Yarım Kalan Filmler

Havaya kalkan her uçak nasıl yere inerse, çekimleri başlayan bir film de mutlaka biter. Ama bazı filmler uçaklar gibi yere çakılır. Nasıl mı? Çekimleri yarıda kalır, negatifleri yıkanamaz, iş kopyası alınamaz, kurgusu yapılamaz... Agah Özgüç, Yeşilçam'ın yere çakılan filmlerini yazdı.

"Fuat Uzkınay'ın 1914'lerde çektiği, kimi iddialara göre de çekilmediği, kimine göre arşivlerde kaybolduğu "Ayestefanos Abidesinin Yıkılışı" gibi kuşku yaratan, depo yangınlarında kül olan, çok özel yaşamları konu alması nedeniyle dava açılıp "Kayıp Kız Ayla" gibi gösterimi yasaklanan filmler bir yana bırakılırsa, Türk sinemasında "yarım kalan yapımların tarihi" 1916'da başlar. Elbette tarihin karanlığında kalan ve elde somut belge olmayanlar konumuzun dışındadır.

"Türkiye'ye sinemayı getiren adam" olarak tanımlanan Romanya uyruklu Polonya yahudisi Sigmund Weinberg, 1916'da dönemin ünlü tiyatrocularından Benliyan Topluluğu ile anlaşarak "Leblebici Horhor" adlı filmi çekmeye başlar. Bu, aynı ismi taşıyan operetin sinemasal uyarlamasıdır.

Ne var ki, çekim sırasında başrolü üstlenen oyunculadan birinin ölmesi sonucu yarım kalır. Eğer Weinberg'in başına bu beklenmedik kaza gelmeseydi "Leblebici Horhor", Türk sinemasının "ilk konulu filmi" olacaktı.

Yıllar sonra "Leblebici Horhor"u Muhsin Ertuğrul, 1923 ve 1934'te iki kez beyaz perdeye uyarlayacaktır. Demek ki kısmet Ertuğrul'unmuş... Yine dönemin ünlü komedyenlerinden İsmet Fahri (Gülünç), "Tombul Aşığın Dört Sevgilisi" adlı bir sahne oyununu filme çekmek ister. Ve filmin çekimine başlanır. İsmet Fahri, filmin hem yönetmeni, hem de başrol oyuncusudur. Bu kez ortaya çıkan bir anlaşmazlık sonucunda durum yine değişmez. Bu "ilk komedi filmi denemesi" de yarım kalır.
 
İKİ GENÇ GAZETECİ: SEDAT SİMAVİ VE BURHAN FELEK
Dikkat edilirse "doğum sancıları" geçiren Türk sinemasının başlangıç yıllarında yarım kalan filmler, türleri oluşturan ilk denemelerdir. Örneğin 1918 yılında çekimine başlanan "Alemdar Mustafa Paşa", tamamlanıp seyirci karşısına çıksaydı sinemamızın "ilk tarihsel filmi" olacaktı.

O yıllarda Sedat Simavi, karikatürleriyle ün yapan genç bir gazetecidir. Ve 23 yaşındadır. Bir yıl önce de "Pençe" ve "Casus" adlı Türk sinema tarihinin ilk dönem filmlerini yönetmiştir. Kendisi gibi genç bir gazeteci olup foto muhabirliği yapan Burhan Felek'le üçüncü konulu filmi "Alemdar Mustafa Paşa"yı (Alemdar Vak'ası Yahut Sultan Selim-i Salis") çekmeye başlar. Burhanettin Tepsi'nin başrolünü oynadığı filmin görüntü yönetmenidir Burhan Felek. "Alemdar Mustafa Paşa"nın yarım kalma talihsizliği ise filmin çekim aşamasından sonra ortaya çıkar. Yani, kopyası basılmadan esrarengiz bir şekilde kaybolur.

Dönemin tek sinema tarihçisi Rakım Çalapala'ya göre "Alemdar Mustafa Paşa"nın negatifleri pozitif kopyası alınmadan, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilgiye uğrayınca "imha" edilmiştir. Burhan Felek ise "Sinema Operatörlüğüm" adlı yazısında bu konuda şöyle demektedir: "Alemdar Mustafa Paşa" filminin montajını yapmaya vaktimiz olmadı. Yani, sahneler çekildi, fakat senaryo icabı birbirine bağlantısı yapılmadan, Türkiye mağlup oldu. Ne Müdafaa-i Milliye Cemiyeti kaldı, ne filmler. Hepsini alıp götürdüler. Ama nereye götürdüler malumatım yok." "İmha" edilsin ya da kaybolsun, sonuçta "Alemdar Mustafa Paşa", Türk sinema tarihine "yarım kalan film" olarak geçecekti.
 
"İSTANBUL PERİSİ" ÇEVRİLMEDİ Mİ YA DA YARIM MI KALDI?
Tiyatro yazarı Fazlı Necip adı, "tiyatro ansiklopedileri"nin hiçbirinde geçmiyor. Sinema ansiklopedilerinde de... Kaldı ki bu "kimliği meçhul zat" "Malül Gaziler Cemiyeti" adına 4 filmde yönetmenlik bile yapmış: "İstanbul Perisi", "Lale Devri", "İstanbul Esrarı" ve "Binbirdirek Vak'ası Yahut Tayyarzade".

Ve tümü de yarım kalmış. Fazlı Necip'in son üç filmiyle ilgili olarak daha aydınlatıcı bilgiye yazık ki sahip değiliz. "İstanbul Perisi" adlı filmin yarım kalıp kalmadığı konusuna gelince, birbiriyle çelişen iki iddia var. 1922 tarihli "İstanbul Perisi", Rakım Çalapala'ya göre çekilmiş, Nijat Özön'e göre ise "yarım kalmış". Görüldüğü gibi Fazlı Necip'in ve "İstanbul Perisi"nin durumu, "şimdilik" kaydıyla oldukça kuşkulu.

Bu kuşkulu durum da 1958'de çekimine başlanan "Bir İnsanlık Meselesi-Allah Korusun" adlı film için geçerli. Filmin yönetmeni, ünlü seslendirme sanatçılarından Vala Önengüt. Bir görüşmemizde Önengüt, adı geçen filmi kabullenmeyip "ben çekmedim" derken, oyunculardan Fikret Hakan karşıt bir açıklamayla şöyle diyor: "Önengüt'ün çektiği 'Bir İnsanlık Meselesi'nde başrolü Suat Taner adlı bir genç oynuyordu. Bir ara beni çağırdılar. Bu kez bez ben oynamaya başladım. Bir anlaşmazlık çıkıp yarım kaldı, bilemiyorum. Geçmişteki bu olay biraz karışık." "Bir İnsanlık Meselesi"nin durumu bize göre "Biraz değil", "tam karışık"...
 
REKİN TEKSOY YÖNETMEN, İLHAM GENCER OYUNCU OLURSA?
1960'lı yılların başı. Metin Erksan, Halit Refiğ ve Tarık Dursun K'dan sonra, bir "sinema eleştirmeni" olarak Rekin Teksoy da ilk kez yönetmenlik yapacaktır. Polisiye bir komedi olarak tasarlanıp "çakaralmaz aptal bir hafiye tipi" üzerine kurulu öykünün senaryosunu da gazeteci-romancı Cengiz Tuncer yazmıştır.

Tuncer, aynı zamanda "Tabancamın Sapını Gülle Donatacağım" adıyla çekilecek filmin de Rekin Teksoy'la birlikte ortağıdır. "Çakaralmaz aptal hafiye"yi Teksoy'un avukatlığını yaptığı ünlü piyanist İlham Gencer oynayacaktır. Gencer, başından düşmeyen şapkasıyla, göğsündeki karanfiliyle ve elindeki tabancasıyla kamera karşısına geçip çalışmaya başlar. Film tıkır tıkır seyrinde giderken birden beklenmedik bir olay patlak verir. Olay nedir? Dörtte üçü çekilen filmin bir sahnesinde İlham Gencer, Aysel Tanju sevişirken, ünlü piyanistin yeni evlendiği eşi sete gelir. Sonra...

Ertesi gün filmin setine gelmeyen İlham Gencer, ortalıktan kaybolmuştur. Durum anlaşılır. Aysel Tanju ile sevişmesine bozulan eşi yüzünden Gencer, oynamaktan vazgeçer, film de yarım kalır. Ardından karşılıklı açılan davalar. "Solcuların tuzağına düştüm" diyen Gencer'in basın açıklamalarıyla olaylar sürüp gider... Dörtte üçü çekilen filmin parçaları ne olur? Teksoy ve Tuncer, filmin banyo paralarını ödeyemedikleri için negatiferi stüdyodan alamazlar. Ve ne ilginçtir ki filmin pavyon gibi bazı sahneleri başka filmlerin aralarına eklenerek bedavadan kullanılır.
 
REKOR HAYRİ CANER'DE...
1964'te kendi adına şirket kurup "Vur Gözünün Üstüne" adlı filmle ilk kez gerçekleştirdiği "yönetmenlik serüveni"ni, daha sonraki yıllarda sürdüremez Hayri Caner. Anadolu bölgesi işletmecilerine güvenerek çekimine başladığı ya da ön hazırlıklarını sürdürdüğü filmlerin tümü yarım kalacaktır.

Yılmaz Güney ve Türkan Şoray'lı iddialı hayali listelerle ortaya çıkan Caner'in gerçekte eti budu nedir ki?.. Süleyman Turan'ın başrolünü oynadığı "Altın Yumruk" ve diğer 2 film, "Viski Kadın ve Pasta" ile "Arkadaşımın Aşkısın" yarım kalır. Birbiri ardına tamamlanamayan bu filmlerin Türk sinemasındaki rekoru, bir süre önce yitirdiğimiz Hayri Caner'dedir.

1968'de Ajda Pekkan'ın oynadığı ve çekimini bitirdiğini söylediği "Zehirli Hayat" adını taşıyan filmin de kayıtlarda yer almadığı görülür. Oysa Ajda Pekkan'ın, o tarihlerde çekimi yarım bırakıp Ankara'ya şarkıcılık yapmaya gittiği bilinmektedir. Ve Caner, Pekkan'lı filmi Adanalı işletmeciye teslim edemeyip zor durumda kaldığından intihar girişiminde bulunduğunu bir yazısında açıkladığına göre "Zehirli Hayat"ın durumu da bellidir.

"Türk sinemasında yarım kalan filmler listesi", 1965'de oyuncu Fahri Sadedil'in "Milyon Kurbanları"yla 1967 yapımı Oksal Pekmezoğlu'nun Yıldız Tezcan'lı "Nemli Gözler" filmiyle sürüp gider. Bu tarihsel süreçte, bilgimizin dışında çeşitli nedenlerle yarım kalmış başka filmler yok mu? Unuttuklarımız veya atladıklarımız varsa da çok azdır.

Türk sinema tarihinin yarım kalmaktan kıl payı kurtulan iki önemli filmi ise "Zavallılar" ile "Yol"dur. Yılmaz Güney'in çekimine başlayıp tutuklanması sonucu yarım bıraktığı "Zavallılar"ı, uzun bir aradan sonra "eski dostuna gönül borcu" olarak Atıf Yılmaz tamamlamıştır. Yine demir parmaklıklar ardındaki "mahpus Güney"le anlaşmazlığa düşen Erden Kıral'ın yarım bıraktığı ya da "bıraktırıldığı" "Yol"un yeniden çekimini Şerif Gören gerçekleştirmiştir. "Zavallılar" ve "Yol", her ne kadar konumuzun dışında gibi görülse de bir dayanışma sonucu ziyan edilmekten nasıl kurtarıldığını gösteren ilginç iki örnektir...




Kaynak
Sinema Dergisi