Televizyon tekniği, sesi ve görüntüyü bir enerji dönüşümüyle binlerce kilometre
öteye aktararak, birbirine hiç benzemeyen yaşamları birbiriyle buluşturan bir
dizgedir. Sesin ve görüntünün, mikrofon ve kamera aracılığıyla önce elektriğe
dönüştürülüp sonra da elektromanyetik dalgalar üzerine yüklenerek çok
uzaklardaki alıcılara gönderilen televizyon yayınları, izleyicilerin
alıcılarında yeniden ses ve görüntü olarak yansımaktadır. Teknolojinin evrensel
bir kuşatıcı ağa dönüşen buluşu, tüm yeryüzünü saran frekanslarla doğal olarak
toplumsal yaşamları ve bireylerin niteliklerini de etkilemektedir.
Televizyonun, herkesin yaşamında bir eğlence aracı olarak yer edinmesine
şaşmamak gerekmektedir. Çünkü televizyon, ortaya çıktığı dönemlerden bu yana
popüler kültürün en etkin aracı olarak insanların yaşamında yer alırken,
dünyanın yaşadığı iki büyük savaşın ardından, tam anlamıyla bir eğlence aracı
niteliğiyle insanların yaşamını renklendirip onların sinirlerini gevşetmeyi
amaçlamıştır. Savaşlarla gerilen, sinir sistemi yıpranan, karamsarlık ve
umutsuzluk içinde çırpınan insanları yeniden yaşamın tatlı ortamına , yaşama
sevincine çekmek imik için en güçlü araç olduğu fark edilen televizyon, savaşsız
ve gerilimsiz günlerin özlemiyle yaşayan dünyanın en popüler aracı olmuştur. Her
dönemde daha çok eğlendirmeyi amaçlayan televizyon, sonunda eğlenceyi düzeysiz
boyuta taşımış, insan onurunu ayaklar altına alan yapımlarla kitlelere
seslenmeye başlamıştır. İnsanın uygarlığının doruk noktasındaki mucizevi araç
olan televizyon, uygarlık sözcüğünün anlamını tartışmaya açabilecek iletilerle
yaşamaya çalışmaktadır.
Kendince bir uygarlığın yaşandığı bir dönemin düşünürü olan Jean Jacques
Rousseau’ya göre; uygarlığın ilerlemesi, insanın başlangıçta var olan erdemini
yok etmiştir. Matbaa, şeker, mobilya gibi yapay gereksinimler yaratan sözde
ilerleme, insanları köleleştirmiştir. Bir parça toprağı sahiplenen ve kendi
kendine “Burası benim” siyen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu ve
sahteciliğin de simgesidir. Sahip olma duygusuyla başlayan insanın uygarlık
serüveni, daha kolay ve görkemli yaşamak adına ahlaksızlık ve sahtecilikle
örülen gelişmelerle göz kamaştırıcı boyutlara ulaşmıştır. Teknoloji, bir yandan
uygarlığın sınırlarını genişletip insanın büyüklenme duygusunu ululaştırırken,
bir yandan da beraberinde getirdiği kültürle, insanın insanlık sınırlarını
zorlamasının temellerini oluşturmuştur.
Ne ilginçtir ki, teknolojinin gelişimine koşut olarak insanların gerilimleri de
artmaktadır. Gerilimi yok etmeyi amaçlayan ortaya çıkan televizyonu çok izleyen
kişilerde bile patolojik gerilim oluşmaktadır. Buna karşın televizyon,
insanların özel ve genel tüm niteliklerini ve zaaflarını sonuna dek kullanmak
yoluyla, gerilimleri yok etmek için yeni gerilimler yaratma yolunu seçmektedir.
Televizyon, yayın sistemindeki en pürüzsüz görüntüyü oluşturma kaygısıyla yol
alırken, televizyonun içeriğini dolduranlar da, tüm insancıl değerlere karşı
olmak bahasına, insanları kendilerinden geçercesine en üst düzeyde eğlendirmeyi
amaçlamaktadır.
Televizyonun görüntüleri, herkesin yaşamında kolayca yer verebileceği, çekici ve
renkli öğelerle bezeli uygulamalı bir kültürün alt yapısını oluşturmaktadır
(Miller, 2005, 78).
Ancak bu kültür, politikadan edebiyata, spordan sanata, hiçbir kültürel birikimi
ve eğitimi olmayan izleyicilerin bile anlayabileceği ve benimseyebileceği bir
düzeye indirilmiş, televizyonun kendine özgü diliyle sunulmaktadır.
Televizyonun, en yaygın kitle iletişim aracı olması, onun, tüm kişisel ayrımları
ortadan kaldırarak herkese seslenebilme niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bu
özellik, televizyonun, tek renkli, tek biçimli bir kültür oluşturmasıyla
sonuçlanmaktadır. Yine bu nitelik aynı zamanda, popülist amaç peşinde koşanları
da televizyona yakınlaştırmaktadır.
Prof. Dr. Sedat CERECİ
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Van Meslek Yüksekokulu
Radyo-TV Programı, Anabilim Dalı