Şehirler ve Yüzler




Yapım Tarihi - 2011 / 2014
Süre - 00:58:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe

Yönetmen - N. Cem Hamuloğlu
Yapımcı - Ersin Çakır
Yapım - TRT Dış Yapım
Program Koordinatörü - İrep Çakır
Metin Yazarı - N. Cem Hamuloğlu
Müzik - Ahmet Özden

Bu toprakların büyüttüğü, kültürümüze ve düşünce hayatımıza yön vermiş portreler “Şehirler ve Yüzler”de tanıdık simalar
eşliğinde yenide hayat buluyor.



Kaynak
TRT Televizyon







Şehirler ve Yüzler 22. Bölüm Aşık Veysel
Birlik beraberliğe daha çok ihtiyacımız olduğu şu günlerde edebiyata, sanata daha çok kulak vermek gerek. Edebiyat ve
sanat bu anlamda bizi bütünleştiren bir güç olabilir. Öyleyse ölümünün 43. yılında Aşık Veysel'i analım ve insanlık
adına yazdığı güzel kardeşlik şiirine kulak verelim, kendi sesinden, buyrun:
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kuran’a bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu âlemi yaratan bir
Odur külli şeye kâdir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allah’tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…

Şehirler ve Yüzler 21. Bölüm Semiha Berksoy
Tepebaşı’ndaki Gül Apartmanı’nda buluşur ilk kadın opera sanatçımız Semiha Berksoy ile şair Nâzım Hikmet... Yıl 1936...
Bu buluşma, kederli bir ayrılıkla sonuçlanacaktır. Çünkü Semiha Berksoy, Berlin Yüksek Müzik Akademisi’nden burs
kazanmıştır ve Nâzım’a Berlin’e gitmek istediğini söyler. Nâzım, önce kabul etmez bu isteği ama Semiha Berksoy’un
kariyerini de engellemek istemez.
O gün, Gül Apartmanı’nda buluşan bu iki genç sanatçıdan birisi bol alkış alacağı ve başarıdan başarıya koşacağı
Avrupa’ya giderken, diğeribir yıl sonra cezaevinde devam edeceği hayatına döner. Ama bu iki âşık birbirleriyle olan
temaslarını kesmezler.
İşte, bugünlerde yayımlanan “Nâzım Hikmet ve Tosca’sı Semiha Berksoy” adlı kitap, bu iki âşığın mektuplaşmalarından
oluşuyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın kara bulutlarının çöktüğü günlerde, iki sanatçının da birbirinden farklı mekân, insan ve olaylar
içerisinde sürdürdükleri fırtınalı hayatlarına ve aralarında yaşanan tutkulu, bir o kadar da karmaşık aşka bu mektuplar
aracılığıyla tanıklık ediyoruz.
Serseri âşıklar...
Semiha Berksoy Nâzım ile, Nâzım’ın “Kafatası” piyesinin sahnelenmesi için yapılan çalışmalarda tanışır. Bir tiyatro
öğrencisi olan Semiha ile o günlerde yıldızı parlayan Nâzım’ın aralarında bir ilişkinin doğması kaçınılmazdır. İkisi de,
birbirlerinin sanatına karşı oldukça ilgilidir. Bu ilgi ve hayranlık, ilişkilerinin de temel dinamiği haline gelir.
Semiha Berksoy, mektuplarından birisinde, Nâzım ile ilişkisinde sadece kadınlığına güvendiğini, başkalarının yaptığı
gibi onu sol tarafından vurarak elde etmek için çabalamadığını ve sokaklarda Nâzım ile serseri âşıklar gibi dolaşmak
zorunda kaldıklarını söylüyor. Her tür kıskançlığı, acıyı ve hasreti sanatları aracılığıyla teskin ettikleri de,
mektuplaşmalarından anlaşılıyor.
Kitapta yer alan mektuplar, cevap sırasına göre yerleştirilirken, cevapsız bırakılmış mektuplar da iki sanatçının
biyografileri gözetilerek kronolojik olarak kitaba yerleştirilmiş. Birbirlerine yazdıkları küçük notlar bile,
orijinalleriyle birlikte kitapta yer alıyor. Bu küçük notlarda “Çiçekleri ve üzümü aldım” ya da “Nasılsın? İyi misin?
Yarın geleyim mi?” gibi sözler yazılı.
Çiçekleri ve üzümü alan, cezaevindeki Nâzım’dır; “Yarın geleyim mi?” diye soran da Semiha... Hatta birbirlerine tesbih
bile yollarlar. “Şu yeşil tesbihi muratların yerini bulsun diye, buradan çabuk çıkman için getirdim! Bu tesbihin her bir
tanesine benim dudaklarımın sıcak duaları sinmiştir. Bundan dolayı tılsımlıdır!” diye yazar Semiha Berksoy,
mektuplarından birinde.
“Toskam”...
Mektuplaşmaların, 1940’lara varıldığında daha resmi ve dostane bir seyir izlediği de görülüyor. Bu mektupların çoğu,
Semiha Berksoy’un dünyaca ünlü “Tosca” operasını Ankara’da sahnelemesi üzerine yazışmaları... “Tosca”da yer alan bir
aryanın Atatürk’ü bile ağlattığı düşünülürse, Nâzım’ın Semiha Berksoy’a “Toskam” diye seslenirken yaşadığı duygunun neye
karşılık geldiği belki daha iyi anlaşılabilir.
Sevgilisinin numaradan kurşuna dizileceğini sanan ve bu yüzden onun ölümünü önemsiz bir şeymiş gibi izleyen, herkes
gittikten sonra da yanına gidip yattığı yerden kalkmasını bekleyen ve öldüğünü anlayınca da intihar eden bir kadının
hikâyesinin anlatıldığı, Puccini’nin en çok sevilen operasıdır “Tosca”.
“Tosca” Semiha Berksoy, 1987 yılında bir kış günü Nâzım’ı mezarında ziyarete gitmişti. Acaba, ne hissetmişti o gün?
Tosca’dan bir arya geçmiş miydi yüreğinden?
KEREM ATSU
Semiha Berksoy, Türk operasının temel taşı. İlk Türk opera sanatçısı. Ressam, dramatik soprano, tiyatro sanatçısı,
sürrealist hikayelerin yazarı, kendisini sahnelerle, tuvallerle sınırlamayan, hayatı da sanat gibi yaşayan bir artist.
Hep ilklerin kadını olarak bilinen Semiha Beksoy'un izini kızı Zeliha Berksoy Süreyya Operası'nda sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 20. Bölüm
Türk rock müziği sanatçısı, besteci, tiyatrocu, sinema oyuncusu. Anadolu rock türünün kurucularından, büyük sanatçı Cem
Karaca.
Hiçbir kadın hiçbir erkeği ve hiçbir erkek hiçbir kadını
Bu biçim bu biçim sevmedi
Yokluğu ekmeğe katık edip sevgiyi açlığa eklemedi
Gözyaşlarının hiçbir teki bu biçim düşmedi
Böylesine dolu dolu dolu ağlamadı hiçbir kucakta hiçbir baş
Ve hiçbir elveda bugüne dek bu biçim söylenmedi
Hiçbir akşam o akşam gibi kanarcasına batmadı o güneş
Ve hiçbir güneş onları bir daha bu biçimgörmedi
Hiçbir kadın dedim ya hiçbir erkeği ve hiçbir erkek
Hiçbir kadını bu biçim bu biçim bu biçim sevmedi
Cahit Berkay, Cem Karaca'nın izini Beyoğlu'nda sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 19. Bölüm
'' Yaşamak en çok yaşamaya değer''
Türkçe'yi en iyi şekilde kullanan yazarlarımızdan. Deneme, günlük
ve şiirin büyük ustası, mirikelam Salah Birsel. Sözcüklerin
arkeolojisini yapan adam. Adalara ve Boğaziçi’ne nazır bir bulut
üstüne göçtü Salâh Birsel. Orada Beyoğlu’nun ah vah etmeden
önceki sokaklarında dolaşacak. Nisuaz Pastanesi’nde Macit
Gökberk ile oturacak. Sevim Burak yeni öyküsünü, Ümit Yaşar ile
Behçet Necatigil yeni şiirlerini ilk kez ona okuyacak..
Gazeteci Mehmet Yaşin, Salah Birsel'in izini Bostancı'da sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 18. Bölüm
Birɑzcık tuz etkisi yɑrɑtmɑlı insɑn birinin hɑyɑtındɑ. Hɑni yɑrɑyɑ bɑsıp ɑcı vereninden değil, yemeğe kɑtılıp tɑt
vereninden.
Ece AYHAN, sıkı şiirler yazan, ayrıntılara önem atfeden sivil şairimiz.
Haydar Ergülen sıkı şiirleri ile sıkı dostluk kurduğu Ece Ayhan'ın izini Cumhuriyet Meyhanesi'nde sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 16. Bölüm
Kenan Tevfik Erim.. İsmi Aydın'ın Karacasu İlçesi'nde bulunan antik kent olan Afrodisias ile özdeşleşmiş, ömrünün
yarısını bu tarihi mirası ortaya çıkarmaya adayan Türk arkeloğumuz.
''The Eye of İstanbul'' olarak da bilinen ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler, Kenan Erim'in izini Afrodisias'ta sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 15. Bölüm
Türk Edebiyatı'nda Türkçeyi en güzel kullanan yazarlarımızdan biri. Türk Edebiyatı'nda Anadolunun varlığını keşfeden
adam.
Artun Ünsal, Refik Halit Karay'ın izini Haydarpaşa Garı'nda sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 14. Bölüm
"Aşkı anlatmak için bin söz desem
Görse bir aşık susarmış dil o dem
Söz de kâfi gerçi aşkın şerhine
Şerh olandan olmayan yeğdir yine
Her ne var dünyada şerh eyler kalem
Aşkı anlat derseniz çatlar o dem"
Allah aşkı, peygamber aşkı, hizmet aşkı, vatan aşkı, millet aşkı, medeniyet aşkı, dava aşkı, ilim aşkı, toprağa tohum
atma yani insan yetiştirme aşkı...
Celaleddin Ökten'in izini oğlu Sadettin Ökten Fatih'te sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 13. Bölüm
AŞK
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.
Ülkü Tamer, aşkın şairi Cemal Süreya için şu dizeleri yazmıştır:
''Tanrı, bin birinci gece şairi yarattı,
Bin ikinci gece Cemal’i,
Bin üçüncü gece şiir okudu tanrı,
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı.”
Doğan Hızlan, Cemal Süreya'nın izini Kadıköy'de sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 12. Bölüm
Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir,
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver 'işte budur kubbe' diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Mehmet Akif Ersoy
Mimar Sinan’ı elbette en iyi anlatacak olan onun şu günümüze kadar ulaşan eşsiz eserleridir şüphesiz. Ziya Paşa’nın
dediği gibi; “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz, / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Akademisyen Dr. Sinan Genim, Mimar Sinan'ın izini İstanbul'da sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 11. Bölüm
Geçenlerde, bir yazısında diyor ki Ece Temelkuran: “Bir çiçeğin yanından geçer gibi yaşamalıyız aslında…” O kadar basit,
sıradan, naif, sade, içten, özenli, o kadar doğal yani… Hayatı daha komplike hale getirmenin hiçbir anlamı yok. Zaten
insanoğlu her yerde huzursuz, özensiz, saldırgan, vahşi; savaşıyor, yıkıyor, entrikalar kuruyor, hesaplar yapıyor… Zaten
hayat yeterince yorucu. Zaten sonunu kestiremediğimiz bir oyunu, pek de kontrol edemediğimiz bir sürü faktörle
oynuyoruz...

Şehirler ve Yüzler 10. Bölüm
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış Madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırag'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filan olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
Nazım Hikmet.. Mavi Gözlü Dev, Şair..
Ahmet Ümit, Nazım Hikmet'in izini memlekette sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 9. Bölüm
Doğa aşığı, deniz aşığı, usta denizci, botanikçi, ressam, şair, yazar, edebiyatçı, araştırmacı, tarihçi, tercüman,
rehber, antik çağlar uzmanı, Anadolu medeniyetleri uzmanı, grek-helen karmaşasını ustalıkla anlatan, aydınlatan büyük
yazarımız. . Cevat Şakir Kabaağaçlı.
Gözlerini yumarken ''Ah… Ne acı… Doğa en can alıcı noktada elimi kilitledi. Son söylemek istediklerimi yazamadım…
Sanırım ki yolcuyum… Dünya’ya bir merhaba deyip gideceğim… Burnuma çiçek kokuları geliyor… Açın açın pencereleri, son
defa görmek istiyorum güneşi, son defa görmek istiyorum özgünlüğü. Merhaba çocuklar, merhaba dünya. Merhabaa” dedi ve
bir merhaba ile veda etti bizlere.
Cevat Çapan, Halikarnas Balıkçısı'nın izini Bodrum'da sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 8. Bölüm
Zeki Müren'in hayatı Bursa'da başlayan bir peri masalı gibi. Onun hakkında çok şey söylenebilir. Özgüven, saygınlık,
sanatçı ruhunu yaşamak... Cumhuriyet dönemi Türk sanatı denince akla gelen isimlerin başında yer alması asla rastlantı
değildir. Adı üstünde o ; sanat güneşi. Türk müziğine yön veren, toplumun her kesimine hitap edip yine her kesiminden
saygı görmeyi başarabilen nadide bir kişilik...
Ülkü Erakalın Zeki Müren'in izini Bodrum'da sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 7. Bölüm
Filiz Ali, babası Sabahattin Ali'nin izini Kazdağları'nda sürüyor.
Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak;
herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve
bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak..(Kürk Mantolu Madonna)
Filiz Ali, babası Sabahattin Ali'nin izini Kazdağları'nda sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 6. Bölüm
Ahmet Taşçı, Koca Yusuf'un izini Kırkpınar'da sürüyor.
Sunay Akın'ın deyimiyle 'Okyanusa Yenilen Güreşçi', dünya çapında tanınan ilk Türk sporcusu. Geleneksel kırkpınar
güreşlerinden sonra Fransa'da ve Amerika'da Grekoromen güreşlerinde yenilmezliği ile yabancıların 'The Terrible Turkish
(Korkunç Türk)'' diye adlandırdığı başarılı sporcumuz; Koca Yusuf. Başpehlivan Ahmet Taşçı, Koca Yusuf'un izini
Kırkpınar'da sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 5. Bölüm
Nebil Özgentürk, Orhan Kemal'in izini Adana'da sürüyor.
Olma kula kul.
Öpme el ayak.
Kirlenmesin ağzın..
İnsan ya vermeli insan için canını
ya da kalabalık etmemeli dünyamızda.
Nebil Özgentürk, bu anlamlı satırların sahibi değerleri yazarlarımızdan Orhan Kemal'in izini Adana'da sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 4. Bölüm
Pelin Batu, Reşad Ekrem Koçu'nun izini İstanbul'da sürüyor.
Reşad Ekrem Koçu, tarih yazınımızın önemli yazarlarından biridir. Ondan hep, “Tarihi sevdiren adam” diye söz edilir.
Öylesine akıcı, güzel, masalımsı bir dili vardır ki, kitaplarını okurken kendinizi tarihi bir filmi izliyormuş ve o
dönemin dilini biliyormuş gibi duyumsarsınız.

Şehirler ve Yüzler 3. Bölüm Cahide Sonku
Yeşilçam'ın ilk kadın yönetmeni ve ilk star oyuncusu ünvanlarının sahibi 'efsane' Cahide Sonku.
Türk Sinema Tarihine "ilk star", "ilk yapımcı" ve "ilk yönetmen" olarak damgasını vuran Cahide Sonku, karton
tiplemelerden uzak, her rolün kadını olarak dönemin en çok film çeken oyuncusudur. Hem güzel, hem zengin hem de
güçlüdür.
Yeşilcam'ın şöhrete kurban verdiği ilk isim olan Cahide Sonku, bugün alkolden yıpranmış güzelliğiyle belleklerde yer
alır. Hırsları nedeniyle kendisine sunulanla yetinmeyen bir kadın portresi çizen Cahide Sonku'nun yaşamı; tercihlerinden
ötürü vazgeçiş, seçimlerinden ötürü de bir kaybediş öyküsüdür.
Hülya Avşar Cahide Sonku'nun hayatını Beyoğlu'nun büyülü dünyasında anlatıyor.

Şehirler ve Yüzler 2. Bölüm Sait Faik
Şu karşıki sandalı görüyor musun? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan
martılar! Kanatları yolunsa artık uçabilir mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasına kapatılmak istenirse kanatsız
kuş, küreksiz sandal oluverir ve bütün manasını kaybeder.'' der Sait Faik Abasıyanık.
Mehmet Altan, Sait Faik'in izini Burgazada'da sürüyor.

Şehirler ve Yüzler 1. Bölüm Can Yücel
Su Yücel, Can Yücel'in izini Datça'da sürüyor.