Yeni Kuşak Türk Sineması

Yazı dizisi
Hazırlayan : Ulaş EMRE

Türk sineması kabuk değiştiriyor...
Biray DALKIRAN

Araf filmini yapma fikri sizde nasıl oluştu?
Biray Dalkıran: Ben sinema-televizyon öğrencisiyim. Zaten hayalim sinemaydı. Lisansımı ve mastırımı televizyon sinemayla yaptım. Şimdi doktora yapıyorum ve reklam çekiyorum. Kiramı da reklam çekerek ödüyorum. Hep hayalimde sinema vardı. Bir arkadaşımdan bir öykü dinledim ve çok etkilendim. İlk kredimi ise Araf'la kullanmak istedim. Öykü bana ait. Gerçek bir hikayeden esinlendik. Yazmaya başladık. Hakan Bilir diye bir arkadaşımız var, senaryoyu onunla tamamladık. Ama senaryonun yüzde 90'ı Hakan'a aittir. Dans öğrencisi Eda, istenmeyen bir gebelikle karşı karşıyadır. Yasal çerçeveleri geçtikten sonra, yani onuncu haftadan sonra bu bebeği yasal olmayan bir klinikte aldırmıştır. Öldürdüğü ruh üç yıl sonra geri döner. Kısaca böyle bir konusu var.

İlk filminizi çekmiş bir yönetmen olarak ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Türkiye'de özgür bir şey yapmak zaten zordur. Konuşmak bile zordur. Biz de kürtajla ilgili bir film yaptık ve her bakımdan zorlandık. Benim kredilerim vardı, kamera bulma gibi... Onları kullandım. Ama bu filmin basına tanıtılmasına gelince, o konuda çok zorlandık. Çünkü bu konu riskli bir konu ve herkes yazmaya korkuyor. Devlet, bazı insanlara destek olmalı artı büyük firmalarda. Benim böyle bir desteğim hiç olmadı. Para kaynağım olmadı. Bu film tamamen benim reklamdan kazandığım krediler ve parayla çekildi.

Riskli bir konu dediniz. Peki nasıl eleştiriler aldınız?
Türkiye'de 2 milyon insan kürtaj olmuş. Herkesin iyisiyle kötüsüyle bir anısı var. Filmin Antalya'daki gösteriminden sonra bir kadın ağladı ve teşekkür etti bize. Alışmışlar artık köy komedisi çekilmesine, bizimkisi biraz metropolitan trajedisi olduğu için korkarak yaklaşıyorlar. Ama bir şekilde filme gittikleri zamanda keyif alıyorlar.

Bir röportajınızda `Dabbe'yi konusu iyi olmasına rağmen amatör, `Gen' filmini ise inandırıcı bulmadığınızı söylemiştiniz. Araf'ı farklı kılan ne?
Her insanın çocuğu kendine göre güzeldir. Kanıt olarak söyleyeyim Altın Portakal'a korku filmlerinin içerisinden, hatta 44 yıldır tek bir film seçildi; o da Araf'tı. İkinci neden de ilk defa bir Türk filmi Hollywood'dan teklif aldı. Ben ne kadar övsem de, bak şöyle güzel çektim böyle güzel efekt yaptım desem de benden belge isteyecekler, belgeleri bunlar.

Türk sinemasında korku filmlerinin bir geleneğinin olmamasını neye bağlıyorsunuz?
Benimki de dahil olsun, geçmişten bugüne kadar çekilen sekizinci korku filmidir. Genelde ilgi duyulmamasına bağlıyorum.

Seyircilerin mi, yapımcıların mı ilgisizliğine bağlıyorsunuz?
Büyük ihtimalle yapımcıların ilgisizliğinden... Çünkü Türkiye'de eli ayağı düzgün bir korku filmi çektiğiniz zaman çok pahalıya mal oluyor. Hikaye anlatmıyoruz, hikayeyi karelerle, kurduğumuz kadrajlarla besliyoruz. Sadece göz hizasında kamere kullanarak korku filmi çekilmez. Alt açılar, üst açılar, özel hareketler ve özel efektler gerekir. Bu da yapımcıya direkt para olarak geri döner. Sanırım yapımcılar, bir tane yıldız oyuncu oynatalım komedi filmi olsun, 500 binimi garantileyeyim, 200 milyarımı da sinemadan alayım fikrine daha sıcak bakıyorlar. Çünkü korkulan sorulara el attığınız zamanda, cesur insanlar destekliyor sizi deyip alkışlamakla yetiniyorlar. İnsanlar böyle filmleri severlerse hep böyle filmler isterler, bu da bize pahalıya gelir diyorlar. Ben o yüzden köylü komedisi yerine metropolitan trajedisi üzerine film çektim.

Korku filmi çekmeye devam edecek misiniz?
Bu garip bir durum. Ben normal senaryo yazmaya başlıyorum, bir bakıyorum kızın kafası kopmuş. Bundan kurtulursam gerçekten çok güzel bir hikayem var. Birazcık da, maliyet olarak yüksek bir hikaye. Onun için para bulabilirsem bayağı da yankı uyandıracağına inanıyorum. Korku değil, ağır şekilde trajedi ve drama olacak.

Son yıllarda sizin gibi yeni yönetmenler Türk sinemasında ilk filmlerini çekmeye başladı. Türk sinemasındaki bu değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
Türk sineması kabuk değişimlerinden birini yaşıyor. Artık eli ayağı düzgün bir şekilde sinema-televizyon eğitimi veriliyor. İnternet sayesinde her şeye ulaşabiliyoruz. Evde bile kaba kurguyu yapabilecek teknolojiye ulaştık. Bu da yeni insanlara imkan veriyor. Olumlu bir şey. Çünkü sanat herkes tarafından yapılabildiğinde daha fazla ilgi görüyor. Hani evde kötü olsa da resim yaptığım zaman, duvardaki resmin değerini daha fazla anlıyorum. Gitarı elime alıp çalamadığım zaman, çalan müzisyeni daha iyi anlıyorum. Aynı şekilde sinemayı da evde kaba kurgusuyla, her biçimiyle çektikten ve zorluğunu anladıktan sonra, eleştiriler daha yere basacaktır diye düşünüyorum.

Son olarak Antalya Film Festivali ile ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum.
Jüri kabustu, gerisi şahaneydi. Ben dört dalda Altın Portakal bekliyordum. Birincisi en iyi görsel efekt. En iyi görsel efekt, içinde animasyon olan bir filme gitti. Görsel efekt öyle bir şey değildir. En iyi kadın oyuncuyu beğenmedim ama Ömer Uğur'un filmini çok beğendim. En iyi müzik, içinde müzik olmayan filme, en iyi kurgu Nuri Bilge Ceylan'ın dediği gibi üç yüz planla bağlanmış filme gitti. Ortalama bin 200 plandır, bizim filmimizde ise 3 bin plan vardı. Genç bir sinemacısın, hakkını yiyorlar. Bu ayıp bir şey. En iyi filmi beklemiyordum, en iyi yönetmeni verebilecek delikanlı da yok. Zaten genç yönetmene geçen yıl ödül verdiler, ortalık karıştı.

Biray DALKIRAN
"Araf", reklam filmleri ve video klipleri çekerek yaşamını sürdüren Yönetmen Biray Dalkıran'ın ilk uzun metrajlı filmi. Yurtdışı ve yurtiçinde pek çok ödül almış genç yönetmen Dalkıran, filminde yüze yakın efektin kullanmış. "Araf", genç bir çiftin hayatını kâbusa çeviren doğa üstü olayları konu alıyor. Filmin öyküsü de gerçek bir hikâyeden esinlenerek yazılmış.



Kaynak
evrensel.net