“Kendimi anlatıyorum, içinizde ben de varım. Benim de anlatacak bir hikayem var
diyorum. Şimdi beni dinleyin, gibi bir duygu, şimdi söz bende, şimdi ben kendimi
anlatıyorum demek gibi sinema…” (Ahmet Uluçay)
1954 yılında doğan Ahmet Uluçay başarılı çizimlerini ‘gımıldah’ hale getirmeyi
daha çocuk yaşta düşlüyordu, yıllar sonraysa yukarıdaki cümleyi sarf ediyor.
Hayat hayli garip…
Kısa film projeleriyle tanınan Ahmet Uluçay’ın ilk uzun metraj filmi olan
“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” uzun yıllardır sözü edilen bir film… Doğrusu
kısa filmlere çok meraklı olmama rağmen bu sene 4. Akbank Kısa Film
Festivali’nde birkaç film seyrederken tanıştım Uluçay’la. Onun hakkında kısa bir
belgesel film hazırlanmıştı. Belgeseldeki üslubu, anlatımı ve hikayesinin bende
uyandırdığı merak yıllardır adını duyup da izleme olanağı bulamadığım “Karpuz
Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmini izlemeye doğru itti beni. Ahmet Uluçay’ı
anlatan kısa belgesel filmde çocukluk arkadaşı ve hayallerini paylaşan yakın
dostu İsmail Mutlu da yer alıyordu. O daha sonraları sinemayı bırakmış da olsa
birlikte başlamışlardı bu işe Kütahya’nın Tepecik Köyü’nde… “Karpuz Kabuğundan
Gemiler Yapmak” filmi de zaten onların hikayesini anlatıyor; ben önce gerçeğini
Ahmet Uluçay’ın ağzından dinleyip (kamyonculuktan yumurta satıcılığına kadar
olan kısmı da dahil) ardından onun çektiği bu filmi seyrettim. Aslına bakarsanız
değişen hiçbir şey yok Ahmet Uluçay için, yedi yaşına kadar biriktirdiklerini
yaşıyor çünkü o kendi deyimiyle ve halen bir çocuk… çocukluğunu da hiç
kaybetmeye niyeti yok. Çocukluğundan beri yanında taşıdığı sinema düşünü
yaklaşık on beş yıldır adını insanlara duyurarak ve sürekli ilerleyerek
aktarıyor perdeye…
Ahmet Uluçay ve İsmail Mutlu köylerine gelen bir seyyar sinema sayesinde
tanışıyorlar hareketli resimlerin büyüsüyle. İşte bu filmdeki iki arkadaş da bir
sinema makinesi yapmaya karar veriyorlar ve bunun için uğraşıyorlar. Kasabadan
aldıkları kopuk filmleri yaptıkları sinema makinesiyle hareketlendirmek için
gece karanlığında ellerinden geleni yapsalar da bir türlü başaramıyorlar.
Sinemayla ilgili kitapları artık ezbere bilmelerine rağmen atladıkları bir unsur
yüzünden uzadıkça uzuyor sinema gösterimi yapmak… Kasabadaki sinema salonunda
bakmalarına bile izin verilmeyen sinematografı incelemeye çalışıyorlar gizliden
gizliye, ezberledikleri kitapları tekrar tekrar okuyorlar, düşlerini
kaybetmeden, inançlarını koruyarak sürekli mücadele veriyorlar iki arkadaş ve
saralı bir deli.. Aileleri onlara karşı olsa da, sinemalardan buldukları kopuk
filmler toplanıp toplanıp yakılsa da inançlarını asla kaybetmiyorlar. Nihayet
ellerindeki tüm umudu ve gücü kullanarak resimden harekete geçtiklerinde
kazandıkları duygu onları başlı başına bir zafere götürüyor. Çocukça bir aşkla
bağlanılan sinema duyarlığını yaşatıyor Ahmet Uluçay kendi yaşamı üzerinden
izleyiciye film boyunca. Araya serpiştirilen gerçek anlamda çocukluk aşkıysa
filmin temelini sadece destekleyen ve yapısını genişletmeye yarayan fazladan bir
unsur. Doğrusu iyi yerleştirildiğini söylemek mümkün değil filme; ortaya konan
‘sinemadan başka hiçbir şeyden bize umut da yok, hayır da yok’ ifadesini
desteklese de sanki filmin uzun metrajlı olması için zorla yerleştirilmiş gibi
eğreti duruyor bazı sahnelerde.
Köy ile kasaba arasında mekik dokuyan iki küçük çocuğun sinema yapabilmek, resmi
hareketlendirebilmek için çıktıkları bu yolda yapayalnız olmaları ve köy ahalisi
ya da köy büyüğü olarak kimseye rastlamamaları göze batan bir diğer unsur
filmdeki. O kadar yalnız ve sessiz bir köy profili çizmiş ki Ahmet Uluçay, sanki
köyü iki çocuk ve bir deli dışında kimse kurmamış, orada yaşayan hiç kimse
yokmuş gibi düşünüyorsunuz. Ara sıra ortaya çıkan ebeveynler ve birkaç kişi
dışında atmosfer hayli boş. Köyün küçüklüğünden olabilir ya da gerçeğin, belki
de anlatılan masalın sadece çocukların gözünden daha rahat biçimde
anlaşılabileceğinden… Ahmet Uluçay hangisini tercih etmiş kestirmek güç, ancak
belgesel havasına dönüştürdüğü otobiyografik anlatısını sinemanın kurallarına
göre yorumlayarak izleyiciye sunmuş. İçinden geçirdiklerini ve yaşadıklarını
anlatırken onları kendi hatırladığı ya da olmasını istediği biçimde yorumlamış.
İki arkadaşın kasabada çalıştıkları yerler birinden farklı: Ahmet Uluçay’ın
yansıması Recep karpuzcunun yanında, Ahmet Uluçay’ın sinema tutkunu arkadaşı
İsmail Mutlu, yani Mehmet ise berberde çalışmaktadır. Bu çıraklık evresi onları
hayatın iki yüzüyle de tanıştırır aynı zamanda. Birinin ustası olan karpuzcu
oldukça naif ve iyi niyetli bir insandır, diğerinin ustası olan berberse aksine
sert mizaçlı bir kimsedir. Hatta onları berber dükkanında gördüğünde hinlikle
çırağından arkadaşının saçlarını kesmesini ister. Bu berberi oynayan kişi de
filmde Ahmet Uluçay’dır… Recep’in kasabada tanıştığı iyi niyetli bir kadının
büyük kızına aşık olması ve kızın ona olan tepkisi az önce de yazdığım gibi
filmin destekleyici, uzatıcı unsurlarından. Kaybedilen hayallerin yerini umut
olarak sinemanın almasından bahsediyor Uluçay. Karpuz kabuğundan yapılan bir
gemide eğer umut taşırsanız o umut elbet sizden evvel kıyıya ulaşacaktır diyor.
Bunu hem aşk bağlamında, hem de sinema bağlamında sıkça tekrarlıyor zaten. Aşkı
karpuz kabuğundan bir gemide, yani olmayacak bir şeyi olmayacak bir şekilde
taşımak mümkün değil belki. Peki ya sinema? İşte onu karpuz kabuğundan bir
hayalde sonsuza kadar denizde taşıyabilirsiniz… O küçük köyden kasabaya gidip
karpuzcuda çalışan, köye döndüğündeyse sinema makinesi yapmak için çabalayan
Ahmet Uluçay çocukluğunun hayalini bugünün uluslararası festivallerinde
yaşatıyor kendinde. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar ve yaşadığı müddetçe
hayallerinin peşinden giderek gerçeklerine ulaşır…
Neredeyse filmdeki tüm karakterler yerel ağzı kullanıyor… Bu durum ve sesteki
aksaklıklar bazı konuşmaların anlaşılmasını güçleştiriyor film boyunca. Yine de
çocuk oyuncuların sürüklediği film esprileriyle, anlatımdaki akıcılığıyla,
başarılı yaklaşımıyla sonuca ulaşıyor. Özellikle üzerinde durulan ve eleştirilen
dijital kamerayla çekilmiş bir film olması da benim için herhangi bir şey ifade
etmiyor doğrusu...
“Sinema yapmasaydım intihar ederdim” diyen Ahmet Uluçay eline ilk kez eski bir
kamera verildiğinde şöyle düşündüğünü söylüyor: “Eyvah… Dönüşü olmayan bir yola
giriyorum…”
Filmi izlemeden önce 4. Akbank Kısa Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü
kazanan Dilek Taşdemir’in Ahmet Uluçay’la ilgili hazırladığı ve onunla
gerçekleştirdiği söyleşiye dayanan “İntihar Ederdim” belgeselini izlemiştim.
Dilek Taşdemir’in senaryosunu hazırladığı, kurgusunu Ekrem Ertikmen’in
gerçekleştirdiği ve görüntü yönetmenliğini Hilal Zeynep Ahıskalı’nın yaptığı bu
15 dakikalık harikulade belgesel biraz da beni heyecanlandırdı “Karpuz
Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmi için. Ahmet Uluçay’ın o belgeseldeki anlatımı,
yaklaşımı, sinemaya olan tutkusu ve yakın dostu İsmail Mutlu’yla yapılan
röportaj da dahil olmak üzere filmi neredeyse çözümlüyor bu belgesel. Filmin
DVD’si yeni bir seri daha basım yaparsa bu belgeselin de yer alması gerekiyor
kanımca, eğer izleme imkanına sahip olursanız da kaçırmayın derim. Aynı zamanda
filmin DVD’sinde Ahmet Uluçay’ın tüm kısa filmleri de yer alıyor…
“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” başarılı bir film… İnce okunmuş, ince
yazılmış, ince işlenmiş. Sahile bile götürebilir sinema insanı, hayallerindeki
her yere götürebildiği, her şeyi gerçekleştirebildiği gibi. Biz film kaosu
içinde bunu görmezden geliyor, televizyonla değersizleştiriyor olsak da
1960’lardaki o deniz manzarası pek çok meseleyi anlatmaya yetiyor; açık ve net.
“Bir gün bi’baktım okula bi’sinema geldi… Resimler gımıldayıp’duru’vallahi,
napcez?..”
Film:
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
Yönetmen: Ahmet Uluçay
Senaryo: Ahmet Uluçay
Görüntü Yönetmeni: İlker Berke
Yapım: 2002, Türkiye, 110 dk.
Oyuncular
İsmail Hakkı Taslak (Recep)
Kadir Kaymaz (Mehmet)
Gülayşe Erkoç (Nezihe)
Aysel Yılmaz (Recep’in Annesi)
Boncuk Yılmaz (Nihal)
Hasbiye Günay (Gülay)
Mustafa Çoban (Karpuzcu Kemal)
Fizuli Caferof (Deli Ömer)
Kaynak
düşLE arşivi
C. Alper İlhan
82. Sayı, Temmuz 2008