tüm senaryolarını yazmış, bu arada kısa metraj denemelerin yanısıra "Güneşe Doğru" adını taşıyan uzun metrajlı bir sinema filmi de çekmiştir. Nazım Hikmet'in Muhsin Ertuğrul adına yazdığı senaryolarda kullandığı takma isimlerden ikisi Mümtaz Osman'la Ercüment Er'dir. Nazım Hikmet gibi değerli ve saygın bir kalem, bu takma isimleri neden kullanım ihtiyacı duymuştur? Yapımcıların istekleri doğrultusunda yazmak zorunda kaldığından, gönlünce ve de gerçek imzasını atabileceği bir senaryo üretememiştir. Bu tür ilişkilere ısınamamıştır. Bir sinemacı olarak yaptığı işlerde başarı ve başarısızlığı bir yana, senaryo yazarlığından hoşnut olmadığı bir gerçektir.

Ve bu konudaki kırgınlığını dostları Vâ-Nû'lara (Müzehher-Vala Nurettin) hapishaneden yazdığı bir mektubunda şöyle belirtir: "... bana senaryo yazdırırlarken benden ne operet, ne melodram, ne kepaze sergüzeşt mevzuu değil, benden ciddi, realist, ağırbaşlı ve tek kelimeyle gerekirse altına imzamı koyabileceğim senaryo istemeleridir. Halbuki şimdiye kadar bana yazdırdıkları senaryoların hiçbirinin altına bir milyon verseler imzamı koymam ve hatta bunları yazdığımı bile inkara hazırım." Türk sinemasında senaryo yazarı olarak takma isim kullanan ünlü edebiyatçılarımız yalnızca Nazım Hikmet'le sınırlı değildir. Attila İlhan'la Kemal Tahir de takma isim kullananlar arasındadır. İlhan, Ali Kaptanoğlu adıyla senaryo yazarken, Kemal Tahir de Murat Aşkın adını kullanmıştır.

NEDEN İSİM DEĞİŞTİRİRLER? 
Ünlü veya kıyıda köşede kalıp şöhreti yakalayamayan oyuncuların toplamına baktığımızda, büyük bir çoğunluğun sinemaya adımlarını attıklarında ilk işleri isimlerini değiştirmek olur. Neden değiştirirler? Çiçeği burnundan "çaylak oyuncu" adaylarının bu tavırları, takma isimlerle senaryo yazan ünlü edebiyatçılardan farklıdır. Edebiyatçıların kimlik gizleme nedenleri, daha çok Türk sinemasına, özellikle de 1960'lı yıllarda küçümseyici bir tavırla bakmalarından kaynaklanır. Yani, hor gördükleri bu ortamda afişe olmak istemezler. Oyuncu adaylarının bu konudaki tek nedenleri ise beyaz perdede ve afişlerde uyum sağlayacak ve halk arasında kulağa daha hoş gelebilecek takma isimlerle şöhret olma özlemlerinden gelmektedir. Ama şu bir gerçek ki, yalnızca kulağa hoş gelen isimler, bir oyuncuyu "yıldızlaştırma"ya yetmez. Sinemada "şöhret yolu"nu açan takma isimlerin kulağa hoş gelmesi değil, bu konuda başlıca ve asıl etken kişisel yeteneklerdir. Bu bağlamda yıllar öncesinden bir örnek verelim yeri gelmişken. Bir dönemin ünlü oyuncularnıdan Atıf Kaptan, gerçek aile soyadı Terzioğlu'nu beğenmediği için değiştirmemiştir ki... 1932'de çevrilen "Bir Millet Uyanıyor" adlı filmde İstiklal Savaşı kahramanlarından Yahya Kaptan rolünü büyük bir başarıyla canlandırması halkı öylesine etkilemiş ki... Seyirci ünlü aktörü, yarattığı kahramanla özdeşleştirip onu bir Yahya Kaptan gibi gördüklerinden Atıf Terzioğlu da Kaptan soyadını almak zorunda kalmıştır. Ve bir "halk ödüllendirmesi" sonucu ortaya çıkan ilginç bir isim değiştirme olayıdır bu. Demek ki kişisel yetenek takma isimlerden önce gelmektedir.

TAKMA İSİMLİ OYUNCULAR TOPLAMI 
Takma isimli o kadar çok oyuncu var ki Türk sinemasında. Hangi ünlüden söze başlayacağımızı düşünürken, hemen akla bir dönemde "Kral" yakıştırmasıyla anılan bir aktörümüz geliyor.

Yani Ayhan Işık. 1950'li yıllardan önce dergi ressamlığı yapıyordu. Adı Ayhan Işıyan'dı. Bir dergi yarışması sonucu sinemaya geçtikten sonra soyadını Işık olarak değiştirmişti. Işıyan soyadı, Ermeni kökenli bir vatandaşı anımsattığı için miydi acaba? Oysa olaya ırkçı bir gözlükle bakmamak gerekirdi. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce, Türk tiyatrosuna ve Türk sinemasına destek verenler ülkemizdeki azınlıklar değil miydi? Atatürk devrimlerinden önceki azınlıklar dönemini anımsayınca 1960'lı yılların Ermeni kökenli saygın bir şöhreti gözlerimizin önüne geliyor.

Belgin Doruk ve Muhterem Nur gibi yıldızlarla karşılıklı oynayan kır saçlı, olgun erkek tiplerinin Yeşilçam'daki temsilcisi Kenan Pars. Onun da gerçek adı Kirkor Cezveciyan'dı. Aysel Kısa'yı tanır mısınız? Muhterem Nur takma adıyla ün yapmadan önce nereden tanıyacaksınız ki?

Türk sinemasının en güzel burunlu kadını olan Muhterem Nur'a gerçekte Kısa soyadı nasıl da uyuyordu. Çünkü boyu kısaydı. Ve yakışıklı jönlerle karşılıklı oynarken film karelerinde boyunun biraz daha yüksek görünmesi için ayaklarının altına takoz koyarlardı. Bu, basit ve ilkel bir sinema hilesiydi.

Edebiyat dergilerinde öyküler yazarken adı Yılmaz Pütün'dü. Sinemaya geçince bir soyadı değişikliğiyle Yılmaz Güney oldu. Sinema ansiklopedilerinden Paris'teki (Pere Lachaise Mezarlığı) mezartaşına dek, doğum tarihi yanlış yazılan Yılmaz Güney'i nasıl gönlümüzden silebiliriz ki? Hele onu alkışlayarak büyüyen kırsal kökenli Anadolu seyircileri?...

Gerçek adıyla Bumin Gaffar Çıtanak kimdir? En düzeyli ve iddialı filmlerde izlediğimiz Fikret Hakan'dan başkası kim olabilir ki? Bu ünlü aktör, elbette ismini değiştirmekte haklıydı. Bu kadar uzun bir isim afişlere nasıl sığabilirdi ki?

Ya, sinema oyuncusu olduktan sonra bir türlü kabına sığamayan bir Fahrettin Cüreklibatur? Bu da kim demeyin. Yeşilçam'ın "olay adam"ı Cüneyt Arkın.

Hatice Kökçü nerede, Neriman Köksal nerede? Oysa ikisi de aynı kimliğin sahibi. Hatice Kökçü'yü kimse tanımaz ama Neriman Köksal denince herkes tanır.

Sinemadaki ünlü arabeskçilerden Ferdi Tayfur'u, sakın 1930'lu yılların Ferdi Tayfur'u ile karıştırmayın. Şarkıcı oyuncumuz, acaba neden tarih olmuş bir dublaj sanatçısı aktörün ismini ödünç almış ki? Daha çabuk şöhret olmak için mi? Yoksa onun da ismini birlikte yaşatmak için mi, kimbilir? Oysa gerçek adı Turan Bayburt, arabeskçi Ferdi Tayfur'un...
Bu liste elbette burada bitmez. Uzadıkça uzar. Fikriye Dumrul'un takması, Sevda Ferdağ'la, Nusret Ersöz'ün Serdar Gökhan'ıyla, Tarık Üreğil'in Tarık Akan'ıyla, Suat Ebrem'in Müjde Ar'ıyla, Uğur Fidan'ın Bulut Aras'ıyla, Çağlan Övet'in Engin Çağlar'ıyla, Rujdan Tezcan'ın Murat Soydan'ıyla ve Veysel İnce'nin Aytaç Arman'ıyla...




Kaynak
Agah Özgüç
Sinema Dergisi, Mart 99