Doğum Tarihi - 14 Haziran 1945, Şanlıurfa, Siverek
Ölüm Tarihi - 25 Şubat 2020, Ankara
1945, Şanlıurfa, Siverek doğumlu.
Erzincan'da Askerî Lisede okudu.
Diyarbakır'da Ziya Gökâlp Lisesini bitirdi. Ankara Üniversitesi, Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Farsça Bölümünden mezun oldu. Devlet memuru olarak çalıştı. TRT'ye kamera
asistanı olarak girdi ve stüdyo kamera servisinde çalıştı. Daha sonra
yapımcı-yönetmen olarak Eğitim - Kültür Programları Müdürlüğünde çalıştı ve 1997
yılında emekli oldu. Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. İlk şiiri 1968’de Türk
Yurdu dergisinde; sonraki yıllarda şiir, hikâye ve çevirileri Edebiyat, Gelişme,
Mavera, Seyir (Van), Yönelişler, Ay Vakti, Yedi İklim ve Hece dergilerinde,
inceleme yazıları Hece dergisi ile Türkiye Yazarlar Birliği yıllıklarında
yayımlandı. Halk şiiri ve divan şiirinden beslenen bir duyarlılıkla günümüz
insanını yaşadığı hayat içinde ustaca gözlemleyen, hayat içinde insanın konumunu
arayan bir tavır geliştirdi. Az fakat usta işi şiirler yazdı. Müzikle ilgilendi.
Şiir ve müzik arasındaki estetik bağı vurgulayan tavrını metinleriyle ortaya
koydu. Mehmet Ragıp Karcı’nın adı Siverek’te bir okula verildi ve şairin bu
okula hediye ettiği kitaplar için özel bir bölüm oluşturuldu.
Yeni Bir Sevda Süleymanı - 1986
Bir Başkasının Kitabı - 1996
Kaynak
Geçmişten Geleceğe Belgeler... Bilgiler... 1968/2008
TRT Arşiv Dairesi Başkanlığı, N. Beyhan Karadağ
Onun adı Yezid Dede
Renkli bir roman olabilecek hayatını, türkülerimizi korumaya, yaşatmaya adamış.
On parmağında on marifet var. Sünni ve Nakşî, hatta Risale--i Nur ekolünden.
Ancak Alevi cemlerinde tören yönettiği için adı ‘Yezit Dede’ye çıkmış.
Adı, Mehmet Ragıp Karcı. Kameraman, fotoğrafçı, yönetmen, şair, yazar, öykücü,
Osmanlıca ve siyakat hocası... Ve Türkiye’nin en büyük saz ve söz üstatlarından
biri. Aynı zamanda saz yapım ustası. Türkülerimize sevdalı. İsminin önüne birçok
vasıf rahatlıkla getirilerek anılıyor. Onu kimileri saz ve türkü ustası,
kimileri Osmanlıca hocası, kimileri şair, yazar, Nur talebesi, Alevi dedesi,
yönetmen diye tanıyor.
Karcı, “sağ” cenahın dar edebi çevresi ve medya camiası haricinde fazla tanınan
biri değil. Oysa kendisine yüklediği misyon, şöhretiyle kıyas edilemeyecek kadar
büyük. Türkülerin sesinin kesilmesini önlemeye adamış hayatını. “Bugünlerde bu
meseleye, yani türküye sahip çıkmak bile başlı başına bir cesaret ister”
sözleri, Neo—conlar’ın estirdiği ve “yerli”yi pek sevmeyen globalizm rüzgarına
ve “imajlar” dünyasına bir gönderme aslında. İki şiir kitabı var Karcı’nın: Yeni
Bir Sevda Süleymanı (1986) ve Bir Başkasının Kitabı (1996).
Şiirlerinde türkü tadı/sesi var. Mavera, Gelişme, Edebiyat, Kayıtlar gibi edebi
dergilerde şiirleri, yazıları, öyküleri yayınlanıyor.
Hepsi bir yana çok ilginç bir hayat hikâyesi var Karcı’nın. Davut Sulari, İsmail
Daimi, Terzi Fehmi gibi büyük ustalardan öğrenmiş sazı ve türküyü. 1966 yılında
ülke çapında yapılan saz çalma imtihanında/yarışında Orhan Gencebay, Cinuçen
Tanrıkorur ve Arif Sağ’ın ardından derece almış. Sazı çalmak bir yana, yapıyor
da. Hangi ağaçtan iyi saz çıkar, neresi ne kadar oyulmalı, iyi biliyor. Askeri
lisede Okumuş ve daha sonra ayrılmış. Risal—i Nur ekolüyle 60’ların başında
tanışmış. İflah olmaz bir Osmanlıca hayranı. Risaleler, Osmanlıca’ya olan
merakının kaynağı. Osmanlıca'yı ve daha önemlisi siyakatı çok iyi biliyor.
Türkiye Yazarlar Birliği’nde gençlere ücretsiz Osmanlıca dersi veriyor; tek
şartı, gençlerin her birinin bir başka kişiye Osmanlıca öğretmesi.
Yolu Necip Fazıl’la da kesişmiş Karcı’nın. Üstad, ölümüne yakın bir vakit, “Bana
Urfalı o çocuğu, Memed’i bulun, bir sırrım var, ancak ona emanet edebilirim”
diye çağırtmış. En yakınındakilere, hatta eşine dahi söylemediği sırrını
Karcı’ya emanet ettikten kısa süre sonra da dâr—ı beKaya göçmüş. “O sır benimle
birlikte mezara gidecek” diyor Karcı.
Söyleşimize geçmeden önceki son not: Öz be Öz Sünni ve Nakşi olan Karcı, Alevi
camiasında “Yezit Dede” namıyla tanınıyor. TRT’de kameramanlık yaptığı yıllarda,
bir gün cemleri görüntülemeye gittiğinde, daha çok Toy olan dedenin birçok Cem
erkânını bilmediğini ve yanlış yaptığını görünce, müdahale edip cemi kendisi
yönetmiş. O günden sonra hem yeni cemler yönetmiş, hem de musahipleri olmuş.
- Türkü nedir? Musikiden farklı bir şey midir?
Türkü dediğimiz şey ilk elde insanımızın her hangi bir hâl karşısında ricat
ettiği bir tahassüs alanıdır. Ricat bize burada bir Savaş hali zannı ifade
edebilir. Hadi biz müracaat diyelim. O müessiriyet hâli ile dışarıya meramını
ifade etmeye Çalışır. Bu aslında bir yakınma, bir kavga, bir ilenme hâlidir.
Musikî dediğimiz şey ise, karşısındakinin idrâk melekelerini uyandırmak için
kullandığı bir başka yardımcı unsurdur.
- Türkülerin sizin üzerinizdeki tesiri ne şekilde vukû buluyor ve nereden
geliyor?
Ben türküleri, merhum Tanpınar’ın bizim romanımız dediği zaviyeden idrâk etmeye
çalışıyorum. Hadi Tanpınar üstâdın iğvâsına fazla kapılmayalım isterseniz, şöyle
bir yaklaşım deneyelim: Tanpınar üstâdı bilmem amma, benim roman diye fehm
eylediğim, ifade—i merâmın müzik sesi katılmadan önceki halidir. Yâni o mağmum
duruştur. “Yarim beni beğenmezdin, bak bana nişan taktılar”, “Sen gidersen beni
burda ister var”, “Yoncalığın İnce yolu gide gide kavuşuyor/ Oğlumu vuran
candarma İlvan İlvan savuşuyor”. Bu son mısradaki jandarmanın gidişini bile bir
bediî seviye ile tarif eden bu milletin kalbine kurban olunmaz mı, düşünün.
Türküler bu yüzden izzetlidir.
- Son dönemde türküye merak saran, söyleyen gençler köylü, çağdışı gibi
sıfatlara maruz bırakılıyor. Pop kültürü ve globalizm senaristlerinin bilinçli
taktiği mi bu?
Okur yazar taifesinin, ekâbir takımının türküleri köylü diye tesmiye etmesinin
temelinde, türkülerde Can yakan, yahut yakması gereken asaleti idrâk
edememeleri; yüzlerine Tokat gibi çarpan ıstırabı ıskalamak istemeleri
yatmaktadır. Türkülerin karşısına elin popunu, cazını çıkarmaya çalışanlar var
ki bu halet—i rûhiyeyi şahsî telezzüzle izah etmek mümkün görünse de açıkçası
benim aklım için bu mesele, Jöntürk ve Tanzimatçı taifesinin başları
sıkıştığında sığındıkları yabancı sefaretler gibi bir başka güvenlik alanı
olarak yedeklerinde tutmak niyetinden başka bir şey olarak görünmüyor. Türkü bu
bakımdan bir şahsiyet, haysiyet ve hâssiyet meselesidir.
- Türkü dahil halk müziği bir dönem yasaklanmıştı. Bundan ne amaçlanıyordu?
Bu hareket, gönül vadilerimizin sömürgecilerin çeşitli ameliyelerine müsâit hale
getirilmesi için yapılmıştır. Manevî vücûdumuzun merkezi olan kalbimiz, kendi
sesimize uzak bırakılarak bîtâb ve çâresiz kılınmak istenmiştir. Son yılların
yabancı müzik furyası yanında, yabancı hâle getirilmiş kendi müziğimize
gösterilen itibarı da bu açıdan görmeliyiz. Konfüçyüs’ün sözü meşhurdur: Bir
milleti köleleştirmek istiyorsanız, o milletin müziğine bir ses ekleyin.
- Bazı türkülerin sözleri değiştiriliyor veya yılların türkülerine yeni sözler
ekleniyor. Sizin de dikkatinizi çekti mi?
Türküler üzerinde sürdürülen tasalluta bazı Örnek vermek de gerekebilir. Bunun
kasıtlı yapılanları olduğu gibi, icracıların bazı terimleri anlayamamaları,
hattâ telaffuz bile edememeleri sonucu yapılanları da var. Türküler hem icra
edilirken, hem de dinlenirken husûsî bir dikkat ve mümkünse rikkat ister. Bu
edeple ilgili bir meseledir. Bir de Okur yazarımızın, türküyü idrâk ve fehm
etmesindeki zorluk Göz önüne alınmalıdır. Ben bu konuda müddeî bir sürü adamın
bu işin en Küçük edebine ve anlayışına bile mâlik olmadıklarını yakînen
bilenlerdenim. Bu da gösteriyor ki aslında türkü hem ifade ettikleri, hem
taşıdıkları hususiyet bakımından şehirlidir.
- Değiştirilen türkülerden Örnek verebilir misiniz?
Derviş Ali’nin Ali Ekber Çiçek’ten alınan bir türküsünde, ikinci dörtlük
şöyledir: Solmazsa dünyada güzeller solmaz/Bu dünya fânidir kimseye kalmaz/
Yalan dolan ile sofuluk olmaz/ Mümin olan bekler verâyı gönül.. Son kıta da
şöyledir: Derviş Ali Öğüt verir özüne/Gönül lutfeyleyip gelmez sözüne/ Azrail
konarsa göğsün düzüne/ O zaman beklemez sırayı gönül.. Sevgili Orhan Hakalmaz
verâ kelimesini bilmiyor olabilir. Son mısrayı “O zaman görürsün karayı gönül”
diye okuyor.
- Türkülerde bazı sözlerin ideolojik sebeplerle kasıtlı değiştirildiği, hatta
orijinal haliyle okumaya devam eden söyleniyor?
Dikkat ediliyor mu bilmem, son zamanlarda “düvaz imam” tabir edilen ve 11
İmam’ın şahsiyetini konu alan nefesler ya hiç okunmamakta, yahut sanki çok
sıradan bir parça imiş gibi baştan bir, sondan iki kıtası icra edilip
geçiştirilmektedir. Bu durumu sorduğum bir iki sanatçı arkadaştan aldığım cevap
ürkütücüdür. Şu cevabı verdi arkadaşlar: ‘Okuduğumuzda içimizden kimse bu
imamları tanımıyor. Tanıyanlar da sahiplenmiyorlar. Yani anlayacağın artık
tarikat da, yol da bunlarsız alınacak. Bir de satmıyor’. Mevlevî semâları gibi
semahların da artık pîr aşkına değil şov ve para aşkına yapılmaları ayrı bir
ıstırap konusudur.
Ahmet Dinç, a.dinc@aksiyon.com.tr, Sayı: 454
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=2879