Yapım Tarihi - 2014
Süresi - 01:05:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe
Yönetmen - Gürkan Hacır
Yapım - Sahici Film
Yapımcı - Gürkan Hacır
Yardımcı Yapımcı - Özlem Küskü
Müzik - Lawje
Görüntü Yönetmeni - Akdeniz Adıyaman
Kurgu - Serdar Börcan, Burcu Aktaş
Süpervizör - Barış Yarkadaş
Kameraman - Akdeniz Adıyaman, Abdullah Yıldız, Uğur Yıldız, Sarp Sinan Hacır
Proje Koordinasyon - Berna Öcal
Editör - Pınar Karhan
Yapım Asistanı - Seçil Altınışık
Ses Tasarım - Güçlü Başak
Ses Asistanı - Burak Erseçgen
Final Mix - Meriç Erseçgen
Color Correction - Film Standartları
Ses - Gürkan Tüken
Post Production - Post-Lab
Deşifre - Beyza Hacır
Araştırma - Özlem Küskü
Ankara Koordinasyon - Şahin Kurt
3D Animasyon - Volkan Karakaş
Çekim Asistanı - Merve Aslan, Sarp Sinan Hacır
Dağıtım - M3 Film
Yapım - Sahici Film
Ethem Sarısülük Belgeseli İzleyiciyle Buluşuyor
Yönetmenliğini Gürkan Hacır’ın yaptığı Haziran Yangını belgeseli vizyona
giriyor. 34. İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması kategorisinde
yarışmaya hak kazanan belgesel Kanada Uluslararası Film Festivali'nde
Mükemmeliyet Ödülü’ne layık görülmüştü. Belgeselde Gezi olayları sırasında
Ankara’da polis kurşunuyla hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ün hayatı gözler
önüne seriliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2013 Mayıs’ında Taksim Gezi
parkına bir kışla ve AVM yapmaya karar vermesi üzerine İstanbul’da başlayan
eylemlerin tüm ülkeye yayılmasını anlatarak başlayan belgesel, giderek sertleşen
polis müdahalesi ve artan tansiyon içindeki Ankara’ya odaklanıyor. 1 Haziran
günü polis, Kızılay meydanında ilk kez gerçek mermi kullanarak 26 yaşındaki
Ethem Sarısülük başından aldığı kurşunla ağır yaralıyor. 13 günlük yaşam
mücadelesi sonucunda hayatını kaybeden Ethem'in ardından ailesi yıllarca sürecek
bir hukuk mücadelesine girişiyor. ‘Haziran Yangını’ daha önce de farklı
belgesellere imza atmış Gürkan Hacır’ın 5. Çalışması.
Yapım ve Ekip Hakkında
Yapımcılığını ve yönetmenliğini Gürkan Hacır’ın üstlendiği yardımcı
yapımcılığını Özlem Küskü’nün yaptığı ‘Haziran Yangını’ belgeseli, Gezi olayları
sırasında Ankara Kızılay’da polis kurşunuyla gözler önünde öldürülen Ethem
Sarısülük’ü gerçek görüntüler ve tanıklıklar üzerinden anlatıyor. Görüntü
yönetmenliğini Akdeniz Adıyaman’ın yaptığı, çekimleri 7 ay süren ‘Haziran
Yangını’ belgeselinde anlatıcı olarak Sarısülük ailesinden Sayfi Sarısülük,
Muzaffer Sarısülük, Mustafa Sarısülük, İkrar Sarısülük, Çiğdem Sarısülük, dava
avukatları ve olaylar esnasında Kızılay’da bulunan eylemciler yer aldı. 5 aya
yayılan post prodüksiyon süresince yönetmen Gürkan Hacır’a kurgucu Serdar Börcan
ve Burcu Aktaş eşlik etti. Filmin duygu dünyasını değiştiren özgün müziği Lawje
grubu besteledi.
Yönetmen Hakkında
Gürkan Hacır, 1970 Ankara doğumlu gazeteci, TV programcısı ve belgesel
yönetmeni. Ekonomi eğitimi gördü. Çeşitli TV kanallarında toplam 8 yıl süren
programlar hazırladı ve sundu. Gazetelerde köşe yazısı ve incelemeler kaleme
aldı. Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin uzun metraj 5 belgesel çekti. Bu
belgeseller çeşitli etkinlikler ve festivallerde gösterildi. Türkiye’den göç
eden Rumların hikâyesini konu edindiği ‘Poli’ ve Türkiye’nin ilk siyasal partisi
olan CHP’(Cumhuriyet Halk Partisi)nin en yaşlı 4 üyesinin hikâyesini anlattığı
‘Kökler’ belgeseli izleyiciden büyük ilgi gördü. Tamamladığı son çalışması olan
‘Haziran Yangını’ gezi direnişi sırasında yaşamını kaybeden Ethem Sarısülük’ün
hikâyesini anlatıyor. Gürkan Hacır’ın ayrıca yayınlanmış 5 kitabı bulunmaktadır.
Gezi Direnişi’nden sonra yapılan belgesellerinin izini sürdüm, sürmeye de devam
ediyorum. Bu sene festivalin ulusal belgesel yarışma bölümü birbirinden ilginç
ve etkileyici belgesellerle dolu. Ankara’da polis kurşunuyla ölen Ethem
Sarısülük’ün ardından yapılan Haziran Yangını belgeseli de festivalde tavsiye
edeceğim filmlerden.
Gürkan Hacır’ın yönettiği belgesel Ankara’ya, Ethem Sarısülük’ün öldürülme anına
ve ondan sonraki hukuk mücadelesine uzanıyor. Belgesel aileye, mücadele etmeye
ve mücadele etmenin Sarısülük ailesinin bir geleneği olduğuna dair çarpıcı
görüntülerle dolu. Özellikle de daha önce haberine rastlamadıysanız babası
Muzaffer Sarısülük’ün kendini doğanın akışına bırakmış hayatına üzülerek, bir
yandan saygı duyarak ama adaletin çok uzaklarda olduğunu görerek bakıyorsunuz.
Öğretmen olan, siyasi nedenlerle sürülen bir adamın akıl sağlığını yitiriş
öyküsü, oğlunun ölümüne duyduğu acı ve tepki akıyor bir yandan da belgesel de.
Oğlunun ölümünden sonra trafo yakan ve ‘Maddi Tıp Şeytandır’ yazan baba hakkında
kamu malına zarar verme gerekçesiyle dava açıldı…
Bir yandan bir babayı ailesinden koparan devlet, bir yandan da aileden oğlunu
koparıyor… Baba hakkında hemen dava ve hapis istemleri geliyor, uygulamaya
konulmaya çalışılıyor. Ama Ethem Sarısülük’ü başından vuran polis memuru
Şahbaz’ın davası bir türlü başlayamıyor, sonuçlanması aylar alıyor. Kasten adam
öldürmenin cezası 5 yıl, kamu malına zarar vermenin cezası 12 yıl. Varın siz
düşünün adaletin olmadığını, sisteme oturmadığını…
Belgesel farklı açılardan Ethem’in vurulma anını gösteriyor, Şahbaz sürüden
ayrılıyor ve inisiyatif kullanıyor. Bir insanın hayatına son verme
inisiyatifini. İçiniz sıkılarak, daralarak, üzülerek ve tabii isyan ederek
izliyorsunuz görüntüleri. Vurduktan sonra koşarak sürüye dönmesini ve diğer
polislerin arasına karışmasını…
Teşhis olduktan sonra mahkemeye peruklu, bıyıklı çıkması, telekonferans
yöntemiyle duruşmaya katılması… Ve sonunda adalet için değil, utandıkları için
değil belki de karşılarında kararlı bir aile, kitle gördükleri için, sırf dava
sonuçlansın diye beş yıllık bir ceza ömrü biçiyorlar Şahbaz’a… İnsanın içi
acıyor gerçekten, zorluklarla geçen bir hayatın bir polis kurşunuyla sona
ermesi, annenin duruşu, gücü, kardeşlerin kararlılığı. Bu ülkede Gezi
direnişinde hayatını kaybetmiş, daha doğrusu devlet eliyle öldürülmüş herkesin
belgeseli çekilmeli, belgesi olması. Tıpkı Berkin’in (Elvan) ekmek almaya
gittiğine dair belge isteyenlerin karşısına dikmek için… Şahbaz’ın kurşunlarının
hesabını sormak için. Askerler tarafından öldürülen katırların bile belgeseli
yapılmalı, yitip giden her hayatın peşine düşmeli birileri. Gürkan Hacır’ın
emeğine sağlık. Hem Ankara Gezi Direnişi’ne götürüyor bizleri hem de emekçi
Ethem’in saygı duyulası hayatına. Bunlar peşine düşülmesi gereken filmler,
davalar, hayatlar. Kalabalıklar arasında eriyip gitmesine izin vermeyelim,
belgeseli festival gösteriminde yalnız bırakmayalım…
Banu Bozdemir
“Ankara’daki Gezi protestoları sırasında, 1 Haziran günü, 26 yaşındaki Ethem
Sarısülük başından aldığı kurşunla ağır yaralanmıştı. Ethem vurulurken kameralar
kayıttaydı. Ancak beklenenin aksine, katil zanlısı polis tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakılmıştı. 13 gün Süren yaşam mücadelesini kaybeden Ethem’in
cenazesi büyük bir katılımla defnedilirken ailesi de yıllarca sürecek bir hukuk
mücadelesine hazırlanıyordu. “Haklı ve meşru bir direniş karşısında gitgide
köşeye sıkışan hükümet polis eliyle tüm topluma mesaj vermeye çalışıyordu - ‘Direnişe devam ederseniz sonunuz Ethem gibi olur.’ Ayrıca hükümet,
eylemlilikten bunalmış ve insan haklarına karşı giderek duyarsızlaşmış polisi,
ona sahip çıktığını göstererek, şiddeti arttırması için teşvik ediyordu. Bu
haliyle, ‘Ethem Sarısülük Davası’, siyasal iktidarla hukukun bir bilek güreşine
dönüşmeye adaydı. Sarısülük Ailesi’nin direnci ve mücadelesi, çocuklarının
acısını hafifletmeye yetmese de adaletin yerini bulmasını sağlayabilecek miydi?
Bu belgeselde işte bu sorunun cevabını aradım.” - Gürkan Hacır
34. İstanbul Uluslararası Film Festivali, Ulusal Belgesel Yarışması, Finalist ve
Gösterim. 2015
34. İstanbul Uluslararası Film Festivali, Gösterimi Yapılmadı. 2015
Kaynak
İstanbul Uluslararası Film Festivali
Haziran Yangını
“Ethem kaçarken, gelen taşlardan dolayı hastaneye gidiyor. Olan hadiseleri
polisin üzerine yıkmanın bir anlamı yok. Burada polis kurşunu filan yok.” Melih
Gökçek
“Beynine saplanmış 9 mm çapında bir mermi çıkartıldı. Merminin 4.8 metreden
ateşlendiği öngörüldü.”
Otopsi raporu ve mobese kayıtları
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, kendi kanalı olan Beyaz Tv’de
yaptığı açıklamada her ne kadar aksini iddia etmiş olsa da, 1 Haziran günü
Ankara Güvenpark’taki eylemler sırasında yaralanan Ethem Sarısülük, polis
kurşunuyla vurulmuştu. Mermi çekirdeği beyninin içinden çıkarılan Sarısülük,
girdiği yoğun bakımda 14 gün daha hayata tutunabilmiş, tarihler 14 Haziran’ı
gösterdiğinde ise yaşama gözlerini yummuştu.
Ethem Sarısülük’ü öldüren katil zanlısı Ahmet Şahbaz, cinayeti işlerken aslında
polis okulunda öğrendiği bir tekniği uyguluyordu- Havaya ateş açar gibi yapıp,
bileğini kırmak. Haziran Yangını belgeselinde kayıt görüntülerinin ayrıntılı
olarak ele alınması ve oluşturulan grafiklerle de desteklenmesi ile oldukça açık
bir şekilde anlatılan tekniğe göre, kolunuzu yukarı kaldırıp havaya ateş açıyor
gibi görünmeniz, ardındansa bileğinizi aşağı kırarak, namlusu yukarı bakan
silahı karşıya denk getirmeniz, bu tekniğin yöntemini oluşturuyor. Böylece,
havaya ateş açmak yerine insan öldürebiliyorsunuz, normalden ise tek bir farkla-
Çaktırmadan! Zira teknik sayesinde, silahı doğrudan ateşlemiş olduğunuz direkt
fark edilmezken, havaya sıkılan kurşun “denk gelmiş” gibi görünebiliyor.
“Gibi görünmelere” karşın, Haziran Yangını belgeselinin yönetmenliğini yapan
Gürkan Hacır, gerek sunduğu belgeler ve arşivlerden çıkardığı görüntüler,
gerekse yaptığı röportajlarla, bir cinayetin nasıl işlendiğini ve sonrasında ise
adaletin ne şekilde sekteye uğratıldığını bir bir anlatıyor.
Ters-yüz olan kavram- Provokasyon
Sarısülük’ün ölümünün ardından, sokaktaki eylemciyi öldürürken düşünmeyen polis
Ahmet Şahbaz hakkında, nasıl “ak”lanabileceği üzerine bir beyin fırtınası
başlatıldı. Belli ki taş ile silah, aynı etkideki materyaller olarak
görülüyordu. Medyada verilen “taş atıyordu” haberleri, kasklı-kalkanlı polisin
elinde herhangi bir korunma aracı olmayan eylemciyi silah kurşunuyla öldürmesi
için haklı bir sebepmişçesine gösteriliyordu. Kullanılan silahınki gibi,
adaletin dengesi de şaşmıştı. Çoğu medya kuruluşu çalışanı, gösterilen tepkilere
karşın simit satmamaya devam ediyordu. Kalemler ortadan ikiye kırıldı. Kırmayana
ise tehditler savruldu, işten atılmalar gerçekleşti.
“İlahi adalet”, mahkeme salonlarından önce televizyon ekranlarında kendini
konuşturdu. Nitekim yazının girişinde ifadelerine yer verdiğimiz Melih Gökçek,
aynı programda sözlerine şu şekilde devam ediyordu- “Bakın o gün Levent Gök
nasıl provokasyon yapıyor… ‘Bugün Güvenpark’ta polis kurşunuyla başından
yaralanan…’ Başından yaralanan filan yok. Yani bir milletvekili, bu kadar
provoke edebilir mi?”
Provokasyon kavramı tersle-yüz oldu. Tıpkı gazetecilik gibi. Gökçek, ardından
otopsi sonuçlarıyla polis kurşunu beynine isabet eden Sarısülük’ün eylemciler
tarafından atılan taşla öldüğünü söylerken(!), gerçeği ifade eden milletvekili
ise provokatörlükle suçlandı, yaşananlara tepki gösteren gazeteciler de
provokatör ilan edildi. Halkın, herhangi bir durum karşısında polisin “öldürme
hakkını” kullanabileceğini kabullenmesi ve ses çıkarmaması gerekiyordu. Tıpkı
henüz ortada şiddete dair en ufak bir durum dahi yokken, barış içinde Gezi
Parkı’na çadırlarını kurmuş olan aktivistlerin gece yarısı operasyonuyla
çadırlarının yakılmasına halkın tepki vermemesinin istenmesi gibi. Polisin
orantısız şiddetine bir tepki niteliğinde sokağa dökülen halk, ardından patır
patır dökülen fidanlara da tepkisini gösterdikçe, “şiddet sorumlusu” olarak
kendini buldu medyada. Sarısülük bu isimlerden biriydi. Yapılan davranışın suç
teşkil edip etmediğinin mahkemede karar verildiği “normal” adalet sistemine
karşın, tutuklanma dahi değil, direkt mermilerle konuşulmuştu.
“Polise emri ben verdim”
T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2013 yılındaki Başbakanlık yetkisini,
polise emri vererek kullanmıştı. Erdoğan, 60 saldırgana karşın, 160 polisin
yaralandığını dile getirerek, orantılı güç kullanılmasaydı yaralanan kişi
sayısında polis rakamlarının yüksek çıkmayacağını ifade ediyordu. Hastane
içlerine kadar atılan gazlara karşın sokakta 7’den 70’e yaşam savaşı veren
yaralılar, ifade edilen hesaplar içinde yer almıyordu. Üstelik, polisin sabrını
nasıl koruduğuna şaştığını dile getiriyordu Başbakan. Sarısülük’ün avukatı Kazım
Bayraktar, Haziran Yangını’nda da yer verildiği üzere, bu ifadeyi polisin
fitilini çeken bir demeç olarak değerlendirecekti. Sabrın taşmamasına dair ifade
edilen hayret, taşabileceğine dair bir izin niteliğindeydi.
Uykusuz kalan polisin gerçekten de sabrının taşması, kullanılan şiddetin de
artmasına sebep olmuştu. Gelişmiş ülkelerde herhangi bir eylem olması halinde,
karşıt görüşlü vatandaş tarafından gelebilecek şiddet hareketlerini engellemek
için eylemlerde hazır bekleyen polis, Türkiye’de ise sokak aralarında bekleyen
eli sopalı, baltalı kişilerle birlikte hareket ediyordu. Yanında bir limon ve
deniz gözlüğünden başka bir şey olmayan, en büyük silahı sapan(!) olan eylemci,
gerçek silahlarla kendisine saldıranlar karşısında bir tekme de polisten yedi.
“Masum gösterilmeye çalışılıyorlar” şeklinde lanse edilen eylemciler, silahsız
bir şekilde gezerken, basında ve mecliste “terörist” konumuna oturtuldu.
Ölenlerin ardından kullanılan ifadeler, “tarih yazan polisin” öldürdüklerine
karşın bir savunma niteliğindeydi. Görüntülerinin mobese kayıtlarında dahi
bulunmadığı ifade edilen Kabataş olayı ise, halkı kutuplaştırarak sokaktakilere
yönlendirilen nefretin, polisin güç kullanımını haklı çıkarmak için gösterilen
demeçler zincirinin büyük bir parçasıydı.
Trajikomik yargı- Uyuyan hakim, peruk takan sanık
Sarısülük ailesi, Ethem’in kaybından ötürü yas içindeydi, tepkisi ise; bir canın
bu kadar kolay alınabilmesineydi. Mahkemeye gelen katil zanlısı Ahmet Şahbaz’ı
gören aile, sinirlerine hakim olamamıştı. Peruk, gözlük ve takma bıyıkla
duruşmaya gelen Şahbaz’ın peruğu, yaşanan arbede esnasında düşmüştü!
Sarısülük’ün avukatı Kazım Bayraktar’ın meslek hayatında ilk kez yaşadığını bir
durum şeklinde ifade ettiği bu olay üzerine, zanlı ikinci duruşmaya dahi aynı
şekilde katıldı; ancak bu kez, telekonferans yöntemiyle. Üçüncü duruşma ise
başka bir skandala sahne oldu- Duruşma sırasında hakim uyuyordu! Katil zanlısı
Şahbaz ise, çapraz duruşma sırasında kendisine yönlendirilen birçok soruya;
“Hatırlamıyorum” diye cevap vermişti.
Biz yeniden hatırlatalım- 1 Haziran günü Ankara Güvenpark’taki eylemler
sırasında başından yaralanan Ethem Sarısülük, polis kurşunuyla vuruldu.
Sarısülük, girdiği komanın ardından 14 Haziran tarihinde yaşamını yitirdi.
Ethem Sarısülük hakkında kaleme alınan bir yazı, aslında çok daha dramatik
açıdan da ele alınabilirdi; ancak Gürkan Hacır’ın yönetmenliğini üstlendiği
Haziran Yangını, hiç de ajitasyona yer vermeyen bir tutumla, oldukça soğukkanlı
bir şekilde ilerliyor. Belgesel, ekrana getirdiği görüntüleri gerek avukatı,
gerekse aile fertleri ile yapılan röportajlar ile destekliyor ve herhangi yoruma
yer bırakmayan oldukça net bir tavır takınıyor. Tanık olduğumuz, yitirilen hukuk
oluyor. Ölenlerin arkasından basına servis edilen nefret söylemleriyle, halkın
gözünde cinayetleri “haklı” konumlandırmanın yollarını arayan o hukuk…