Türk Sinemasının Kadın Yüzü

Zeynep Gizem Emir

Giriş

Bu çalışma Türk sinemasında kadına bakış açısı hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Türkiye'de sinema adına kadına verilen değer, kadının yeri ve önemi konu edinilmektedir.Türk sinemasında kadın imgesi sinema içinde incelenmesi gereken en önemli konulardan biridir. Dünya'da sinemanın icadından (1895) günümüze kadar olan süreçte kadının sinemadaki yeri ve önemi ülkelere göre farklılık göstermiştir. Feminist akımın dünyada geniş yankı bulduğu zamana kadar kadın, sinemadaki pasifliğini yenememiş; erkek tarafından yönetilen olmuştur. 1980li yıllara gelindiğinde ise feminizmin desteğiyle özneleşmiş, hem oyuncu hem senarist hem de yönetmen olabilmiştir. Aynı dönemde ülkemizde sinemadaki kadın hareketlerini inceleyecek olursak kadın oyuncu sayısının arttığını ve sinemada kadın pozisyonunun gittikçe iyileştiğini görürüz. Yine de birçok kadının film yönetmediği, bir erkek yönetmen tarafından yönetilen filmde yönetildiği gerçeğini yadsıyamayız. Nitekim 1980 Türkiye'sinde yönetmeni kadın olan filmlerin sayısı toplam filmlere orantılandığında %1.73 gibi küçük bir rakamla karşılaşılır. Günümüzde bile kadın yönetmenler yok denecek kadar azdır. Öyle ki 1950 ve 1959 yılları arasındaki dönemde yönetmeni kadın olan filmlerin toplam filmlere oranı %0.55 iken 2000li yıllara gelindiğinde kadın yönetmenlerin oranında çok büyük bir değişim olmayarak oran %5.76'ya çıkmıştır (Öztürk, S. Ruken, 2004).

Türkiye'de Kadın Oyuncular, Yönetmenler ve Senaristler

Türk ve Müslüman kadınların beyazperdede oyunculuk yapması Cumhuriyet Dönemi'nin ilk beş yılına kadar geleneksel din anlayışı sebebiyle mümkün olamamıştır. Bu döneme kadar Türk topraklarında çekilen filmlerin oyuncu kadrolarına baktığımızda sinemada Ermeni, Rus, Beyaz Rus gibi Osmanlı azınlığı kadın oyunculara yer verildiği görülür. Muhsin Ertuğrul'un yönetmenliğini yaptığı Türk filmi olan Ateşten Gömlek'te (1923) ilk defa Türk oyuncu Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir'e oyunculuk verilmiştir. Bu vakitten sonra kamera önünden birçok kadın gelip geçmesine rağmen ilerleyen yıllarda 1933'te Söz Bir Allah Bir isimli filmle sadece Cahide Sonku sinemaya adını altın harflerle yazdırabilmiş ve Türk sinemasında yıldız olarak nitelendirilmiştir. Bu konu hakkında usta sinema eleştirmenimiz Agah Özgüç de Türk Sinemasının Kadınları adlı kitabında Türk Sineması'nın tiyatro egemenliğindeki geçiş döneminde Cahide Sonku dışında gerçek anlamda yıldız oyuncu göremeyeceğimizi belirtip şöyle ekler:

Bedia Muvahhit, Neyyire Neyir (1923), Semiha Berksoy, Feriha Tevfik (1929), Fatma Andaç (1934), Necla Sertel, Perihan Yanal (1938), Nevzat Okçugil (1939), Nevin Akkaya (1940), Nevin Seval, Nezihe Becerikli (1941), Muazzez Arçay (1942), Gülistan Güzey (1943), Oya Sensev (1944), Nebile Teker (1945), Berrin Aydan, Şaziye Moral, Nevin Aypar, Melahat İçli, Handan Adalı (1948), Mualla Sürer (1947), Hümaşah Hiçan, Aliye Rona (1948), yalnızca tipoloji ve karakter yaratma açısından dönemin ün yapmış belli başlı oyuncularıdır. İçlerinde Nezihe Becerikli, Gülistan Güzey, Hümaşah Hiçan ve özellikle Nevin Aypar biraz daha öne çıksalar da sınırlar aşılmaz (2008, p. 3).

1980 öncesi kadın yönetmenler konusunu ele aldığımızda bu noktada Türk sinemasında kadın oyuncuların geri plana atılması gibi kadın yönetmenlerin de ataerkil toplum yapısı içerisinde yönetmen olarak sinema camiasına katılımının çok da yüksek olduğu söylenemez. Hatta ülkemizin ilk kadın yönetmenlerinden olan Feyturiye Esen ve Nuran Şener'i tanıyan insan sayısı oldukça azdır, öyle ki çoğunun filmlerine ulaşmak güçtür. Oysa aynı dönemde yönetmenlik yapmış olan Metin Erksan daha geniş bir kitle tarafından tanınmaktadır. Ülkemizde kadınların yönetmenlik yapmaya başlaması farklı ülkelerdeki kadınların yönetmenlik yapmasından en az yarım yüzyıl sonra mümkün olabilmiştir. Bu da Türk sinemasını köreltmiş, kadından yoksun bırakmıştır. İlk kez Cahide Sonku 1951 yılında aynı zamanda oyunculuk da yaptığı Vatan ve Namık Kemal filminin yönetmenliğini üstlenmiştir. Ardından 1954 yılında Beklenen Şarkı filmini yönetmiş yine aynı zamanda bu filmde de oyunculuk yapmıştır. Cahide Sonku ile başlayan bu hareket Yeşilçam'dan günümüze birçok başarılı kadın yönetmenin doğuşuna neden olmuştur. Şimdi sırayla dört usta kadın yönetmenimiz ve kısaca hayatlarından bahsedelim:

Hayatı Yöneten Kadınlar: Kadın Yönetmenlerimiz

Cahide Sonku
Cahide Serap, bilinen adıyla Cahide Sonku (d. 27 Aralık 1919, ö. 18 Mart 1981) Türk sinema ve tiyatro oyuncusu, ilk kadın yönetmen ve yıldız olarak bilinir. Muhsin Ertuğrul dönemi olarak bildiğimiz 1950ler öncesinin önemli ismidir. 1950 yılında kendi adına Sonku film şirketini kurmuştur. Sinema araştırmacısı Agah Özgüç'ün Cahide Sonku ile yaptığı söyleşiden edindiğimiz bilgiye göre Sonku Fedakar Ana (1949) filminde yapımcılığa soyunur, yine bu filmde kamera arkasına geçerek yönetmenliği de ilk kez dener; ancak çoğu kaynakta "Cahide Sonku'nun yönetmenlik serüveni Vatan ve Namık Kemal (1951) filmiyle başlar." ifadesi yer alır. Çeşitli kadın filmlerinin ortaya çıkmasında katkısı vardır. Kendisine ait olan Sonku Filmin çıkarttığı Güldağlı Cemile (1951) isimli film de buna örnektir.

Feyturiye Esen
Feyturiye Esen (d. 1928, ö. 18 Haziran 2004) yapımcı, yönetmendir. 1957 yılında sinemanın çocuk yıldızlarından olan kızının ismini verdiği Hilal Film'i kurmuştur. Eşini genç yaştayken kaybeden Esen, sinema dünyasına küçük yaşta adım atan kızı Hilal'i korumak ve o dönem içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdan da biraz kurtulabilmek için sinemadan çekilmiştir. İsmini çok az duyduğumuz, hatta ne yazık ki çoğumuzun ismini duymadığı Feyturiye Esen Uçan Süpürge yapımcılığında Ruken Öztürk ve Sabri Büyükdüvenci tarafından yazılmış olup, Nuran Bayer'in yönettiği Ötekinin Sesi: Yeşilçam'ın Görünmeyen Kadınları isimli belgeselle gündeme gelmiş, görünmeyen kadın Esen'in ismi bir nebze daha duyulmuştur. İlk ve tek yönetmenlik deneyimini çift yönetmenli film olarak değerlendirilen Canım Benim (1965) filmiyle gerçekleştirmiştir. Bu filme çift yönetmenli denilmesinin ise küçük bir öyküsü vardır. Filmin kalitesi beklentinin aşağısında kalınca Feyturiye Esen'in diğer filmlerinde de ona yardımcı olan Rahmi Kafadar bazı sahneleri tekrar çekmek zorunda kalmıştır. Bu durum filme çift yönetmenli denmesinin nedenidir. Feyturiye Esen'in iki kızı vardır. Annesinin kendisinin ismiyle film şirketi açtığı kızı Hilal Esen ABD'de, diğer kızı İclal Esen ise halen Milas'ta ikamet etmektedir.

Bilge Olgaç
Bilge Olgaç (d. 1940, ö. 3 Mart 1994) sinema yönetmeni ve senaristtir. Kamerasını toplumsal sorunlarımıza çevirmiş olan usta yönetmenimizdir. Filmogrofisi çok geniş olan Olgaç ağırlıklı olarak Gülüşan (1985), Gömlek (1988), Umut Hep Vardı (1991) gibi filmlerinde kadın sorunlarını ele almıştır. Olgaç'ın hayatı, senaryo yazarı ve yönetmeni Feza Sınar'ın olduğu Kameranın Ardındaki Kadın Bilge Olgaç isimli bir belgesele konu olmuştur. Linç (1970) isimli filminde hiç kadın oyuncu oynatmamıştır. Bu filmin bir diğer özelliği de filmin oyuncularının gerçek hayatlarında hapse hiç girmemiş olmasıdır.

Türk Sinemasında Kadın Temsilleri

Sinema toplumun sahneye yansıtılmasıdır. Tam da bu nedenden ötürü dönemin toplumsal yapısını, cinsiyetlerin toplumdaki rolünü, yerini ve önemini anlamamızı sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Her toplum kendi içinde toplumsal kadın ve erkek rolleri tanımlar ve bunu filmlere de yansıtır. Örneğin kadın, çoğu filmde görsel haz unsuru olarak ele alınırken, erkeğin gücüne değinilir. Sinemamıza kadının girdiği tarihten itibaren kadının toplumdaki yerini ekranlardan da analiz etme şansını yakaladık. 1950li yıllarda sinemada daha sık gördüğümüz kadın karakterlerin gerçek yaşamda karşılaştıkları zorlukları sahneye başarıyla aktarabildiğini görmekteyiz. 1950li yılların kadının filmlerde nasıl yansıtıldığını kısaca inceleyelim: Bu dönemde sinemasında kadınlar ikiye ayrılır. Melek kadınlar ve aşırı uçtaki şeytan kadınlar tiplemeleri sıklıkla göze çarpar. İyi kadınlar asla kötülük yapmaz, namuslu ve evinin hanımıdır, şefkat ve merhamet gösterendir. Kötü kadınlar ise genellikle kötü yola düşmüştür. Bu, gazinoda çalışan bir konsomatris olabileceği gibi erkeğe acı çektirmekten hoşlanan bir kadın da olabilir. Dönemin filmlerine göz atalım: Mümtaz Ener'in yönetmenliğini yaptığı 1950 yapımı Onu Affettim filmi (aşık olduğu adam tarafından iğfal edildikten sonra kötü yola düşen kadının intikamını alma serüveni), Vedat Örfi Bengü'nün Çıldıran Babası-1950 (doktor kocasını aldatan bir kadın ve günah mahsulu çocuğun öyküsü), Cahit Irgan'ın yönettiği Bırakılan Çocuk (1950)(Genç bir kadının çocuğunu ve kendisinden yaşça büyük kocasını terk etmesi), Beni Mahvettiler (1951)(Tecavüze uğrayan genç kızın hikayesi), Güldağlı Cemile(1951) (Çocuklu, dul bir kadının öyküsü), Bu Kız Böyle Düştü (1952), Kahpenin Kızı (1952)(Sevdiği adamla evlenebilmek için tüm engellere karşı savaş veren bir kadının hikayesi)... 1960larda ise Muhterem Nur filmlerini görüyoruz. 1970lerde Kadın Satılmaz(Kadınların o dönemki yaşam tarzlarının analizi), Köye Dönen Yosma(bir kadının eniştesine aşık olma hikayesi)... tarzında filmler yapılmıştır. Toplumsal içerikli filmlere bakıldığında ise kadına bakış açısının gerçekçi olduğu kanısına varmaktayız. Örneğin, Lütfi Akad'ın Gelin, Düğün, Diyet (1973) üçlemesinde "Gelin" insan ilişkileri kadar ataerkil, feodal ilişkilerin de sorgulandığı çok boyutlu bir trajedidir; çünkü Meryem (Hülya Koçyiğit) ve ailenin ezilen kanadından olan kocası ailenin diğer üyeleri için çocuklarını kurban vermişlerdir. Bu nedenle büyük bir trajedi yaşamış olan Meryem evi terk edecek, kişisel özgürlüğünü ve yaşamını kazanmak üzere işçi sınıfı saflarında yer alacaktır. Akad'ın gerçekleştirdiği bu kesin toplumsal analizin önemli yanı kadın kahramanı toplumsal dönüşüm sürecinde, aile ilişkilerinde en mağdur olan halkayı olayın merkezine koyup onu kahramanlaştırmasıdır. Bu anlamda filmin gerçek kahramanı Meryem'dir. Film aynı zamanda kayınvalide karakteri yoluyla ataerkil sistemin aslında kadın eliyle de beslendiğine dikkat çekmiştir (Algan, N., 2014). Ömer Kavur'un, Refik Halid Karay'ın Memleket Hikayeleri (1919) eserinde yer alan Yatık Emine adlı uzun öyküsünün sinema uyarlaması niteliğindeki Yatık Eminesi (1974), Yılmaz Güney'in Arkadaş'ı (1974) , Süreyya Duru'nun, Bekir Yıldız'ın romanından uyarlanan Bedranası (1974) ve Kara Çarşaflı Gelini (1976), Türkan Şoray'ın Dönüşü (1972), Atıf Yılmaz'ın Selvi Boylum Al Yazmalımı (1977), Ali Özgentürk'ün Hazalı (1981) ve Zeki Ötken'in Sürü (1978) filmi kadına gerçekçi bakışla yaklaşan filmlere örnek olarak gösterilebilir (Oğuz, Y., 2006, s. 174). Filmlerin konularına kısaca bakıldığında Yatık Emine filminde toplumun dışına itilmiş bir kadın karakter görürüz. Ötekileştirilmesinin nedeni ise görenekleri çiğnemiş olmasıdır. Arkadaş filminde objektif yozlaşmış toplumsal yapıda kadına döndürülmüştür. Bedrana genç bir kadının iftiraya uğraması ve devamında gelişen olaylar serüvenidir. Kara Çarşaflı Gelin kan davasını sonlandırmak için karşı aileye verilen gelinin dramını konu alır. Kadına adeta duygusu olmayan, kararı sorulmayan biri olarak bakılır. O, insandan çok kimliksiz bir varlıktır. Dönüş filminde kadın karaktere iftira atılır ve dövülür. Bu film kadına şiddetin göstergesidir. Selvi Boylum Al Yazmalım'da aldatılan, terkedilen bir kadına rastlarız. Hazal Doğu Anadolu'nun bir köyünde çocuk yaşta evlendirilen bir kızın öyküsüdür. Sürü filminde ise kadınları sadece nesne gibi kullanıp, onların vücudunu metalaştıran zihniyeti yok etmek isteyen genç çifti görmekteyiz. 1980li yıllar başlarken filmlerinin sayısındaki azalış ve yapılan az sayıdaki filmin arabesk ve şarkılı filmler olması dikkat çekicidir. Toplumsal sorunları ele alan filmler yerini bireysel sorunları sahneye taşıyan filmlere bırakmıştır. Bu durumdan kadın filmleri de payını almış, bu dönemde özellikle kadının bireyselleşebilme sorunsalı ele alınmıştır. 1980li yılların ünlü kadın filmleri yönetmeni Atıf Yılmazdır. Yard. Doç. Dr. Gürsel YAKTIL OĞUZ editörlüğünü yaptığı Toplumsal Yaşamda Kadın (2006) adlı kitabında Atıf Yılmaz'ın 1980-1989 yılları arasında çektiği 17 filmden 13'ü doğrudan kadın filmi denebilecek nitelikte olduğunu belirttikten sonra yazısına şöyle devam etmiştir: Delikanlı, Mine, Bir Yudum Sevgi, Kadının Adı Yok, Dul Bir Kadın ve Ölü Bir Deniz filmleri Atıf Yılmaz'ın çektiği kadın filmlerine örnek olarak gösterilebilir. 1980li yıllarda Atıf Yılmaz dışında kadını konu alan filmler arasında Ömer Kavur'un Ah Güzel İstanbul, Türkan Şoray'ın Yılanı Öldürseler, Şerif Gören'in Derman, Erden Kıral'ın Ayna, Yavuz Turgul'un Fahriye Abla, Bilge Olgaç'ın Kaşık Düşmanı, Sinan Çetin'in 14 Numara, Halit Refiğ'in Teyzem, Süreyya Duru'nun Fatmagül'ün Suçu Ne?, Yusuf Kuçenli'nin Gramafon Avrat, Şahin Kaygun'un Afife Jale, Nisan Akman'ın Dünden Sonra Yarından Önce, Engin Ayça'nın Bez Bebek, İrfan Tözüm'ün Rumuz Goncagül gibi filmleri gösterilebilir. 90lı yıllara gelindiğinde kadın karakterlerin toplumda var olan gerçek kadın kimlikleriyle filmlerde yer almıştır. Rıza Kıraç'ın, Doksanlı Yıllarda Sinemamıza Genel Bir Bakış adlı makalesine göre doksanlı yılların bir özelliğinin de TRT'den ürün veren kadın yönetmenlerin sayısında bir artış olduğudur. Canan Evcimen İçöz, Biket İlhan, Fide Motan, Tomris Giritlioğlu zaman zaman TRT için, zaman zaman da TRT'den destek alarak film üretmiştir; ancak bu filmler beklenen ilgiyi görmediği gibi T.C'nin ideolojik propagandasını yapan filmler dışında kalanlar sinema perdesine ancak festivallerde yansıdı. Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de marjinal kesmin sinemada kendilerine yer bulabildiği dönem olmasıdır. Toplumumuzun kapalı olması nedeniyle 1960lı yıllara kadar eşcinsellik üzerine filmler yapılamazken ilk kez 1962'de çekilen Ver Elini İstanbul ile bu gelenek yıkılmıştır. Daha sonra eşcinsellik üzerine yapılan filmlerde kadının kendi cinsiyetinin kendi özgür iradesinde olduğu mesajı sık sık verilmiştir. 90larda bu tür filmlerin sayısında artış gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Lezbiyen ilişkileri Türk sinemasında sömürü haline getiren 1970-1980 döneminin aksine 90lı yıllarda filmlerde işlenen eşcinsellik teması daha bilinçli bir şekilde yansıtılmış, seyirciyi tatmin ve tahrik aracı olmaktan çıkmıştır. Bu dönemde beyazperdeye yansıtılan kadınlar daha özgürdür. Dönemin belli başlı kadın eşcinselliği üzerine oturtulmuş filmi Atıf Yılmaz'ın Düş Gezginleri(1992)dir. Atıf Yılmaz ve eşcinsellik temasını bir yana bıraktığımızda dönemin ünlü kadın filmleri yönetmenleri Zeki Demirkubuz, Fehmi Yaşar, Yavuz Özkandır. Yönetmenlerimiz artık kendi kimliklerini alabilmiş olan kadınları beyazperdeye aktarır. Bu kez yoksulluk gibi konularla boğuşan kadınları görmemiz mümkündür. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de kadın filmleri niteliği taşıyan filmlerin yönetmenlerinin erkek olması kendi içinde bir çelişkidir. Aynı zamanda kadınların hala erkekler tarafından yönetildiğinin de göstergesidir. Zeki Demirkubuz, filmlerinde kadınları yoksul bir hayatın içinde canlandırır ya da oradan zirveye taşır ve bu kadın karakterin eski sefil hayatına dönmek istemeyişini, psikolojisini yansıtır. İlk filmi olan C-Blok(1994) bu tarz filmidir. Masumiyet(1997)'te masumiyetini kaybeden; ama bilinci yerinde olan kadını merkeze oturtur. 1999'da kendisine en iyi senaryo ödülünü kazandıran Üçüncü Sayfa(1999) isimli filminde ise bir kadının var olan hayat koşullarını daha iyi hale getirmek için sarfettiği çabaya tanıklık ediyoruz. Fehmi Yaşar filmlerini inceleyecek olursak Tülin Tankut'un film eleştirisi niteliği taşıyan Alt Tarafı Bir Film (mi?)/Kadın Bakış Açısıyla Film İzlemek isimli kitabında Fehmi Yaşar'ın ilk filmi olan Camdan Kalp(1990) değerlendiriliyor. Tankut, Fehmi Yaşar'ın ilk filmi "Camdan Kalp" in (1990, Türkiye) kadınlarına gelince; deyim yerindeyse "memleketimden kadın manzaraları." İlk başta toplumsal konumlarına yerleşmiş görünür bu kadınlar; ancak kendilerine mahsus bir konum elde edememişlerdir. Birlikte oldukları erkekler- sevgili, nişanlı, koca- aracılığıyla tanımlanabilmektedirler. Sözgelimi gündelikçi Kiraz'ın kocasıyla seslendirme sanatçısı Naciye'nin kocası arasındaki tek fark bir derece farkıdır. İlki erkek üstünlüğünü kaba güç, şiddet, eve kuma getirme, evle barkla ilgilenmeme biçminde ortaya koyarken, karısının hukuksal sahibi olan ikincisi, eşitsizliği incelikle gizleyerek, cinsel yaşamlarının sorumluluğunu bile karısına yüklemektedir. (Naciye kırmızı jartiyer takar); ama film ilerledikçe onların toplumdaki hızlı değişimden etkilendiklerine tanık oluruz: İşini sevmemesine karşın kocası gibi sanatçı bunalımı geçirmeye hakkı olmayan Naciye'nin bıçak kemiğe dayandığında isyan bayrağını çekmesi, sekreter kızın patronun cinsel tacizi karşısında yılgınlığa kapılmayıp onu yola getirmesi, Kiraz'ın incinmiş yüreğinin cam kırıkları arasından yaşama sarılışı,çocuk bakıcısı Sinten'in cinsel hazzı kendine hak görmesi... Kadın erkek ilişkilerinin gerçeğe uygun bir biçimde ele alındığı ender filmlerden "Camdan Kalp", diyor (2004, s. 35). Yavuz Özkan'ın bir kadının üç farklı erkekle yaşadığı ilişkiyi anlattığı filmi Bir Kadının Antomisi(1995), otel odasında beraber olduğu bir hayat kadına kötü davranıp tecavüz eden evli bir milletvekili olayın büyüyüp medyaya yansıması üzerine zor durumda kalması ve milletvekilinin eşi ile hayat kadınının tanışıp yakınlaşması çerçevesinde gelişen olayları konu olan İki Kadın(1992) dönemin kadın filmleri arasındadır. Sinemada içinde bulunduğumuz 2000li yıllara geldiğimizde diğer dönemlere oranla güçlü kadınların kimliklerini aldıklarını, özgür bir şekilde film yapabildiklerini görüyoruz. Bu süreç elbette biz kadınlar için oldukça zorlu bir süreç olmuştur. 2000li yılların kadın olan yönetmenleri, adını sık sık duyabildiğimiz usta yönetmenlerimiz, başarılı kadın oyuncularımız vardır. Bu dönemin usta yönetmenleri olan Pelin Esmer ve Yeşim Ustaoğlu kadın filmlerine yaptıkları katkıdan ötürü birçok ödül almışlardır. Örneğin, Pelin Esmer'in Mersin Arslanköy'de yaşayan kadınların günlük yaşamlarını konu aldığı belgesel film tadındaki eseri Oyun(2005) Yılmaz Güney Ödülü, En İyi Akdeniz Belgeseli Ödülü, En İyi Belgesel Film Ödülü, SİYAD Özel Ödülü... gibi ödüller almıştır. Film, köyde yaşayan kadınların çektiği sıkıntıları işleyerek feminist psikanaliz özelliği taşımaktadır. Eşleri yokken doğum yapan kadınların hikayeleri göze çarpıyor. Dönemin bir diğer usta sanatçısı olan Yeşim Ustaoğlu, filmlerinde masumiyetini kaybeden kız görmek olasıdır. Araf(2012) isimli filminde Mahur'a(Özcan Deniz'e) aşık olan Zehra(Neslihan Atagül), ilişkileri sırasında bedenini öğrenirken cesaret kazanır; ancak masumiyetini kaybeder.






KAYNAKÇA

Algan, Necla,[tarih belirtilmemiştir], Türkiye'nin Görsel Belleğinde Bir Öncü ve Bir Usta-2 (Lütfi Ömer Akad). http://www.siyad.org/article.php?id=5944 (03.08.2014)

Kıraç, R. [tarih belirtilmemiştir], Doksanlı Yıllarda Sinemamıza Genel Bir Bakış. http://www.kameraarkasi.org/sinema/makaleler/doksanliyillardasinema.html (06.08.2014)

Oğuz Yaktıl, G.(Ed). Toplumsal Yaşamda Kadın (Genişletilmiş ve Yeniden Gözden Geçirilmiş Baskı). A.Ü.A.Ö.F. Yayını, No:884, Eskişehir, 2006.

Özgüç, Agah, Türk Sinemasının Kadınları, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2008.

Öztürk, S. Ruken, Sinemanın Dişil Yüzü: Türkiye'de Kadın Yönetmenler, Om yayınevi, İstanbul, 2004.

Tankut, T., Alt Tarafı Bir Film (mi?)/Kadın Bakış Açısıyla Film İzlemek, Papirüs Yayınları, İstanbul, 2004



Kaynak
Zeynep Gizem Emir
gizemir.blogspot.com.tr