Yapım Tarihi - 2020
Süresi - 00:00:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe
Yönetmen - Ekin Çuhadar, Hemra Nida
8 Nisan 1971 tarihinde 14 ülkeden gelen Roman delegelerin katılımıyla ilk Dünya
Roman Kongresi Londra’da düzenlendi. Kongrede Romanlara yönelik olumsuz
yargılara, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı güçlü bir sesle itiraz edildi. O gün
örgütlü mücadele başladı. Kongrelere katılan delege sayısı, yıldan yıla arttı.
1990 yılındaki 4. kongreye yaklaşık 300 Roman delege katıldı ve o kongrede, 8
Nisan’ın Dünya Roman Günü olarak kutlanmasına karar verildi
11. Avrupa Birliği İnsan Hakları Kısa Film Yarışması, İnsan Hakları Dalı, Mansiyon Ödülü. 2021
Kaynak
Avrupa Birliği İnsan Hakları Kısa Film Yarışması
8 Nisan Dünya Romanlar Günü: Roman Kadınlar Anlatıyor
Ekin Çuhadar ve Hemra Nida ‘Pandemi’de Roman Kadın Olmak” adında bir belgesel
çektiler. Amaçları hem farkındalık yaratmak, hem de sahada bu seslerin
duyulmasını sağlayan araçlar yaratabilmek.
Romanların yüzlerce yıl önce Avrupa topraklarına gelmeleriyle birlikte onlara
yönelik olarak başlayan ırkçılık ve ayrımcılık, 2. Dünya Savaşı’nda daha da
derinleşti. Yüzbinlerce Roman Nazilerin ölüm kamplarında katledildi. Aradan
geçen bunca yıla rağmen Romanlara yönelik ırkçı ve ayrımcı uygulamalar gerek
dünyada gerekse de Türkiye’de hala devam ediyor.
8 Nisan 1971 tarihinde 14 ülkeden gelen Roman delegelerin katılımıyla ilk Dünya
Roman Kongresi Londra’da düzenlendi. Kongrede Romanlara yönelik olumsuz
yargılara, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı güçlü bir sesle itiraz edildi. O gün
örgütlü mücadele başladı. Kongrelere katılan delege sayısı, yıldan yıla arttı.
1990 yılındaki 4. kongreye yaklaşık 300 Roman delege katıldı ve o kongrede, 8
Nisan’ın Dünya Roman Günü olarak kutlanmasına karar verildi.
Independent Türkçe olarak her türlü ayrımcılığa maruz kalan Roman kadınlarla
görüştük,
"Ben kendimi çingene olarak tanımlıyorum"
Romanlarla ilgili yaptığı çalışmalarla "Avrupa Konseyi Raoul Wallenberg İnsani
Yardım" Ödülünü alan Arus:
"Avrupa Konseyi Romanlar ve Gezginler Birimi’nin yaptığı çalışmaya göre,
Türkiye’deki Roman nüfusu yaklaşık 2 milyon 750 bin; tahminler en fazla 5 milyon
olduğu yönünde. Türkiye’de etnisite temelli nüfus sayımı yasak olduğu için
Romanların nüfusu konusunda kesin bir veri yok."
Çingene mi, Roman mı kavramı konusunda fikirlerini söyleyen Arus, bu kavram
kargaşasının toplumda hâkim olduğunu dile getiriyor:
"Ben kendimi ‘Çingene’ olarak tanımlıyorum ancak toplumun genel hassasiyetine
bakınca ‘Roman’ olarak adlandırılmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Roman
kelimesi ön yargılardan arındırılmış, daha temiz bir kavram olarak görülüyor ve
buna sığınılıyor. Hâlbuki kelimeler masumdur, onları kirleten toplumun ayrımcı
bakış açısıdır.
10 yıl sonra Roman kelimesinin altı da Çingene kelimesinde olduğu gibi ön
yargılarla dolarsa bu sefer hangi kelimeye sığınırız bilmiyorum.
Tüm mağduriyetlerimi, iyi ve kötü günlerimi Çingene kelimesi altında yaşadım,
bana Çingene denilmesini tercih ediyorum."
Romanların Pandemiden çok ciddi etkilendiğini söyleyen Arus, temel gıda ve
temizlik malzemelerine erişememenin yanı sıra elektrik ve su faturalarını
ödeyemediklerini ifade etti,
"Mahallelerden gelen talepler çok can yakıcı. En temel talep karın doyurmak.
Virüsten korunmak toplumun önceliği olamıyor hala, öncelikleri karın doyurmak…
Malumunuz toplum genel olarak çiçekçilik, temizlik işçiliği, seyyar satıcılık,
kâğıt ve hurda toplayıcılığı gibi günü kurtaran işlerde çalışıyor.
Pandemi döneminde tüm bu geçim kaynakları tükendiği için açlıkla karşı karşıya
geldiler.
Normal koşullarda ‘kaşık ekonomisi’ dediğimiz; birbirinden bir kaşık yağ, bir
bardak pirinç alarak dayanışmayla ayakta kalan toplumun Pandemi döneminde
yoksulluğu derinleşti. Kışın ortasında İzmir’in Tepecik Mahallesi’nde ödenmeyen
faturalardan dolayı elektrikler kesildi örneğin. Romanlar daha önce bir şekilde
faturalarını ödeyebilirken Pandemi döneminde karşı karşıya kaldıkları işsizlik
ve derin yoksulluk, onları faturalarını ödemekten alıkoydu. Üstelik bu sorun
Tepecik’e özgü değil, Tepecik Türkiye’nin hemen her yerindeki Roman mahallesinin
içinde bulunduğu durumu özetledi. Bir yıllık Pandemi sürecine baktığımızda
Romanların virüsle mücadele edecek asgari koşullara sahip olmadığını,
mahallelerin sosyal patlamanın eşiğine geldiğini görüyoruz."
Pandemi döneminde Romanlara yönelik ayrımcılığın daha da arttığını söyleyen Arus,
"Pandemi döneminde var olan ön yargı ve ayrımcılık pekişti" diyerek şöyle devam
ediyor:
"Romanlar eğitim, istihdam, barınma, sağlık ve sosyal hizmetler alanındaki en
temel haklara
erişemediği gibi saydığımız tüm alanlarda şiddetli ayrımcılığa uğruyor. Romanlar
sürecin başından beri yardım alabilmek için kamu kurumlarının ve hayır
kurumlarının kapılarını çaldı, çalıyor. Romanlara ‘muhtaçlığı’ yapısal olarak
yapıştırdıkları için bu bakış açısı ayrımcı davranışı pekiştiriyor.
Öte yandan temizlik işçiliği veya çiçekçilik gibi günü birlik işlerde çalışan
Romanlar, topluma karıştığı zaman bir ön yargıya maruz kaldı, daha baştan
Koronalı muamelesi yapıldı. Kamu kurumlarının yaklaşımı da böyleydi. Örneğin
Hatay Kırıkhan’da "Siz nasıl olsa pisliğe alışkınsınız" diyerek mahalle
dezenfekte edilmedi. Bu birçok Roman Mahallesi için geçerli.
Ayrıca gittiğimiz hemen her mahallede Roman çocuklarının tablete ve internete,
dolayısıyla uzaktan eğitime erişemediğini gördük. Çocukların yüzde 90’ı eğitime
erişemiyorsa bu da ayrımcılığın göstergesidir. Destekleyici programlar olması
gerekirken mevcut ayrımcı pratikler, çocuğun okuldan kopuşuna da sebep oluyor.
Diğer taraftan Roman toplumu temel haklarını kullanamadı, çünkü öncelikleri
karınlarını doyurmaktı. Hakları üzerinden savunuculuk yapamadılar, bu da
uğradıkları birçok haksızlığa ses çıkarmamaları anlamına geldi. Bu anlamda da
ayrımcılık pekişti."
Romanların taleplerini anlatan Arus, öncelikle yapılan yardımların çok yönlü ve
ihtiyaca yönelik yapılması gerektiğini söylüyor:
"Erzak desteği sağlanması, sosyal yardımlar kapsamında Kovid-19 mücadelesi
süresince düzenli nakit yardımında bulunulması. Su, elektrik, iletişim, doğal
gaz faturalarının ödemesinin ertelenmesi ve ödemelerinin zamana yayılması. Su,
elektrik, iletişim, doğal gazı kesik olanlara ivedilikle su, elektrik, doğal gaz
ve iletişim hizmetlerinin yeniden verilmesi. Temizlik malzemelerinin bulunduğu
hijyen kitlerinin dağıtılması. Nüfus yoğunluğu oldukça yüksek olan bu
mahallelerde düzenli aralıklarda dezenfeksiyon yapılması. Kovid-19 sonrasında
eğitimden kopan Roman çocukları için telafi eğitimi planlanıp uygulanması. İşini
kaybetmiş ailelerin tekrar iş kurana kadar Toplum Yararına Program (TYP)
kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor."
8 Nisan Dünya Romanlar Günü’ne ilişkin de konuşan Arus, son sözlerini şöyle
bitiriyor:
"8 Nisan Romanların yaşadığı sorunların görünür kılınması için bir araç aslında.
Üstelik 8 Nisan’ın Dünya Romanlar Günü ilan edilmesinin 50. yılı ve 50. yıl
Pandeminin en üst seviyede olduğu bir 8 Nisan’a denk geliyor. Dünya genelinde
Pandemi döneminde açlıkla sınanmayan bir Roman toplumu hayal ediliyor.
Geldiğimiz noktada haklara erişmeyi bir üst basamak olarak görüp açlığı ve
yoksulluğu ortadan kaldıracak politikaların üretilmesi için çabalıyoruz."
"Biz ötekiyiz"
Zeynep Tunç- Roman
Hatay’da yaşayan Tunç, en başta kadın olduklarını hissetmediklerini söylüyor ve
şöyle ifade ediyor:
"Köle gibi çalışan bireyler olarak yaşıyoruz bu hayatta. Dışarıdaki insanlar
giyimimizden, konuşmalarımızdan kaynaklı sürekli önyargıyla karşı karşıya
kalıyoruz. Bizi sadece dış görünüşümüzle görüyorlar, içimizi görmek istemeyen
insanlar var.Pazara gittiğimizde bir ürün alırken en çok size odaklanırlar bir
şey yapacak mısınız diye. Kuaföre giderseniz, "bunların gittiği kuaföre
gidilmez" derler. Ya da ne bileyim, bunlar burada çalışıyorsa gitmeyiz, burada
yaşıyorsa yaşamayız gibi. Kadın olarak özellikle bunları yaşamak çok daha zor.
Doğru düzgün bir kuaföre gidemiyoruz, işimizi evde kendimiz halletmek zorunda
kalıyoruz. Çünkü kuaför seni müşteri olarak alırsa, diğer müşterilerden kabul
görmeyeceği için dışlanıyorsun.
Okulda da aynı, veli olarak anne olarak dışlanan biz kadınlar olduk. Daha çok
öğretmenlerin çocuklarımıza söylemi şu şekilde, "senin annen böyle, siz
böylesiniz" tarzında oluyordu. Bizzat ben yaşadığım için söyleyebilirim,
çocukların okula gitmeme sebebi biraz da bu. Ötekileştirmek ve öteki olma
sebebi. İş istihdamı sağlansa bizler de eşit koşullarda yaşar, okula gideriz,
biz de bu hayatı bu düzeyde yaşamak istemeyiz."
Üniversite mezunu olan Tunç, Roman olduğu için iş bulamadığını söylüyor ve şöyle
devam ediyor:
"Dört yıllık üniversite mezunuyum, çalışamıyorum. Marketlerde dahi kasiyer, ya
da reyon görevlisi olarak çalıştırılmıyorum. Maalesef bunun sebebi Roman olmam.
Roman olduğum için kendi ayaklarımın üzerinde durmam daha da zorlaşıyor.
Bizler kendi içimizde gayet mutlu yaşayan, eğlenmeyi çok seven insanlarız.
Hayatı yaşamayı seven insanlarız, hayatı dolu dolu yaşamak istiyoruz çünkü yarın
ölüp ölmeyeceğimizi bilmiyoruz. Biz Hatay’daki Romanlar genelde aynı mahallede
yaşıyoruz. Başka bir mahalleye gitmek istediğimizde kabul görmüyoruz, bize ev
verilmiyor. Okul da aynı, başka mahallede bir okula gitme şansın da olmuyor.
"Kontenjan dolu" diyorlar.
Aslında bizim çocuklarımız hem okuyor hem çalışıyor. Bu nedenle okumada geri
kalıyorlar. Pandemi döneminde tableti geçtim telefon bile yok. Bu süreçte
çocukların bütün bağı koptu okulla. Televizyonu dahi olmayan insanlar var, bu
süreçte o kadar zorlanan aileler oldu ki televizyonlarını satıyorlar. Çocuklar
eğitime ulaşamıyor."
Romanlara iş imkânı tanınmadığını söyleyen Tunç, "Bize de eşit vatandaş
muamelesi yapılmasını istiyoruz" diyor,
"Ben en çok şunun duyulmasını istiyorum. Belediyelerde, park bahçelerde her
şekilde iş veriliyor fakat bizim insanımıza iş imkânı yok. Bir kadın "tuvalet
temizlerim, yer silerim. Beni yeter ki işe alın" diyor, oralı bile olunmuyor.
Ben 4 yıllık üniversite bitirdim, gittim belediyeyle görüştüm "tamam" diyerek
geçiştirdiler. Benden sonra kaç işçi alımı oldu. Benden çok mu iyi ve üstünlerdi
aldıkları ve ben şahidim ki Roman olmayıp lise mezunu olup saati bile bilmeyen
insan hastanede personel olarak çalışıyor. Peki, bu ayrımcılık değil de nedir?
Şu an biz de okumaya azmediyoruz. Zaten okusak da atanamıyoruz bu da devletin
sorunudur."
"Romanların en büyük sorunu ayrımcılık"
Feray Özlaf-Roman
Samsun’da yaşayan Özlaf, Romanların en büyük sıkıntısının ayrımcılık olduğunu
söylüyor ve şöyle devam ediyor:
"Biz kimiz? Hiç kimsenin ne olduğunu, nereden geldiğini, nasıl olduğunu
umursamayız. Biz kendimizi biliriz, kimsenin malına, mülküne, ırkına, mezhebine
lafımız olmaz. Kendi hallerinde insanlarız. Küçük şeylerden mutlu olan,
sorunlarını kendi içlerinde çözen insanlarız. Kendimiz çalışır, kendimiz yeriz.
Eğlenceyi severiz. En büyük sıkıntımız okumamak çünkü örnek yok."
Kızını okutmayı çok istemesine rağmen ayrımcılıktan dolayı okutamadığını
söyleyen Özlaf, bu durum karşısında çok üzüldüğünü dile getiriyor:
"Ben kızımı daha iyi, daha güzel okusun diye mahalledeki okuldan alıp başka bir
okula gönderdim. Gönderdiğim o okulda hiç Roman yoktu. Kızım o okulda bir yıl
boyunca hiç kimseyle arkadaşlık kuramadı. Sınıfındaki çocukların anneleri "Çingeneden
arkadaş olmaz" demişler çocuklarına. Benim kızım orada bir yıl tek başına,
sadece kuzeni vardı, ablamla ikimiz yazdırmıştık çocukları okula ama farklı
sınıflardaydı. Bir yılı yalnızca ikisi beraber geçirdiler ama benim kızımın
psikolojisi çok bozulmuştu. Eve geliyordu konuşmuyordu, gülmüyordu hiç sokağa
çıkmıyordu. Bende inat ettim okuldan almadım çünkü okumasını çok istedim.
Öğretmenleriyle görüştüm bu konuyu, yaşananları öğretmeni ile paylaştım.
Öğretmenin de çok duyarlı olduğunu düşünmüyorum çünkü reddediyordu bu durumu,
kızımın arkadaşlarının olduğunu söylüyordu ama yoktu.
Tabi yaşanan bu durum beni çok etkiledi, kızımı o okuldan alıp tekrar kendi
mahallemdeki okula yazdırdım. Ki buradaki okulda yüzlerce Roman halkından
olmayan kişiler var. Kürtler, Suriyeliler var ama bizim çocuklarımız onlara
karşı asla farklı bakmıyorlar, arkadaşlık kuruyorlar, oyunlar oynuyorlar. Fakat
biz nereye gitsek bu sorunu yaşıyoruz. Bir hırsızlık olduğunda Romanlar yapar,
bir şey kaybolsa Romanlardan bilirler."
Önyargılardan dolayı hep dışlandıklarını söyleyen Özlaf, bu durumun bir an önce
değişmesini istiyor:
"Mahallemizde güzel bir düzenimiz, yaşantımız var. Benim kızım 16 yaşında sırf
bu ayrımcılık yüzünden okumadı. Gündelik temizliğe gidiyor, harçlığını
çıkarıyor. Biz Roman kadınlarına iş imkânı verilmedi. Artık bizde bedenen, ruhen
yorgunuz. Ben küçük yaşta evlendim, şu an 32 yaşındayım, 4 çocuk annesiyim.
Artık temizlik işinden başka iş hakları istiyoruz. Sanki bizim tek imkânımız
temizlik işiymiş gibi davranılıyor. Biz sigortalı iş istiyoruz. Temizlik
yapmaktan gocunmuyoruz asla ama sağlık açısından bir zamandan sonra kaldırmıyor
vücut. Dizlerimde kist var, eğilmemem, diz çökmemem gerekiyor, fakat ben
temizliğe gitmesem çocuklarıma, aileme, eve nasıl destek olurum."
"Pandemi’de Roman kadın olmak"
Ekin Çuhadar ve Hemra Nida ‘Pandemi’de Roman Kadın Olmak" adında bir belgesel
çektiler. Amaçları hem farkındalık yaratmak, hem de sahada bu seslerin
duyulmasını sağlayan araçlar yaratabilmek
12 senedir gazetecilik ve çeşitli STK’lara iletişim danışmanlığı yapan Hemra
Nida, yapmış oldukları belgeselde Roman kadınların görünürlüğünü göstermek
istediklerini söylüyor,
"Belgeselin hikâyesi, 8 Nisan Dünya Romanlar Günü’ne dayanıyor. 8 Nisan’da Sıfır
Ayrımcılık Derneği öncülüğünde bir iletişim kampanyası yürütüldü. Bu kampanya
kapsamında medyada yer alan haberlerden birinde, çocukları aç kalmasın diye
dilenmek zorunda olduğunu anlatan bir Roman kadın vardı. Bir kamu görevlisinin
derdini anlatan Roman kadına "Geber" demesiyle adalet duygusu bir kez daha
zedelenen bir grup gönüllü olarak bir araya geldik. Ertesi gün Roman Dayanışma
Ağı’nı kurduk. Bu ağ ile 10 ilden 779 aileye gıda, 2 bin 395 aileye kıyafet
desteği verebildik. İnsani yardım çalışmalarımız devam ederken sahada
karşılaştığımız hikâyeleri kamuoyuyla buluşturmak istedik. Ekin Çuhadar’ın
Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’na yazdığı projenin kabul edilmesiyle yola
koyulduk. "Gaziantep, Hatay, Edirne, İzmir ve İstanbul’da çekimlerimizi
gerçekleştirdik ve aylar süren çalışma sonucu belgeselimizi bitirdik."
Sıfır Ayrımcılık Derneği’nin proje koordinatörü olan Ekin Çuhadar, 2014 yılından
beri gönüllü olarak sahada çocuklar ve kadınlar ile bir arada çalışıyor. Yapmış
oldukları belgesele ilişkin şunları söylüyor:
"Kullanabileceğimiz en iyi yöntem buydu çünkü belgesel güçlü bir araç. Bu
anlamda, Roman kadınların sahip oldukları haklara gerçekten sahip olmalarını, bu
hakların yerine getirilmesi gerektiğine dair daha keskin bir anlayışın
yerleşebilmesini sağlamak üzere kamusal görüş alanında görülmelerine ve
duyulmalarına destek olmak istedik. Bunu yaparken de sesini duyurmak isteyen
öznelerin doğrudan kendi sözlerini söyleyebilecekleri ve özgül deneyimlerini
paylaşabilecekleri bir belgesel hayal ettik."
Belgeseli izleyenlerin ortak kanaatinin Roman kadınların kendisini umutla var
eden güçlü kadınlar olduğunu söyleyen Hemra Nida:
"İlk gösterimimizi belgeselin gerçekleşmesini mümkün kılanlar da dâhil olmak
üzere Roman kadınların katılımıyla gerçekleştirdik ve onların geri
bildirimlerini almak istedik. Olanı olduğu gibi aktarabildiğimizden emin
olduktan sonra çeşitli kadın derneklerinin katıldığı iki gösterim
gerçekleştirdik, kadın derneklerinden gelen talepler doğrultusunda gösterimler
devam edecek. Yaptığımız iki gösterimde de çok olumlu yorumlar aldık."
"Farklılaşan birçok kimliğimize ve özelliğimize rağmen Türkiye’de veya dünyada
yaşayan kadınlar olarak hepimizin emek verdiği ortak şeyler var" diyen Ekin
Çuhadar ise şöyle devam ediyor:
"Var olmak ve hayatta kalmak. İçinde bulunduğumuz adaletsiz koşullarda, hayatta
kalmak üzere verdiğimiz mücadeleye rağmen yaşadığımız hayattan keyif almak,
kendimizi gerçekleştirebilmek, var olabilmek ve var etmek için hep bir arada
emek vermeye, dayanışmayla üretmeye devam edeceğiz."
Nida ve Çuhadar son sözlerini şöyle bitiriyorlar:
"Yaşasın kadın dayanışması diyoruz. Birlikte emek verdiğimiz ve güçlendiğimiz
tüm kadınlara selam olsun."
indyturk.com
Esra Çiftçi @esraciftci96
8 Nisan 2021