Türk Sinemasında Bir Düşünür

Metin Erksanı yurtdışındaki film gösterimleri sebebiyle bir Türk yönetmeni olarak ele alırken, geniş kitlelerce yeterince bilinmeyen ve kendi ülkesinde de üzerinde fazla durulmayan düşünür yanıyla da anmak isterim

Metin Erksan önce bir düşünürdür, sonra da bir sinemacı-yönetmendir. (filmmaker) Yönetmenler vardır stilleriyle ve özgünlükleriyle varolurlar sinemada, yönetmenler vardır anlattıkları konulara göre -sosyal, siyasal vb etiketlerle yaftalanırlar.

Bir de Metin Erksan gibi yönetmenler vardır ki ,öncelikle onları düşünür saymak gerekir.

Hayatın her alanında kafa yorarken , o alana ait akademisyenlerle tartışacak kadar o konuya hakim insan ve sanatçı bulmak da pek nasip olmaz her ülkeye, üstelik bu düşünür sinema alanında faaliyet gösteriyorsa.Türkiye insanı ve Türk sineması bu yönden şanslıdır ve her ülkeye nasip olmayacak Metin Erksan gibi bir büyük dehaya sahiptir.

Metin Erksanı Türk sinemasının ilk auteur –yaratıcı yönetmeni saymak gerekir öncelikle , Daha ilk filmlerinden itibaren hem kurulu düzeni ve hem de kurulu düzenden beslenen sinema tacirlerini rahatsız etmiştir yaptığı her iş, inatla algı alışkanlıklarını zorlayan,- ki sanatın en önemli işlevlerinden biridir bence- sıradan tüketici izleme alışkanlığını zedeleyen, bir tarzla filmler üreten Erksanın, neredeyse her filmi çok değişik tepkilerle karşılaşmıştır.

“Sosyal konuların filmi olmaz” derken, sosyal konular içinde insanı merkeze alarak anlatır derdini Erksan, derdi insandır aslında, Anadolu insanının değerlerini hiç yadsımadan temel meselelere insan merkezli yaklaşarak bakar,
“Yılanların öcü” filminde toprak mülkiyetini ele alırken kadın erkek ve sosyal sınıf çelişkisinin de inceden inceye altını çizer.

“Susuz yaz” da ,elle tutulamayan suyun mülkiyetidir konu ve yine su çevresinde Anadolu'nun bin yıllık ezen ezilen draması vardır..

Sadece anlatım konuları değil anlatım biçimi ve ustalığı da çok önemlidir Metin erksan eserlerinde.. her şeyden önce o bir mizansen ustasıdır. Zaman zaman yaptığı ticari filmlerde bile mizansen ustalığı hemen göze çarpar.Bir resim izleme zevkiyle bile izlenebilir bu ticari filmler…

Susuz yaz filminin özgünlüğü ve güçlü etkisi uluslararası sinema dünyasının da gözünden kaçmaz ve onu Berlinde altın ayı ile ödüllendirirler. Ödül önemli değildir Erksan için, çoğu ödülleri reddettiği de bilinir, başı dik alnı açık, onurlu ve biraz da kibirli bir sanatçıdır, anlaşılması zor, geçinmesi zor ama ,bir o kadar da yanında bulunan herkesin engin bilgi deryasından nasiplendiği bir ustadır. Gerçek bir usta.

Tutku temel takıntısı gibi gözükür, kara sevda bir Anadolu masalıdır aslında, Metin Erksanı ülkesine ve dünyaya tanıtan, yerelliğinden, kendi kültüründen aldığı güçtür.

“Kuyu” filminde sıra: bir kadının bir erkek tarafından “mal” edilişidir ve aynı zamanda kadının kendi özgürlüğü için varoluş savaşının da çok trajik öyküsüdür. Kuranı kerimden kadınlarla ilgili yazılmış bir ayetle başlar filme…

Metin Erksan kendi coğrafyasının tüm girinti ve çıkıntılarını sosyal, siyasal, kültürel anlamda ve tarihsel olarak içselleştirmiştir tüm eserlerinde. “Sevmek zamanı” bir dönemeç sayılmasa da gerek plastik ve gerekse dramatik üstün vasıflarının yanında bir erkeğin bir kadının resmine aşık olması bağlamından hareketle, mutlak güzellik-tanrısal teklik diyebileceğimiz tasavvufi bir gerçeklik kavramına el atar. Gerçek bir ustalık eseridir, uzun diyaloglar beylik laflar ardında çok özel şifrelemeler gizlidir, bir aşkı anlatırken altan alta, bir eseri klasik yapan unsurları da hatırlarız sanki.

Gününün sosyal gerçekliğini de tam damardan ortaya koyar filmlerinde… “acı hayat”da kira sorunundan, “gecelerin ötesi” nde yoksul insanların çaresizliğinden dem vurur.. bu nedenle “sevmek zamanı” gibi kült olmuş, bu kadar estetik ve biçimiyle öne çıkmış bir film için Fransız sinema tarihçisi - eleştirmen Sadoul yazılarında, sevmek zamanı filminden ; “sinemada sınıf çatışmasının en net göründüğü bir film” olarak bahseder.

Metin Erksan klasik deyimle hem biçim ve hem de bir öz ustasıdır…. Kaynak aldığı tüm kavramlar önce tarihsel anlamda insandan başlar, insanın hikayesinden insanlık hikayesine dönüşür ve kendi toprağında Anadolu'da filiz verip şekillenir ve yeniden bir üst kavram olarak dünyaya sunulur…

Bizi hep düşünmeye ve tavır almaya çağırır Erksan filmleriyle, hep çok okumalı, çok katmanlı anlam yapılarıyla filmlerinin anlaşılmadığından kendi kendine yakınması her büyük sanatçının kaderi sayılır, yalnız ve gezgin ozan kimliğinde yaşar… konuşur- yazar-kızar öfkelenir ama sevgisi hep derinlerde içindedir…

Preveze deniz savaşını kaptan köşkündeki sahnelerle anlatır ve hiç savaş sahnesi görmedik-diyenlere- ki çok rastlarız maalesef sokaktaki sıradan bilinçlere, gavurlar düzenin öznesi derler bu türe“the man in street” - cevabı hazırdır. Onun için savaşlar masada kazanılır, sahada değil. Sanat üretimi de yeteneğin yanında önce düşünceyle üretilir onun için ,ben yaptım oldu benzeri hazır tembel kaçak sanat teorilerine pas vermez, çektiği her karesinin hesabı kitabı vardır, vardır ama, o hesap kitap ,kutsal bir kitabın indirilişindeki hesap kitap kadar ince ve her okuyanın ancak bulunduğu tekamül ve algı seviyesinden anlayabileceği kadar da geniş bir kesime hitap eder. Kalibre edilmiş bir estetiği sunar sanki filmlerinde… içine giren ve kafa yoran nasiplenir ancak, ve içine girdikçe aldığı haz ve sanatsal bilgisi-bilinci ve duygusu birikimi artar..

Boşuna sinemamızın usta oyuncularından Hülya Koçyiğit bir röportajında setteki heyecanını saklayamamıştır…

“Metin Erksan sanki bir tanrı gibiydi… “ der.

Metin Erksan elinde kalem ve yönetmen vizörüyle dolaşan, saatlerce açı arayan sıradan bir film insanıyken; filmleriyle tanrılaşır…


16 Nisan 2010 Cuma
TÜRK SİNEMASINDA BİR DÜŞÜNÜR. Metin Erksan
Mehmet Eryılmaz
öğrencisi