Yapım Tarihi - 2003
Süre - 01:00:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe
Yönetmen - Can Dündar
Danışman - Cüneyt Arcayürek
Kamera - Murat Özcan, Yusuf Akçura, Yılmaz Güven
Set Görevlisi - Mustafa Sütçü
Yapım Koordinasyon - Dilek Dündar, Nazan Gezer
Müzik - Cenk Yeles
Jenerik Müziği - Emre Irmak
Görsel Tasarım / Jenerik - Mobilsoft, Tuncer Şentürk, Cenk Alparslan
Montaj - Alpay Demir
Arşiv - 32. Gün, Bursa As Tv, Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet, Tercüman, Aydınlık
Can Dündar'ın hazırlayıp sunduğu ‘‘O Gün’’ adlı belgesel, 16 Mart tarihinde ülkücü katillerin İstanbul Üniversitesi sol grup öğrencilerine yaptığı katliam ve bu eylem sonucunda 12 Eylül sürecinin başlangıcı anlatılıyor.
Bu katliamda görev alan kişilerin başında Abdullah ÇATLI geliyordu.
Bombayı atacak kişi de seçilmişti.
Zülküf İSOT...
Ablası ile yaptığı son konuşmada "hakkını helal et bu işte ölmek de var" demişti.
Ogün İstanbul Üniversitesi sol grup öğrencileri ders sonunda her zaman çıktıkları yan kapıya yöneldiler.
Polis her gün bu kapıdan onları tahliye eder, olay çıkarmasınlar diye otobüs duraklarına kadar takip ederdi.
Ogün böyle olmadı. Polis uyarısıyla ana kapıya yöneldiler.
Karşılarında bir grup ülkücü genç slogan atarak onları karşıladı.
Bu grubun başında, ülkü ocakları başkanı Mehmet GÜL vardı.
Surat ifadelerinden bir şeylerin olacağı belliydi.
Grup onların yanından meydana doğru ilerledi.
İşte her şey o zaman oldu.
Bir polis memuru bomba diye bağırdı.
Hedefi vuracak bomba inanılmaz bir gürültüyle patladı.
Bu sesten büyük bir panik ve kaçışma başladı.
Görgü tanıklarına göre, esmer, kısa boylu bir kişi bombayı atmıştı.
Öğrenciler panik halinde kaçışırken Beyazıt kütüphanesi önündeki iki kişi üzerlerine tabancayla ateşe başladı.
Daha sonra diğer yönden bir grup daha ateşe başladı.
Sadece koştular...
Bir kaç polis bombayı atan genç ve ateş eden grubu kovalamaya başlamışlardı.
Arkalarından bir ses onlara bağırdı. Durun...
Polisler durdular ve şaşırarak o yöne baktılar.
Beyazıt meydanı kan gölüydü.
5 ölü, 41 yaralı.
Panikten sonra yaralananların söylediğine göre Süleymaniye hastanesine gidene kadar yerler kandı.
O gün yağmurluydu ve kan yağmurla akıyordu.
Öğleden sonra savcı bey Süleymaniye meydanına geldiğinde ölüler halen yerde yatıyordu.
Duvardan kurşunları sökerek balistik muayene için torbalara dolduruyorlardı.
Bu kurşunlar amatör tabancaların kurşunları değildi.
Uzun namlulu ve değişik tabancalardan atılmışlardı.
1 mayıs olaylarında kullanılan tabancalara benziyorlardı.
Daha sonra yaralananlardan iki kişi daha öldü ve ölü sayısı 7ye çıktı.
Hemen rektörün açıklaması geldi. İstanbul Üniversitesi süresiz kapatılmıştı.
Katliam duyulunca 8000 kişi Üniversiteye geldi, Üniversite işgal edilmişti.
Amfilerde gece yarısına kadar konuşuldu.
Grup sabah cenazeleri kaldırmak için bekliyordu.
Gece yarısı Merkez Komutanı üniversiteye girdi ve öğrencileri dinlemeye başladı.
Öğrenciler, katillerin kaçtıkları yeri polise bildirmişler ancak bir telsiz görüşmesi sonucunda, Artvin Öğrenci Yurduna kaçan katillere, polisin müdahale etmediğini komutana bildirdiler.
Cenazeler 10 binlerce kişinin katılımıyla kaldırıldı.
Cenazeler hastane morgundan alınıp, İstanbul Üniversitesi merkez binasına getirildi.
Buradaki törenlerden sonra memleketlerine uğurlandılar.
Bu sırada faşizme lanetler okunuyordu.
Yetkililer bombayı atan saldırganı aramaya başlamışlardı.
Oysa saldırgan cenaze törenindeydi.
Zülküf İSOT daha sonra Kars'a ablasının yanına gitti.
İlk gece konuşmadı. Sayıkladı, ağladı, bağırdı.
"Olmamalıydı" diyordu. "Çok pişmanım"
Ablası ;
Ertesi gün eniştesinin nöbeti sırasında ablasının dizine başını koyarak ağladı.
Ablası ona ne olduğunu sorduğunda yemin ettirdi.
Polis aracıyla eyleme gitmeleri düşünülmüş fakat sonra vazgeçilerek başka bir araçla gitmişler.
Hiç bir engelle karşılaşmamışlar.
Araba içinde polislerde varmış.
Bombayı atacak kişi o değilmiş.
Fakat zaman yaklaşınca polisler onun atacağını söylemişler.
Bombayı sen at demişler.
"Allahsızlar bombayı bana attırdılar" dedi.
Bombayı attıktan sonra, o panikleri ağlayarak anlatmış.
Örgütten ayrılmak istediğini bildirmiş
Bir süre sonra, Elazığ, Baskil ilçesinde, en yakın arkadaşı bildiği ülkücü Latif AKDI'ya bir çay ocağında örgütten ayrılmak istediğini ve polise gideceğini açtı.
Latif AKDI, o an şakağına kurşunu sıktı.
Fakat daha sonra Ali YURTASLAN, Abdullah ÇATLI'nın bombayı getirdiğini ihbar etti.
Abdullah ÇATLI yakalanamadı. 7 ay sonra Bahçelievlerde adını tekrar duydurdu.
O gün Uğur Mumcu "Unutulmasın" diye başlık attı.
Muhittin CENKDAĞ, saldırganların 9 kişi olduğunu belirlendiğini söyledi.
profesyoneller tarafından kullanılan silahların tespit edildiğini bildirdi.
Saldırganlar tespit edilerek tutuklandı.
Hepsi ülkü ocakları derneği üyeleriydi ve bunlardan bir de Mehmet GÜL'dü.
5 ülkücü sanık delil yetersizliğinden beraat etti.
1988 yılında, katliamın 10. yılında dosya tekrar açıldı.
16 mart davasının en önemli tanığı Zülküf'ün ablası konuştu.
Adalete yardımcı olmaya karar verdi.
1995de dava yeniden açıldı.
Sanık iki kişiydi.
Latif AKDI ve eski polis memuru Mustafa Doğan.
Emniyet önce, Mustafa Doğan diye bir polis olmadığı, sonra birçok Mustafa Doğan olduğu, sonra da polislikten atıldığı açıklamalarını yaptı.
Mit tarafından Abdullah ÇATLI'nın katliamdan 18 yıl sonra Nejat Altay ile telefonla konuştuğu tespit edilmiş.
Nejat Altay katliamda görevli ve "Durun" diye bağıran polis memuru.
Savcı dosyayı istedi.
Artık yargılanan derin devlet oldu.
Belli kurum ve kuruluşlarda organize faaliyetler olduğu ortaya çıktı.
Olayı yaşayan öğrenciler her 16 martta aynı meydanda toplanır oldular.
Madalyonun öbür yüzü ise
Davanın savcısına göre diğerleri şanslıydı.
Üniversiteyi bitirdiler, meclise girenler bile oldu.
Abdullah ÇATLI öldü.
Zülküf İSOT öldürüldü.
Mehmet GÜL milletvekili.
Nejat Altay ise Bursa emniyet müdürü.
Kaynak
CNN Türk / Yayın Tarihi - 16 Mart 2003 22.05