Yeni Kuşak Türk Sineması

Yazı dizisi
Hazırlayan : Ulaş EMRE

Türk sineması hikaye bulamıyor...
Engin YİĞİTGİL

Festival başkanı olarak Antalya Altın Portakal Film Festivali'ni
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz değerlendirmeleri aslında daha yeni yapıyoruz. Festivalde, Türk sinemasında olmayan çok önemli bir şey gerçekleşti. İlk defa bir film marketi açıldı. Türk sineması 50-60, isterseniz 80 yıldır diyelim kendi ürünlerini yurtdışında pazarlamasını beceremeyen bir sinemadır. Siz iyi bir yönetmensinizdir, iyi bir film çevirmişsinizdir. Yurtdışına çeşitli olanaklarla gidersiniz ve filminizi pazarlarsınız. Ama bu demek değildir ki bulunduğunuz ülkenin film endüstrisi pazarlanıyor. O kişisel bir harekettir. Bunu kurumsal, sektörel anlamda yapmak lazım. Türk filmlerini pazarlamak için biz, ülkemizde bir film fuarı yaptık. Satış oldu mu olmadı mı bunun üzerinde durmaya gerek yok. Satış olmayabilir de ama olduğunu bize gelen raporlardan biliyoruz. Önemli olan fuarı yapıp ilk temasları kurmak ve film alıcılarını, Türkiye'ye getirmekti. O pazarda sadece Türk filmleri satışı da yapılmadı. Lübnan, Ürdün, Filistin, Fransa, İtalya, Azerbaycan ülkelerinin birbirleriyle temasları sonucu ikili anlaşmalar da yapıldı.

Engin Bey, siz yurtdışı festivallerini de takip eden birisiniz. Dışarıdan Türk sineması nasıl görülüyor? Türk sineması hakkında neler konuşuluyor?
Türkiye'de yönetmen sineması var. Çok ciddi, sinema sanatını çok iyi kullanan, becerikli yönetmenlerimiz var. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Reha Erdem gibi... Bunlar aslında genç sinemacılar. Bu sinemacılar kurumsal, sektörel olarak desteklenirse o zaman ülke sinemasını yaratırlar. Yaratmak üzereler de... Hepsinin filmleri yurtdışında ödüller alıyor, tanınıyor. Ama ülke sineması dediğinizde yurtdışında pek dile gelmiyorsunuz. Mesela Yılmaz Güney haricinde hiçbir isim söyleyemiyorlar. Bu ülke sinemasının 50, 60 ya da 70 senesinin yok olması gibi bir şey. Yani dış dünya tanımıyor bizi. Son 7-8 senedir müthiş bir Filistin sineması oluştu. Bu kadar acı çeken, bu kadar sömürülen bir toplumun sanatsal üretime gitmesi lazımdı. Ve ürettiler. Mesela İran sineması var. Lübnan'da bir sinema ilerlemeye başladı. Türkiye'nin de bunlara öncülük etmesi lazım. Türkiye, sinemanın keşfinden beri sinemayla ilgilenen bir ülke. Ama bu kadar eski bir sinema tarihi olmasına rağmen pazarda yeri yok. Ama bundan sonra olmayacak diye bir şey yok mutlaka olacak. Biraz kurumsal biraz sektörel bazda yardımcı olmak lazım.

Festivalinizin jürisi de bu yıl çok tartışıldı. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Ben jüriye denetleyici olarak girdim. Şerif Gören gerçekten geldiği günden beri sağlık sorunları yaşıyordu. Jüri toplantısı iki saat kadar sürdü ve son derece uyumluydu. Hatta ben kalktım Şerif Gören'i tebrik ettim. Daha sonra terk etmesi kendine ait sebeplerden dolayı. Bilemiyorum. Bu Kader'le Eve Dönüş arasındaki dedikoduların ortaya çıkmasına neden oldu. Buradaki rakamlara bakıldığında oy çokluğuyla en iyi filmi Kader aldı. En ufak bir tatsızlık da olmadı. Festivaller jürilere göre çok değişir. Başka bir jüri aynı filmlerle bambaşka bir karar alır. Bu kadar çok tenkit etmemek lazım. Jüri kararları tartışılır ama saygıyla...

Günümüz Türk sinemasının gelişim çizgisini nasıl görüyorsunuz? Özellikle genç yönetmenlerin ilk filmleri ortaya çıkmaya başladı. Genç yönetmenler hakkında (Özer Kızıltan, Murat Şeker, Aytan Gönülşen, Biray Dalkıran) neler düşünüyorsunuz?
Sinema bir beceri işidir. Ve bizim ilk filmlerini çeken genç yönetmenler de aslında çok başarılılar. Bizde ama şöyle bir şey var. Ekonomik açıdan hayatlarını devam ettirebilmek için bazı yönetmenler reklamla iç içeler. Mecburen...
Bunu ben biraz ufak bir tehlike olarak görüyorum. Çünkü sinema, reklam apayrı şeyler. Ayrıca Türk sineması hikaye bulamıyor. Her şey senaryoyla başlar. Türk sineması hikaye bulamıyor, bulduğu zaman da onu senaryolaştıramıyor. Sinema aslında bir yerde senaryo demektir. Bu nedenle bu senaryo olayına çok iyi eğilmek lazım. Genç yönetmenler çok başarılı, bu devam edecek mi etmeyecek mi bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Yüzlerimizi kaybetmek istemiyoruz...
Uzun yıllar sonra ilk defa bu yıl bir çok Türk filmi sinemalarda gösterim şansı buldu. Umarız bu durum bir `istisna' olmaz ve zamanla ayakları yere sağlam basan bir `kural'lar bütününe oluşturur. Hiç şüphesiz bu yazı dizisi daha da geniş bir yelpaze içerisinde ele alınabilir ve daha geniş tartışmalar yapılabilirdi. Amacımız bu tartışmaların daha geniş platformlarına taşınması ve bu tartışmaların Türk sinemasına olumlu yansıması. Bu soruşturma da geç ve ilk filmlerini çeken yönetmenlere yer vermemizin bir kaç nedeni var. Öncelikle onların beslendikleri kaynakları ve Türk sinemasına bakış açılarını öğrenmek istedik. Nedeni de şu? "Yeni Kuşak Türk Sineması" yönetmenlerinin, gelecekte Türk sineması adına önemli filmlere imza atacağını düşünüyoruz. Tabii diğer film yönetmenlerinin de. Resmi tarih kayıtlarına göre Türk sineması 92 yaşında. Lütfi Ö. Akad'dan Metin Erksan'a, Yılmaz Güney'den Bilge Olgaç'a kadar çok önemli film yönetmenleri ve filmler var. Sinema bir ülkenin en önemli kültürü dahası yüz'ü. Ömer Kavur, Türkiye'de Amerikan dağıtım film şirketlerinin piyasaya egemen olmasıyla beraber, nicelik ve nitelik olarak artan Türk filmleri için, "Yüzlerimizi kaybediyoruz" demişti. Bu coğrafyanın, bu insanların ve bize ait olan duyguların filmlerini yapılmasını çok önemsiyoruz. Çünkü: Yüzlerimizi kaybetmek istemiyoruz! Sonuç olarak, bugün nihayetinde Türk filmlerinde bu artışı önemsiyoruz. Ama nitelikli Türk filmlerinin yapılmasını daha çok önemsiyoruz.



Kaynak
evrensel.net