5. Sûfisinema Günleri Uzun Metraj Sinema Filmi Senaryosu Yarışması
5. SÛFİSİNEMA GÜNLERİ BAŞLIYOR
UZUN METRAJ SİNEMA FİLMİ SENARYOSU YARIŞMASI
Hz. Mevlâna ve Ailesi’nin Konya’yı Teşriflerinin Yıldönümü Etkinlikleri
kapsamında 01-05 Mayıs 2024 tarihleri arasında 5. Sûfisinema Günleri (Sûfisin)
düzenlenecektir.
Bu kapsamda 15 Ocak 2024 ile 15 Nisan 2024 tarihleri arasında Uzun Metraj Sinema
Filmi Senaryo Yarışması gerçekleştirilecektir.
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından 2024 Mayıs ayında yapılacak 5.
Sûfisinema Günleri kapsamında tasavvuf filmlerine ilgi duyan herkese açık 60.000
Türk Lirası ödüllü senaryo yarışması ile senaristler ödüllendirilecek. Önceki
yıllarda yüzlerce senaryonun başvurduğu Sûfisinema Senaryo yarışması yine bu yıl
senarist adaylarını ve senaryolarını bekliyor.
Tasavvuf dünyasının her yönüyle konu edildiği etkinlik, filmin temel taşı olan
fikri-senaryoyu destekleyerek Sûfisinema Günleri Etkinliği, tasavvuf ve sinema
arasındaki ilgiyi işleyecek yeni film önerileri üzerine metinsel çalışmaları
artırmak düşüncesinde.
Sufisinema Ulusal Uzun Metraj Sinema Film Senaryo Yarışması’na 15 Ocak 2024 – 15
Nisan 2024 tarihlerinde son başvuru gününün mesai bitimine gönderilen senaryolar
değerlendirmeye alınacak. (2023 yılında yaşanılan deprem nedeniyle iptal edilen
SUFİSİNEMA Günleri yarışma müracaatları bu yıl değerlendirmeye alınacaktır.)
Sûfisinema tarafından düzenlenen Uzun Metraj Sinema Filmi Senaryo Yarışması 15
Ocak 2024 – 15 Nisan 2024 mesai bitimine kadar başvuruda bulunacak yapımlar
değerlendirilecek.
Ulusal Uzun Metraj Sinema Film Senaryo Yarışmasına yapılacak başvurular, sinema
alanında usta isimler tarafından değerlendirmeye tabi tutulacak. Uzun Metraj
Senaryo Yarışması’nda kazanana ödülleri, 04 Mayıs 2024 tarihinde 5. Sûfisinema
Günleri kapsamında düzenlenecek törenle verilecek.
İlgi duyan herkesin başvurusuna açık olan Uzun Metraj Sinema Filmi Senaryo
yarışması hakkında www.sufisinema.gov.tr sitesinden detaylı bilgi alınabilir.
Yarışma başvuruları ise sufisinema@sufisinema.gov.tr adresine yapılacaktır.
Hz. Mevlâna ve Ailesi'nin Konya'yı Teşriflerinin Yıldönümü Etkinlikleri
kapsamında 01-05 Mayıs 2024 tarihleri arasında 5. Sûfisinema Günleri (Sûfisin)
düzenlenecektir. Bu kapsamda 15 Ocak 2024 ile 15 Nisan 2024 tarihleri arasında
Uzun Metraj Sinema Filmi Senaryo Yarışması gerçekleştirilecektir.
Mevlâna ve Ailesi’nin Konya’yı Teşriflerinin Yıldönümü Etkinlikleri (3-5 Mayıs
tarihleri) kapsamında 2018 yılından bu tarafa SÛFİSİNEMA Günleri yapılmaktadır.
Bu yıl 5.’si gerçekleştirilmesi planlanan SÛFİSİNEMA Günleri’nde; Uzun Metraj
Sinema Filmi Senaryo Yazma Yarışması ve Ulusal Kısa Film Yarışması için 15 Kasım
2022–15 Nisan 2023 mesai bitimine kadar başvuruda bulunulmak üzere duyurular
yapılmıştı.
6 Şubat 2023’de vuku bulan Kahramanmaraş merkezli deprem üzerine, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün 07.02.2023 tarih ve 3466541
sayılı Genelgesi ile planlanan etkinlikler durdurulmuştur. Bu ana kadar
idaremize intikal ettirilen veya süresi içerisinde yapılacak yarışma
müracaatları, 2024 yılında yapılması öngörülen SÛFİSİNEMA Günleri’nde
değerlendirilecektir.
5. SÛFİSİNEMA GÜNLERİ (SÛFİSİN)
Mevlâna ve Ailesi’nin Konya’yı Teşriflerinin Yıldönümü Etkinlikleri (3-5 Mayıs
tarihleri) kapsamında 2018 yılından bu tarafa SÛFİSİNEMA Günleri yapılmaktadır.
Bu yıl 5.’si gerçekleştirilmesi planlanan SÛFİSİNEMA Günleri’nde; Uzun Metraj
Sinema Filmi Senaryo Yazma Yarışması ve Ulusal Kısa Film Yarışması için 15 Kasım
2022 - 15 Nisan 2023 mesai bitimine kadar başvuruda bulunulmak üzere duyurular
yapılmıştı.
6 Şubat 2023’de vuku bulan Kahramanmaraş merkezli deprem üzerine, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün 07.02.2023 tarih ve 3466541
sayılı Genelgesi ile planlanan etkinlikler durdurulmuştur. Bu ana kadar
idaremize intikal ettirilen veya süresi içerisinde yapılacak yarışma
müracaatları, 2024 yılında yapılması öngörülen SÛFİSİNEMA Günleri’nde
değerlendirilecektir.
Sufi Sinema Günleri Ulusal Kısa Film Yarışması
Konya Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Sufi Sinema Günleri Ulusal Kısa
Film Yarışması Düzenliyor.
Yarışma Ödülleri
En İyi Film Ödülü 20 Bin Türk Lirası
En İyi İkinci Film Ödülü 15 Bin Türk Lirası
En İyi Üçüncü Film Ödülü 10 Bin Türk Lirası
Amaç
Ulusal Kısa Film Yarışmasının amacı; her yıl belirlenecek temalarla ülke
içerisinde tasavvuf ve sinema bağlamına yönelik farkındalık oluşturmak, tema ile
alakalı video çalışmalarını özendirmek, amatör ve profesyonel film çalışmalarına
katkı sunmaktır. Ayrıca her yıl belirlenecek olan tema ile yeni filmlerin
üretimine destek olmaktır.
Kısa Film Yarışma Teması
2023 Yılı Sûfisinema Günleri Ulusal Kısa Film Yarışması, Mevlâna’nın tasavvuf ve
sinema bağlamını işlemeye uygun sözleri ve düşünceleri ile yapılacaktır.
Hazırlanacak olan Kısa filmler doğrudan veya dolaylı olarak tasavvuf ve sinema
bağlamına işaret edeceğinden bu yıl tasavvufun özenle üzerinde durduğu ve
Mevlâna’nın eserlerinde yer bulan anâsır-ı erbaa (dört unsur); su ateş, toprak,
hava kavramı işlemelidir. Bu bağlam dışındaki filmler değerlendirme dışında
tutulacaktır. Ek 2’de bu yılki tema ile ilgili açıklayıcı metinden ve önerilen
kaynaklardan daha geniş bilgi alabilirsiniz.
Katılım Şartları
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından düzenlenen Kısa Film Yarışması
aşağıda yer alan şartlardan oluşmaktadır.
Ads
1- Yarışmaya belirlenen temaya uygun, Ocak 2015’den sonra çekilmiş kısa filmler
başvurabilirler. Herhangi bir etkinlikten daha önce ödül alan filmler, yarışmaya
başvurabilirler. Ancak yarışmaya gönderilen kısa filmlerin gösterim hakları;
herhangi bir organizasyona, kuruma veya üçüncü kişiye devredilmemiş olması
gerekmektedir.
2- Filmler en az 2 dakika en fazla 15 dakika olmalı (başlangıç ve bitiş jeneriği
dahil); gösterim kopyaları HD (flat ise 1998x1080px) ya da video (Quicktime
Uncompressed ya da H264 codec’li MP4, MOV, MPEG) formatta hazırlanmalıdır.
3- Filmlerde kullanılan müzikler veya telif içerek diğer unsurlar, filmin hak
sahibinin yükümlülüğündedir.
4- Filmi birden fazla isim hazırlasa da başvuru, yalnızca film hak sahibi
tarafından yapılmalıdır.
5- Filmde orijinal dil Türkçe dışı bir dil ise mutlaka Türkçe alt yazı ile
desteklenmelidir.
6- Kısa film yarışmasına katılan hiçbir filme, telif ücreti ödenmez.
Ödüller
1- Ulusal Kısa film yarışmasına katılacak filmler jüri tarafından
değerlendirilecek ve jürinin uygun gördüğü filmlere aşağıdaki ödüller
verilecektir.
– En iyi filme 20.000 Türk Lirası ve ödül heykelciği
– En iyi ikinci filme 15.000 Türk Lirası ve ödül heykelciği
– En iyi üçüncü filme 10.000 Türk Lirası ve ödül heykelciği
2- Jüri, her bir ödülü birden fazla film arasında paylaştırabilir.
3- Jüri gerekli gördüğünde, para ödülü içermemek şartıyla da Mansiyon ödülü
verebilir.
4- Maddi ödüller, ödül alan hak sahibinin söz konusu filmin gösterim haklarını
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne devir sözleşmesini imzaladığı günden
itibaren 45 gün içerisinde hak sahibinin vermiş olduğu banka hesabına
yatırılacaktır.
Yarışma Tarihi
1- Sûfisinema Günleri Ulusal Kısa Film yarışmasına 15 Kasım 2022–15 Nisan 2023
mesai bitimine kadar başvuruda bulunacak yapımlar değerlendirilecektir. Bu
tarihten sonra gelen hiçbir çalışma değerlendirilmeyecektir.
2- Jüri 02 Mayıs 2023 tarihine kadar kısa film yarışma finalist adaylarını
Internet ortamında ilan edecektir.
3- Ödül Töreni 05 Mayıs 2023 tarihinde 5. Sûfisinema Günleri kapsamında
yapılacaktır.
Başvuru
Yarışmaya, filmin yasal sahibi başvuruda bulunur. Filmin birden fazla yasal
sahibi varsa, başvuru formunda diğer yasal sahiplerin imzası ya da ek olarak
yazılı muvafakati yer almalıdır.
A) Kısa film yarışmasına başvuracak filmin 1 adet kopyası usb bellek ile
üzerinde rumuz bilgisinin yazılı olduğu birinci zarfa konulmalıdır.
B) İkinci zarfa ise kısa film yarışmasına başvuran filmin diğer bilgileri;
1- Ek1’de yer alan başvuru formunun çıktısı, ıslak imzalı,
2- Katalogda yer verilmesi için Türkçe ve İngilizce kısa özeti,
3- Filmden alınmış yüksek çözünürlükte en az 3 adet fotoğraf,
4-Yönetmeninin yüksek çözünürlükte fotoğrafı, kısa biyografisi ve filmografisi
elektronik ortamda yazılıp hazırlanarak
5- Gösterim kopyası altyazılı ise diyalog listesi, İngilizce altyazı listesi
konulacaktır. Her iki zarfın üzerinde de rumuz bilgileri mutlaka yazılı
olmalıdır.
C) İki zarf, daha büyük tek bir zarfta birleştirilip üzerine rumuz (Ek 3, Rumuz
hakkındaki örneğe göre) yazılarak aşağıdaki adrese kargo ile gönderilmelidir.
Mustafa YAŞA
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Aziziye Mahallesi Mevlâna Cad. No: 73 KARATAY/KONYA
Tel : 0332.280 17 00 / Dâhili Hat:1750
GSM : 0535.239 64 84
mustafa.yasa@ktb.gov.tr
D) Rumuz bilgisine yer verilmeyen başvurular, yarışma dışı tutulacaktır.
E) Başvuran, başvuru formunda beyan ettiği bilgilerin doğruluğunu kabul eder.
Filmin yasal hak sahibi Kısa Film yarışmasına başvuruda bulunduktan sonra filmi
geri çekmemeyi taahhüt eder.
Özel Şartlar
1- Jüri heyeti, gösterim için gerekli ve yeterli teknik özelliklere ve hukuki
niteliklere sahip olmayan kısa filmleri, yarışma dışı bırakma ve yönetmelikte
değişiklik yapma hakkına sahiptir.
2- Kısa film yarışmasına katılan tüm taraflar, bu yönetmelikteki şartları kabul
etmiş sayılırlar.
3- Yönetmelikte ayrıca belirlenmeyen konularda karar yetkisi, Konya İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğüne aittir.
4- Kısa film yarışması düzenleyicileri, Kısa Film Yarışma jürisi ve birinci
dereceden yakınları, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü çalışanları ve birinci
dereceden yakınları yarışmaya katılamaz.
5- Filmlerde kullanılmış herhangi bir görüntü, müzik, metin ya da herhangi bir
konuda doğabilecek telif hakları ile ilgili her türlü anlaşmazlığın tarafı, tek
başına filmin yasal sahibidir. Bu konuda bir uyuşmazlık çıkması durumunda filmin
yasal sahibi; uyuşmazlığa müdahale ederek sorumluluğu derhal üstleneceğini,
tahakkuk ettirilebilecek para cezaları ile tazminatları derhal ödeyeceğini
ve/veya kendisine ödenecek tutarlardan mahsup edileceğini, Konya İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü yönetiminin uğrayacağı maddi ve manevi her türlü zararı ikinci
bir ihtar, ihbar ve mahkeme kararına gerek kalmaksızın derhal karşılayacağını
kabul ve taahhüt eder.
6- İşbu yönetmeliğin uygulanması ve Kısa film yarışması çerçevesinde meydana
gelen uyuşmazlıkların çözümünde Konya İcra Daireleri ve Mahkemeleri yetkilidir.
Yarışma Şartnamesi İçin Tıklayın.
T.C
KONYA VALİLİĞİ
İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ
SUFİSİNEMA GÜNLERİ
ULUSAL KISA FİLM YARIŞMA PRENSİPLERİ
Madde 01 - AMAÇ
Ulusal Kısa Film Yarışmasının amacı; her yıl belirlenecek temalarla ülke
içerisinde
tasavvuf ve sinema bağlamına yönelik farkındalık oluşturmak, tema ile alakalı
video
çalışmalarını özendirmek, amatör ve profesyonel film çalışmalarına katkı
sunmaktır.
Ayrıca her yıl belirlenecek olan tema ile yeni filmlerin üretimine destek
olmaktır.
Madde 02 - 2023 Yılı Kısa Film Yarışma Teması
2023 Yılı Sûfisinema Günleri Ulusal Kısa Film Yarışması, Mevlâna’nın tasavvuf ve
sinema bağlamını işlemeye uygun sözleri ve düşünceleri ile yapılacaktır.
Hazırlanacak olan Kısa filmler doğrudan veya dolaylı olarak tasavvuf ve sinema
bağlamına işaret edeceğinden bu yıl tasavvufun özenle üzerinde durduğu ve
Mevlâna’nın eserlerinde yer bulan anâsır-ı erbaa (dört unsur); su ateş, toprak,
hava
kavramı işlemelidir. Bu bağlam dışındaki filmler değerlendirme dışında
tutulacaktır. Ek
2’de bu yılki tema ile ilgili açıklayıcı metinden ve önerilen kaynaklardan daha
geniş bilgi
alabilirsiniz.
Madde 03 - YARIŞMA TARİHİ
1- Sûfisinema Günleri Ulusal Kısa Film yarışmasına 15 Kasım 2022 - 15 Nisan 2023
mesai
bitimine kadar başvuruda bulunacak yapımlar değerlendirilecektir. Bu tarihten
sonra gelen
hiçbir çalışma değerlendirilmeyecektir.
2- Jüri 02 Mayıs 2023 tarihine kadar kısa film yarışma finalist adaylarını
Internet ortamında ilan edecektir.
3- Ödül Töreni 05 Mayıs 2023 tarihinde 5. Sûfisinema Günleri kapsamında
yapılacaktır.
Madde 04 - KATILIM ŞARTLARI
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından düzenlenen Kısa Film Yarışması
aşağıda yer alan şartlardan oluşmaktadır.
1- Yarışmaya belirlenen temaya uygun, Ocak 2015’den sonra çekilmiş kısa filmler
başvurabilirler. Herhangi bir etkinlikten daha önce ödül alan filmler, yarışmaya
başvurabilirler. Ancak yarışmaya gönderilen kısa filmlerin gösterim hakları;
herhangi
bir organizasyona, kuruma veya üçüncü kişiye devredilmemiş olması gerekmektedir.
2- Filmler en az 2 dakika en fazla 15 dakika olmalı (başlangıç ve bitiş jeneriği
dahil);
gösterim kopyaları HD (flat ise 1998x1080px) ya da video (Quicktime
Uncompressed ya da H264 codec’li MP4, MOV, MPEG) formatta hazırlanmalıdır.
3- Filmlerde kullanılan müzikler veya telif içerek diğer unsurlar, filmin hak
sahibinin
yükümlülüğündedir.
4- Filmi birden fazla isim hazırlasa da başvuru, yalnızca film hak sahibi
tarafından
yapılmalıdır.
5- Filmde orijinal dil Türkçe dışı bir dil ise mutlaka Türkçe alt yazı ile
desteklenmelidir.
6- Kısa film yarışmasına katılan hiçbir filme, telif ücreti ödenmez.
Madde 05 - ÖDÜLLER
1- Ulusal Kısa film yarışmasına katılacak filmler jüri tarafından
değerlendirilecek ve
jürinin uygun gördüğü filmlere aşağıdaki ödüller verilecektir.
- En iyi filme 20.000 Türk Lirası ve ödül heykelciği
- En iyi ikinci filme 15.000 Türk Lirası ve ödül heykelciği
- En iyi üçüncü filme 10.000 Türk Lirası ve ödül heykelciği
2- Jüri, her bir ödülü birden fazla film arasında paylaştırabilir.
3- Jüri gerekli gördüğünde, para ödülü içermemek şartıyla da Mansiyon ödülü
verebilir.
4- Maddi ödüller, ödül alan hak sahibinin söz konusu filmin gösterim haklarını
Konya İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne devir sözleşmesini imzaladığı günden itibaren 45
gün
içerisinde hak sahibinin vermiş olduğu banka hesabına yatırılacaktır.
Madde 06 - BAŞVURU
Yarışmaya, filmin yasal sahibi başvuruda bulunur. Filmin birden fazla yasal
sahibi
varsa, başvuru formunda diğer yasal sahiplerin imzası ya da ek olarak yazılı
muvafakati yer almalıdır.
A) Kısa film yarışmasına başvuracak filmin 1 adet kopyası usb bellek ile
üzerinde
rumuz bilgisinin yazılı olduğu birinci zarfa konulmalıdır.
B) İkinci zarfa ise kısa film yarışmasına başvuran filmin diğer bilgileri;
1- Ek1’de yer alan başvuru formunun çıktısı, ıslak imzalı,
2- Katalogda yer verilmesi için Türkçe ve İngilizce kısa özeti,
3- Filmden alınmış yüksek çözünürlükte en az 3 adet fotoğraf,
4-Yönetmeninin yüksek çözünürlükte fotoğrafı, kısa biyografisi ve filmografisi
elektronik ortamda yazılıp hazırlanarak
5- Gösterim kopyası altyazılı ise diyalog listesi, İngilizce altyazı listesi
konulacaktır. Her
iki zarfın üzerinde de rumuz bilgileri mutlaka yazılı olmalıdır.
C) İki zarf, daha büyük tek bir zarfta birleştirilip üzerine rumuz (Ek 3, Rumuz
hakkındaki
örneğe göre) yazılarak aşağıdaki adrese kargo ile gönderilmelidir.
Mustafa YAŞA
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Aziziye Mahallesi Mevlâna Cad. No: 73 KARATAY/KONYA
Tel : 0332.280 17 00 / Dâhili Hat:1750
GSM : 0535.239 64 84
mustafa.yasa@ktb.gov.tr
D) Rumuz bilgisine yer verilmeyen başvurular, yarışma dışı tutulacaktır.
E) Başvuran, başvuru formunda beyan ettiği bilgilerin doğruluğunu kabul eder.
Filmin
yasal hak sahibi Kısa Film yarışmasına başvuruda bulunduktan sonra filmi geri
çekmemeyi taahhüt eder.
Madde 07 - GÖSTERİM VE ÇOĞALTIM ŞARTLARI
1- Ödül alan filmler, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün uygun gördüğü
fakat
ticari herhangi bir amaç içermeyen ortamlarda; tv, sosyal medya, internet, radyo
ve
özel gösterim alanlarında da süresiz ve sınırsız gösterilebilir.
2- Başvuruda bulunan hak sahibi yukarıdaki maddeyi kabul etmiş sayılır.
Madde 08 - JÜRİ OLUŞUMU
A) Yarışmaya katılacak kısa filmler, jüri tarafından değerlendirilecektir.
B) Kısa film yarışma Jürisi, Türkiye’den ve dünyadan film yapımcıları,
yönetmenler,
sinema yazarları, oyuncular, film eleştirmenleri, uzmanlar ve sinemayla ilgili
sanat
dallarından önde gelen kişilerle Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nü temsilen
bir
kişinin katılımıyla toplam 7 kişiden oluşur.
C) Jüri, çalışma düzenini kendisi belirler.
D) Jüri, sonuçların duyurulmasından önce, tüm üyelerce imzalanmış sonuç
tutanaklarını Konya il kültür ve turizm müdürlüğüne teslim eder.
Madde 09- ÖZEL ŞARTLAR
1- Jüri heyeti, gösterim için gerekli ve yeterli teknik özelliklere ve hukuki
niteliklere sahip
olmayan kısa filmleri, yarışma dışı bırakma ve yönetmelikte değişiklik yapma
hakkına sahiptir.
2- Kısa film yarışmasına katılan tüm taraflar, bu yönetmelikteki şartları kabul
etmiş
sayılırlar.
3- Yönetmelikte ayrıca belirlenmeyen konularda karar yetkisi, Konya İl Kültür ve
Turizm
Müdürlüğüne aittir.
4- Kısa film yarışması düzenleyicileri, Kısa Film Yarışma jürisi ve birinci
dereceden
yakınları, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü çalışanları ve birinci dereceden
yakınları yarışmaya katılamaz.
5- Filmlerde kullanılmış herhangi bir görüntü, müzik, metin ya da herhangi bir
konuda
doğabilecek telif hakları ile ilgili her türlü anlaşmazlığın tarafı, tek başına
filmin yasal
sahibidir. Bu konuda bir uyuşmazlık çıkması durumunda filmin yasal sahibi;
uyuşmazlığa müdahale ederek sorumluluğu derhal üstleneceğini, tahakkuk
ettirilebilecek para cezaları ile tazminatları derhal ödeyeceğini ve/veya
kendisine
ödenecek tutarlardan mahsup edileceğini, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
yönetiminin uğrayacağı maddi ve manevi her türlü zararı ikinci bir ihtar, ihbar
ve
mahkeme kararına gerek kalmaksızın derhal karşılayacağını kabul ve taahhüt eder.
6- İşbu yönetmeliğin uygulanması ve Kısa film yarışması çerçevesinde meydana
gelen
uyuşmazlıkların çözümünde Konya İcra Daireleri ve Mahkemeleri yetkilidir.
EK 1- BAŞVURU FORMU
EK 2- 2023 KISA FİLM TEMA BİLGİLENDİRME VE YAKLAŞIM METNİ
EK 3- RUMUZ BİLGİLENDİRME ÖRNEĞİ
5
EK - 1
BAŞVURU FORMU
FİLM BİLGİLERİ
Katılımcı Rumuz
Filmin Yapım Tarihi
Filmin Süre
Filmin Özeti
(en fazla 50 kelime)
TEKNİK BİLGİLER
Çekim Formatı
Görüntü Oranı
Renk Bilgisi
Ses
Orijinal Dili
FİLM EKİBİ
Yapımcı (varsa)
Yönetmen
Senaryo
Kurgu
Görüntü Yönetmeni
Müzik
Oyuncular
FİLMİN YASAL SAHİBİNİN;
Adı Soyadı
Görevi
Adres
Telefon
E-posta
Web
* Başvuru formunu istenilen diğer bilgilerle beraber DVD ye kaydedilmiş olarak
ve kâğıda
basılmış, imzalanmış 2 kopya olarak gönderiniz.
Yarışma şartnamesini okudum ve kabul ediyorum. Ayrıca yukarıda künyesi
belirtilen
eserimin senaryo, görüntü ve müziklerinin kendimie ait olduğunu ve/veya gerekli
telif haklarını
aldığımı, beyan eder, bu eserin tamamının veya bir bölümünün başka bir kişiye
ait olduğunun tespiti
halinde yasal sorumluluğun yalnızca kendime ait olacağını kabul ederim.
TARİH AD/SOYAD İMZA
EK- 2
SUFİSİNEMA GÜNLERİ
ULUSAL KISA FİLM YARIŞMASI TEMA ANÂSIR-I ERBAA/DÖRT UNSUR
TOPRAK-ATEŞ-SU-HAVA
Anâsır kelimesi sözlükte “asıl, kök, soy; şeref ve asâlet” gibi mânalara
gelen unsur kelimesinin çoğuludur. Anâsır-ı erbaa “dört unsur” demek olup klasik
felsefede toprak, su, hava ve ateşten ibarettir. İslâm kaynaklarında anâsır-ı
erbaa
yerine ustukussât-ı erbaa, erkân-ı erbaa, tabâi‘-i erbaa, mevâdd-i erbaa,
ümmehât-i
erbaa, ümmehât-i süfliyye, usûl, mebâdî ve kavâbis gibi daha başka terimler de
kullanılmıştır. Bu terimler pek çok âlim ve düşünür tarafından eş anlamlı
sayılmışsa da
aralarında bazı küçük farklar bulunmaktadır. Şöyle ki, bir birleşiğin içinde
onun bir
parçası olarak yer alan şeye rükn (çoğulu erkân), birleşiğin çözülmesi sonucunda
ortaya çıkan şeye ustukus (çoğulu ustukussât), birleşiği meydana getiren
maddeye asıl (çoğulu usûl), yeni bir madde teşkil etmek üzere eski şeklini
bırakıp
bozulan şeye de unsur (çoğulu anâsır) denir.
Tasavvufî düşünceyi felsefî boyutlara kavuşturarak İslâm düşüncesinde büyük
değişiklikler meydana getiren İbnü’l-Arabî, unsurların; feleklerin hareketi
sonunda
ortaya çıktığını belirterek Tanrı’nın dört unsuru dört günde yarattığını,
bunların
içerisinde ateşin en üst mertebede bulunduğunu, fakat Hz. Âdem’in çamurunda yer
alan suyun hepsinden daha etkili olduğunu söyler ve unsurlara kendi
özelliklerini
verenin Allah olduğunu belirtir. İbnü’l-Arabî ile paralel fikirler taşıyan İbn
Seb‘în ise dört
unsurdan söz ederken bunların keyfiyetleriyle fiilleri arasında denklik
bulunduğunu,
parlak olan ateşin cisimleri kendi tabiatına çevirdiğini, şeffaf ve latîf olan
havanın
sûretleri kolayca benimseyip bıraktığını, suyun da aynı özellikleri taşıdığını,
toprağın
ise yoğun bir cisim olduğunu belirtir.
Tasavvuf düşüncesi insanın kemale ulaşması için bedenî ve nefsî
mücadeleyi/mücahedeyi yani seyr-u sülûku; dört unsura göre temellendirmiştir.
Çünkü
mutasavvıflara göre insanın beden ve bedene bağlı varlığı bu dört unsurla meydan
gelmiştir. Buna göre insanın faziletleri ile bunların tam zıddı olan rezîletler,
ayrıca
bedenî ve nefsî hastalıklar dört unsurun dengesizliğinden kaynaklanır. Çünkü su,
toprak, hava ve ateş; insanda dört sıvıyı ve dört iklimi belirler. Dört sıvı
safra, sevda,
balgam ve kandır. Dört iklim ise sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve nemliliktir.
Bütün bu
unsurlar ve bunların belirlediği sıvılar ile iklimlerin dengesi sağlanırsa;
insanın
varlığının aslı olan fıtratı, dolayısıyla ruhu bedene hakim olmaya başlar. İşte
bu
noktada sufiler, ruhun hakimiyetini de bütün bu seyr-u sülük mücadelesinde
çeşitli
ibadetlerle ve zikirlerle sağlamaya çalışırlar.
Sufilere göre anasır-ı erbaa’dan her biri, insanın varoluşunda baskın olarak
insan yaratılır. Kimi insan ateş tabiatlı, kimisi su tabiatlı, kimisi toprak
tabiatlı, kimisi ise
hava tabiatlıdır. Kişi kendi tabiatında baskın olan unsuru; tutum ve
davranışlarından
nispeten bilebilir. Bu yüzden beş dış duyusunu; işitme, görme, koklama, tat alma
ve
dokunma duyularını ve bunların gerçeklendiği organları, tabiatında baskın olan
unsuru
7
dengeye getirmek üzere terbiye etmelidir. Bu yüzden yeme-içmeden, uyku süresine;
günlük zikirlerden ibadetlere, dinlenen müziklerden koklanacak çiçeklere kadar
her
şey, sufinin hayatında kendi varlığını dengeye getirmekle ilgilidir. Çünkü bu
denge
sağlandığında kişi olgunlaşmaya başlar. Bunun son aşaması da insan-ı kâmil
olmaktır.
İnsan varlığının canlılık kaynağı olan ve bedenle ruhun arasındaki ilişkiye
yardımcı olan nefis, üç temel yetenekten oluşur. Bunlar akıl, şehvet ve gazap
(öfke)tır.
Bu üç yeteneğin dengeye getirilmesi de insan varlığındaki dört unsurun
dengelenmesiyle ilgilidir. Örneğin, sufi şehvetini dengelemek için arzularını
artırıcı
yiyeceklerden kaçınmalıdır. Şehveti yükselten yiyecekler ise ateş ve hava
tabiatlıdır.
Bedende ise bu sıcaklığa karşılık gelir. Sıvılardan ise kanın yükselmesiyle
ilgilidir. Sufi
riyazetle, yeme -içme, oruç, v.b ibadetleri çoğaltarak şehvetinin dengelenmesini
sağlamaya çalışır. Aynı zamanda bu sırada aklını da geliştirmeli, şehvetini
dengelemek
için aklını ilimle donatmalı, kalbini de zikre vermeli, öfkesini
(gazap-girişimcilik)
azaltmalı (daha sakin ve pasif yaşamak)dır.
Sufiler yedili nefis mertebelerini de dört unsurun baskınlığıyla
temellendirirler.
Nefs-i emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziye, marzıye ve safiye
mertebeleri,
dört unsuru dengeye getirmekle ilgilidir. Dört unsurun ve bunlara bağlı dört
sıvı ile dört
iklimin tamamen başıboş bırakıldığı ve yönetilmediği nefis mertebeleri olan
emmare,
levvame ve mülhime nefisler, olumsuzlukları baskın olanlardır. İlk olumlu ve
değerli
mertebe sayılan nefs-i mutmainne mertebesi ise, insan varlığında dört unsurun ve
bunlara bağlı dört sıvının, dört iklimin dengesini ilk kazandığı mertebedir.
Burada
süreklilik sağlanır ve kişi mücadelesini devam ettirirse, tabiatında daha çok
olumsuzlukların sebebi olan ateş ve hava unsurlarının azalmasını temin ederek su
ve
toprak tabiatlı bir hale gelir. Bundan sonra ise razıye ve marzıye mertebeleri
daha çok
bu iki unsurun, su ve toprağın baskınlığı ile ruhu bedene tamamen hâkim kılma
mücadelesidir. Son mertebede ise artık unsurlar tamamen ruhun hakimiyetindedir.
Unsurlar vasoluşsal hüviyetlerini kaybetmişler, tamamen saf hale gelmişlerdir.
Artık
nefs-i safiye mertebesindeki kişinin tabiatındaki unsurlar, hep hayra, iyiliğe,
olumluya,
yararlıya hizmet eder.
Sufi tıbbı diye bilinen tıbbî yaklaşım da dört unsurla ilgilidir. Bedende oluşan
herhangi bir hastalık yine dört unsurun dengesizliğiyle ilgilidir. Modern tıp
hastalığa ve
hastalığın ortaya çıktığı organa müdahale etmeyi temel alırken sufi tıbbı daha
çok
bedenin kimyasının düzenlenmesine ve bedendeki dengenin sağlanmasına odaklıdır.
Bununa ilgili de tasavvuf ve geleneksel tıp tarihinde birçok eser yazılmıştır.
Sufiler mevcut maddi varlığın temelinde de dört unsuru görürler. Onlara göre
var olan her şey bu dört unsurun çeşitli terkiplerinden ibarettir. O yüzden
canlı cansız
görünen her şey, dönüşebilir. Bu bakışa göre alemdeki görünen varlık değişip
durması
dolayısıyla bir ve mutlak değişmezin habercisidir. Yunus’un “Varlık çün sefer
kıldı /
Dost ondan bize geldi” dizeleri, tasavvufun varlığa bakışının özetidir. Buna
göre, dört
unsurun sırrına eren rubûbiyete şahit olur. İşte burada, sufi müşahedeyi tecrübe
etmeye başlar. Bu müşahede dört unsurun sırrında derinleştikçe, arkalarındaki
kudreti
8
duyumssamayı getirir. Bu noktada ise tevhidin mertebeleri anlaşılır. Bunların
ilki tevhid i ef’aldir. Yani oluş-bozuluş, kevn-ü fesad, hest-ü adem’de gizli
tevhittir. Bundan sonra
tevhid-i sıfat, tevhid-i esma ve tevhid-i zat gelir. Tevhid şuurunun son
mertebesinde ise
tevhidin zevki vardır ve burada bilgiden anlamaya, anlamadan sezmeye, sezmeden
irfana geçilir.
Sufilerin anasır-ı erbaa ile ilgili yaklaşımları, birçok tasavvufi metinde açık
kategorik ve gizli- metaforik olarak yer almaktadır. Bunların başında
Marifetname
(Erzurumlu İbrahim Hakkı), Risaletü’n-Nushiyye (Yunus Emre), Sıhhat ve Maraz
(Fuzuli), Et-tedbirat-ı İlahiyye (İbn-i Arabi) gelir. Bunları dışında ise
anasır-ı erbaa ile
yukarıdaki özeti içeren birçok ve farklı metin daha vardır. Mevlana, Niyazi
Mısri,
Akşemsettin, Şeyh Galip, Sunullah Gaybi ve diğer Türk sûfiler, anasır-ı erbaa
kavramını çeşitli yönleriyle eserlerinde işlemiş, maneviyat ile anasır-ı erbaa
arasında
ilişki kurmuşlardır. Bunların dışında modern dönemde ilahiyat-tasavvuf,
edebiyat-tarih tasavvuf, psikoloji-tasavvuf ve ilgili disiplinlerde anasır-ı
erbaa ve geleneksel dünyanın
bu kavramla ilgili kabullerine dair birçok tez yapılmıştır.
9
EK- 3
RUMUZ HAKKINDA
Sufisin film günleri kapsamında yapılacak olan kısa film yarışması,
yarışmacıların rumuzla (takma ad) başvuracağı bir yarışmadır. Kendinize
belirleyeceğiniz bir geçici isim ile yarışmaya başvurabilirsiniz. Örnek vermek
gerekirse
kendisine “SELAM” diye bir rumuz bulan yönetmenin, yarışmaya nasıl başvuracağını
somutlaştırarak özetleyeceğiz.
SELAM rumuzlu finalist adayı filminin dijital kopyasını bir usb içerisine
koyarak
bir zarf içiresine koyacaktır. Birinci zarfın üzerine örnek olarak
belirlediğimiz “SELAM”
rumuzunu yazacaktır. Birinci zarfın üzerinde bunun dışında hiçbir isim, yer,
adres
kısacası katılımcıyı anımsatacak bir ibare olmaması gerekmektedir.
Birinci zarfımız hazır.
İkinci zarfta ise başvuru şartnamesinde belirtmiş olduğumuz bilgiler yer alacak.
1- Ek 1 yer alan başvuru formunun çıktısı, ıslak imzalı bir şekilde
2- Katalogda yer alacak Türkçe ve İngilizce kısa özet (elektronik ortamda)
3- Filmden fotoğraflar (3 adet ) (yüksek çözünürlükte, elektronik ortamda)
4- Yönetmeninin fotoğrafı (yüksek çözünürlükte), kısa biyografisi ve
filmografisi (elektronik ortamda)
5- Gösterim kopyası altyazılı ise diyalog listesi, İngilizce altyazı listesi
(Elektronik
ortamda.)
Tüm bu bilgiler bir dvd, cd veya flash bellek içerisine atılmış, başvuru
formunun
çıktısı alınmış, doldurulmuş, imzalanmış bir şekilde ikinci zarf içerisine
konulacaktır.
Bu zarfında ağzı kapatılmış, üzerine rumuz yazılı bir şekilde olmalıdır. Sizlere
somutlaştırmak için örnek olarak aldığımız “Selam” rumuzu bu zarf üzerine de
yazdıktan sonra ikinci zarfımızda hazır bir hale gelmiştir.
Her iki zarfımızda hazır olduğuna göre artık son aşamaya geldik. Her iki zarfı
da
birlikte daha büyük bir zarf içerisine koyup, zarfın ağzını kapatıp,
silinmeyecek şekilde
büyük zarfın üzerine Rumuz’u yazdıktan sonra iletişim bilgilerinde yer alan
adrese
kargo ile göndermeniz gerekmektedir.
T.C
KONYA VALİLİĞİ İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ
5. SÛFİSİNEMA GÜNLERİ
ULUSAL UZUN METRAJ SİNEMA FİLM SENARYO YARIŞMA PRENSİPLERİ
MADDE 1 - AMAÇ
Sinemanın başlangıç noktası olan filmin içeriğini oluşturan fikir, Sûfisinema
Günlerinin
ana omurgasını oluşturmaktadır. Sûfisinema Günleri film içeriklerinin, fikri
belli bir bakış
açısına göre senaryolaştıran sinema emektarlarının desteklenmesini
amaçlamaktadır.
En iyi yönetmenin, en iyi yapımcının, en iyi görüntü yönetmenin seçildiği
festivallerden
farklı olarak senaristin bakış açısını ödüllendirme yoluna gitmektedir.
Özellikle
teknolojik gelişmelerin çağ atladığı şimdiki zamanda asıl değerin öz olduğunu,
anlam
olduğunu tüm dünyaya anlatma çabasında olan Sûfisinema Günleri, Uzun Metraj
Sinema Filmi Senaryo yarışması düzenler.
MADDE 2 - YARIŞMA TARİHİ
1- Sûfisinema Günleri Ulusal Uzun Metraj Film Senaryo yarışmasına 15 Kasım 2022-
15 Nisan 2023 mesai bitimine kadar başvuruda bulunacak senaryolar
değerlendirilecektir. Bu tarihten sonra gelen hiçbir çalışma
değerlendirilmeyecektir.
2- Jüri, 02 Mayıs 2023 tarihine kadar Sûfisinema Günleri Uzun Metraj Film
Senaryo
Yarışmasında finale kalan senaryoları internet ortamında ilan edecektir.
3- Ödül Töreni, 05 Mayıs 2023 tarihinde 5. Sûfisinema Günleri kapsamında
düzenlenecek törenle sahibini bulacaktır.
MADDE 3- KATILIM ŞARTLARI
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından düzenlenen Sûfisinema Günleri
Uzun
Metraj Sinema Film Senaryo Yarışması aşağıda yer alan şartlardan oluşur.
1- Ek-1’de yer alan İslâm İrfanı ve Tasavvuf’un özünü anlatan açıklamaya uygun
senaryolar bu yarışmaya başvurabilir.
2- Yarışmaya sadece ilgili senaryo üzerinde hak sahibi olan senarist
başvurabilir.
3- Yarışmaya Uzun Metraj Sinema Filmine uygun senaryolar başvurabilir.
4- Senaryoyu birden çok senarist yazdığı takdirde yarışmaya yalnızca yasal hak
sahibi başvurabilir. Diğer senaristlerin ıslak imzalı muvaffakatını alıp başvuru
dosyasına eklemelidir.
5- Daha önce herhangi bir yarışmadan ödül almış senaryolar bu yarışmaya
başvuramaz. (Kültür ve Turizm Bakanlığı senaryo yazım destekleri hariç)
2
6- Yarışmaya henüz filme aktarılmamış senaryolar başvurabilirler.
7- Bir katılımcı en fazla iki farklı senaryo ile yarışmaya başvurabilir.
8- Çalışma bir portre, gerçek bir hikâye gibi telif içeren konularda yazılmış
ise yasal
sahiplerinden izin alınıp, başvuru dosyasına eklenmelidir. Aksi halde yarışmadan
elenir.
9- Yarışmaya sadece gerçek kişiler başvurabilir.
10- Başvuruda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma zorunluluğu aranmaz ancak
senaryo metinlerinin Türkçe olması gerekmektedir.
11- Senaryolar en az 90 dakikalık bir sinema filmine uygun uzunlukta (70 - 110
sayfa,
Amerikan formatta, Courier New yazı fontunda, yazı fontu 11, 1,5 sayfa
aralığında
olmalıdır.)
12- Senaryolar yarışmaya elektronik ortamda PDF formatında gönderilmelidir.
13- Sûfisinema Günleri Uzun Metraj Sinema Film Yarışmasında yukarıda belirtilen
başvuru şartlarını taşımayan veya senaryo formatına uygun hazırlanmayan
başvurular değerlendirme dışı bırakılır.
13- Ödül alan senaryo filme aktarıldığı takdirde filmin giriş jeneriğinde ve
bitiş
jeneriğinde T. C Kültür Bakanlığı - Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
tarafından desteklendiği belirtilmelidir.
MADDE 4- ÖDÜLLER
1- Uzun Metraj Film Senaryo yarışmasına katılacak senaryolar değerlendirilecek
jürinin
uygun gördüğü senariste; 40.000 Türk Lirası Teşvik ödülü olarak verilecektir.
MADDE 5- BAŞVURU
Yarışmaya, senaryonun yasal sahibi kendisinden istenen aşağıdaki belgeler ile
birlikte
başvurmalıdır.
1- Ek-2’de yer alan başvuru formunun çıktısı alınıp, eksiksiz doldurulup ıslak
imzalı bir
şekilde gönderilmelidir.
2- Sinopsis (En fazla 3 sayfa),
3- Tretman (En Fazla 15 sayfa),
4- Senarist görüşü (En fazla 2 sayfa),
5- Senaryo metni (70 - 120 sayfa, Amerikan formatta, Courier New yazı fontunda,
yazı
fontu 11, 1,5 sayfa) hazırlanmalıdır.
6- Senaristin Biyografisi ve filmografisi,
3
7- Senaristin fotoğrafı (yüksek çözünürlükte, festival kataloğu için),
8- Film senaryosu herhangi bir dilden Türkçeye çevrilmiş ise orijinal senaryo
metni,
orijinal dilinde gönderilmelidir.
9- Tüm bu belgelerin elektronik ortamda hazırlanmış birer nüshası, yukarıdaki
sıraya
uygun bir şekilde düzenlenip, en geç 15 Nisan 2023 tarihine kadar aşağıdaki
adrese
gönderilmelidir.
Mustafa YAŞA
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Aziziye Mahallesi Mevlâna Cad. No:73 KARATAY/KONYA
Tel : 0332.280 17 00 / Dâhili Hat:1750
GSM: 0535.239 64 84
mustafa.yasa@ktb.gov.tr
12- Başvuran, başvuru formunda beyan ettiği bilgilerin doğruluğunu teyit eder.
Yasal
katılımcı senaryo yarışmasına başvuruda bulunduktan sonra senaryosunu geri
çekmemeyi taahhüt eder.
MADDE 6- JÜRİ
1- Yarışmaya katılan senaryolar, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yönetimince
belirlenen
Jüri tarafından değerlendirilir.
2- Sûfisinema Günleri Ulusal Uzun Metraj Film Senaryo yarışması jürisi; film
yapımcıları, yönetmenler, sinema yazarları, oyuncular, film eleştirmenleri,
uzmanlar ve sinemayla ilgili sanat dallarının önde gelen kişilerle, İl Kültür
Müdürlüğünü temsilen katılan toplam 7 kişiden oluşur.
3- Jüri, çalışma düzenini kendisi belirler.
4- Jüri, sonuçların duyurulmasından önce, tüm üyelerce imzalanmış tutanakları
Konya
İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğüne teslim eder.
MADDE 7- ÖZEL ŞARTLAR
1- Jüri gerekli gördüğü takdirde senaristten ek belgeler talep edebilir.
2- Sûfisinema Günleri Ulusal Uzun Metraj Film Senaryo yarışmasına katılan tüm
taraflar bu yönetmelik şartlarını kabul etmiş sayılırlar.
3- Yönetmelikte ayrıca belirlenmeyen konularda karar yetkisi, Konya İl Kültür ve
Turizm
Müdürlüğüne aittir.
4
4- Sûfisinema Günleri Ulusal Senaryo Yarışmasına başvurular yeterli sayıda
olmazsa
(en az 5 senaryo) Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yarışmada herhangi bir
değerlendirme yapmayarak yarışmayı sonlandırma hakkını saklı tutar.
5- Sûfisinema Günleri Ulusal Uzun Metraj Film Senaryo yarışmasına, jüri ve
birinci
dereceden yakınları, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü çalışanları ile birinci
dereceden yakınları yarışmaya katılamaz.
6- Senaryo metinlerinde herhangi bir konuda doğabilecek telif hakları ile ilgili
her türlü
anlaşmazlığın tarafı, tek başına senaryonun yasal sahibidir. Bu konuda bir
uyuşmazlık çıkması durumunda filmin yasal sahibi; uyuşmazlığa müdahale ederek
sorumluluğu derhal üstleneceğini, tahakkuk ettirilebilecek para cezaları ile
tazminatları derhal ödeyeceğini ve/veya kendisine ödenecek tutarlardan mahsup
edileceğini, Konya il kültür ve turizm müdürlüğü yönetiminin uğrayacağı maddi ve
manevi her türlü zararı ikinci bir ihtar, ihbar ve mahkeme kararına gerek
kalmaksızın
derhal karşılayacağını kabul ve taahhüt eder.
7- İşbu yönetmeliğin uygulanması ve Sûfisinema Günleri Ulusal Uzun Metraj Film
Senaryo yarışması çerçevesinde meydana gelen uyuşmazlıkların çözümünde
Konya İcra Daireleri ve Mahkemeleri yetkilidir.
EK 1 - TASAVVUF ÜZERİNE BİLGİLENDİRME METNİ
EK 2 - BAŞVURU FORMU
5
EK 1 - TASAVVUF ÜZERİNE BİLGİLENDİRME METNİ
TASAVVUF1
İslâm’ın zâhir ve bâtın hükümleri çerçevesinde yaşanan mânevi ve derunî
hayat tarzı.
Tasavvufa dair yazılan ilk eserlerde sûfî kelimesinin bir unvan biçiminde ortaya
çıkışı ve kökeni üzerinde durulduğu halde tasavvuf kelimesinin nasıl türetildiği
hususuna bir iki müellif dışında temas edilmemiştir. Tasavvufun safâ ve vefâ
kelimelerinin birleşiminden geldiğini, bunun yanında zâhidlerin yedikleri çöl
bitkisi olan
sufâneden, kendisini Kâbe hizmetine adayan kabilenin adı Sûfe’den, Hakk’a boyun
eğenlerin uzattıkları sûfetü’l-kafâ (ense-saçı) terkibindeki sûfeden yahut ucuz
bir
giyecek sayıldığı için gurura yol açmayan sûftan (yün elbise) türetilmiş
olabileceğini
belirtilmektedir. Abdülkerîm el-Kuşeyrî’ye göre tasavvufun Arapça bir kökten
geldiğini
gösteren bir delile rastlanmamış olup câmid bir lakap olmasının daha uygun
görülmesi
gerekmektedir. Ona göre Hz. Peygamber’in sohbetinde bulunanlara sahâbe,
sahâbenin sohbetinde bulunanlara tâbiîn, onların sohbetinde bulunanlara tebeu’t
tâbiîn gibi unvanlar verilmiş, daha sonra dinin hükümlerine büyük bir dikkatle
riayet
edenlere “abîd” ve “zâhid”, zamanla ortaya çıkan bid’atlara karşı Ehl-i sünnet
seçkinlerinin her an Allah’la birlikte olma ve gafletten sakınma gayretlerine II.
(VII.)
yüzyıldan itibaren tasavvuf denilmiştir.
Öte yandan bir tevazu sembolü olan yün elbise giymeleri sebebiyle âbid ve
zâhidlerin sûfî diye anılmaya başlandığı ve onların bu hayat tarzını ifade için
sûf
kelimesinden “tasavvefe” (yün giydi) fiilinin türetildiği, tasavvuf tabirinin bu
fiilin masdarı
olarak kullanıldığı ileri sürülmüş, bu görüş hem anlam hem dil bilgisi açısından
uygun
bulunduğu için genel kabul görmüştür. Tasavvuf yolunu benimseyenlere sûfî, ehl-i
tasavvuf veya mutasavvıf adı verilmiştir.
Batı’da tasavvuf “kâinatın sırlarını, kanunlarını ve bunların üzerinde tasarruf
etme
yollarını öğreten akım” anlamında “theosophy” veya herhangi bir dinin derunî,
ruhanî
yönünü belirten “mistisizm” (mystisisme) şeklinde algılanarak İslâm mistisizmi
diye
ifade edilmiş, ancak tasavvuf ile mistisizm arasında belirgin farklar
bulunduğunun
anlaşılması üzerine “sufîzm” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. René Guénon
tasavvufun aktif biçimde icra edilen bir usulünün oluşu, bir rehber (şeyh,
mürşid)
önderliğinde yaşanması, rehberlerin Hz. Peygamber’e kadar varan silsileleri,
kişinin
zevk, anlayış ve kavrayış seviyesine uygun bularak girdiği bir tasavvufî yolun
(tarikat)
kendine mahsus âdâb, erkân ve ezkârının olması gibi özelliklerinden dolayı
mistisizmden tamamen ayrı bir hayat tarzı sayıldığını ortaya koymuştur. Batı
literatüründe artık tasavvuf kavramının da kullanıldığı görülmektedir.
1 Bu metin TDV İslâm Ansiklopedisi’nden alınmıştır.
6
Tasavvufla ilgili çok çeşitli tarifler yapılmıştır. Tasavvufun mânevî bir hayat
tarzı
olarak özelliklerini, Kitap ve Sünnet’le irtibatını, kulun Allah’la ve mâsivâ
ile ilişkilerini,
kalp temizliği, nefis terbiyesi, güzel ahlâk gibi işlevlerini, sûfînin
niteliklerini ve
görevlerini belirten bu tariflerin 1000’e kadar çıktığı söylenmektedir.
Tanımların
çeşitliliği önemli ölçüde tanımı yapan sûfînin o anki mânevî hali ve
mertebesiyle ilgilidir.
Bu sebeple tariflerin sayısının sûfîlerin sayısı kadar çok olduğu belirtilir
Dede Ömer
Rûşenî ve Olanlar Şeyhi İbrâhim Efendi, kaynaklarda dağınık biçimde yer alan
tariflerin
bir kısmını manzum şekilde bir araya getirmişlerdir. İngiliz şarkiyatçısı
Reynold A.
Nicholson, Kuşeyrî’nin er-Risâle’si, Ferîdüddin Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ’sı
ve
Abdurrahman-ı Câmî’nin Nefehâtü’l-üns’ünde geçen yetmiş sekiz tanıma kronolojik
sırayla yer vermiştir.
Tasavvufu ilk tarif edenlerden olan Muhammed b. Vâsi’a (ö. 123/741) göre
tasavvuf huşû, nefsi hor görme, kanaatkârlık ve alçak gönüllülüktür. Cüneyd-i
Bağdâdi,
tasavvufun dünya ile ilgili şeylerde azla yetinme, kalbiyle Allah’a dayanma,
taat ve
ibadete yönelme, dünyevî arzulara karşı sabretme, eline geçebilecek şeylerin
yararlısını seçme, mâsivâdan uzaklaşıp Allah’a dönme, Allah’ı içten zikretme,
vesveseye karşı ihlâsı gerçekleştirme, şüpheye karşı yakîn elde etme, uzaklaşma
ve
yabancılaşmadan kurtulup Allah ile huzur bulma gibi konuları içerdiğini (Ebû
Nuaym)
ve Hz. İbrâhim’in cömertliği, İshak’ın rızası, Eyyûb’un sabrı, Zekeriyyâ’nın
işareti,
Yahyâ’nın garipliği, Mûsâ’nın yün giymesi, İsâ’nın seyahati ve Hz. Muhammed’in
fakrı
gibi hasletler üzerine kurulduğunu belirtmiştir (Hücvîrî). Bazı sûfîler
tasavvufun
mahiyetini değişik mertebelere göre açıklamıştır. Buna göre ilim mertebesinde
tasavvuf kalbin bulanıklıktan arındırılması, yaratıklara karşı güzel muamelede
bulunmak ve şer’i meselelerde Resûlullah’a uymaktır; hakikat mertebesinde
tasavvuf
mülkün yokluğu, sıfatlara kölelikten kurtuluş ve yaratacı ile yetinmektir. Hak
diliyle ifade
edecek olursa tasavvuf, Allah’ın insanları sıfatlarından arındırması, böylece
onlara sûfî
niteliğini kazandırmasıdır (Serrâc). Cüneyd-i Bağdadi tasavvufu “kulun içinde
ikamet
ettiği bir sıfat ve vasıf” şeklinde tanımlamış, kendisine, “Bu, kulun mu yoksa
Hakk’ın mı
sıfatıdır?” diye sorulduğunda, “Hakikatte Hakk’ın, görünüşte kulun vasfıdır”
cevabını
vermiştir (Hücvîrî). “Tasavvuf zâhirde ve bâtında şeriatın edeplerini yerine
getirmektir”
tarifinde şeriatın edepleri “ilâhi ahlâk” olarak tanımlandığından (Kâşânî)
tasavvuf ilâhi
ahlâkla ahlaklanmak şeklinde kabul edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de (el-Bakara 2/200; Âl-i İmrân 3/145; en-Nisâ 4/77; Hûd
11/15-16; el-Ankebût 29/64;
eş-Şûrâ 42/20) ve hadislerde (Buhârî, “Rikâk”, 3; Tirmizî, “Zühd”, 25; İbn Mâce,
“Zühd”, 1, 6) müminlerin
dünya hayatına ve maddî zevklere dalmamaları, âhirete ve mânevî değerlere
öncelik
vermeleri hususundaki kuvvetli vurgu sûfîlerin âhiret hayatına dünya hayatından
daha
fazla önem vermelerine yol açmış, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet eden takvâ
sahibi bir
mümin olabilmek (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1) tasavvufun gayesi haline
gelmiştir. Öte
yandan kalplerin ancak Allah’ı zikretmekle tatmin bulacağı (er-Ra’d 13/28),
müminlerin
Allah’ı çokça zikretmesi gerektiği (el-Ahzâb, 33/41), Allah’ın huzuruna kalb-i
selimle
çıkmanın uhrevî kurtuluş için gerekli olduğu (eş-Şuarâ 26/89), iyi ve temiz
kalplilerin diğer
organlarının da iyi ve temiz hale geleceği (Buhârî, “Îmân”, 39; Müslim, “Müsâkât”,
107) gibi
hususlara dikkat çekilmesi, tasavvufî hayatın temeline Allah’ı çokça zikretme ve
kalp
7
temizliği konularını yerleştirmiştir. Bu sebeple tasavvufa “ilmü’l-kulûb,
ma’rifetü’l kulûb”, sûfîlere “ehlü’l-kulûb, ashâbü’l-kulûb, erbâbü’l-kulûb ve
ehl-i dil” gibi isimler
verilmiştir. Varlık konusu, ruhun tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi ile ahlâkı
yüceltmenin
gerekli şartları, mânevî makamlar ve haller; vecd, istiğrak, aşk, sevgi, nefret
gibi
duygular ve bunlara dair bilgiler de tasavvufun konuları içinde yer almıştır.
I. (VII) ve II. (VIII) yüzyıllarda âbid ve zâhidler, zühd ve fakrı tercih ederek
Allah’a
çok şükreden bir kul olmak için gecenin bir bölümünü ibadetle geçiren Resûl-i
Ekrem’i
(Buhârî, “Teheccüd”, 6; Müslim, “Münâfikın”, 79) ve onun gibi yaşama gayreti
içinde olan sahâbîleri
örnek alıyor, bundan dolayı farzların yanı sıra nâfile ibadetleri de yerine
getirmeye
çalışıyorlardı. Kur’an’da Allah’ı sevmek ve O’nun tarafından sevilmek için
Peygamber’e
itaatin şart koşulması (Âl-i İmrân 3/31) müminlerin Allah’ı, resulünü ve Allah
yolunda
mücâhedeyi her şeye tercih etmeleri konusunda uyarılması (et-Tevbe 9/24) ve iyi
bir
müminin Peygamber’i kendisinden daha çok sevmesi gerektiğine dair hadisler (Wensinck,
el-Mu’cem, “hbb” md.) ilk sûfîleri Resûlullah’a tam bir sevgiyle uyma hususunda
derinden
etkilemiş, bu sebeple onun yaşadığı mânevî ve ruhanî hayatı devam ettirmeyi
birinci
vazife olarak görmüşlerdir.
Asıl ve ebedî hayatın ölüm sonrasında başlayacağı, dünyanın fâni olduğu
yolundaki beyan (el-Kehf 18/45-46), bu hayatın imkânlarını geçici hazlar için
kullanmak
yerine onları ebedî hayattaki kurtuluş için değerlendirmek gerektiği anlayışını
doğurmuş, ayrıca âyet ve hadislerde ibadetlerin, her türlü iyiliğin niyet ve
ihlâs gibi kalbî
hasletlerle değer kazanması, vicdanlarda derin dinî kaygı ve sorumluluk
duygusunun
(takvâ) hâkim kılınması, insanın nefsinin saptırıcı eğilim ve ihtiraslara (hevâ)
karşı
sürekli uyanık bulunması, kader ve teslimiyet inancı, uhrevî mesuliyet endişesi,
varlığın
derinden temaşası ve görünenin arkasındaki anlamın kavranmasına dair açıklama ve
uyarılar da tasavvufun gelişmesine imkân veren bir ortam ve zihniyet meydana
getirmiştir. Tasavvufun doğuşunu Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan siyasî
anlaşmazlıklar, baskı ve zulümler, Asr-ı saâdet’teki samimi dindarlığa dayalı
hayat
anlayışının yerini bencilliğin, servet ve debdebe tutkularının aldığına işaret
eden
gelişmelere bağlayanlar da vardır.
Dinî ve ahlâkî açıdan kalbin temizlenmesi üzerinde yoğunlaşan ilk zâhid ve
sûfîler
insanların fiillerini bedenin ve kalbin fiilleri olarak ikiye ayırmışlar,
bedenin fiillerine
zâhirî amel, kalbin fiillerine bâtınî amel demişlerdir. Zâhirî ameller ve onlara
ait
hükümler İslâm dininin şeklî yönünü ve dış görünüşünü; iman, tasdik, ihlâs,
yakın,
mârifet, muhabbet, kurb, takvâ, murâkabe, tevekkül, sabır, rızâ, havf, recâ,
vecd,
hüzün, hayâ, heybet gibi kalbî ameller ve bunların hükümleri de mânevî yönünü
oluşturur. Ma‘rûf-i Kerhî, “Tasavvuf hakikatleri almak, sırlar hakkında konuşmak
ve
halkın elindeki şeylere ümit bağlamamaktır” şeklindeki tarifiyle (Hargûşî, s.
12) dinin
sadece şekil ve merasimden ibaret olmadığını, bunların yanı sıra özüne değer
vermek
gerektiğini anlatmak istemiştir. Bu ise dinî hükümlerin maksat ve hikmetine
uygun
biçimde yorumlanması, eksiksiz uygulanması ve yaşanması anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla farz, haram, mekruh, mubah gibi şer‘î hükümler sûfîlerce aynen
kalbin
fiillerine de uygulanmış ve tasavvuf “şeriatın zâhirine riayetle zâhir
hükümlerini bâtında
görmek ve bâtınına riayetle bâtın hükümlerini zâhirde görmek” biçiminde
tanımlanmıştır. Bir başka tanımda ise tasavvufî hayat tarzının ancak dinin zâhir
hükümleriyle birlikte bâtın hükümlerini de yerine getirmekle gerçekleşeceği
vurgulanmıştır. Klasik dönem sûfî müelliflerden Muhammed b. İbrâhim el-Kelâbâzî
sûfîlerin ilminin düzgün ameller sonucu elde edilen hallerin ilmi olduğunu,
ancak
bundan önce dinin hükümlerini doğru şekilde ifa edebilmek için şeriat ilmini
bilmek
8
gerektiğini, daha sonra nefsi kötülüklerden arındırıp Allah’ın edepleriyle
edeplenmek
suretiyle mârifet ilminin elde edileceğini belirtmiştir (et-Ta’arruf, s. 58-59).
Tasavvuf düşüncesi Allah sevgisi (muhabbetullah) ve Allah korkusu
(mehâfetullah) temeline dayanmakta, Allah korkusu aynı zamanda Allah’ı sevmekten
kaynaklanan bir çekinme olduğu için bu iki kavram birbirini tamamlamaktadır.
İslâm’a
göre kullarla Allah arasında karşılıklı sevgi vardır; kullar Allah’ı sevdiği
gibi Allah da
kulları sever. Âyetlerde ifade edildiği üzere Allah’ın kullarını sevmesini
sağlayan tövbe,
temizlik, sabır, takvâ, ihsan, adalet, tevekkül gibi özellikler tasavvuf ehli
tarafından
seyrü sülûk diye ifade edilen ve bir mürşid-i kâmil rehberliğinde uygulanan
eğitim
sürecinde özenle gerçekleştirilmeye çalışılır; bunun sonucunda kul ile Allah
arasında
mânevî bir ilişki meydana gelir. Kalbi mânevî hastalıklardan kurtarma ve nefsi
kötü
huylardan arındırmanın amaçlandığı bu eğitim sırasında müritlerden farzlarla
birlikte
nâfile ibadetleri de yapması, evrâd ve ezkârını kesinlikle ihmal etmemesi
istenir.
Nitekim bir kutsî hadiste, “Kulum üzerine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir
yolla bana
yaklaşamaz. Kulum nâfilelerle de bana yaklaşmaya devam eder, nihayet ben onu
severim. Ben onu sevince işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı
olurum”
(Buhârî, “Rikak”, 38) buyurulmuştur. Bu sebeple sûfîler, farzların yanı sıra
nâfile ibadetlerin
sevgiyi ve Hakk’a yakınlığı daha ileri derecelere ulaştırdığını
vurgulamışlardır.
Tasavvufî eğitimin sonucunda kişinin iman açısından yakın elde etmesi, amel
açısından ubûdiyyet makamına yükselerek kulluk görevlerini ihsan mertebesinde
ifa
etmesi hedeflenir. Öte yandan insanı maddeye ve nefsin arzularına yönelten makam
ve mevki hırsı, mal sevgisi, şehvet ve şöhret gibi duygu ve isteklerle ilgili
bağlar
tamamen ortadan kaldırılmadıkça tam anlamıyla Allah’a yönelip vuslata ermek
mümkün görülmemiştir. Bu bağlamda tasavvuf “her şeyden alâkayı kesip Allah’la
olma” ve “Allah’ın sendeki seni öldürüp kendisiyle diri kılması” şeklinde tarif
edilmiştir.
Tasavvufta Hz. Peygamber’in bazı sahâbîlere zikir telkin ettiğine inanılır. Bu
zikir
usullerinin sonraki nesiller tarafından devam ettirilmesiyle zikir silsileleri
meydana
gelmiş, bunlardan Hz. Ali ve Ebû Bekir’den gelenleri değişik kollarla günümüze
kadar
ulaşmıştır. Ammâr b. Yâsir, Habbâb b. Eret, Bilâl-i Habeşî, Suheyb b. Sinân,
Selmân ı Fârisî, Ebû Zer el-Gıfârî, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr b. Âs,
Osman b. Maz‘ûn,
Mikdâd b. Amr, Muâz b. Cebel, Ebü’d-Derdâ, Huzeyfe b. Yemân, Enes b. Mâlik gibi
ibadet ve zühd hayatıyla öne çıkan sahâbîler tasavvuf zincirinin ilk halkaları
kabul edilir.
Veysel Karanî, Kümeyl b. Ziyâd, Ebû Müslim el-Havlânî, Rebî‘ b.Huseym, Saîd b.
Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, Tâvûs b. Keysân, Hasan-ı Basrî, Habîb el-Acemî,
Muhammed b. Vâsi‘, Sâbit el-Bünânî, Mâlik b. Dînâr, Dâvûd et-Tâî, Abdülvâhid b.
Zeyd, Şeybân er-Râî, Ebû Hâşim es-Sûfî, İbrâhim b. Edhem, Ebü’l-Abbas İbnü’s
Semmâk, Râbia el-Adeviyye, Fudayl b. İyâz, Şakık-ı Belhî, Ma‘rûf-i Kerhî, Câbir
b.
Hayyân, Ebû Süleyman ed-Dârânî gibi âbid ve zâhidler ikinci halkayı
oluşturmaktadır.
Tasavvufun ilk dönemlerinden itibaren nefsin ve şeytanın hilelerine aldanmayıp
dini samimi bir şekilde yaşamaya çalışan sûfîler bu hayatın dışında gördükleri
ve
“dünya ehli, rusûm ehli, avam” diye niteledikleri kimselerle kendi aralarında
mesafe
bırakmayı tercih etmişlerdir. Zira avam nefsanî tutkulara, dünyevî menfaat ve
hazlara
bağlıdır. Sûfîler ise baştan beri Allah için dost ve kardeş olmayı tavsiye
etmiş, bu
maksatla kurulan dostluklara büyük önem vermiştir. Mânevî kardeşlik bağıyla
birbirine
bağlanan sûfîlerin bir araya gelerek sohbet etmeleri ve zikir yapmaları, zaman
zaman
inzivaya çekilmeleri için II. (VIII.) yüzyıldan itibaren hankahlar kurulmaya
başlanmıştır.
Sonraki dönemlerde dergâh, tekke, zâviye gibi isimlerle de anılan bu tasavvuf
9
merkezlerinin düzenli biçimde çalışması ve amacına uygun faaliyetlerde bulunması
için
uyulacak kurallar (âdâb ve erkân) belirlenmiş, buna dair kitaplar kaleme
alınmıştır.
Hankahların bazı dönemlerde medreselerin işlevlerini de üstlendiği, buralarda
tasavvufî eğitimin yanı sıra tefsir, hadis, fıkıh, akaid gibi ilimlerde dersler
verildiği,
ayrıca zamanla yanlarına kütüphane, misafirhane, tabhâne, şifâhâne gibi birimler
eklenerek değişik fonksiyonlar icra ettiği bilinmektedir. Öte yandan büyük
sûfîlerin
tasavvufu anlayışı ve yaşayışlarında görülen farklılıklar mizaç ve meşrep
farklılıkları
kabul edilmiş, tasavvufî hayata eğilimli olanlar için bunlardan kendi
meşreplerine en
uygun birini tercih etme imkânı sağlanmıştır. Bu çerçevede III. (IX.) yüzyıldan
itibaren
sekr halini önemseyen Bâyezîd-i Bistâmî ile Tayfûriyye, rıza anlayışı üzerinde
duran
Hâris el-Muhâsibî ile Muhâsibiyye, melâmet anlayışını benimseyen Hamdûn el-Kassâr
ile Kassâriyye, fenâ-beka anlayışına dayanan Ebû Saîd el-Harrâz ile Harrâziyye,
nefisle mücâhede, riyâzet ve çileyi esas alan Sehl et-Tüsterî ile Sehliyye,
cömertlik
anlayışını vurgulayan Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî ile Nûriyye, sahv halini önemseyen
Cüneyd-i Bağdâdî ile Cüneydiyye, velâyet konusu üzerinde duran Hakîm et-Tirmizî
ile
Hakîmiyye, cem‘-tefrika anlayışını benimseyen Ebü’l-Abbas es-Seyyârî ile
Seyyâriyye,
gaybethuzur halini önemseyen İbn Hafîf ile Hafîfiyye gibi gruplar meydana
gelmiştir.
III. (IX.) yüzyılla birlikte ortaya çıkan tasavvufî akımların en önemlileri
Hâris el Muhâsibî, Serî es-Sakatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî gibi
sûfîlerin temsil
ettiği Bağdat mektebiyle Bâyezîd-i Bistâmî, Hamdûn el-Kassâr gibi sûfîlerin
temsil ettiği
Nîşâbur mektebidir. Bunlardan birincisinde daha ziyade tevhid ve mârifet,
ikincisinde
melâmet ve fütüvvet anlayışına ağırlık verildiği görülmektedir. Irak’taki Bağdat
merkezli
harekete tasavvuf, mensuplarına da sûfî denilirken Nîşâbur merkezli Horasan
bölgesindeki harekete melâmet, mensuplarına da melâmetî adı veriliyordu.
Sûfîler dindarlığın mânevî esaslarına hassasiyetle bağlı kalmakla beraber âdâb,
erkân, hırka gibi dış görünüşe ve semâa da önem veriyor, bu özellikleriyle
toplumda
ayrı bir zümre teşkil ediyordu. Halktan biri gibi görünmeyi tercih eden
melâmetîler ise
kendilerini farklı gösteren davranışlara, hırka ve semâ gibi kimliklerini belli
eden şeylere
kesinlikle karşı çıkıyorlardı. Onlar riyaya düşmeden ihlâsı gerçekleştirmeyi
amaçladıklarından sıradan bir mümin gibi yaşamayı esas almışlardı. Sülemî’den
itibaren sûfî tabakat kitaplarında sûfîlerle birlikte melâmetîlerin de yer
alması, melâmetî
tavrın tasavvufî hayatın içinde fakat ayrı bir damar ve bir meşrep olarak
değerlendirildiğini göstermektedir. Bağdat mektebinin görüşleri, özellikle semâ
ve
devranla cehrî zikir uygulayan pek çok tarikat tarafından benimsenerek günümüze
kadar getirildiği gibi melâmetî anlayış da başta Nakşibendiyye olmak üzere
birçok
tarikatta bir neşve halinde varlığını sürdürmüştür.
Yine III. (IX.) yüzyıldan itibaren kalp, ruh, nefis konularına, bunların çeşitli
hallerine, müridlerin ahlâk ve edeplerine, tasavvufî haller ve makamların
açıklanmasına, evrâd ve dualara, önemli sûfîlerin görüşlerine, ibadetlerin fıkhî
yönünün
yanı sıra mânevî ve tasavvufî mânalarına, Kur’an ve Sünnet’e uygun tasavvuf
anlayışına, buna uymayan sapkın tasavvuf zümrelerinin yanlışlarına ve Ehl-i
sünnet
çizgisine riayet eden tasavvuf gruplarına yer veren eserler kaleme alınmış,
tasavvufî
hayat büyük ölçüde bu eserlerin çizdiği çerçevede gelişmiştir. Sonraki asırlarda
bu
eserlere yapılan zeyillerin yanı sıra pek çok müstakil eser kaleme alınmıştır.
Yine ilk
dönemlerden itibaren tasavvuf ehli, irşad ve eğitim amacıyla başta müridleri
olmak
üzere değişik kimselere mektup yazmak suretiyle bir gelenek oluşturmuş, zamanla
bu
gelenek mektubat türü eserlerin meydana gelmesine yol açmıştır. Cüneyd-i
Bağdâdî’nin er-Resâ’il’i bunun ilk örneklerindendir. Tasavvufî eserlerde seyrü
sülûk
10
erbâbıyla ilgili birtakım meseleler, başkalarını ilgilendirmediği ve yanlış
anlaşılmaya
sebebiyet verdiği için genellikle kapalı ve rumuzlu bir dille ifade edilmiştir.
Tasavvuf anlayışına göre Allah’ın velîleri (evliyaullah) arasında “ricâlullah,
ricâlü’l gayb” gibi kavramlarla ifade edilen, kendilerine Cebrâil, Mîkâil,
İsrâfil ve müdebbirât (en Nâziât 79/5) gibi isimlerle anılan meleklerin
görevlerine benzer görevler verilen, âlemdeki
mânevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi
için
çalışan kimseler bulunmaktadır. Bağdatlı sûfî Muhammed b. Ali el-Kettânî
tarafından
dile getirilen (Hatîb, III, 75-76) ve Hakîm et-Tirmizî, Ebû Tâlib el-Mekkî,
Sülemî, Kuşeyrî,
Hücvîrî, Gazzâlî gibi sûfîlerce benimsenip eserlerinde yer alan bu anlayış, el
Fütûhâtü’l-Mekkiyye’sinde ayırdığı bölümün (II, 2-16 vd.) yanı sıra Risâle fî
ma’rifeti’l-aktâb (Dârü’l kütübi’z-Zâhiriyye, nr. 123), Risâletü’l-gavsiyye (Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye,
nr. 6824) ve Menzilü’l-kutb
(Resâ’ilü İbni’l-‘Arabî içinde, Haydarâbâd 1327 hş./1948) gibi müstakil
risâleler kaleme alan
Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından tasavvuf anlayışının merkezine
yerleştirilmiştir.
Kaynaklarda unvanları, yetkileri, sayıları ve bulundukları yerlerle ilgili
çeşitli
bilgiler bulunan bu velîler arasında belli bir hiyerarşi vardır. En başta olana
“kutub,
kutbü’l-aktâb, gavs, gavs-ı a‘zam” gibi isimler verilmektedir. Öte yandan
kalbini
mâsivâdan temizleyip Allah’a bağlayan sûfîlerin birtakım özel bilgilere ve
hallere
ulaştıklarına inanılır. Herkesin erişemeyeceği bu bilgilere “havas ilmi”, buna
sahip olan
velîlere “havas”, en üstün olanlarına “hâssü’l-havâs” denilmektedir. Bu hususta
Zünnûn
el-Mısrî, Gazzâlî, Sühreverdî el-Maktûl, Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi sûfîler
çeşitli
eserler yazmıştır. Havas ilmi çerçevesinde tasavvuf geleneğinde harflerin
sırlarına
dayalı hurûf ilminin ayrı bir yeri vardır. Bu ilmin benimsenip yaygınlaşmasında
Ma‘rûf-i
Kerhî, Zünnûn el-Mısrî, Sehl et-Tüsterî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Bekir eş-Şiblî,
Abdülkadir-i Geylânî, Sühreverdî el-Maktûl, Ahmed b. Ali el-Bûnî, Ahmed b. Ca‘fer
es Sebtî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Sa‘deddîn-i Hammûye gibi sûfîlerin büyük
etkisi
olmuştur. İbnü’l-Arabî başta el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye olmak üzere (I, 51-91)
Kitâbü
Keşfi’l-gayât, el-Mebâdî ve’l-gayât fîmâ tahvî ‘aleyhi hurûfü’l-mu’cem fi’l-‘acâ’ib
ve’l âyât gibi eserlerinde konu üzerinde durmuştur. Sa‘deddîn-i Hammûye’nin
Risâle fî
‘ilmi’l-hurûf ve Kitâbü’t-Teheccî gibi müstakil risâleleri vardır. Harflerin
anlamlı bir
terkibiyle meydana geldiği kabul edildiğinden esmâ-i hüsnânın hurûf ilmine ait
işlemlerin konusu içine girdiği söylenmektedir. Simya ilminin bir alt disiplini
sayılan ve
dayandığı sırların keşf ve ilham kaynaklı olduğu özellikle vurgulanan hurûf
ilmini
Fazlullah-ı Hurûfî’nin VIII. (XIV.) yüzyılda Bâtınîlik’ten etkilenerek kurduğu
Hurûfîlik ile
karıştırmamak gerekir. Nitekim İbn Haldûn bu ilmin sırlarını ortaya koymada
şahsın
mânevî mertebesinin önemli rol oynadığını, ilâhî ilham almadan akıl veya hesapla
yapılan tahlillerin tılsımcılıktan öteye geçemeyeceğini belirtmektedir
(Mukaddime, III, 1161-
1162).
Tasavvuf ehli ayrıca keşf, ilham ve mânevî tecrübelerine dayanarak Kur’an
âyetlerinin zâhir mânalarının ötesinde birtakım gizli mânalar taşıdığına işaret
etmiştir.
Ebû Süleyman ed-Dârânî (ö. 215/830), işârî (remzî) tefsir diye adlandırılan bu
mânaları bazı
âyetlerle sınırlı biçimde ilk dile getirenlerden biridir. Sehl et-Tüsterî’nin bu
alandaki
kısmî tefsiri Tefsîrü’l-Kur’âni’l-‘azîm (Tefsîrü’t-Tüsterî) günümüze ulaşmış,
ancak tasavvufî
mahiyette ilk tam tefsirin yazarı olarak bilinen İbn Atâ ile (ö. 309/922) Ebû
Bekir el Vâsıtî’nin eserleri zamanımıza kadar gelmemiştir. Muhammed b. Hüseyin
es Sülemî’nin büyük ölçüde kendisinden önceki sûfîlerin işârî yorumlarını
derleyip kaleme
aldığı Hakâ’iku’t-tefsir’i daha sonra yazılan birçok işârî tefsire kaynaklık
etmiştir.
Kuşeyrî’nin Letâ’ifü’l-işârât’ı, Reşîdüddîn-i Meybüdî’nin Keşfü’l-esrâr ve
‘uddetü’lebrâr’ı, İbn Berrecân’ın Tefsîrü’l-Kur’âni’l-‘azîm’i, Rûzbihân-ı
Baklî’nin
‘Arâ’isü’l-beyân’ı, Necmeddîn-i Dâye’nin Bahrü’l-haka’ik’ı (et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye),
11
Abdürrezzâk el-Kâşânî’nin Te’vîlâtü’l-Kur’ân’ı, Ni‘metullah b. Mahmûd en
Nahcuvânî’nin el-Fevâtihu’l-ilâhiyye’si, İsmâil Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-beyân’ı
bu
alanda yazılan diğer önemli eserlerdir.
Tasavvuf tarihinde Râbia el-Adeviyye ile (ö. 185/801 [?]) başlayan Allah
sevgisine
dayalı derunî hayat tarzı Bâyezîd-i Bistâmî, Hallâc-ı Mansûr ve Ebû Bekir eş-Şiblî
gibi
sûfîler başta olmak üzere sonraki birçok sûfî tarafından benimsenmiştir. İlk
sûfîler Allah
sevgisini ifade ederken genellikle hub, muhabbet, habîb, mahbûb gibi kelimeleri
tercih
ettikleri halde daha sonrakiler yaygın biçimde aşk, âşık, mâşuk kelimelerini
kullanmaya
başlayınca ilâhî aşk kavramı doğmuştur. Aşk kavramını ilk defa muhabbetten
ayırarak etraflı şekilde ele alan sûfî Ahmed el-Gazzâlî’dir. Aşk kavramı, onun
Sevânihu’l-‘uşşâk (Sevânih fi’l-‘ışk) adlı eseri yaygınlık kazandıktan sonra
tasavvuf
çevrelerinde benimsenmiş, kendisini bu yolda Nüzhetü’l-‘uşşâk ve nehze’ü’l-müştâk,
Temhîdât ve Levâ’ih gibi eserleriyle talebesi Aynülkudât el-Hemedânî takip
etmiştir.
Aynı dönemde Senâî aşk edebiyatına canlı bir üslûp getirmiştir. Ardından ilâhî
aşk
konusu Rûzbihân-ı Baklî, Ferîdüddin Attâr, İbnü’l-Fârız, Fahreddîn-i Irâkı,
Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, Abdurrahman-ı Câmî gibi büyük sûfîler tarafından kaleme
alınan
eserler vasıtasıyla sürdürülmüştür. Rûzbihân-ı Baklî, ilâhî aşka dair eserlerin
en
hacimlisi olan ‘Abherü’l-‘âşıkin’inde daha önce Hallâc-ı Mansûr’un Kitâbü’t-Tavâsîn’de
üzerinde durduğu nûr-ı Muhammedî (hakîkat-i Muhammediyye) görüşünün bir devamı
şeklinde kâinatın yaratılışını aşk ile açıklamıştır. Tasavvufî çevrelerde kabul
edilen,
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim ve bu sebeple âlemi yarattım” kutsî
hadisine dayanıp âlemin Allah’ın sevgiyle tecellisinin sonucu meydana geldiği
söylenmektedir. Âlemin yaratılışını ve devamını aşk esasına dayandıran sûfîler
bu
esasla uyuşmayan İblîs ve cehennem telakkilerinin değişik yorumunu yapmışlardır.
Hallâc-ı Mansûr ile başlayan ve Ahmed el-Gazzâlî, Aynülkudât el-Hemedânî, Senâî
ve
Attâr gibi mutasavvıflar tarafından geliştirilen bu yoruma göre İblîs’in
Allah’tan
başkasına (Âdem) secde etmeyi reddetmesi onun Allah’a olan aşkının bir
neticesidir.
Eğer mâşuku uğrunda en büyük azaba katlanmak aşk ise bunu en iyi şekilde İblîs
yapmıştır.
VI. (XII.) yüzyılın başlarında vefat eden İmam Gazzâlî’nin tasavvuf tarihinde
ayrı bir yeri vardır. Diğer âlim sûfîlerin ortaya koyduğu, şeriat ilmine ters
düşmeyen
tasavvuf anlayışını benimseyen Gazzâlî bütün gayretiyle tasavvufî hayatın
İslâm’a
uygunluğunu ispata çalışmıştır. Başta İhyâ’ü ‘ulûmi’d-dîn olmak üzere birçok
eserinde
inanç, ibadet ve ahlâkî değerlerin tasavvufî izahlarına yer vermiş, bunların
gaye,
hikmet ve sırları üzerinde durmuş, devrinin en etkili âlimi kimliğiyle aşırı
tasavvufî
görüşleri eleştirip zâhir ulemasının güvenini kazanmıştır. Ulemâ, Gazzâlî’den
sonra
Sünnî çevrelerde kendisine sağlam bir zemin bularak gelişen tasavvufla daha
yakından ilgilenmiş, bu gelişme özellikle Osmanlılar döneminde medrese ve tekke
muhitinin âhenkli birlikteliğine dönüşmüştür. Bu dönemde birçok medreseli âlimin
tasavvuf yoluna girdiği, bir kısmının seyrü sülûkünü tamamlayıp tekkelerin
meşihatini
üstlendiği görülmektedir. İmam Gazzâlî, “Allah göklerin ve yerin nurudur” âyeti
(en-Nûr
24/35) ve bazı hadislerle önceki sûfîlerin sözleri çerçevesinde tasavvufu nur
ağırlıklı
bir anlayış temeline dayandırmış ve Mişkâtü’l-envâr adlı eserini bunu açıklamak
üzere
yazmıştır. Ona göre Allah en yüce ve hakiki bir nurdur, diğer bütün nurların
kaynağı
O’dur. Ruhanî, cismanî, mânevî-maddî bütün varlıklar o nurun yansımalarıdır.
Nurun
kaynağından feyezan suretiyle meydana gelen bütün nurların sayılamayacak kadar
dereceleri vardır. Kaynağından uzaklaşan nurların nurluluk derecesi azaldığından
karanlıkları artmaktadır. Allah’ın varlığının çok açık olması, yani nurunun
parlaklığı
(işrak) sebebiyle insanlara kapalı hale gelmiştir (Mişkâtü’l-envâr, s. 119,
135-136, 142-144).
12
Gazzâlî bu görüşleriyle tasavvufta İşrâkıyye’nin kurucusu Sühreverdî el-Maktûl’e
ilham
kaynağı teşkil etmiştir. İslâm düşünce tarihinde bilginin kaynağı olarak akıl
yürütmeyi
(istidlâl) temel alan anlayışa karşı tasavvufî tecrübe sonucu keşf yoluyla
bilgiye
ulaşmayı esas alan İşrâkıyye’nin mahiyeti Hikmetü’l-işrâk’ta Sühreverdî
tarafından
açıklanmıştır. Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Kutbüddîn-i Şîrâzî, İbn
Kemmûne, Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Sühreverdî’nin en önemli takipçileridir.
Ayrıca
Ferîdüddin Attâr, İbnü’l-Fârız, İbn Seb‘în, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Azîz
Nesefî gibi
birçok sûfînin işrâkı görüşü benimsediği görülmektedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin
tasavvuf anlayışı geniş ölçüde İşrâkıliği içerdiğinden başta Sadreddin Konevî
olmak
üzere onun takipçilerinde de bu anlayış mevcuttur. Hem Nasîrüddîn-i Tûsî’nin hem
Sadreddin Konevî’nin talebesi olan Kutbüddîn-i Şîrâzî, Sühreverdî’den gelen
İşrâkılik
ile İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûd ağırlıklı tasavvuf anlayışını mezcetmeye
çalışmıştır.
VII. (XIII.) yüzyılın ilk yarısında vahdet-i vücûd anlayışını sistemli bir
şekilde
ortaya koyan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf ehli arasındaki etkisi günümüze
kadar kesintisiz biçimde sürmüştür. Başta İmam Gazzâlî olmak üzere (Mişkâtü’lenvâr,
s. 137-139) önceki birçok sûfî tarafından benimsendiği anlaşılan vahdet-i vücûd
görüşü
İbnü’l-Arabî’nin ardından talebeleri İbn Sevdekîn, Sadreddin Konevî ve Afîfüddin
et Tilimsânî gibi muhakkik sûfîlerce tâlim edilmiş; daha sonra Fahreddîn-i Irâkı,
Saîdüddin
el-Ferganî, Müeyyidüddin Cendî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Dâvûd- i Kayserî
tarafından
sistematik hale getirilmeye çalışılmıştır. İbnü’l-Arabî’nin görüşleri daha çok
el Fütûhâtü’l-Mekkiyye ve özellikle Fusûsü’l-hikem adlı eserleri vasıtasıyla
sonraki
nesillere aktarılmıştır. “Şeyhü’l-ekber” unvanı sebebiyle onun görüşleri
çerçevesinde
oluşan mektebe Ekberiyye denilmiştir. İbnü’l-Arabî’nin görüşleri ayrıca
Sadreddin
Konevî’nintalebelerinden Kutbüddîn-i Şîrâzî’den başlayarak Molla Sadrâ, İbn
Turke el İsfahânî, Haydar el-Âmülî, Hâdî-i Sebzevârî çizgisiyle devam ederek Şiî
İran
medreselerini de etkilemiştir. Pek çok takipçisi bulunmakla birlikte İbnü’l-Arabî’nin
görüşlerini tasavvuf içinden ve dışından eleştirenler de olmuştur. Tasavvuf
dışından
gelen eleştiriler ona küfür nisbet etmeye kadar varırken Alâüddevle-i Simnânî,
Zeynüddin el-Hâfî, İmâm-ı Rabbânî gibi bazı mutasavvıflar vahdet-i vücûd,
hatmü’l velâye, Firavun’un imanı gibi görüşlerinde hatalı olduğunu
söylemişlerdir. VII. (XIII.)
yüzyılın diğer bir önemli sûfîsi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin görüşleri de
özellikle
Mesnevî’si sayesinde günümüze kadar canlılığını korumuştur.
Asr-ı saâdet’ten itibaren devam eden zikir silsileleri çevresinde meydana gelen
tasavvufî gruplar zamanla değişik isimler altında tarikatlar oluşturmuştur.
Birçoğu
günümüzdeki adları ve yapılarıyla VI. (XII.) yüzyıl ve sonrasında oluşan bu
tarikatlardan Ebû İshak Kâzerûnî’ye nisbet edilen Kâzerûniyye, Abdülkadir-i
Geylânî’ye
nisbet edilen Kadiriyye, Ahmed er-Rifâî’ye nisbet edilen Rifâiyye, Şehâbeddin es
Sühreverdî’ye nisbet edilen Sühreverdiyye, Ebû Medyen’e nisbet edilen Medyeniyye,
Muînüddin Hasan Çiştî’ye nisbet edilen Çiştiyye, Sa‘deddin el-Cebâvî’ye nisbet
edilen
Sa‘diyye, Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’ye nisbet edilen Şâzeliyye, Ahmed el-Bedevî’ye
nisbet edilen Bedeviyye, İbrâhim ed-Desûkı’ye nisbet edilen Desûkıyye, Ahmed
Yesevî’ye nisbet edilen Yeseviyye, Hacı Bektâş-ı Velî’ye nisbet edilen
Bektaşîlik,
Bahâeddin Nakşibend’e nisbet edilen Nakşibendiyye, Necmeddîn-i Kübrâ’ya nisbet
edilen Kübreviyye, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye nisbet edilen Mevleviyye, Ömer
el Halvetî’ye nisbet edilen Halvetiyye, Hacı Bayrâm-ı Velî’ye nisbet edilen
Bayramiyye ve
bunlardan ayrılan onlarca kol ve şube vasıtasıyla tasavvuf kültürü İslâm
dünyasının
her tarafına yayılmış, bir yandan Müslümanların canlı bir dinî hayat yaşamasına
katkıda bulunurken diğer yandan pek çok yerde ihtidalara vesile teşkil etmiştir.
Tasavvufun ilk kaynakları Arapça kaleme alınmış, daha sonra Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr,
13
Hücvîrî, Baba Tâhir-i Uryân, Senâî, Ferîdüddin Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî,
Şebüsterî, Fahreddîn-i Irâkı, Molla Câmî gibi müelliflerin bir kısım eserlerini
Farsça
kaleme almalarıyla Farsça da tasavvuf dili haline gelmiştir. Ahmed Yesevî’nin
tasavvufî
hayatını ve anlayışını Türkçe ifade etmesi, birçok halifesinin Türkistan’da bu
geleneği
sürdürmesiyle birlikte Arapça ve Farsça’ya Türkçe de eklenmiş, Anadolu’da başta
Yûnus Emre olmak üzere birçok mutasavvıfın şiirleri ve eserleriyle
yaygınlaşmıştır.
Tasavvufî hayatta ilk dönemden itibaren zaman zaman sapmalar söz konusu
olmuş, ancak ileri gelen sûfîlerin bu husustaki hassas tavırları ve sapkın
zümreleri
eleştirip reddetmeleri ana çizginin istikamet üzere devamını sağlamıştır.
Allah’ın insan
bedenine girmesi (hulûl), kulun Allah ile birleşmesi (ittihad), yakın elde
edilince ibadetin
düşmesi, hakikat karşısında şeriatın değerini yitirmesi, evliyanın
peygamberlerden
üstün görülmesi, ruhun bir bedenden diğerine geçmesi tenâsüh), haram diye bir
şey
kabul edilmeyip her şeyin mubah sayılması (ibâha), insanın cebir altında
bulunduğu
iddiası, riyadan kurtulmak için dinin temel kurallarına aykırı davranılması gibi
Kitap ve
Sünnet’e aykırı inançlar hakkında klasik dönem müelliflerinden Ebû Nasr es-Serrâc
el Lüma’da bir bölüm ayırmış, Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî Galatâtü’s-sûfiyye
adıyla bir eser yazmıştır. Kuşeyrî’nin er-Risâle’si, Hücvîrî’nin Keşfü’l-mahcûb’u
ve
Gazzâlî’nin İhyâ’sında da sapkın görüş ve uygulamalara işaret edilerek
uyarılarda
bulunulmuştur. Ayrıca zikir sırasında mûsikiye yer veren tarikatların bu
uygulaması
mûsikinin câiz olmadığı gerekçesiyle erken dönemlerden itibaren ulemâ tarafından
eleştirilmiş, bu hususta lehte ve aleyhte birçok risâle kaleme alınmıştır. Daha
sonraki
dönemlerde tasavvuf ehlinin bazı anlayış ve uygulamaları özellikle Ebü’l-Ferec
İbnü’l Cevzî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Haldûn
gibi âlimler
tarafından tenkit edilmiştir. İbnü’l-Cevzî Telbîsü İblîs adlı eserinde bazı
tasavvufî görüş
ve uygulamaların şeytanın faaliyetlerine yardımcı olduğunu, insanları saptırıp
dinden
çıkardığını ileri sürmüş, İzzeddin İbn Ganim el-Kavlü’n-nefîs fî teflîsi İblîs (Teflîsü
İblîs) adlı
kitabında Telbîsü İblîs’teki bu görüşleri kısmen reddetmiştir. Öte yandan
tasavvufta
Bâtınîliğin ve Ehl-i beyt sevgisi, silsilelerde on iki imamdan şahisyetlerin yer
alması vb.
sebeplerle Şiîliğin etkisinin bulunduğunu ileri sürenler olmuştur. Tasavvuf
esaslarının
aslında Şiîlik’te yer aldığını iddia eden Şiî âlimi Haydar el-Âmülî’ye göre
zâhirî ve şer‘î
ilimler Şiîlik, bâtınî ilimler ise sûfîliktir. Dolayısıyla her hakiki Şiî
mutlaka sûfî, her hakiki
sûfî de Şiî’dir. Bu görüşlerin önemli bir kısmının zorlama yorumlara dayandığı
görülmektedir.
Özellikle şarkiyatçı bakış açısını benimseyenler tarafından tasavvufun
kaynağının İslâm dışında aranması gerektiği ileri sürülmekte, Hıristiyanlık,
gnostisizm,
Fars ve Hint mistisizmi yahut Yeni Eflâtunculuk’tan etkilenerek doğduğu iddia
edilmektedir. Tasavvufun Hint kaynaklı olduğunu söyleyenlerin en önemli referans
kaynağı, tasavvuf ile Hint inançları arasındaki benzer noktalara işaret eden
Bîrûnî’nin
Tahkiku mâ li’l-Hind adlı eseridir. Ancak Ali Sâmî en-Neşşâr, Bîrûnî’nin ileri
sürdüğü
görüşleri tek tek ele alarak cevaplamıştır (Neş’etü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm,
III, 43-53). Hint kaynağı
üzerinde duranlar Sir William Jones, John Malcolm, James William Graham, De Lacy
Evans O’leary, Robert Charles Zaehner gibi şarkiyatçılardır. Sir William Jones
Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, Hâfız-ı Şîrâzî, Sa‘dî-i Şîrâzî gibi sûfî şairlerin şiirlerini
Vedanta’larla
karşılaştırarak bu kanaate varmış, James William Graham özellikle tecellî ve
sudûr
anlayışı açısından, De Lacy E. O’Leary de fenâ anlayışı noktasından bunu öne
sürmüştür. Tasavvuftaki fenânın, bütünüyle yok oluşu ifade eden Budizm’deki
Nirvana
ile benzeştiği zannedilmişse de H. Ritter bu iki terim arasında benzerliğin
olmadığını
vurgulamış, Nicholson da Nirvana’nın olumsuz bir tavrı ifade ettiğini, fenânın
ise sürekli
biçimde beka ile birlikte ele alındığı gerçeğini dile getirmiştir.
14
David Samuel Margoliouth ise tasavvufun Hint mistisizmi ile benzerliğini
yüzeysel
bularak esas kaynağın Hıristiyanlık’taki ruhbanlığın teşkil ettiğini ileri
sürmüştür. Tecellî
ve sudûr anlayışının Hint kaynaklı olduğunu söyleyen James William Graham da
amelden çok imana değer verip şeriata yönelmemeleri açısından tasavvufla
Hıristiyanlık arasında benzerlik kurmuş, tasavvuftaki zühd hayatını İncil’in
etkisine
bağlamıştır. Bazı sûfî sözlerindeki benzerlik dolayısıyla von Kremer, ruhî hayat
ve fakr
anlayışı sebebiyle Goldziher, yün (sûf) giymenin tercih edilmesi dolayısıyla
Theodor
Nöldeke tasavvufla Hıristiyanlık arasında irtibat kurmuştur. Wensinck, Miguel
Asin
Palacios, De Lacy E. O’leary ve Margaret Smith Hıristiyanlık etkisi üzerinde
duran diğer
şarkiyatçılardır. Tasavvufun İran kaynaklı olduğunu söyleyenlerin temel
dayanağı, dış
görünüşe önem veren ve felsefî tefekkür konusunda kabiliyetsiz sayılan
Araplar’ın
böyle bir sistemi ortaya koyamayacağı, bunun ancak İran’ın kuzey kısmında
yaşayan
Aryalılar’ın (Ârî) etkisiyle gerçekleşmiş olabileceği tezidir. Bu görüş F. A. D.
Tholuck,
Edward Henry Palmer, Comte de Gobineau, Ernest Renan gibi birçok şarkiyatçı
tarafından savunulmuştur. Richard Hartmann ise Mani edebiyatında hak ve sıdk
kelimelerinin çok sık kullanılmasından yola çıkarak bu iki hususa vurgu yapan
tasavvufun eski İran dinlerinden Maniheizm’in etkisinde kaldığını iddia
etmiştir.
Yeni Eflâtunculuğun etkisinden söz eden şarkiyatçılar genellikle tasavvufun
İslâmî kökene sahip olduğunu kabul etmekte, ancak zaman içinde bu felsefenin
etkisine mâruz kaldığını belirtmektedir. Edward H. Whinfield, Edward Granville
Browne, Reynold Alleyne Nicholson gibi şarkiyatçılar tarafından dile getirilen
bu görüşü
özellikle Whinfield, sûfîlerin akıl üstü tecrübelerini akla dayalı bir şekilde
ifade
edebilmeleri için Yeni Eflâtunculuk’tan yararlanmaları şeklinde formüle
etmiştir. Julian
Baldick’e göre Yeni Eflâtunculuk önce Hıristiyanlığı etkilemiş, daha sonra
Hıristiyanlığın etkisiyle doğan tasavvufa geçmiştir. Duncan Black Macdonald’a
göre ise
Doğu sûfîleri Budizm’in zühd anlayışından, Batı sûfîleri hıristiyan
ruhbanlığından
etkilenmiş, tasavvufun teorik yönünü de Yeni Eflâtunculuk felsefesi
oluşturmuştur. Max
Horten ve Richard Hartmann gibi şarkiyatçılar, ilk dönemden itibaren birçok Arap
sûfînin mevcudiyetine rağmen İbrâhim b. Edhem, Şakık-ı Belhî, Bâyezîd-i Bistâmî,
Yahyâ b. Muâz er-Râzî gibi sûfîlerin Arap olmayışından yola çıkarak tasavvufun
Türk
ve Hint kökeninden geldiğini ve Horasan’da çıkıp yayıldığını iddia etmişlerdir.
Tasavvufa Taoculuğun etkisinden söz edenler de olmuştur. Ancak Louis Massignon,
Arthur John Arberry ve Annemarie Schimmel gibi müellifler tasavvufun Kur’an’dan
çıktığını vurgulamışlardır. Reynold Alleyne Nicholson The Mystics of Islam adlı
eserinin
girişinde tasavvufu Hıristiyanlık, Neo-Platonizm, gnostisizm ve Budizm gibi
İslâm dışı
faktörlere bağlamaya çalışmışsa da sonraki yıllarda bu görüşünden vazgeçip
tasavvufun doğuşunda İslâm’ın rolünü kabul etmiştir (ERE, XII, 10-17). İslâm,
Hint ve Çin
tasavvuf doktrinlerini entelektüel seviyede ele alan René Guénon, Hint ve Çin
mistisizmiyle İslâm tasavvufu arasında temel çizgi ve fikirler bakımından
benzerlik
bulunmakla birlikte her birinin kendi geleneği içinde ayrı bir bütün olduğunu
belirtmiş,
tasavvufun tamamen İslâm kaynağına dayandığını belirtmiştir.
15
EK 2
BAŞVURU FORMU
A. PROJEYE AİT BİLGİLER
Filmin adı:
Filmin türü:
Filmin Özeti:
(en fazla 100 kelime)
Diğer senaristler isim, soy isim
Telefon, adres bilgileri (varsa)
Hak Sahipleri isim, soy isim, telefon ve
adres bilgileri (varsa)
Senaryo bir portre, gerçek hikaye ise aynı
zamanda hak sahiplerinin yazılı imzalı izni.
Filmin çekileceği ülke ve şehir:
Filmin öngörülen süresi (dakika):
Filmin dili:
B. BAŞVURU SAHİBİNİN BİLGİLERİ
Senaristin Adı Soyadı:
T.C. Kimlik No:
İletişim Bilgileri:
Adres:
Cep Tel:
Tel:
Senarist Banka Bilgileri
(İban No, Hesap No, Şube bilgileri vb )
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5224 Sayılı Sinema Filmlerinin
Değerlendirilmesi ve
Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Sinema Filmlerinin
desteklenmesi Hakkında
Yönetmelik çerçevesindeki tüm yasal sorumluluğun tarafımıza ait olduğunu ve
yukarıdaki bilgilerin
doğruluğunu beyan ve taahhüt ederiz.
Senaristin Adı, Soyadı:
Tarih:
İmza:
Sayın Yetkili,
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak 2023 Mayıs ayı içinde Mevlâna ve
Ailesi’nin Konya’yı Teşriflerinin Yıldönümünde 5. Sufisinema Günleri’ni
gerçekleştireceğiz.
5. Sufisinema Günleri kapsamında yapılacak yarışmalarla ilgili belge ve bilgiler
mail ekinde tarafınıza gönderilmiştir. Yarışmalar ile ilgili detaylı bilgiye
https://sufisinema.gov.tr/ adresinden ulaşabilirsiniz. Söz konusu çalışmaların
kurumunuzdaki ilgili birimlere iletilmesi, afiş ve benzeri tanıtım
materyallerinin ilgilisinin dikkatine sunulması hususunda yardımlarınızı bekler,
çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.
Saygılarımızla
KONYA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ
Aziziye Mah. Mevlana Cad. No: 73 Karatay/KONYA
Tel: 0332.2801700
Faks: 0332.2801755
e-mail iktm42@ktb.gov.tr
web: www.konyakultur.gov.tr