Romero Zombilerinin Tüketim Çılgınlığı

Dawn Of The Dead (Ölülerin Şafağı)

Günümüz toplumları için kullanılan, bu toplumların giderek üretimden ve hizmet üretiminden ziyade tüketim (malların ve boş zamanların tüketimi) etrafından örgütlenmesini anlatan bir terim olan tüketim kültürü ve tüketim toplumu kavramları; gittikçe yaygınlaşan zenginleşme eğilimleri, burjuvalaşma, kitlesel bir popüler kültürün ortaya çıkışı, toplumsal sınıfın ölümü, tüketim sektörlerinin ortaya çıkışı, bireyciliğin artması gibi dinamikler ile günümüzdeki tanımlarını aldılar. Medya ve kitle iletişim araçlarının da alabildiğine geliştiği ve önemli bir güç haline geldiği günümüzde, tüketimin medya tarafından beslenip pazarlanması ve zaman zaman da çeşitli iletişim araçlarının eleştirileri ile karşı karşıya kalması söz konusu olmaktadır. Sinemada da, şu ana kadar sinema türü olarak tanımlayabileceğimiz türler içinde, çeşitli alanlara vurgu yapan ve bunları ele alan, konu edinen, eleştiren filmler bulunmaktadır. Bu bağlamda, bende ‘tüketim kültürü ve tüketim toplumu’ başlıklı konunun sinemada nasıl ele alındığını inceleyebilmek adına, korku türü içinde yer alan bir filmi inceleyerek konuya daha çok eleştirel bir bakış kazandırmaya çalıştım. 1978 yapımı olan ve korku-gerilim türü içinde yer alan George Romero’nun Dawn Of The Dead (Ölülerin Şafağı) adlı film…



“Öfke, sevinç, hüzün ve korku, film seyrederken hissedilip, dışa vurulan duyguların bir kısmıdır.” (ABİSEL; 1999: 7). Bu açıdan bakıldığında sinema filmlerine olan duygusal katılımın, öteki popüler kültür biçimlerine göre çok daha güçlü ve yoğun olduğunu söyleyebiliriz. Aristoteles’in de sürekli üzerinde durduğu ve katarsis olarak adlandırdığı; rahatlama, aslında bir nevi modern dünyanın bir ‘zevk iksiri’ olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle popüler olanın ve toplumu etkileyen ‘şeylerin’ sinemada da bir şekilde yeniden üretilip sunulması söz konusu olmuştur.

Özellikle korku filmleri 20.yy başında, endüstrileşmiş kapitalist toplumlarda, bilim ve teknolojinin gelişmesinden duyulan ürküntü, kentsel yaşamın yalnızlaşan bireylerinin endişeleriyle birleşmiş; salgın hastalıkların önlenmesi ve insan hayatına daha fazla değer verilmesine karşın dinsel inançların sarsılması, ölüm korkusunun niteliğini etkilemişti. Sınıfsal konumu yitirme, başarısız olma gibi kaygılar, eski tarz dayanışmanın yerini alan rekabete dayalı ilişkiler ve kentsel yaşamın kendine özgü suçlarıyla tehlikeleri, ölüm korkusuyla birlikte yaşam korkusunu da gündeme getirmiştir. (ABİSEL: 1999: 118).

Böylelikle zamanla sinemada kendine ait bir anlatı kazanarak günümüzdeki tanımını almıştır.



Dawn Of The Dead (Ölülerin Şafağı) - 1979, George Romero:

Ölülerin Şafağı filmi, gerek korku öğelerini barındırması ve gerekse de içerdiği toplumsal kodlarla tüketim açısından ele alınabilecek özellikli bir film. Önce kenti, ardından da tüm ülkeyi istila eden zombileri konu edinen filmde, yönetmen zombilerin korkusuz, yılmak bilmeyen ve aynı anda her yerde bulunabilen karakterler olma özelliğinden yararlanarak, günümüzde tüketici olarak adlandırdığımız kişilerle (bizlerle), zombileri özdeşleştirmiş ve tek amaçları insanların üzerine yürüyüp, öldürmek ve yemek olan zombileri, tüketimin fazlalığı unsurlarını göstermeye çalışmıştır. Filmde özellikle toplum ve tüketicilik üzerine sinsi bir eleştiri vardır. George Ritzer’in 1990’lı yılların sonlarına doğru adını koyduğu tüketim katedralleri, “tüketicileri çekmek için gereken büyüyle karakterize edildiğini ama akılcılaştırma sürecinin sonucu olarak büyünün bozulmasının olabileceği yer” olarak tanımlandığı mekanlardır. (RİTZER; 1999: 28). 1979’lu yıllarda alışveriş merkezi patlaması ilk safhalarında olduğu için “alışveriş merkezi kültürü” henüz ileri sürülmemişti. Günümüzde alışveriş merkezleri, kapitalist akımın ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediliyor.

Günlük hayatlarımızın, sık sık tüketim gibi şeylerle tüketiliyor olmasını aslında yönetmen, zombilerin de bilinçsizce beslenmesiyle özdeşleştirmiştir. Çünkü toplumumuz - ve toplumlar - da, zaman zaman bilinçsizce tüketiyor.



Filmin temasında korku bir yana, çaresizlik duygusu ağır basar, bir taraftan insan ırkının ne kadar basit ve tüketici olduğu vurgulanır. Aynı zamanda, zenciler pozitif yönleri ile öne çıkarılmıştır, kritik anlardaki doğru hareketleri, sabırları, inançları ve insanlığı ile beyazlardan öne çıkar. Böylelikle filme ırkçılık açısından bakış açıları öne sürülebilir. Filmde insanlar, markette kendilerine fazlasıyla yetecek kadar yiyecek bulmalarına karşın, o kadar tutumsuzdurlar ki, kendi kendilerini bir çıkmaza sürüklerler; tüketici toplum yapısından insan psikolojisine, birçok konuya yayılan film, aslında acil ihtiyaç üzerine yeniden kurgulanmış bir eser olarak da görülebilir. Bunu meta fetişizmiyle doğru orantılı olarak ayarlanmış bir ölçü gibi düşünebiliriz... Nasıl ki, tüketici ve maddeci tarafımız korkunç boyutlara varmışsa, bu yanımızın altını çizen yaşayan ölülerin iştahı ve kararlılığı da o derece arttırılmış. Filmi izledikten sonra bir süper markete gitmek aslında isabetli bir karar olacaktır; gidin ve etrafınıza şöyle bir bakın! Etrafınızdaki insanların hepsinin birer zombi olduğunu hissedeceksiniz. Ve açlıklarını insan eti yerine, reyonlara saldırarak giderdiklerini rahatlıkla göreceksiniz...

Filmde aynı zamanda çağdaş hayata yönelik bir saldırı, çarpıcı bir biçimde ele alınır. “Filmin olay örgüsü zombilerin bir alışveriş merkezini ele geçirmesi üzerine kuruludur; yıllardır iradesiz, ruhsuz kitleleri yabancılaştırıcı tüketme buyruğuyla çılgına dönmüş zombi benzeri yaratıklar olarak tahayyül eden kültür eleştirmenlerinin en kötü korkularını işleyen bir senaryodur bu.” (MODLESKİ; 1998: 202). Çünkü toplumdaki bireylerde “ ’merkezi kontrole karşı koyma’ gereksiminin hissedilebilmesi daha işin en başından tek tek kişilerin bilinçlerinin, bağımlı konumdaki kitle toplumu insanına aynı hegemonik ideoloji öğelerinin her biri ayrı ve özgün gibi görünen tür ve öykü düzenlemeleri içinde konumlanmasına özen gösterilerek bilinç endüstrisince üretilmiş kültür ürünlerinin sunulması ve tükettirilmesi sayesinde işletilen bir homojenleştirme sonucunda, kontrol edilmesiyle zaten baskıya alınmış olmaktadır.” (OSKAY; 188). Böylece bilinç ve eğlence endüstrileri karşısında etkilenmekte olan insanın tümüyle aktif bir durumda olmadığını söyleyebiliriz. Filmde de, zombilerin yapmış oldukları her şey, alışveriş merkezindeki halleri ve insan eti yeme çabaları, vs., aslında toplumdaki gerçek bireylerin durumlarından farksız değildir.



O halde bu bağlamda kitle kültüründen de bahsetmek yerinde olacaktır. Adorno “kitle kültürünün insanların zihinlerini sömürgeleştirdiğini savunurken, Fiedler ise kitle kültürünü özgürlüğün alanına yerleştirir.” (MODLESKİ; 1998: 8). “Kitle toplumu ve kültürü, esas olarak belirsizliği ve değer yüklü karakteri yüzünden sosyolojide demode bir hale gelmiştir...” (Ayrıntı için Bknz.: MARSHALL; 1999: 412). O halde bu tanımlardan hareketle kitlelerin kendilerine yönelik bu tür coşkulu yıkıcılığı Jean Baudrillard başka bir bağlamda “milyonlarca turistin görünüşte kültür tüketmek ama aynı zamanda bir yapı hatası bulunan binanın çökmesini hızlandırmak için üşüştüğü Georges Pompidou Merkezi’yle ilgili çözümlemesinde tartışır.” (BAUDRİLLARD; 1977: 23-25). Bir alışveriş merkezini ele geçiren zombiler hakkındaki Ölülerin Şafağı’nın, bütün Birleşik Devletler’de alışveriş merkezlerinde gece yarısının gözde filmlerinden biri olmasında da benzer bir durum vardır. Her iki durumda da kitleler, tam da çok büyük bir coşkuyla destekler göründükleri kültürün ölümünden büyük keyif almaktadırlar. Sanki burada Roland Barthes’in arka çıktığı yarılmış, ‘sapkın’ tepkinin bir başka biçimiyle karşı karşıyayızdır.



Bu bağlamda Karl Marx’ın bir kurt adam olarak kapitalist tarifi, bu yaratığın etkinliklerine yönelik hararetli bir oyuna dönüşür. Marx, kapitalizmi devamlı olarak, canlı emeğin yerine ölü emeği geçirmeye iten kurt adam açlığına iter. Bu açıdan “ölü emek, yani teknolojinin çoğalmasının, insanlığı angaryadan kurtarıp gerçekten özgürleştirmek yerine zihinsel, ahlaki ve duygusal hayatlarının işgal edilmesine yol açtığını, dolayısıyla da onların toplumsal değişimi arzulayamaz hale getirdiğini ileri sürer.” (BOTTOMERO; 1994: 38-40).

Modernizmin ve kentleşmenin artarak, büyük şehir hayatının katlanılamaz hale gelmesi eğlence tekniklerinin de gelişmesini beraberinde getirmiştir. Şehrin yol açtığı acıyı ve sıkıntıyı, eğlence teknikleriyle unutulabilir hale getirmeye çalışır oldu insanoğlu. İleri kapitalizmde tür aynı kalsa bile, anlatı değişecektir. Fiziksel özgürlüğün yani artan boş zamanın bedeli, ruhsal zombicilik olacaktır. İnsanlara içinde bulundukları umutsuz boşluğu fark etmemelerini sağlamak için kitlelere bir sürü kolay, sahte haz sunulur. Böylece Frankfurt Okulu’nun bazı üyeleri ve onların takipçileri olan diğer benzer düşünürlerin dediği ve ideolojiyle özdeşleştirilen o büyük canavara yakalanmış oluruz: kitle kültürü... İşte o zaman eğlence, ideolojiye egemen olur. O zaman, bu zamandır... Aslında filmde de verilmek istenen mesaj; kitle kültürü ve dolayısıyla şekillenen tüketimin, eğlence biçimleriyle de süslenerek ve yeniden üretilerek insanlara sunulması, ve insanların da gerçek toplumun içinden sıyrılarak, bilinçsizce tüm bu faaliyetleri gerçekleştirme çabalarının bir yansımasıdır.



Peki neden zombi figürü?
“Canavar figürleri normalliğe yönelmiş tehditlerin püskürtülüşünü temsil ettiklerinden, varolan düzeni onaylamak için kullanılabilirler.” (RYAN&KELLNER; 1997: 279). Bu nedenle zombiler de, normal toplumsal işleyişin özellikle canavarca olan taraflarına dikkat çekerler. Hemen hemen tüm canavar figürleri, hakim olan toplumsal yapıya ve statükoya, karşı çıkışı ifade eder. Çünkü kültürün ve kültürel değerlerin normallikle ilişkili olarak canavarlık olarak yansıttığı, sıklıkla uygar yaşamın sürekliliği için dışarıda tutulması gereken şeylere, dizginlenmiş saldırganlık ve bastırılmamış cinselliğe ait metaforlardır.

“Romero, normal insanların canavarlara dönüşmesini betimleyerek, normalliği canavarlıktan ayıran çizgiyi delip geçer ve normal yaşamın parçası kabul edilen birçok şeyin aslında son derece yakışıksız olduğunu ima eder.” (RYAN&KELLNER; 1997: 280). Robin Wood’a göre zombiler, “Bu düzenin yarattığı ve aynı düzene oynak bir temel oluşturan bastırılmış gerilim ve çatışmaları - ‘ölü’ de olsa otomatik olarak süregiden geçmişten, ilişkilerin babaerkil yapılandırılışından kalma mirası - temsil eder.” (WOOD; 1979: 91).

Yönetmenin çekmiş olduğu diğer zombi filmleri de (Night of the Living Dead -1968, Day of the Dead-1985), sürekli olarak bahsettiğim toplum, kültür, otorite, tüketim, mevcut düzen, vb. gibi konulara eleştiriler getiriyor olsalar da; aslında üç filmin tümünde de ırklar arası, cinsler arası ve toplumun en küçük yapı taşı olarak adlandırılabileceğimiz aileyi ele alma ve bu konulara eleştiriler getirme söz konusudur. (Ancak, konum: ‘tüketim kültürü-tüketim toplumu’ ve bunun sinemada nasıl ele alındığı olduğundan, diğer konulardan ayrıntılı olarak bahsetmiyorum).

Dawn Of The Dead’de zombiler, programlanmışlardır ve asla engellenemezler. Bu açıdan onlar tüketimi temsil eder olmuşlardır. Ancak filmde yer alan alışveriş merkezinin de, maddesel tüketim Amerikası için bir metafor olduğu işlevini göz ardı etmemek gerekir. Ölüler - zombiler -, nedenini bilmeden alışveriş merkezine gitmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Aynı gerçek yaşamdaki insanlar gibi... Ölüler figürü, tüketici kapitalizmin altında insanları yok eden ve başkalarını yok etmeye yönelten gerçek bir açlığı işaret eder. Yönetmen, gerçekçi ve akılcı bir bakış açısıyla bu nedenle ölüleri - zombileri - filminde kullanmış ve tüketim çılgınlığını, bunun nasıl bilinçsizce yapıldığını ve gerçek yaşamdaki insanların neredeyse uyuyarak tüketen varlıklar olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Filmin sonunda ise, ırklar ve cinsler arası iş birliği birkaç kişinin de olsa, canını kurtarmaya yeter... Böylelikle film, iyi bir şekilde sonlansa ve birkaç kişinin de olsa kurtulduğunun sinyallerini verse de, toplumsal düzene güven verici mesajlar içermez... Romero’nun 1979 yapımı Dawn Of The Dead’i de, henüz tüketimin alabildiğine yoğun yaşandığı bir dönemde çekilmiş olmasa da, gelecek için - ki o gelecek, günümüzdür - aşırılıkların ve abartıların boyutlarını göstermiştir...

Hasan Gürkan



KAYNAKÇA
ABİSEL, Nilgün; “Popüler Sinema ve Türler”, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1999
ADORNO, Theodor; “On populer Music”, 1941
BAUDRİLLARD, Jean; “L’Effet beaubourg: implosion et dissuasion”, Paris, Galilée, 1977
BOCOCK, Robert; “Tüketim”, Ankara, Dost Kitabevi, 1997
BOTTOMORE, Tom; “Frankfurt Okulu”, Konya, Vadi Yayınları, 1994
KOTTAK, Conrad Philip; “Antroploji”, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2001
MARSHALL, Gordon; “Sosyoloji Sözlüğü”, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999
MODLESKİ, Tania; “Eğlence İncelemeleri”, İstanbul, Metis Yayınları, 1998
OSKAY, Ünsal; “Popüler Kültür Açısından Çağdaş Fazntazya: Bilim-Kurgu ve Korku Sineması”, İstanbul, Der Yayınları
RİTZER, George; “Toplumun McDonaldlaştırılması”, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2001
RİTZER, George; “Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek”, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2000
RYAN, Micheal; KELLNER, Douglas; “Politik Kamera”, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1997
WOOD, Robin; “American Nightmare: Esays on the Horror Film”, Toronto Festival of Festivals, 1979



Kaynak
Hasan Gürkan