Yavuz Turgul Puzzle'ları

Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın var olduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde var olan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların var olduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında var olandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile

karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...
Bu yazının ortaya çıkışının belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim.

Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getiriyorum şu anda...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, filmlerinde varolan puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik.

“Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavranılabiliyor. Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir yapıya sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar.

Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır.

Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”.

Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir.

Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye.

O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır. “Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır.

Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize.

Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar.

Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır.

Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini

“Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”. “Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur.

Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar.

Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)

Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.

Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor?

Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor. Gönül Yarası ve Yavuz Turgul’un yazdığı son senaryo olan Kabadayı hakkında olacak bir sonraki yazıda görüşmek üzere...

Gökçe İSPI TURAN
gazeteport.com.tr
28.12.2007