Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali
Büyükelçi sok. 20/4 Kavaklıdere, Ankara
E-mail : festival@ucansupurge.org
Web Sitesi - http://www.ucansupurge.org
Tel: 0312 427 00 20
Fax: 0312 466 55 61
Faşizmin gölgesi Leniyi izliyor.
Nazi sempatizanı Leni Riefenstahlın filmleri Uçan Süpürge 5. Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali kapsamında gösterilecek.
Uçan Süpürge, 5. Kadın Filmleri Festivalini bu yıl 2-9 Mayıs tarihleri arasında
Ankara'da gerçekleştiriyor. Festivalin 3 Türk yönetmen konuğu var. Bunlardan
birisi yurt dışında filmler çekmiş olan ve ilk kez geçen yılki festival
açılışında "Ötekinin Sesi: Yeşilçamın Görünmeyen Kadınları" belgeselinde
seyirciyle tanışmış ve kendisi de Ankara'da bulunmuş bir yönetmen: Ayten
Kuyululu bu kez filmleriyle birlikte Ankara'da olacak. 1980-90 yılları arasında
üretim yapmış iki yönetmen konuk ise Nisan Akman ile Mahinur Ergun. Her Biri
Ayrı Renk bölümünde farklı ülkelerin kadın yönetmenlerinin elinden çıkmış
filmler izleyiciyle buluşacak. Festival ekibi tutarlı bir biçimde bize bu yıl da
1930lar Fransasından ve Almanyasından iki yönetmen tanıtıyor. Anımsanacağı gibi
geçen yıl 1930lardan ABDnin sessiz dönemden sesli döneme kalmış tek kadın
yönetmeni Dorothy Arznerin filmlerini izlemiştik. Bu yıl Fransız avantgarde
Germaine Dulacın 1920-30lu yıllardaki filmleriyle tanışacağız (Bu filmlerden
özellikle gerçeküstücü olarak bilinen "Denizkabuğu ve Rahip" zamanında
İngilterede yasaklanmış).Kadın ve İdeoloji bölümünde Almanyadan iki yönetmen
var. Yeni Alman Sineması içinde önemli bir yeri bulunan ve solu temsil eden
Margarethe von Trottanın beş filmi gösteriliyor. Diğeri Arznerler ve Dulaclarla
aynı kuşaktan olan, ama hâlâ yaşayan bir yönetmen, Leni Riefenstahl. Leninin
parti belgeselleri olan "İnancın Zaferi" (1933) ve "Özgürlük Günü: Ordumuz"
(1935), dünyanın en iyi belgeselleri arasında yer alan ve 36 olimpiyatlarını
ölümsüzleştiren "Olimpiyat III" (1938) ile "Ova / Tiefland" (1954) adlı son
filmi gösterilecek.Üzerine yapılmış en güzel çalışma kanımca İstanbul Film
Festivalinde ve TRTde gösterilmiş olan "Leni Riefenstahlın Muhteşem, Korkunç
Yaşamı" (1993) adlı Ray Müllerin 3 saatlik ödüllü belgeseli. Bu belgeselde Leni
bütün açıklığıyla kendini anlatıyor. Müllerin karşısında tırnakları ojeli,
bakımlı, hareketli, zaman zaman anlaşılmadığını düşündüğünde saldırgan olabilen
ya da şaşkın 90lık bir Leni var. Kimi zaman yönetmene ders veriyor, öyle değil
böyle çekmeniz gerekir diye. Helene (Leni) Bertha Amalie Riefenstahlin yaşamını
dönüm noktaları ve rastlantılar belirliyor. Kariyeri dansçılıkla başlıyor, dizi
sakatlanıyor; doktora giderken metroda bir film afişiyle karşılaşıyor, hem de o
duraktaki sinemada oynayan bir film. Arnold Fanckın çektiği bir "dağ filmi".
Leni filmi görüyor, yönetmene ulaşmaya çalışıyor onun bir filminde oynamak için.
Sonunda ilki 1926da olmak üzere birlikte çalışacakları bir dizi "dağ filmiyle"
oyuncu oluyor Leni. Doğanın gücüne karşın dağlara tırmanan cesur kız. 1933de
oynadığı bir filmde bu kez de cesur bir pilot oluyor. Dönemine göre (hatta bu
döneme göre de) perdede az rastlanan olumlu kadın imgeleri bunlar; dağa
tırmanan, uçak kullanan bir kadın. 1932de yönetip oynadığı ilk filmi "Mavi
Işık". Ve yaşamını belirleyen ikinci nokta: Yönetmen Von Sternberg ABDye
giderken onu da götürmek istiyor, ama onun bir sevgilisi var ve gitmek
istemiyor, ülkesinde kalıyor (şimdi buna pişman). Oysa gitseydi, muhtemelen
Marlene Dietrich gibi yıldızı parlayacaktı. Almanyada ünlü bir oyuncu ve
yönetmen olarak kalması onun kaderini de belirliyor; "faşist" damgası (haklı ya
da haksız) çıkmamacasına hayatına kazınıyor. Bir arkadaşı Hitlerin konuşmasına
gitmesini öneriyor, gidiyor ve "politikadan hiç anlamadığı"nı söylemesine karşın
ondan çok etkilendiğini de itiraf ediyor, Hitlere mektup yazıyor. Her şey böyle
başlamış. Ancak hiçbir zaman iddia edildiği gibi onun sevgilisi olmamış; bunu
hem söylüyor, hem de anılarında yazıyor. Göebbelsin ısrarla peşinden koşmasını
ve evlilik teklifinin geri çevirilmesi. Tuhaftır ki Almanyada kitaplar yakıldığı
sırada o yurt dışındaymış, bunlardan hiç haberi olmamış. Leni, bir ABD gezisinde
vahşet yaşandığını gazetelerden öğrendiğinde böyle bir şeyin olabileceğine
inanamamış, şaşırmış. Evet, kesinlikle anlamadığını söylüyor ve Müllere
"bugünden görmek kolay tabii, çünkü artık ne olduğunu biliyoruz, ama o zaman
bilmiyorduk ki" diyor (Her şeyi çok içerden yaşamış). Hitlerin isteği üzerine
büyük parti toplantılarını filme almış. Çünkü Hitler, bunu bir propagandacının
değil bir sanatçının çekmesini istemiş. Müllere göre Leninin yeteneğinin
büyüklüğü, yazgısını da çizmiş. Leni, Hitlere şart koşmuş ve "bir daha bana
partiyle ya da sizinle ilgili bir film yaptırmayacağınızı söylerseniz çekerim"
demiş, çekmiş, ondan kurtulacağını düşünmüş. Ama şu anda en bilinen filmleri bu
propaganda filmleri "İnancın Zaferi" ile özellikle "İradenin Zaferi". Leni
bunların belgesel olduğunu söylüyor: "Çünkü propaganda filmlerinde yorum
yaparsınız, ama burada hiç yorum yok ki" diyor; görüntünün gücünden haberi
yokmuş gibi davranıyor...
Leni o dönemde koşulları ve içinde bulunduğu ortam nedeniyle kolaylıkla Hitlerin
çevresine girmiş, propaganda filmleri için şimdi keşke yapmasaydım diyor.
Savaştan sonra yargılanmış, suçlanmış (sonunda sempatizan olduğuna karar
vermişler), uzun süre evinden çıkmamış, belki de her şeyi unutmak için Afrika'ya
gitmiş, yerlilerle yaşamış, onların fotoğraflarını çekmiş. Bu kez de
eleştirmenler onun hep güçlü ve güzel yerlileri çektiğini söylemiş. Leni "ama
hepsi çok sağlıklıydı ve çok güzeldi, yaşlılar da karanlık evlerde, gölgede
oturuyor diye çekemedim, onları ben yaratmadım ki, Tanrı öyle yaratmış" diyerek
kendini savunuyor. "Faşist estetik" tartışmalarına kesinlikle katılmıyor (bu
yüzden Sontagın fikirlerini duyduğunda şaşırıyor). Dağların zirvelerini görmüş
bu cesur kadın 72 yaşında yaşını küçük gösterip dalgıçlık diploması alarak
okyanusların dibini de görmüş, kendinden 40 yaş küçük sevgilisiyle. Daldığı
yıldan beri çektiği görüntüleri 45 dakikalık bir filmle (Sualtı İzlenimleri) 22
Ağustos 2002de, yani 100. doğum gününde izleyiciyle paylaşacak. Eleştirmenler bu
kez de "faşist estetiğin" izini bulur mu bilemeyiz ama Leni, belgeselde de
söylediği gibi o dönemde yaşamış olmaktan dolayı suçlu değil. "Partiye üye
olmadım, hayatımda tek bir ırkçı söz söylemedim, yazmadım da. Atom bombasını da
ben atmadım, kimseyi ölüme yollamadım. Benim suçum nerede?". Peki, o duruma
direnen ve direnmeyen sanatçı arasında bir fark olmayacak mı? Suçu, birilerine
göre bile bile Hitlerin propaganda yönetmeni olmasında; birilerine göre hiç
tepki göstermemesinde. Ama hiçbir şeyin farkında olmayan bir insan nasıl tepki
gösterebilir ki? Kendi ifadesine göre her şeyi anladığında çoktan iş işten
geçmiş...
Leni içten mi? Leni acı çekiyor mu? Gerçekten pişman mı? Pişmansa neden Alman
halkından hiç özür dilemedi? Bu sorular hem hiç dinmiyor hem de Leni Alman
vicdanında unutturulmaya çalışılıyor. Buna karşın bazı eleştirmenler özellikle
"Ova" filminde Hitlerden kaçışının izlerini buluyor, "Hitlerin sinemasal reddi"
olarak niteliyor bu filmi. Yaşamı sorularla dolu. Kadın olmasının yaşadıklarında
ve ona gösterilen tepkilerdeki payı ne acaba?Şu bir gerçek: "Geçmişin gölgesi"
kendi sözleriyle onu "ölene kadar" bırakmayacak. Mutlu olmayacağını bile bile
"Mutlu Yıllar Leni". "YÖNETMENİN cinsiyeti benim için önemli değil" diyen bir
sinemaseverseniz şöyle bir düşünün deriz. Sadece bu dönem içinde kaç tane kadın
yönetmenin filmini izlediniz? Eğer hiç ya da 1-2 diyorsanız burada bir sorun var
işte. Hayatın birçok alanında olduğu gibi sinema sektöründe de neden kadın
yönetmenler erkekler kadar çok üret(e)miyor? Neden acaba? Varolan kadın
yönetmenler de çoğu zaman Amerikan (erkek) filmlerinden fırsat bulup dolaşıma
giremiyor. Girmesi için festivallerde genellikle büyük ödülü alması gerekiyor.
Dağıtılamayan yeni ya da sinema tarihinde yer etmiş kadın yönetmenlerin
filmlerini izlemek için işte bir fırsat.
milliyet.com.tr
10.05.2002
5. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin beşincisi 2-9 Mayıs 2002
tarihleri arasında yapıldı. Festival kapsamındaki film gösterimleri Kavaklıdere
ve Kızılırmak Sinemaları ile Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Alman
Kültür Merkezi salonlarında gerçekleştirildi. Festival süresince uzun ve kısa
olmak üzere 18 ülkeden toplam 103 film gösterildi.
Zuhal Olcay’ın sunuculuğunu üstlendiği açılış gecesi Devlet Opera ve Balesi’nde
yapıldı ve TRT 2’den canlı yayınlandı. Festival birçok yerli ve yabancı konuğu
ağırladı. Kosta Rica, Hollanda, Meksika, Almanya, Kanada, İngiltere, Amerika ve
Macaristan’dan katılan, 23’ü yönetmen toplam 54 konuk filmleri hakkında
söyleşiler yaptılar.
Festival, yeni filmlerin yanı sıra feminist sinema tarihinde yeri olan, geçmişe
ışık tutan önemli kadın yönetmenlerin filmlerine de yer verdi. Bu kapsamda,
Almanyalı yönetmen Leni Riefenstahl’ın filmleri ülkemizde ilk kez gösterildi. Üç
kadın yönetmen Ayten Kuyululu Ürkmez, Mahinur Ergun ve Nisan Akman festivalde
filmleriyle yer aldılar, film gösterimlerinin ardından yapılan söyleşilere
katıldılar.
Işıl Özgentürk’ün yönetiminde 21 katılımcı ile yürütülen Kısa Film Atölyesi üç
gün boyunca British Council’da yapıldı. Çalışmanın sonunda katılımcıların kısa
öyküleri senaryolaştırıldı. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde,
yönetmen, oyuncu ve senaryo yazarlarının katıldığı ‘TV Dizilerinde Kadının
Değişen Rolü’ başlıklı bir panel düzenlendi.