Yapım Tarihi - 2012
Süre - 01:03:56
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe
Yönetmen - İlknur Yılmaz
12 Eylül 1980, milyonlarca insanın hayatını etkiledi; idamlar, işkenceler,
vatandaşlıktan çıkarılmalar, fişlenmeler… Saymakla bitmez. Ancak Eylül’e rağmen
gülmeyi başarabildi insanlar. İlknur Yılmaz, “Eylül’de bile gülmek” belgeseliyle
işte bu hikâyeleri anlatıyor. Kimi komik, kimi trajikomik hikâyeler bunlar.
İnsanların Eylül’e rağmen ayakta kalmayı başarmasının yolunun gülmekten
geçtiğini de gösteriyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklendi. 2011
1. SETEM Akademi BAK Ödülleri, Belgesel Dalı, (Erkan Araz, Gökhan Eren Kamer) En İyi Görüntü Yönetmeni Adayı. 2013
1. SETEM Akademi BAK Ödülleri, Belgesel Dalı, (İlknur Yılmaz) En İyi Senaryo Adayı. 2013
1. SETEM Akademi BAK Ödülleri, Belgesel Dalı, (İlknur Yılmaz) En İyi Yönetmen Adayı. 2013
1. SETEM Akademi BAK Ödülleri, Belgesel Dalı, (Memet Kızıl) En İyi Kurgu Adayı. 2013
1. SETEM Akademi BAK Ödülleri, Belgesel Dalı, En İyi Film Adayı. 2013
Kaynak
Ankara / Evrensel
Hayat Televizyonu
Eylül’de bile gülebilmek
12 Eylül 1980, milyonlarca insanın hayatını etkiledi; idamlar, işkenceler,
vatandaşlıktan çıkarılmalar, fişlenmeler… Saymakla bitmez. Ancak Eylül’e rağmen
gülmeyi başarabildi insanlar. İlknur Yılmaz, “Eylül’de bile gülmek” belgeseliyle
işte bu hikâyeleri anlatıyor. Kimi komik, kimi trajikomik hikâyeler bunlar.
İnsanların Eylül’e rağmen ayakta kalmayı başarmasının yolunun gülmekten
geçtiğini de gösteriyor.
O zamanlar cezaevlerinde polisler görev yapıyordu, diyerek başlıyor anlatmaya
50’li yaşlarına gelmiş bir kadın. O zamanlar dediği, 30 yıl öncesi, 12 Eylül
1980. Evet, yine bir 12 Eylül haberi okuyacaksınız. Ama hemen öyle düşürmeyin
yüzünüzü, çünkü bu seferki farklı, bu seferki 12 Eylül’e rağmen gülmeyi başarmak
üzerine. Bakın nasıl devam ediyor hikâye:
“Bir gün sayım yapılırken kaçıp revire saklandım. Revirdeki ranzalar örtülerle
kapatılırdı. Alt ranzanın örtüsünün arkasına saklandım. Kadın polis sayımı
yapmış, bir eksik olduğunu görünce beni aramaya çıkmıştı. Ayak seslerinden
yaklaştığını anlıyordum. Perdenin önüne gelince durdu, elini perdeye atıyordu
ki, ben çıkıp ‘Bööö’ diye bağırdım. Korkudan geri sıçradı. Gerçekten çok
komikti”. Ekrandaki kadın bunu yaptıktan sonra dayak yedi mi bilmiyorum, ama
anlatışından, gülüşünden belli ki, o gün koğuş onun sayesinde ağız dolusu güldü.
Kuşkusuz mizah insanlığın sahip olduğu en önemli yetenek. Gülebilmek; ölüme,
acıya, işkenceye, karanlığa rağmen gülebilmek tutuyor çünkü insanlığı ayakta.
İşte gazeteci İlknur Yılmaz da 12 Eylül’ün başka bir yüzünü anlatıyor “Eylül’de
bile gülmek” belgeselinde.
“Eylül’de bile gülmek” belgeselinin fikri nereden çıktı?
12 Eylül’ün acı bilançosu herkesi etkiledi. Toplumun tüm kesimlerini baskı
altına almak isteyen darbenin bu konuda başarısız olduğu söylenemez. Darbenin
etkileri hâlâ yaşamımızı etkilemeye devam ediyor… Çok sayıda insan gözaltına
alındı, işkence gördü, cezaevlerine atıldı, vatandaşlıktan çıkarıldı, idam
edildi. Bunlar az da olsa filmlere, belgesellere, kitaplara konu oldu. Ama bunca
acıya dayanmanın, hayata tutunmanın en önemli yollarından birinin mizah olduğu
unutuldu. 12 Eylül de kendi mizahını yaratmıştı.
Oysa biz 12 Eylül’ü hep acılar, baskılar üzerinden konuştuk…
Evet, o dönemde insanların sadece acılar içinde kıvranmadığının, bir şeyleri
değiştirmek, dönüştürmek için mücadele ettiklerinin, icatlar yaptıklarının,
kendi sınırlarını nasıl aştıklarının gösterilmesi gerekiyordu. Düşünsenize
koskocaman örgütlü bir devletsiniz. Ordunuz, polisiniz, askerleriniz,
cezaevleriniz, koca koca kapılarınız, koca koca kilitleriniz var. Ama tüm
olanaksızlıklara rağmen sizin denetiminizde olan bu insanlar tünel kazıyor ve
29’u birden kaçıp gidiyor. Bu komik değil de nedir? Bir araya getirilmemesi,
birbiriyle görüştürülmemesi gerektiğini düşündüğünüz bu insanlar mors alfabesi
geliştiriyor, daha akıl alamayacak bir sürü yöntemle iletişim kurmayı başarıyor.
Edebiyatımızda hiç de azımsanmayacak oranda şiir, roman cezaevinde yazıldı,
“yasal olamayan” yollarla çıkarılarak yayınlandı. Dost sohbetlerinde anlatılan
bu direniş öykülerinin herkesle paylaşılması gerektiği düşüncesi bu belgeseli
oluşturdu. Biz bir şeylerden vazgeçmemeyi, aklın ve sabrın sınırlarını sonuna
dek zorlamayı, “olamaz mümkün değilin” peşine düşmeyi, galiba darbelere ve zorlu
yıllara borçluyuz.
Hikâye bulmakta zorlandınız mı peki?
Güldüğümüz bu hikâyelerin bir bölümü yaşandığı dönemde de insanları güldürmüş
hikâyeler, bir bölümü de o dönmede acıklı olan bugün gülerek hatırladığımız
trajikomik hikâyeler. İnsanlık var oldukça mizahın da var olacağının,
kahkahaların gözyaşlarından süzülerek geleceğinin de bir kanıtı aynı zamanda.
Belgesel için İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Antalya, Denizli, Muğla, Ordu,
Artvin gibi birçok ile gidip 90’dan fazla kişiyle röportaj yaptık. Gittiğimiz
illerde İnsan Hakları, Devrimci 78’liler Dernekleri, EMEP, ÖDP, BDP ve daha
birçok siyasi parti, sendika yönetimleri bize yardımcı oldu. “Eylül’de bile
gülmek”, 45’er dakikalık dört bölümden oluşuyor.
Anlatılan hikâyeler içinde sizde en çok iz bırakanı hangisi oldu?
Hepsi de komik hikâyelerdi. Mesela kadınlar koğuşuna sayım yapmak üzere gelen
askerlerin içeri adım atmasıyla elektrikler kesiliyor. Karanlıkta, muzip bir
kadın da “Hücum arkadaşlar” diye bağırıyor, birkaç saniye geçip de jeneratör
devreye girince kadınlar bir de bakıyorlar ki, komutan ve askerler kendilerini
yere atmış. Kadınlar o hallerini görünce kahkahayı basıyor tabi. İstiklal
Marşı’nın on kıtasını zorla söyletmeye çalışıp, bunu işkence haline getirmek
isteyen askerlerin kendilerinin de aslında bu marşları bilmediklerinin ortaya
çıkmasına güldüm. Sıkıyönetim Komutanlığı’nın “et fiyatlarının makul seviyeye
çekileceği ve fiyatının arttırılmasının yasaklandığı” açıklamasını yapması da
başka bir komedi. Eşcinsellerin İstanbul’dan trenlere bindirilerek henüz
sıkıyönetim ilan edilmeyen Eskişehir, İzmit gibi illere götürülüp
bırakılmalarıysa trajikomik hikâyelerden.
Siz 12 Eylül’ü nerede karşıladınız?
Ben üniversite öğrencisiydim. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesiydim. Daha
önce yasaların izin verdiği dergilerin, gazetelerin, afişlerin, dernek, sendika,
birçok örgütün çalışmalarının bir gecede yasaklanması ve geriye dönük olarak bu
faaliyetlerinden ötürü yargılanmaları anlaşılır bir şey değildi. Bunu bütün
toplum gibi ben de yaşadım. Öldürülen arkadaşının cenaze törenine katılmak suç
oldu. Daha önce okuduğun dergi, kitap, izlediğin film suç oldu. Öğrenim hakkımız
engellendi. Yıllarca iş bulmakta zorlandık. Ailelerimiz, çocuklarımız
cezalandırıldı. Sevdiklerimizi görebilmemiz engellendi. Elimizden alınan tüm bu
hakları birer birer geri alabilmek bugüne kadar uzanan bir mücadelenin
sonucudur. Keşke “Tüm bunlar yaşandı ama bitti” diyebilsek. Hâlâ işkence var.
Hâlâ cezaevleri tıka basa dolu. Hâlâ hak gaspları, milliyetçi kışkırtmalar devam
ediyor.
Sizin de Eylül’e rağmen güldüğünüz hikâyeniz var mı?
O dönem, radyo ve televizyonlarda polis arananların isimlerini okurdu. Uzun
listelerdi bunlar. Önce kod adları söylenirdi. Annem bir gün listeyi dinliyordu.
Spiker, “Ahmet kod adlı Mehmet bilmem ne, Ayşe kod adlı Fatma” diye isimleri
sayıyordu. Birden hayıflanmaya başladı annem, “Vah vah hepsi de aynı sülaleden.
Baksana hepsi kod adlı sülalesinden” diye… O sıralar oğlumsa 5-6 yaşında. O
yaşta, polise yanlış bir şey söyleyen akrabamız için “Allah Allah niye çözülmüş
acaba?” deyince annem dışında herkes şok oldu. Annemse “O ne biçim laf, adam buz
mu çözülsün? Bu çocuk bu sözleri nereden uyduruyor” diye söylenmişti.
Belgesel nerelerde gösterilecek?
Belgesel şu anda Hayat Televizyonu’nda Cumartesileri saat 21.00’de yayımlanıyor.
Bazı festivallere başvurduk. Kabul edilirse oralarda gösterilecek. Talep olursa
sanırım gösterimler düzenlenebilir. Tüm okurlarınıza, komik veya acıklı böyle
zor günlerin yaşanmadığı, darbelerin, savaşların olmadığı, halkların kardeşçe
yaşadığı günler dilerim.