Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali
Büyükelçi sok. 20/4 Kavaklıdere, Ankara
E-mail : festival@ucansupurge.org
Web Sitesi - http://www.ucansupurge.org
Tel: 0312 427 00 20
Fax: 0312 466 55 61
FESTİVAL'DEN KALANLAR...
11. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin konukları bir haftanın ardından
kalan tatları yazdılar.
ikd’lilerin katılımı farklı bir enerji kazandırdı
Şükran Yücel
Uçan Süpürge 11. yılında izleyicisine gene keyifli bir program sundu. Yarışma
filmleri iyiydi. İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) katılımı, festivale farklı
bir enerji kazandırdı. Benim festivaldeki favori filmlerim “Kendine Ait Bir Oda”
bölümünde gösterilen Jane Campion’ın “Masamdaki Melek” ve Gillian Armstrong’un
“Muhteşem Kariyerim”le Dorota Kedzierzawska’nın Her Biri Ayrı Renk’te gösterilen
“Ölmek Zamanı”ydı. Elbette Chantal Akerman’ın başyapıtı “Jeanne Dielman”ı da
unutmamalı. Bu yıl gösterilen belgeseller de çok etkileyiciydi. Nice yıllara...
"Ölmek Zamanı"
bir parçası olmak keyifliydi
Natali Yeres
Sanat Yönetmeni
Bu yıl on birincisine şahit olduğum Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin
bir parçası olmak oldukça keyifliydi. Portekiz, İsveç, İngiltere, Hindistan, Çek
Cumhuriyeti, Belçika, Almanya ve ABD’den birbirinden güzel kısa filmleri biz
meraklılarıyla buluşturdu. Ülke olarak gidişatımızın benzer gelişmelerde
olduğunu dillendirdiğimiz bir ülkenin kadın yönetmenleriyle İranlı yönetmenler
Mania Akbari ve Hana Makhmalbaf’la bir arada sohbet edip çalışmalarını izleme
imkanı yaratmalarından dolayı da tüm Uçan Süpürge ekibine teşekkürler ediyorum.
Her yıl birbirinden güzel örnekler izleyebildiğim festivalin önümüzdeki yılki
programını merakla beklerken, süpürgeme atlayıp gitmeye şimdiden
sabırsızlanıyorum.
en zirve festival oldu
Sadi Çilingir
Sinema Yazarı
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'ne muhtelif yıllarda iştirak ettim. Her
geçen yıl daha iyiye gittiğine görerek şahit olduğum festival çok başarılı bir
şekilde organize ediliyor. Bu başarı sanatçı ve konuklara gösterilen özen kadar
programlarda da bariz bir şekilde gözlemleniyor. Bu sene yapılan son festival en
zirve festival oldu. Tanınmış ve ülkemizde sevilen yabancı kadın sinemacıların
(Mania Akbari) konuk edilmesi, sinemamızın yeni kadın yönetmenlerinin (Selma
Köksal) konuşmacı olarak festivale davet edilmeleri çok olumluydu. Gösterilen
filmlerin kaliteleri ile festival gösterimlerinin çoğunun yapıldığı Kızılırmak
Sineması'nın teknik kalitesi sinemaseverleri cezbedici bir özellikti. Ayrıca
festivalin ülkemizin en güçlü kadın kuruluşlarının başında gelen ve çok başarılı
yönetilen Uçan Süpürge kadın kuruluşu tarafından sahiplenilmesi ve
sürdürülmesini çok takdir ediyorum. Bu kuruluşun sadece yılın belirli bir
zamanını yoğunlukla geçirmediğini, tüm yıla yayılan zamanlarda çok yararlı işler
yaptığını memnuniyetle haber alıyoruz. Teşekkür, tebrik, sevgi ve saygılarımı
sunarım.
sinemanın mutfağında güzel bir gezinti
Gülçe Cin
!fİstanbul, Genel Koordinatör
Tam bir hafta boyunca kendi düşlerini yaratan onlarca kadının olağanüstü
düşlerinin içinde dolaştık. Sinemanın mutfağında bizleri çıkardıkları bu güzel
gezinti için bütün festival ekibine binlerce teşekkür.
sürprizlere de açık bir festival izledik
Necati Sönmez
Sinema Yazarı
Uçan Süpürge, bu yıl daha bir yükünü almıştı sanki! 8-15 Mayıs tarihleri
arasında yalnızca filmlere değil sürprizlere de açık bir festival izledik. En
büyük sürprizi de kuşkusuz, kendisi de İKD'li olan Halime Güner'in gayretiyle,
İKD'li kadınların 30 yıl sonra Ankara'da buluşmasıydı.
"Kendin ol, düşünü yarat" sloganıyla gerçekleşen festival, daha ilk
gençliklerinden başlayarak bu şiarı hayata geçirmiş olan kadınların varlığıyla
ayrı bir şenliğe dönüştü... Bir zamanların İlerici Kadınlar Derneği'nin
eylemlerini örgütlemiş bir avuç kadınla İstanbul-Ankara arası tren yolculuğu
yapmak, akşamları birlikte yemek yemek ne güzel bir ayrıcalıktı! Kızılırmak
sinemasındaki geniş katılımlı buluşmalarında, bugün kulağa inanması güç gelen
başarılarını ve traji-komik anılarını dinlemek müthiş bir deneyimdi. Buluşmanın
en vurucu kısmı ise, o anıların kahramanlarını canlı olarak perdede görmekti.
1979'da dernekleri sıkıyönetim tarafından kapatılan İKD'lilerin bu karara karşı
çıktığı Uzun Yürüyüş'ün belge-filmini izlerken, hepimizin boğazına bir şeyler
düğümlendi. O görüntüler karşısında ve onları hop oturup hop kalkarak izleyen,
perdedeki hallerine laf atıp duran İKD'li kadınların arasında, gözyaşlarını
tutabilene aşkolsun! O gün sel olup akan o kesif duygunun altında, Berin Uyar'ın
şu cümlelerindeki gerçek yatıyor olsa gerek: "Güzel şeyler yaptık. Saftık,
inançlıydık, inatçıydık, fedakardık ve kendimiz için hiç bir şey istememiştik.
Bugün bu temizliğin kavranması zor. Bunu aktarmak yine bize düşüyor."
kışkırtıcı ve acıtıcıydı
Tülay Karacaörenli
Senarist, Yönetmen
Festivalle ilgili düşüncelerim son derece naif, öncelikle böyle bir festivalin
pozitif ayrımcılığın iyi bir örgütlenme örneği olduğunu gördüm; dışarıdan
bakıldığında muhalif ve sempatik olduğu hissini veriyordu, bir parça içeriden
bakınca burada seyrettiğimiz sinemanın kışkırtıcı ve acıtıcı olduğunu algıladım.
Elbette festivalin genelinden memnuniyetimin yanı sıra eksikliğini hissettiğim
noktalar oldu, genel konuşmaların yapıldığı panel, seminer yerine daha pratiği
besleyecek, atölye çalışması tarzında çalışmalara yer verilebilir diye
düşünüyorum.
"Pastacı"
yapılan seçki çok özenliydi
Cüneyt Cebenoyan
Sinema Yazarı
İki yıldır Uçan Süpürge’ye davet ediliyor oluşum benim için gerçekten bir gurur
kaynağı. Bu yıl rahatsızlığımdan dolayı pek enerjik değildim ama festival benim
için yine de yeterince doyurucu geçti. Kısa kalış sürem içinde seyrettiğim bütün
filmlerden memnun ayrıldım. Bu da yapılan seçkinin ne kadar özenli olduğunun bir
göstergesi. “Yürüyen Adam” filmi, sürgündeki bir Rus yazarın hikayesini
anlatıyordu. Başrol oyuncusu Cesar Sarachu o kadar iyiydi ki, çoğu zaman
kurgusal bir film seyrettiğimi unuttum. Tabii yönetmen Aurélia Georges’un da bu
oyunculuktaki payını unutmamak lazım. Sürgünde olma hali, yazarlık ve siyasal
konjonktür değişikliklerinin birey üzerindeki etkisi gibi temalar üzerine bol
bol düşünme materyali sağlayan bir filmdi “Yürüyen Adam”.
İki yıl önce bir cinayete kurban giden Adrienne Shelly’nin “Pastacı”sı da bize
kaybımızın ne kadar büyük olduğunu gösterdi. Kadınlar tarafından kadınlar
üzerine yapılan film türünün güzel bir örneğiydi “Pastacı”. Yine bu yıl
izlediğimiz ve bir güzellik salonunda çalışan kadınlar arasında geçen “Karamel”i
hatırlatıyordu, yapısı itibariyle. Bu kez, bir restoranda çalışan kadınlar
başroldeydi. Kocası ve sevgilisi arasında parçalanan, bir yandan da hamilelikle
ve sevimsiz patronuyla baş etmeye çalışan başkarakterini çok sevdik Pastacı’nın.
Shelly, belki de hayatının en verimli döneminde saçma sapan bir şiddetin kurbanı
olarak aramızdan ayrılmıştı ne yazık ki. Ana Katz’ın “Tatilde Tek Başına” adlı
filmi birçok festivalden boşuna ödülle dönmemiş. Sevgilisi tarafından tatil
yolunda terk edilen genç bir kadının inişli, çıkışlı ruh halini, tatil yöresinin
şehir kaçkını entelektüelleriyle ilişkilerini gerçekçi bir sinema diliyle ve
başarıyla anlatıyordu. Filmin başrolünde de oynayan Katz aynı zamanda iyi bir
oyuncu olduğunu da gösteriyor.
Yeterince enerjik olsaydım 35 mm formatında gösterilmese de “Muhteşem
Kariyerim”i sonuna kadar izlerdim ama biraz da benim nefesim yetmedi. Ama her
zamanki gibi aslında filmlerden çok yaşananlar, paylaşılanlar akılda kalıyor bir
festivalden. Geldiğim akşam otel lobisinde kurulmuş çilingir sofrası mesela
unutulmazdı. Halime Güner ve Erman Ata Uncu’yla birlikte İKD’li kadınların
yürüyüşünü gösteren belgeseli laptop’tan birlikte izleyip, o günleri tartışmak,
oradan bugüne gelip kadın-erkek ilişkilerini masaya yatırmak da çok heyecan
vericiydi. Uçan Süpürge’nin terkisinde bana da yer oldukça bu yolculuğa her yıl
yeniden katılmak arzusuyla…
Kısa Film Senaryosu Atölyesi'nin Katılımcılarından...
kısa filme dair önemli bilgiler edindim
Alperen Yeşil
Atölye çalışmaları çok keyifli geçti. Herkesin öyküsü tek tek okundu ve öyküler
nasıl kısa film haline dönüştürülür tartışıldı. Teknik eğitimden çok uygulamalı
bir eğitim söz konusuydu. Bu da işin keyifli yanıydı. Kendi adıma, kısa filme
dair önemli bilgiler edindim. Artık, elime aldığım malzemelerden kısa film
çıkarmasını daha iyi algıladığımı düşünüyorum. Umarım bunu görmek 12. festivale
nasip olur.
kısacık zamanda çok büyük kazanımlar
Berrin Peközsoy Eroğlu
Atölye çalışmaları son derece verimliydi. Sayın Işıl Özgentürk kısacık zamanda
çok büyük kazanımlarla dönmemi sağladı. En önemlisi kendi hikayemi mutlaka film
olarak çekmeyi kafama soktu, asla vazgeçmemeyi öğretti. Ben de şimdi çekim
olanakları yaratmaya çalışacağım. Kim bilir seneye ben de bir kısa filmci olarak
festivalinizde yer alırım belki!..
ekip çok özveriliydi
Harun Savaş
Uçan Süpürge, katıldığım ve aynı zamanda çağrıldığım ilk festival oldu. Kısa
film sinopsis yarışması ile değil de bir film ile katılmak beni daha mutlu
ederdi muhakkak. Bu sebeple film yapımcılığı ile ilgili A dan Z’ye eğitim
alabileceğim bir akademiye işimin el verdiği ölçüde girmeye karar verdim.
Sundukları teknik imkanlar düşündüğüm projeleri çok daha hızlı ve kaliteli
şekilde hayata geçirmemi sağlayacak. Festivalin çok özverili bir ekip tarafından
yürütüldüğünü gözlemledim. Herkes çok çalışıyor ve her türlü soruya yanıt bulmak
için yoğun çaba sarf ediyorlardı. Bunları yaparken güler yüzlerini eksik
etmemeleri ise çok önemli bir ayrıntı bana göre. Işıl Özgentürk ise çok sevdiğim
ve saygı duyduğum iflah olmaz bir cadı ve benim için hep öyle kalacak. Bütün
festival ekibine çok teşekkür ediyorum. (NK,SD)
13 Ağustos 2008
ÇOK ŞANSLIYIZ ÇOK!
Hatırlayın geçen yıl "su krizi" doğduğunda Büyükşehir Belediye Başkanı
"Ankaralılar tatile çıksın, Ankara’dan 50-60 bin kişinin ayrılması bizi çok
rahatlatır" demişti. Bu sene de "Hadi hep beraber eller havaya" diyerek
başkentlileri Hipodrom’daki "Büyük Ankara Festivali"ne davet etti… Halime Güner,
yerel yönetimlerin yaz aylarındaki etkinlikleri, kadın çalışmalarına ve
kültür-sanat faaliyetlerine bakışını Ankara Hürriyet’e anlattı.
Hürriyet Ankara
13/08/2008
Uçan Süpürge’nin kurucusu Halime Güner, yerel yönetimlerin yaz aylarındaki
etkinlikleri, kadın çalışmalarına ve kültür-sanat faaliyetlerine bakışını Ankara
Hürriyet’e anlattı.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin dünyada Uluslararası Film
Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü’nün verildiği tek kadın filmleri
festivali olduğunu anımsatan Güner şunları söyledi:
Geçen yıl ‘Gidin’ bu yıl ‘Gelin’...
"Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Büyük Ankara Festivali, Başkent’in
tamamına seslenmekle kalmayıp uluslararası bir organizasyon olma iddiasında. İlk
duyduğumuzda "Yaşasın!" dedik. Bizim de artık uluslararası bir büyük
festivalimiz var. Üstelik, Türkiye’de örneği görülmemiş bir festival. Gerçekten
çok şanslıyız. Hepimiz şarkıları türküleri birlikte söyledik, eğlendik. Böyle
baktığımızda her geçen yıl daha şanslı bir kent olmaya doğru gidiyoruz. Ama
Büyükşehir Belediye Başkanı bir yıl sonra yeniden seçimlere gidiyor, içimizden
"Tüh, ya değişirse" diyoruz, özlüyoruz doğrusu. Günümüzde en önemli meziyet "Ben
öğreniyorum" demek ve göstermek. Hatırlayın geçen yıl "su krizi" doğduğunda
Büyükşehir Belediye Başkanı "Ankaralılar tatile çıksın, Ankara’dan 50-60 bin
kişinin ayrılması bizi çok rahatlatır" demişti. Bu sene de "Hadi hep beraber
eller havaya" diyerek başkentlileri Hipodrom’daki "Büyük Ankara Festivali"ne
davet etti.
Baez’li Hipodrom
Biz Ankaralıların Hipodrom’un tarihinde John Baez’leri, Zülfü Livaneli’leri ve
daha pek çok sanatçıyı dinlediğimiz yıllar oldu. Özgürlüğü, barışı, demokrasiyi
şarkı sözlerinden, sanatçıların toplumsal sorumluluk anlayışlarından dinleyip
keyif aldığımız anlar yaşadık. Uzunca bir süre sessiz sedasız yazlar geçerken
şimdi belediyenin organizasyonuyla şenlendi. Şanslıyız, çünkü bunca zaman
çalışmalarımız için gittiğimiz illerde bize "Büyükşehir Belediyesi sadece sirk
mi getiriyor?" diye soranlar çok oluyordu; şimdi artık soranlara "Açık havada el
ele halaylar çekip rahatladık, bunu İbrahim Tatlıses’le, Ebru Gündeş’le yaptık"
diyebileceğiz. Çok şanslıyız çok. Çünkü artık Ankara’nın bütün billboardlarında
"en büyük festival bizim festival" yazılarını okudukça Melih Gökçek’in daha önce
reddettiği "festival" sözcüğüne bile alıştığını görüyorum. İçimden "onun için
şanslıyız"ı geçiriyorum. Ankara’mızda neredeyse yarım asırdır festival yapmak ve
bunu sürdürmek için canla başla mücadele edenlerin "Uluslararası festivalleri"
varken bunları üç dönemdir belediye başkanımız görmek/duymak istemezken şimdi en
büyük festival bizim festival demek beni çok umutlandırdı. Düşünün yine bizi
umutlandıran şey; bir zamanlar "Sığınma evleri açıldıktan sonra neye dönüştüğünü
biliyorum" diyen Melih Gökçek’in bugün sığınma evi açtığını görüyoruz.
Öğreniyor. Bu yüzden de şanslıyız!
Günay duyarlı
Uluslararası film ve müzik festivallerini bugüne dek hiç "görmemiş" bir belediye
başkanımız var. Sanat ve kültür algısı bambaşka. Türkiye’de ilk defa Uçan
Süpürge’nin bir araya getirdiği Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve
Fatma Girik’in de dahil olduğu 40 kadın sanatçının fotoğraflarından oluşan
serginin özel fotoğraflarını Tunalı Hilmi caddesinin yoldaki direklerine
astığımızda -ki izinli asıldı- ikinci gününde kaldırıldığını defalarca
anlatmıştık. Ne biz ne Ankara’daki bir başka festival fark edilmedi. Kültür
Bakanlığı’nın desteği olmasa festivalimizi gerçekleştirmemiz neredeyse imkansız.
Şimdiki Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bu konuda çok duyarlı. Ayrıca, Çankaya
Belediyesi tarafından da fark edilmiyoruz ama bu sene festivalde Altındağ
Belediyesi ile başarılı organizasyonlar yaptık. Oysa bir kent, festivalleriyle
anılır. Melih Gökçek tarafından fark edilmesek de Ankaralıların Uçan Süpürge’ye
ilgisinin farkındayız. Ve bunun içinde gece gündüz çalışıyoruz. Türkiye’nin her
ilinde çalışmalar yapıyoruz ve birçok uluslararası etkinlikte yer alıyoruz. Bu
yüzden çok tecrübe ve deneyim biriktirdik, bu da ister istemez şansı ve
şanssızlığı iyi tartabilecek bilgiyi öğretiyor.
Başkanlar karşılıyor
Biz 81 ilin tamamında kadınlara yönelik faaliyetler gerçekleştirdik. Türkiye’de
çalışmadığımız belediye kalmadı diyebilirim; bugüne kadar birçok bakanlık ve
kamu kurumları ile de ortak çalışmalarımız oldu, olmaya devam ediyor. Ankara
merkezli bir kadın kuruluşu olarak 13 yıldır Büyükşehir Belediyesi ile son 4
yıldır da Çankaya Belediyesi ile hiçbir etkinlikte ilişkimiz olmadı, oysa başka
illerdeki belediyelerle bu ilişkileri kurabiliyor ve işbirlikleri yapabiliyoruz.
Örneğin, ağustosun sonunda İzmir’de Dikili Belediyesi’nin düzenlediği festivale
üçüncü kez katılıyor olacağız. Başkan Melih Gökçek’in "Bu adam şarlatandır"
dediği Osman Özgüven’in başkanı olduğu Dikili Belediyesi, festival programında
üç yıldır Uçan Süpürge’ye de yer veriyor ve birlikte film gösterimleri,
söyleşiler yapıyoruz. 2003 -2005 yılları arasında Türkiye’nin her iline tek tek
giderek, hepsinde belediyelerin desteğiyle ve çoğunda belediye başkanlarının
bizzat katılımıyla film gösterimleri ve söyleşiler yaptık. Çeşitli ülkelerde
film festivallerine davet edildiğimizde belediye başkanları tarafından bizzat
karşılanıyoruz. (SD)
13 Ağustos 2008
"Çıplak değil harekete geçen kadını canlandırdım"
"Çıplak değil harekete geçen kadını canlandırdım" Yazdır E-Posta
Türkiye sinemasının kendine has bakışı, yan yan koşuşu, oyunculuğuyla zihinlere
kazınan ismi Hülya Koçyiğit “görsel iştahtan çok zihinsel iştah yarabilir miyim
kaygısı taşıdım” diyor. Ayça Örer’in söyleşisi.
Uçan Süpürge Haber Merkezi
Ayça Örer - Taraf
10/8/2008
Yıllardır Yeşilçam'ın içindesiniz, o zamandan bu zamana insan ilişkilerinden,
set ortamına neler değişti?
Biz mesleğimizi yaparken büyük bir heyecan duyuyorduk ve keşfetmeye çalışıyorduk
yaptığımız işi. Hitap ettiğimiz insanın dili olmak, yaşamını aktarmış olmak çok
büyük bir heyecandı. Son derece amatör diyebileceğim bir durumda, yaptığımız
işten haz alarak, o hikayeyi hayata geçirdik, hemen olmayacak şartlarda,
özveriyle. Özveride bulundukça kendimizi daha çok seviyorduk. Kahraman
hissediyorduk. Ne kadar çok özveri o kadar çok keyif. Yönetmen sette her şey
demekti. Nasıl köylerde imece usulü var, bizde de öyleydi. Küçücük bir ekip
birbirinin işini kolaylaştırmaya çalışıyordu. Sette rayla kamera itilirdi, siz
kendinizi role en fazla verdiğiniz, konsantre olduğunuz an bakardınız görüntü
titremiş, yeni baştan çekilirdi. Onu iten insan o kadar candan üzülürdü ki, hiç
şikayet edemezdiniz. Kuaför yok, makyöz yok. Peruk takmak zorunda kalmışsın
çünkü kuaföre gitme imkanın olmamış. Işık kaçıyor diye alelacele
hazırlanıyorsun. Uzun yıllar işimizi bu duygularla yaptık. Bugünlerde maddiyat,
para, şöhret, ün. Bunları ya bilmiyorduk, ya konuşmuyorduk, ya ön planda
değildi. Birçoğumuz o dönem çok popülerdi. Her gittiği yerde tezahüratla
karşılanan, büyük bir ilgi gören insanlardık. Bize "star" deniliyordu.
Anlattığınız durumda, star starlığını pek yaşayamıyor ama…
Bizlerden Hollywood starı yaşamı beklenemezdi. Ülke şartları tevazu
gerektiriyordu. Bize büyüdükçe mütevazı olmamız öğretildi. Annemin "Sen ablasın,
kardeşlerin için bir örneksin, bugün bu ününle Türkiye'deki kızlar için de
örneksin" diye telkinleri vardı. Herkesin hayatına bir şekilde girdiğinizi,
onların yaşamını değiştirebileceğinizi görüyorsunuz. Bu büsbütün tevazu
gerektiriyor. Hayatı böyle bildik birçoğumuz. Bugün bu kazanımların üzerine
gençler mesleklerini okullarda yapmayı da öğrendiler. Yaşama daha profesyonel
şartlarda girmeyi öğrendiler. Sinemanın bir geleneği olduğu için daha özgürler.
Dün kötü bir karakteri canlandırıyor diye Erol Taş hakikaten kötü adam
zannedilir, toplumda tepki görürdü. Bugün bir oyuncu kötü bir karakteri
canlandırınca ne kadar iyi araştırmış, ne kadar iyi oynamış diyorlar. Buraya
gelene kadar çok basamak var. Bugün demokrasiye bu kadar heyecanla sarılmamızın
nedeni nasıl geçmişte demokrasinin sekteye uğratılması, acılar çekilmiş
olmasıysa, bu da öyle. Demek ki, hiçbir şey yerinde durmuyor. Amatör ruhla
profesyonel ruh arasındaki fark ortaya çıktı ama profesyonel olmak kötü değil.
Bugün bir yere daha vardık, eskiden dört yapraklı yonca olarak adlandırılan biz
vardık, "Hülya Koçyiğit Sineması" vardı. Bugün yönetmen sineması var. Oyuncu
olabilmek star olabilmekten çok çok daha önemli bir iştir. Ben yıldız olduğum
yıllarda da arayış içindeydim. Kendimdeki diğer insanları sunmak için çok
çırpındım. Hâlâ da bir arayış içindeyiz ve çok fazla alternatif sunmuyoruz
seyircilere.
“Harekete geçen kadını canlandırdım”
Yaptığınız filmler entelektüel kesim tarafından beğenilmedi, zengin kız-fakir
erkek klişesi eleştirildi.
Yüzdesi o kadar az ki. Bütün Türkiye'nin izlediği filmler bunlar. Türkiye'nin
gidişini tayin edecek entelektüel kesim bu kadar ilgi gören sinema eserlerini
görmezden geldiler. Halbuki yalnız eğlence değil sinema. İnsanların, toplumun
duruşunu, tavrını değiştiriyor. Hâlâ öyle filmler yapın, hâlâ en büyük hasılatı
onlar alacaktır. Klişe her zaman iş yapar. Bizim yaşadığımız toplumda sınıf
olmadığı için, o filmleri izleyenler "Her an ben de yapabilirim, sıçrayabilirim"
diye düşünür. "Ben görmezsem çocuğum görür" der.
Nasıl Türkan Şoray Kanunları varsa, bir de Hülya Koçyiğit kalıbı var. Bu nasıl
oluştu?
Ben bu kalıptan çıkmayı işimin başından itibaren istedim. Çünkü ben tiyatro
eğitimi gördüm. İlk işim ‘Susuz Yaz’ da öyleydi. Arkasından beni belli kalıba
sokma gayreti geldi. Kendimi biblo gibi hissetmeye başladım. Değişmek için
yönetmen önemli. Büyük bir hayranlık duyduğum Lütfü Akad'la çalışma şansı
yarattım. Yapımcı şirkete, "Farklı bir rolde oynamam lazım, onun içinde Lütfü
Akad'ı seviyorum, istiyorum" dedim. O da aradığını bulmuş oldu, üst üste dört
film yaptık. Benim için önce oyuncu, ondan sonra başarılı, popüler kadın vardır.
Hep onu aradım. ‘Kurbağalar’a gelene kadar seyirciyi hazırladık. Seyirciyle
karşılıklı birbirimizi eğittik. Bir yanda Türkiye, bir yanda Türkiye'de kadın
değişiyordu. Sinema da bunu vermek zorundaydı. Dünyada feminizm hareketi
başladı, bize de yansıdı. Ama burada "eşit işe eşit ücret" denmedi de, "kadının
da özgürlüğü var, hakları var, her şeyden önce cinsel özgürlüğü var" dendi, o
dönem için biraz itici gelen bir tavırla başladı. Ona alternatif filmler de
çıkmaya başladı. Müjde Ar sinemamıza girdi. O ilk, farklı bir şeydi. Arkasından
kadının cinsel özgürlüğü adına bir sürü filmler yapıldı. Bu sefer halk, "bu
değil, bir gömlek fazla geldi" diye ayak diredi. Bu dönem "Ben ne yapabilirim?"
diye düşündüm. Çalışan kadın hak arıyordu. Onun filmini yaptım. Bu filmler çok
iyi tepkiler aldı. Bir de öyle bir döneme denk geldik ki, ülkede büyük bir kaos
vardı. İnsanlar birbirlerini öldürüyordu. Sinema denilince de seks filmleri
gösteriliyordu. Garip bir çelişki vardı. Aileler eve kapanmış, televizyon diye
bir şey çıkmış. İnsanlar böyle aptal makinesine bakar gibi bakıyorlardı. Sinema
ile ilgili talebin çok azaldığı dönemlerdi. Çok şükür iyi ki bunları yapmışım.
Kendimi takdir ediyorum. Hiçbir birikimim yoktu. Şirketimi de kurdum, "Ben
bağımsız işler yapacağım" dedim. Eşim anlayış gösterdi. Şirket kurduk ama
sermayesi yok, bir tek benim ismim var. Öyle bir durumda direnmek için sahneye
çıktım. Özveriyse özveri. Mesleğimi yapabilmek için şarkıcılık yaptım. Bu utanç
verici bir şey değil. Ama o benim mesleğim değildi.
Sinemada cinselliğin bu kadar kıyasıya, çiğ yaşandığı yıllar sizin için nasıl
bir sıkıntı yarattı?
Bir eyleme, bir harekete geçen kadını canlandırdım ben de. O dönem benim
yapabileceğim de buydu. "Biraz daha cinsellik girse işin içine, öpüşmemek de ne
demek, yatağa da girilse" gibi bizlere yapılan dayatmaların karşısında benim
yapabileceğim buydu. Çıplaklık seyirciyi salona davet eder diye düşünüyorlardı.
Benim bakış açım o değildi. Görsellik çok çok önemli bir şey ama mümkün olduğu
kadar görsel iştahtan çok zihinsel iştah yarabilir miyim kaygısı taşıdım.
Deneyen ve güzel işler yapan arkadaşlarımız da oldu, yapanları yadırgamam oturur
seyrederim ama ben yapamam.
“İnsanların romantizme zamanı yok”
Masumiyet çağından profesyonelleşen bir döneme geçmekten bahsediyorsunuz. O
dönem sanatçılar, sonraki yıllarda kendilerini mağdur edecek sosyal
güvencelerini aramaya başlamamışlar mıydı?
Önce yapımcılar, teknik çalışanlar bir araya geldiler, biz oyuncular da destek
verdik. '80 öncesinde. Yaptıklarımızın birçoğu kendi rekabetimiz,
beceriksizliğimiz, yetersiz diyalogumuz, yanlış anlamamızla zaten doğmadı,
birçoğu da 80 ihtilaliyle kapatıldı. Turgut Özal döneminde bize tekrar ışık
yandığını gördük. Telif yasasını hayata geçirdi. Bizim için çok önemliydi. Çok
küstüğümüz zamanlardı. Biz yıllarca para pul, gelecek düşünmeden bu işi yaptık,
yapamadığımız dönemlerde mağdur olduk. Yaşamın devam etmesi gerekiyordu. Yaşam
devam ederken popülaritenin de devam etmesi gerekiyordu ve paran pulun yok,
hiçbir şeyin yok. Bunu yaşayan çoklarımız çok büyük kırılmalar yaşadı. Bu bayağı
özel televizyonlar çıkana kadar sürdü. Onlar çıkınca, seyirci birdenbire
hatırladı.
Filmleriniz için kitapları uyarlanan aşk romanları yazarı Kerime Nadir sizi çok
beğenirmiş.
Evet. Onu bana söylemişti. "Meğerse ben bu karakterleri yazarken Hülya
Koçyiğit'i düşünerek yazmışım" dedi. "Ben de ortaokulda sizin romanlarınızı çok
okuyordum" demiştim. Tabii o zaman hiç düşünmüyorum Nalan'ı falan
canlandıracağımı. Ne romantik dönemlermiş o zamanlar. Hakikaten ne duygusal, ne
romantik. Bulutların üzerinde uçuyormuşuz. Şimdi gençler, "Hiçbir zaman böyle
bir aşk yaşayamayacağız, aşkolsun size" diyorlar. Zamanı yok artık insanların
romantizme. "Hayal kurularak değil eyleme geçerek elde edebilirsin"i öğrendi
Türk insanı.
Hülya Koçyiğit bakışı, koşuşu, ağlayışı nasıl oluştu?
Onlar hep bir on yıl yoğun bir melodramik roller üstlendiğim için. Belli bir
tarz oluşturuyor insan kendi kendine. Kendimle deneyerek, tecrübeyle,
beklenilene nasıl cevap vermişim diye sorarak. Bir on sene sonra öğğğ oldum. Ben
de büyüdüm o arada. Yaşadığım toplumu gördüm. İnsanlar daha farklı onu gördüm. O
zaman arayış başlıyor. O roller genellikle stüdyolarda, platolarda, köşklerde,
yalılarda oluyordu. Sokağa inince, köye gidince, kasabadaki insanı tanıyınca,
farklılıkları görünce, insanların yaşam biçimlerindeki farklılıkları görünce, o
zaman daha gerçek kişileri canlandırmak istiyorsun. O zaman kıvranmalara,
arayışlara, talep etmeye başlıyorsun. O yıllarda fiziksel değerler daha öndeydi.
Fiziği neyi çağrıştırıyorsa o roller teklif ediliyordu. Onun içindeki insan
nedir o kadar önemli değildi. Sonra bunun fikri var, düşünüyor, araştırıyor,
zorluyor dedirtmeyi becerdim çok şükür.
20'li yaşlarınızda sizi kötü bir kadını canlandırırken izlemek ilginç olurdu.
Ben o tanımı sevmiyorum. Dün kötü kadın dediğin erkekleri baştan çıkaran
fahişelerdi, "Şunu benim için öldür" diyen kadınlardı. Zavallı o kadınlar çok
kıymetli oyunculardı, halk onları basit, ucuz, müsait kadın zannederdi. Onun
için Türkan Şoray kanunları vardı. Oyuncu olarak gençlerden Fadik Sevin Atasoy
çok cesur işler yapıyor. Karakter oynuyor. Şimdi ortam daha müsait.
Yeşilçam'dan insanlarla görüşüyor musunuz?
Görüşmeye çalışıyoruz. Çünkü birbirimizi anlıyoruz. Birbirimizi daha sevgi ve
saygıyla kucaklıyoruz. Daha değerli görüyoruz. “Siz hiç mi polemiğe girmediniz”
diyorlar. O zaman hayal bile etmediğimiz şeyler. Belki de tenezzül de
etmediğimiz şeyler. Tabii ki Fatma Girik'in vizyona giren filmi ne kadar hasılat
yaptı merak ediyorsun, istiyorsun ki onu geç, o da istiyor ki Türkan'ı geçsin.
Bu doğal. Ama gider o filmi seyredersin, telefon açarsın. Tebrik edersin, o da
sana "Saçını böyle kestirme" der. Karşılaştığında sevinirsin, dayanamaz sarılıp
öpersin. Saflık, temizlik, dürüstlük vardı.
O zamanki set koşullarından bir anı var mı aklınızda?
Beş aylık hamileyken ‘Kalbimin Efendisi’ filminde tombiş bir kız rolü
oynuyordum. Yönetmen Ertem Eğilmez'di. Çiftlik ağasının kızıydım. Ata binmem
gerekiyordu. Bindim, çekildi. İş bitince Ertem Abi ellerimi tuttu sarıldı,
dakikalarca sarılı kaldık ve ağlamaya başladı "Beni affet" diye. "Hadi be
evladım ben işe kaptırdım kendimi unuttum senin hamile olduğunu sen nasıl
unuttun? Ya at şaha kalksa, attan düşsen, ya bebek düşse? Bütün bu sorumluluğu
ben hayatım boyunca nasıl taşırdım?" dedi. O zaman ben de başladım ağlamaya. O
an ikimiz de fark ettik ki, ne o Ertem Eğilmez, ne ben Hülya Koçyiğit'im. Biz
bir iş yapıyoruz ve çok büyük bir aşkla yapıyoruz. Yüzmeyi, ata binmeyi,
bisiklete binmeyi rolüm gerektirdiği için öğrendim. 15 buçuk yaşında başladım
çünkü film çekmeye.
Peki, böyle olmak, Hülya Koçyiğit'i yaratmak zor değil mi? Hep kontrollü
müsünüz?
Kontrolle yaşıyorum ama bunu bilerek, fark ederek değil. Kendiliğinden böyle,
böyle akıyor nehir. Yaptığım şeyler bana hatırlatılıyor. "Çok hoşnut bir haliniz
var" diyorlar. Yüzümün gülüyor olması, "sevgi sunuyorum, hoş görüyorum,
affediyorum, paylaşmak istiyorum" demek.
“Şöhretin kolay elde edildiğini gördüm”
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Suna Pekuysal oyundan gelir, örgüsünü örer,
yemeğini yapar, çocuğunu büyütürmüş. Siz de bir yanda anne ve eş olarak da bir
figür oldunuz.
O benim mesleğim, bu da benim doğal yaşamım. Ben böyle bir yaşam yaşamıyorsam,
bir evin sorumluluğunu almıyorsam, işimi yaparken ne kadar gerçek, ne kadar
dürüst olabilirim ki? Şöhret, alkışlar, büyük iltifatlar, ödüllerin rüyasına ve
hülyasına çok da fazla kapılmamak, hazzını kendi içinde yaşamak lazım. Hiçbir
zaman o çok renkli ışıklara kendimi kaptırmadım. Ha, her zaman istedim, her
zaman çok aradım, ama o çok kolay elde edilebilen bir şeymiş zamanla onu da
gördüm. Mesleği için hiç çaba sarf etmemiş, eğitim görmemiş, sabır göstermemiş
bir insan sadece güzelliğiyle, sansasyon yaratmasıyla halkın aynı derecede
ilgisini görüp aynı derecede talep yaratabiliyordu. Benim yolum bu olamazdı. İki
kişinin istemesiyle çocuk da büyütüyorsunuz, eviniz de yürüyor. O istek, o sevgi
varsa o enerji o kadar güzel bir sinerji yaratıyor ki. O zaman bakıyorsunuz
çocuk da büyümüş, yuvanız da yürüyor, işiniz de… İnanın hiç zor değil.
Ünlülerin anne olması son yıllarda moda oldu yine. Eskiden hayata karışmayan
"tanrı oyuncu" modeli vardı.
Eskiden Hollywood döneminde sanatçı evlenmez, çocuk doğurmaz resim, ikon gibi
gezerdi. Avrupa zihniyeti bunu ezdi geçti. Daha gerçek, daha yaşayan oyuncular
oldu. Yaşıyorlar, evleniyorlar, sosyal hayatın içinde varlar. Sivil toplum
hareketlerine katılıyorlar.
13 Ağustos 2008
"PANDORA'NIN KUTUSU" AÇILIYOR
"PANDORA'NIN KUTUSU" AÇILIYOR Yazdır E-Posta
Yeşim Ustaoğlu, San Sebastian Film Festivali’nin en büyük ödülü "Altın
İstiridye" için "Pandora’nın Kutusu" adlı filmiyle yarışacak.
Uçan Süpürge Haber Merkezi
25/07/2008
MADRİD - Sinema dünyasının önemli festivallerinden ve İspanya’nın Bask
bölgesindeki düzenlenen San Sebastian Uluslararası Film Festivali’nin "Altın
İstiridye" adlı en büyük ödülü için Yeşim Ustaoğlu, "Pandora’nın Kutusu" adlı
filmiyle yarışacak.
Yeşim Ustaoğlu
San Sebastian Uluslararası Film Festivali organizasyonundan alınan bilgilerde,
"Altın İstiridye" bölümünde Yeşim Ustaoğlu ile birlikte yarışacak diğer
yönetmenler arasında İngiliz Michael Winterbottom, Japon Hirokazu Kore-eda,
İranlı Samira Makhmalbaf, İspanyol Javier Fesser ve Belen Macias’ın bulunduğu
belirtildi.
Bu yıl 56. düzenlenen festival 18-27 Eylül tarihleri arasında yapılacak. (UY)
28 Temmuz 2008
"SON KUMSAL"A YASAKLAMA
"SON KUMSAL"A YASAKLAMA Yazdır E-Posta
Geçen yıl 10. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’ne ‘Yollar
Çimen Bağladı’ adlı filmiyle katılan Rüya Arzu Köksal’ın, eşi Aydın Kudu’yla
birlikte çektiği ‘Son Kumsal’ belgeseli Kastamonu’da İnebolu belediye başkanının
engeline takıldı. Filmi yarıda kestiren başkan yönetmeni de kovdu. SİYAD olayı
kınadı.
Uçan Süpürge Haber Merkezi
25/07/2008
Geçen yıl 10. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’ne ‘Yollar
Çimen Bağladı’ adlı filmiyle katılan Rüya Arzu Köksal’ın çektiği Karadeniz Sahil
Otobanı projesini konu alan belgesel film ‘Son Kumsal’, Kastamonu’da belediye
başkanı engeline takıldı. Bu yıl Ankara Film Festivali’nde belgesel dalında
üçüncülük kazanan ‘Son Kumsal’ Kültür Bakanlığı desteğiyle çekilmişti.
Aydın Kudu&Rüya Arzu Köksal
Filmin Kastamonu’daki gösterimini yarıda kestirerek Köksal ve yönetmen eşi Aydın
Kudu’yu kovan İnebolu Belediye Başkanı İdris Güleç, belgeselde Başbakan
Erdoğan'ın doğayı tahrip etmiş gibi gösterildiğini öne sürdü. Hürriyet
gazetesinin haberine göre başkan şöyle dedi: “Bugün de aynı düşüncedeyim ve
yarın da Başbakanıma karşı bir hakaret, haksızlık yapıldığında aynı şekilde
müdahale ederim. Ben bundan da çekinmem. Beni de reklam edip meşhur ettiği için
de kendisine teşekkür ederim. Hem ilçemin adı duyuldu, hem de ben meşhur oldum.”
14 yıldır belediye başkanlığı yaptığını söyleyen Güleç, filmde Başbakan
Erdoğan’ın otobanla ilgili konuşmalarına yer verildikten sonra, iş makineleri ve
dozerlerin gösterildiğini, Başbakanın doğayı tahrip ettiği izlenimi veren bu
görüntülere halka açık gösterimde yer verilemeyeceğini belirterek gösterimi
yarıda kestirmiş ve yönetmenleri kovmuştu.
Son Kumsal belgeseli, 15 Temmuz’dan beri Karadeniz'in sahil kasabası ve
ilçelerinde ayrı ayrı gösteriliyor. Belgesel, Kerpe, Ereğli, Bartın, İnkumu,
Amasra ve Cide'de gösterildi.
SİYAD’dan kınama
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), İnebolu ve Abana yerel yöneticilerini kınayan
bir açıklama yayınladı. Açıklama şöyle:
“SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) olarak Son Kumsal adlı filmin İnebolu ve
Abana'daki halka açık gösterimlerinin otoritelerini keyfi biçimde kullanan yerel
yöneticiler tarafından yasaklanmasını kınıyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğünün
çiğnenmesinin yanı sıra bir sanat yapıtının izleyiciyle buluşmasının birden
fazla kez engellendiği bu durumdan üzüntü ve kaygı duyuyoruz. Ortada işlenmiş ya
da işlenmesi muhtemel bir suç olmadığı bilindiği halde, ancak faşizan ülkelerde
örneğine rastlanır şekilde "Son Kumsal" adlı belgeselin yasaklanması, sadece
yaratıcılarının değil bu belgeseli izlemek isteyenlerin özgürlüklerini de
kısıtlamıştır. Son Kumsal’ın suç unsuru içermediği gibi bugün her sorumlu
bireyin üstlenmesi gereken, çevre sorunlarını ele almak, çevre bilinci yaratmak
ve doğal çevreyi tahrip eden iktidar odaklarını eleştirmek görevini yerine
getiren bir belgesel olduğuna birçok gösterimi sırasında onlarca izleyici,
belgeselci, basın mensubu ve film eleştirmeni tanıklık etti. Son Kumsal’ın
yaratıcılarından, İnebolu ve Abana sakinlerinden özür dilenmeli ve bir an önce
Son Kumsal’ın gösterimi gerçekleştirilmelidir.” (SD)
28 Temmuz 2008
LÜKÜS HAYAT'IN 'ZEYNEP'İ ARTIK YOK
LÜKÜS HAYAT'IN 'ZEYNEP'İ ARTIK YOK Yazdır E-Posta
Sinemada 90’dan fazla filmde rol alan, tiyatroda birçok ödülü bulunan,
televizyon dünyasının sevilen isimlerinden olan Suna Pekuysal, yaşama veda etti.
Çoğunlukla yardımcı kadın rollerinde unutulmaz oyunculuğuyla kendini var eden
Pekuysal, 75 yaşındaydı.
Uçan Süpürge Haber Merkezi
22/07/2008
İSTANBUL - Onu belki de en çok Lüküs Hayat’tan hatırlıyoruz. 9 mart 1985’te ilk
kez sahnelenen Lüküs Hayat opereti bu yıl 24. yaşına girdi. Başrollerden biri
olan Rıza’yı canlandıran Zihni Göktay dışında yıllar içinde tüm kadrosu değişen
bu başyapıt, Türkiye tiyatrosunun kilometre taşlarından biri. Bu esere can
verenlerden biri olan, yıllarca ‘Zeynep’ rolüyle Lüküs Hayat’ta sahneye çıkan
Suna Pekuysal, artık yok.
1933 yılında doğan Suna Pekuysal, sinema, tiyatro ve televizyon dünyasının
sevilen isimlerindendi. Uzun yıllar emek verdiği sinemada Yaprak Dökümü,
Samanyolu, Kanlı Nigar, Otobüs Yolcuları, Küçük Hanım serisi gibi 90’dan fazla
filmde rol aldı. Ne var ki, ödüllerini hep tiyatrodan aldı; Belkıs Dilligil
Ödülü, Muhsin Ertuğrul Emek Ödülü, Afife Ödülü…
Sinemanın yanı sıra televizyon dizilerinde de karşımıza çıktı Suna Pekuysal.
Rahatsızlığı artınca sahnelerden de film setlerinden de televizyondan da uzak
kaldı. Pekuysal, birkaç hafta önce düşmüş ve kırık nedeniyle hastaneye
kaldırılmıştı.
Çoğunlukla yardımcı kadın rollerinde unutulmaz oyunculuğuyla kendini var eden
Suna Pekuysal, 22 temmuzda yaşama veda etti. (SD)
28 Temmuz 2008
.
"HUYSUZ VE TATLI" KADIN ARTIK YOK
80'lerin unutulmaz televizyon dizisi 'Altın Kızlar'da huysuz ve sevimli Sophia
karakterini canlandıran Estelle Getty yaşama veda etti.
Televizyonda 1980’li yıllarda gösterilen "Altın Kızlar" dizisinin oyuncularından
Estelle Getty, 84 yaşında yaşama veda etti.
Bir zamanların çok sevilen dizisinde ufak tefek ve alaycı Sophia karakterini
canlandıran Getty, bu rolü alıp dünya çapında üne kavuşmadan önce 40 yıl
oyunculukta başarı kazanmak için çabalamıştı.
"Altın Kızlar"
Sinemaya ‘Team-Mates’ (1978) adlı filmle başlayan oyuncu, ‘Tootsie’ (1982),
‘Maske’ (Mask, 1985), ‘Mannequin’de (1987) oynadı. Asıl çıkışını Miami’deki bir
evi paylaşan 4 emekli kadının maceraları komik bir şekilde anlatan “Altın
Kızlar” (1985) adlı dizide canlandırdığı huysuz ve sevimli Sophia Petrillo
rolüyle yaptı. Kendisine Emmy ve Altın Küre ödülleri getiren dizi 1992’ye kadar
sürdü. Aynı sene Sylvester Stallone’yle birlikte ‘Dur! Yoksa Annem Ateş Edecek’
(Stop! Or My Mom Will Shoot, 1992) adlı filmde oynayan Getty, çeşitli TV
dizilerinde kariyerine devam etti.
En son ‘Küçük Kardeşim’ (Stuart Little, 1999) ve ‘The Million Dollar Kid’ (2000)
gibi filmlerde oynayan Getty 84 yaşındaydı. (UY)
Uçan Süpürge Haber Merkezi
22/07/2008
28 Temmuz 2008
"BU NE GÜZEL DEMOKRASİ!" SARAYBOSNA YOLCUSU
Belmin Söylemez, Berke Baş, Haşmet Topaloğlu, Somnur Vardar’ın yönettiği ‘Bu Ne
Güzel Demokrasi!’ belgeseli 14. Saraybosna Film Festivali'nin resmi programına
davet edildi.
15-23 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Saraybosna Film
Festivali'nde filmin uluslararası prömiyeri yapılacak.
Filmist film kolektifi tarafından gerçekleştirilen belgesel altı kadın adayın
2007 seçimlerindeki mücadelelerini ve kadının siyasette yer edinme çabasını
anlatıyor.
6 farklı kadın öyküsü
Türkiye, 2007 yazı. Genel seçimlere iki ay var. Altı farklı kadın aynı hedef
için büyük bir mücadele veriyor: milletvekili seçilmek. Bir iş kadını, bir
profesör, muhalefetin en genç adayı, bir Kürt aktivist ve iki eski genelev
çalışanı... Kadınlarla dolu evlerden sünnet törenlerine koşturuyorlar, bir gün
bir yas evine konuk oluyorlar ertesi gün partilerinin mitingine katılıyorlar.
Her an, her aşamada üzerlerinde baskı var: erkekler, para, zaman, talepkar
seçmenler ve tabii rekabet.
Bağımsız bir yapım
'Bu Ne Güzel Demokrasi!' filmist kolektifi tarafından tamamen bağımsız olarak
gerçekleştirildi ve çoğu gönüllülerden oluşan bir ekiple çekildi. İsveç
Başkonsolosluğu filmin post-prodüksiyon (kurgu) aşamasında destek oldu. Filmin
ilk gösterimi 18 Nisan 2008'de 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde
yapıldı.
Filmist Film Kolektifi
Filmist Film Kolektifi 2006 yılında altı bağımsız sinemacı tarafından kuruldu.
Kurucu üyeleri Belmin Söylemez, Berke Baş, Somnur Vardar, Haşmet Topaloğlu,
Elvan Kıvılcım ve Melis Birder. Kolektif, ağırlıklı olarak güncel sosyal-politik
konular üzerine belgesel ve uzun metraj çalışmalar yapmayı planlıyor. 'Bu Ne
Güzel Demokrasi!' filmist'in ilk ortak projesi. (UY)
Konuyla ilgili adresler:
www.filmist.org
Uçan Süpürge Haber Merkezi
21/07/2008
28 Temmuz 2008
FIPRESCI ÖDÜLÜ 'UTANÇ'A GİTTİ
FIPRESCI ÖDÜLÜ 'UTANÇ'A GİTTİ Yazdır E-Posta
8-15 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen 11. Uçan Süpürge Uluslararası
Kadın Filmleri Festivali'nde kazanan film belli oldu. Uluslararası Film
Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü İranlı yönetmen Hana Makhmalbaf’ın filmi
‘Utanç’a verildi.
Dünyada FIPRESCI Ödülü’nü veren tek kadın filmleri festivali olan Uçan
Süpürge’de bu senenin ödülü İran’a gitti.
15 Mayıs Perşembe günü festivalin Kızılırmak Sineması’nda yapılan kapanış
töreninde açıklanan Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü
İranlı yönetmen Hana Makhmalbaf’ın 18 yaşında çektiği ‘Utanç’ (Buda as sharm
foru rikht) adlı filmine verildi.
Almanya’dan Angelika Kettelhack, Fransa’dan France Hatron ve Türkiye’den Burcu
Aykar Şirin’den oluşan FIPRESCI Jürisi ödülü ‘Utanç’a verme gerekçesinde şunları
söyledi:
“Bu film, yaşam ile ölüm arasındaki çizginin çok ince olduğu bir coğrafyada
büyüyen çocukların hayata, insanlara bakışlarının baştan nasıl çarpıtıldığını
zekice ve cesurca belgeliyor. Bazı çocuklar kendilerini büyüklerden öğrendikleri
savaş oyununa kaptırsa da, bazıları bu oyunun anlamsızlığının farkında. Küçük
bir kız, hayata dair ölümden başka hikâyeler de öğrenmek adına verdiği savaşta
çok güçlü, cesur ve sabırlı olabiliyor. Gerçeği yakalama peşindeki belgeselvari
tarzıyla film, Afganistan’da yaşanan “gerçeklik”in aslında ne kadar absürt ve
utanç verici olduğunun altını çiziyor. Küçük Baktay’ın mücadelesi herkese,
özellikle kadınlara ilham verebilecek nitelikte."
'Utanç', Hana Makhmalbaf’ın ilk uzun filmi. İranlı Hana’nın 18 yaşında çektiği
ve Berlin’den Selanik’e pek çok festivalden ödüller toplamış bu filmi
Afganistan’da bir köyde geçiyor ve altı yaşındaki Baktay’ın öyküsünü anlatıyor.
7 yaşında ilk filmini çekti
Marziyeh Meshkini (Şaşkın Köpekler) ile Mohsen Makhmalbaf’ın (Kandahar) kızı,
Samira Makhmalbaf (Kara Tahta) ile Maysam Makhmabaf (Samira Kara Tahta’yı Nasıl
Çekti) kızkardeşi olan Hana, 7 yaşında babasının yönettiği ‘A Moment of
Innocence’ filminde oynadı. 8 yaşında ‘The Day My Aunt Was Ill’ adlı ilk kısa
filmini çekti ve bu film kendisi sadece 9 yaşındayken Locarno Film Festivali’nde
gösterildi. 14 yaşındayken Afganistan’da çektiği, ilk belgeseli ‘Joy of Madness’
2003 yılında Venedik Film Festivali’nde üç ödül kazandı.
17 Mayıs 2008
SEDA AKMAN SUNUYOR, FIPRESCI AÇIKLANIYOR, UÇAN SÜPÜRGE MOLA VERİYOR!
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 15 Mayıs akşamı saat
19.00’da Kızılırmak Sineması’nda yapılacak kapanış töreniyle sona eriyor. Oyuncu
Seda Akman’ın sunacağı törende, Kısa Film Öyküsü Yarışması’nın birincisi ile
FIPRESCI Ödülü’nü kazanan film açıklanacak. Ödül alan film törenin ardından
ücretsiz gösterilecek.
Vakıfbank’ın sponsorluğunda, Kültür Bakanlığı ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun
katkılarıyla düzenlenen 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri
Festivali’nde 27 ülkeden 88 kadın yönetmenin 89 filmi yedi gün boyunca
sinemaseverlerle buluştu.
Festivalin kapanış töreni, 15 Mayıs Perşembe akşamı saat 19.00’da Kızılırmak
Sineması’nda yapılacak. Sinema filmleri ve televizyon dizilerinin başarılı
oyuncusu Seda Akman’ın sunacağı törende iki ödül, sahiplerini bulacak.
Festival kapsamında her yıl düzenlenen Kısa Film Öyküsü Yarışması’nın birincisi
kapanış töreninde açıklanacak.
Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Jürisi ise festivalin “Her
Biri Ayrı Renk” başlıklı bölümünde izlediği 12 filmden birine ödül verecek. Tüm
dünyada tüm kadın filmleri festivalleri içinde yalnızca Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri’nde verilen ve çok prestijli kabul edilen bu ödül,
kapanış töreninde sahibi bulacak. Ödülü alacak olan film, törenin ardından
ücretsiz gösterilecek.
Kapanış törenine tüm sinemaseverler davetli.
14 Mayıs 2008
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde Ödüller Belli Oldu
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 8-15 Mayıs 2008 tarihleri
arasında 11. kez gerçekleştirilecek. Festivalde bu yıl;
Uçan Süpürge Onur Ödülü’nü Nilüfer Aydan,
Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nü ise Meral Çetinkaya alacak.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, sinemaya yönetmenlik ya da
oyunculuk alanında emek vermiş kadınların emeklerini görünür kılmak amacıyla
düzenlediği Uçan Süpürge Onur Ödülü’nü bu yıl;
52 yıldır Türkiye sinemasına emek verdiği, başrolden karakter oyunculuğuna pek
çok filmde rol aldığı, Yeşilçam geleneğinden geldiği halde yeni Türk sinemasına
başarıyla uyum sağladığı, zirvede olduğu dönemde bile “yıldız” olmaya çalışmadan
bağımsız kimliğini ve özgür ruhunu koruduğu, sinema tutkusunu hiç yitirmediği ve
hâlâ sinemada özgün ve farklı karakterleri yaratmaya devam ettiği için Nilüfer
Aydan’a veriyor.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali; erkeklere ait sinema
dünyasında kadın olarak tüm olumsuzluklara karşı düşlerini gerçek yapmayı
başarmış kadınların simgesi Bilge Olgaç adına, sinemanın farklı alanlarında
başarılı olmuş kadınlara verilen Başarı Ödülü’nü ise bu yıl;
Rol aldığı filmlerdeki güçlü ve etkileyici performansı, küçük rollerde bile
özenle ve derinlikle yarattığı unutulmaz kişiliklerle karakter oyunculuğunun
önemini ve değerini bir kez daha kanıtladığı için ve sinemaya verdiği emekten
dolayı Meral Çetinkaya’ya veriyor.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivalinde, senaryosu Demet
Saka'ya ait "Şişme Kadın" filmi birincilik, İranlı yönetmen Hana Makhmalbaf'ın
"Utanç" adlı filmi Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIBRESCI) ödülünü
aldı.
15 Mayıs Perşembe günü festivalin Kızılırmak Sineması’nda yapılan kapanış
töreninde açıklanan Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü
İranlı yönetmen Hana Makhmalbaf’ın 18 yaşında çektiği ‘Utanç’ (Buda as sharm
foru rikht) adlı filmine verildi.
Almanya’dan Angelika Kettelhack, Fransa’dan France Hatron ve Türkiye’den Burcu
Aykar Şirin’den oluşan FIPRESCI Jürisi ödülü ‘Utanç’a verme gerekçesinde şunları
söyledi:
“Bu film, yaşam ile ölüm arasındaki çizginin çok ince olduğu bir coğrafyada
büyüyen çocukların hayata, insanlara bakışlarının baştan nasıl çarpıtıldığını
zekice ve cesurca belgeliyor. Bazı çocuklar kendilerini büyüklerden öğrendikleri
savaş oyununa kaptırsa da, bazıları bu oyunun anlamsızlığının farkında. Küçük
bir kız, hayata dair ölümden başka hikâyeler de öğrenmek adına verdiği savaşta
çok güçlü, cesur ve sabırlı olabiliyor. Gerçeği yakalama peşindeki belgeselvari
tarzıyla film, Afganistan’da yaşanan “gerçeklik”in aslında ne kadar absürt ve
utanç verici olduğunun altını çiziyor. Küçük Baktay’ın mücadelesi herkese,
özellikle kadınlara ilham verebilecek nitelikte."
‘Utanç’, Hana Makhmalbaf’ın ilk uzun filmi. İranlı Hana’nın 18 yaşında çektiği
ve Berlin’den Selanik’e pek çok festivalden ödüller toplamış bu filmi
Afganistan’da bir köyde geçiyor ve altı yaşındaki Baktay’ın öyküsünü anlatıyor.
7 Yaşında İlk Filmini Çekti
Marziyeh Meshkini (Şaşkın Köpekler) ile Mohsen Makhmalbaf’ın (Kandahar) kızı,
Samira Makhmalbaf (Kara Tahta) ile Maysam Makhmabaf (Samira Kara Tahta’yı Nasıl
Çekti) kızkardeşi olan Hana, 7 yaşında babasının yönettiği ‘A Moment of
Innocence’ filminde oynadı. 8 yaşında ‘The Day My Aunt Was Ill’ adlı ilk kısa
filmini çekti ve bu film kendisi sadece 9 yaşındayken Locarno Film Festivali’nde
gösterildi. 14 yaşındayken Afganistan’da çektiği, ilk belgeseli ‘Joy of Madness’
2003 yılında Venedik Film Festivali’nde üç ödül kazandı.
Kaynak
sinemasinemadir.com
Uçan Süpürge'nin FIPRESCI'ye Aday Filmleri Belli Oldu
11. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde FIPRESCI ödülü için
yarışacak filmler belli oldu. Yarışmaya Türkiye'den Fikret Bey filmi katılıyor.
Sonuçlar 15 Mayıs'ta açıklanacak.
11. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde "Her Biri Ayrı Renk"
bölümünde yer alan 12 film, Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI)
Ödülü için yarışacak.
Bu yıl Almanya'dan Angelika Kettelhack, Fransa'dan France Hatron ve Türkiye'den
Burcu Aykar Şirin'den oluşan FIPRESCI Jürisi Arjantin, Avusturya, Belçika,
Brezilya, Fransa, Hollanda, İran, İspanya, İsrail, Polonya ve Türkiye'den
yarışmaya katılan filmlerden birini seçecek.
8-15 Mayıs tarihleri arasında Ankara'da düzenlenecek olan Uçan Süpürge Festivali
dünyada FIPRESCI Ödülü'nü veren tek kadın filmleri festivali.
Festivalde Avusturya adına yarışan "Az Önce Oldu" (Kurz davor ist es passiert)
kadın ticareti sorununu gerçek öyküler ekseninde ele alıyor. Anja
Salomonowitz'in Berlin'den "Caligari", Viyana'dan da "En İyi Film" ödüllerini
toplayan filmi, kurguyla kurmaca arasında seyircinin vicdanını da sorguluyor.
Emmanuelle Cuau'nun festivallerde çok beğenilen filmi "Çok Mersi" (Trés Bien,
Merci) ise traji-komik bir öykü anlatıyor. Cannes Film Festivali'nden Altın
Kamera Ödülü'yle dönen "Denizanası" ise, insanlık durumlarına dair çokparçalı
öyküler anlatıyor. Yarışmaya Hollanda'dan katılan "Gerçek Aşk Kördür" (Blind)
etkileyici görüntüleri ve müziğiyle öne çıkıyor.
Yeni sözcükler yaratması bakımından sık sık James Joyce'la karşılaştırılan,
Brezilya'nın önde gelen yazarlarından João Guimarães Rosa'nın bir romanından
uyarlanan "Mutum", 10 yaşındaki bir çocuğun gözünden hayatı anlatıyor. Film
Sandra Kogut'un Berlin Film Festivali'nde Özel Ödül aldı.
Kedzierzawska da yarışmada
Polonya'dan Dorota Kedzierzawska'nın "Ölmek Zamanı", Belçika'dan Marion
Hänsel'in San Sebastian Film Festivali'nden ödülle dönmüş filmi "Rüzgar Kumları
Kaldırırsa" (Si le vent souleve le sable) katılıyor. Yarışmaya Brezilya'dan
"Samanyolu", Arjantin'den FIPRESCI Ödülü almış olan Ana Katz'ın çektiği "Tatilde
Yalnız" (Una Novia Errante) filmi katılıyor. İran'dan Hana Makhmalbaf'ın ilk
uzun filmi "Utanç" festivalde yarışacak. Cannes'da Eleştirmenler Haftası'nda
Büyük Ödül kazanan Lucia Puenzo'nun ilk uzun metrajlı filmi `XXY' ise
hermafrodit (çift cinsiyetli) bir gencin çarpıcı öyküsünü anlatıyor.
Türkiye'yi Fikret Bey temsil ediyor
Senaryosunu Necla Algan'la birlikte yazan Selma Köksal'ın ilk uzun filmi "Fikret
Bey" bu bölümde gösterilecek tek Türkiye yapımı film. Fikret Özsoy adlı
işadamının, yaşamının son dönemindeki bir gününün öyküsünü anlatıyor.
Yönetmenlerden Tamar van den Dop, Emmanuelle Cuau ve Lina Chamie festival
tarihlerinde Ankara'da olacaklar. Yönetmenler gösterimlerin ardından
seyircilerle sohbet edecekler. Kazanan film 15 Mayıs'ta açıklanacak. Ödül alan
film 15 Mayıs Perşembe günü festivalin kapanış töreninin yapılacağı Kızılırmak
Sineması'nda açıklanacak ve törenin ardından ücretsiz gösterilecek.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 15 Mayıs akşamı saat
19.00 da Kızılırmak Sinemasında yapılacak kapanış töreniyle sona eriyor. Oyuncu
Seda Akmanın sunacağı törende, Kısa Film Öyküsü Yarışmasının birincisi ile
FIPRESCI Ödülünü kazanan film açıklanacak. Ödül alan film törenin ardından
ücretsiz gösterilecek.
Vakıf Bankın sponsorluğunda, Kültür Bakanlığı ve Başbakanlık Tanıtma Fonunun
katkılarıyla düzenlenen 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri
Festivalinde 27 ülkeden 88 kadın yönetmenin 89 filmi yedi gün boyunca
sinemaseverlerle buluştu.
Festivalin kapanış töreni, 15 Mayıs Perşembe akşamı saat 19.00 da Kızılırmak
Sinemasında yapılacak. Sinema filmleri ve televizyon dizilerinin başarılı
oyuncusu Seda Akmanın sunacağı törende iki ödül, sahiplerini bulacak. Festival
kapsamında her yıl düzenlenen Kısa Film Öyküsü Yarışmasının birincisi kapanış
töreninde açıklanacak.
Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Jürisi ise festivalin "Her
Biri Ayrı Renk" başlıklı bölümünde izlediği 12 filmden birine ödül verecek. Tüm
dünyada tüm kadın filmleri festivalleri içinde yalnızca Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmlerinde verilen ve çok prestijli kabul edilen bu ödül,
kapanış töreninde sahibi bulacak. Ödülü alacak olan film, törenin ardından
ücretsiz gösterilecek.
Kapanış törenine tüm sinemaseverler davetli.
festival.ucansupurge.org/
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında düzenlenen
“Beden” konulu Kısa Film Öyküsü Yarışması sonuçlandı. 113 eserin katıldığı
yarışmada, Gülden Treske, Mutlu Binark ve Selen Doğan’dan oluşan jürinin
değerlendirmesi sonucunda, 10 öykünün yazarı, festival tarihlerinde Ankara’da
Işıl Özgentürk yönetiminde yapılacak olan Senaryo Atölyesi’ne katılmaya hak
kazandı.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 1999’dan beri her yıl
düzenlediği Kısa Film Öyküsü Yarışması, kısa filmin gelişmesine katkıda bulunmak
ve filmlerde kadın bakış açısını artırmak amacını taşıyor. Festivalin
vazgeçilmezlerinden olan yarışma, sektöre yeni yazarlar da kazandırıyor.
Bu sene yarışmaya yurt içi ve yurt dışından toplam 113 kısa film öyküsü katıldı.
Gülden Treske, Mutlu Binark ve Selen Doğan’dan oluşan jüri, yaptığı
değerlendirme sonucunda, atölye çalışmasına davet edilecek 10 öykünün yazarını
belirledi. Öyküler; sinematografik nitelik, anlatım dili, yenilik ve
yaratıcılık, öykülerin yarışma temasıyla uyumu, temaya farklı açılımlar getirme
becerisi, özgünlük, içsel tutarlılık ve yazarın eserine yansıttığı bakış açısı
göz önüne alınarak değerlendirildi.
Seçilen öyküler ve yazarları şöyle:
(Kazanan öyküler arasında bir derecelendirme yoktur)
“Cariye İstiare” / Harun Savaş, İstanbul
“Bir Bedenin Anatomisi” / Burcu Büyükakkaş, İstanbul
“Balon Kız” / Alperen Yeşil, İzmir
“Bir Varmış, Bir Yokmuş” / Hakkı İnanç, İstanbul
“Pasif Direniş” / Rahme Çiftçioğlu, York-İngiltere
“Göz Değmemiş Beden” / Ümit Çalışıcı, Gaziantep
Hayalperest / “Umuda Yolculuk” / Berrin Peközsoy Eroğlu, İstanbul
Magicofwings / “Cansız Manken” / Merve Özdemir, İzmir
Okyanus / “Şişme Kadın” / Demet Saka, İzmir
Armina / “Teşhir mi?” / Dilşah Özdinç, Ankara
Bu on eserin yazarı, 9-10-11 Mayıs 2008 tarihlerinde Ankara’da, Işıl Özgentürk
yönetimindeki Senaryo Atölyesi’ne katılarak kısa film öykülerini
senaryolaştıracaklar. Atölye çalışması sonucunda seçilecek bir senaryo, sponsor
bulunduğu takdirde filme çekilerek bir sonraki yıl festivalde gösterilecek.
Senaryo Atölyesi, Ankara Goethe Enstitüsü ve Mülkiyeliler Birliği’nin
katkılarıyla gerçekleşecek.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 8-15 Mayıs tarihleri
arasında düzenleniyor.
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, ‘barış’ temalı bölümünü Pippa Bacca’ya
adıyor. Festival, savaşın acıtan gerçekliğiyle barış umudu arasında sıkışmış
öykülerin kadın gözüyle anlatıldığı “Barış Ne Zaman?” başlıklı bölümünde yer
alan 7 filmle, Bacca’nın yarım kalan yürüyüşüne sinemayla destek verecek.
“Barış Gelini” projesi için 8 Mart’ta sanatçı arkadaşı Silvia Moro ile
Milano’dan yola çıkan İtalyalı sanatçı Pippa Bacca’nın Türkiye’de yarım kalan
yürüyüşünü Uçan Süpürge sürdürüyor. 8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da
gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, ‘barış’
temalı bölümünü, Türkiye’de tecavüze uğrayıp öldürülen Pippa Bacca’ya adıyor.
Festival, savaşa karşı barış öneren filmlerle, Bacca’nın ‘barış’ düşüne katkıda
bulunmayı amaçlıyor.
“Barış Ne Zaman?” Şimdi!
Savaşın acıtan gerçekliğiyle barış umudu arasında sıkışmış öykülerin kadın
gözüyle anlatıldığı filmlerden oluşan “Barış Ne Zaman?” bölümünde 3 kurmaca, 2
belgesel ve 2 kısa olmak üzere 7 film yer alıyor.
Bölümün kurmaca filmleri İran sinemasından geliyor. Bunlardan ilki İran-Irak
savaşının göbeğine kamerasını yerleştiren Ensieh Shah-Hosseini’nin 2006 tarihli
filmi ‘Hoşça Kal Hayat’ (Shab Bekheir Farmandeh). Karlovy Vary Film
Festivali’nden ödüllü bu film, kendini öldürmek isteyen bir kadının gönüllü
savaş muhabiri olmasını anlatan etkileyici bir dram.
İran sinemasının önemli isimlerinden Rakhshan Bani Etemad’ın Irak-İran savaşı
döneminden bir öykü anlattığı 2005 tarihli ‘Gilaneh’ ise bir annenin cesaretini
ve mücadelesini betimliyor. Etemad ayrıca festivalin konuğu olarak Ankara’ya
gelecek ve filminin gösteriminde seyircileriyle sohbet edecek.
Bu bölümde yer alan bir diğer İran filmi ise ‘Şaşkın Köpekler’ (Sag-haye
velgard). Marzieh Meşkini’nin 2004 yılında çektiği film, Afganistan’da savaşın
yıkıcı etkisinden en çok etkilenenin çocuklar olduğu gerçeğinden yola çıkarak,
anneleri hapse giren iki çocuğun yaşadıklarına odaklanıyor.
“Barış Ne Zaman” bölümünde ayrıca, savaşın gerçekliğine birebir tanıklık eden,
özenle seçilmiş iki de belgesel var: ‘Çeçen Hikayesi’ (Birlyant, A Chechen
Story) ve ‘İki Arada’ (Double Exposure).
Bu bölümde yer alan kısa filmlere gelince… Almanya’dan Shohreh Jandaghian’ın
yönettiği ödüllü ‘Gülen Köpek’ (Smiling Dog) ile Monica Bravo’nun Londra’da,
gazete okumanın, radyoda haberleri dinlemenin, televizyon izlemenin ya da en
basitinden metroya binmenin bireyler üzerinde yarattığı korkuyu çarpıcı bir
dille anlattığı ‘Kendi Yanıma Bile Oturmazdım’ı (I Wouldn’t Sit Next To Myself).
Ayrıntılı bilgi için: festival @ ucansupurge.org
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 15 Mayıs akşamı saat
19.00’da Kızılırmak Sineması’nda yapılacak kapanış töreniyle sona eriyor. Oyuncu
Seda Akman’ın sunacağı törende, Kısa Film Öyküsü Yarışması’nın birincisi ile
FIPRESCI Ödülü’nü kazanan film açıklanacak. Ödül alan film törenin ardından
ücretsiz gösterilecek.
Vakıfbank’ın sponsorluğunda, Kültür Bakanlığı ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun
katkılarıyla düzenlenen 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri
Festivali’nde 27 ülkeden 88 kadın yönetmenin 89 filmi yedi gün boyunca
sinemaseverlerle buluştu.
Festivalin kapanış töreni, 15 Mayıs Perşembe akşamı saat 19.00’da Kızılırmak
Sineması’nda yapılacak. Sinema filmleri ve televizyon dizilerinin başarılı
oyuncusu Seda Akman’ın sunacağı törende iki ödül, sahiplerini bulacak.
Festival kapsamında her yıl düzenlenen Kısa Film Öyküsü Yarışması’nın birincisi
kapanış töreninde açıklanacak.
Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Jürisi ise festivalin “Her
Biri Ayrı Renk” başlıklı bölümünde izlediği 12 filmden birine ödül verecek. Tüm
dünyada tüm kadın filmleri festivalleri içinde yalnızca Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri’nde verilen ve çok prestijli kabul edilen bu ödül,
kapanış töreninde sahibi bulacak. Ödülü alacak olan film, törenin ardından
ücretsiz gösterilecek.
Kapanış törenine tüm sinemaseverler davetli.
http://festival.ucansupurge.org/
BUDA UTANÇTAN YIKILINCA
Küçücük bir Hazara kız çocuğu, kendinden biraz daha büyük komşu oğlan çocuğu onu
çok özendirince, arkadaşıyla birlikte okula gitmek ister; ve macera başlar.
Afganistan’da Taliban dinamitlemeden önce (2001) yüzyıllardır dağın yamacında,
kayaların içinde duran Buda heykellerinin olduğu yerde, orada yaşayan herkes
gibi, mağara kovuğunda yaşayan altı yaşındaki Baktay’ın (Nikbakht Noruz); ve
okula giden komşunun oğlu Abbas’ın (Abbas Alijome) peşine takılırız.
Baktay okula gitmek için, bir defter ve kalem sahibi olabilmek için uzun bir
yola çıkar ve okul okul gezinip, kendine bir yer bulmaya çalışırken ve her
gittiği okuldan kovulurken biz Afgan tarihini, bugünkü koşulları, Afaganistan’da
son 30-40 yıldır her gelen işgal gücünün ya da iktidarın bu ülkeyi nasıl
harabeye ve mutlak yokluğa ittiğinin manzarasını izleriz.
HEYKEL BİLE BU ŞİDDETTEN UTANIR
18 yaşındaki Hana Makhmalbaf İran sinemasının önemli film yönetmeni ve sinema
adamı Mohsen Makhmalbaf’ın Samira’dan sonraki küçük kızı. Ailenin film okulu ve
yapım şirketinde çalışan genç yetenekli kadınlar topluluğunun bir üyesi. İlkokul
ikinci sınıfta okulu bırakarak, film okulunda eğitim gören, aktif bir film ekibi
üyesi. Daha önce 9 yaşına yaptığı bir kısa filmi, belgeseli, kısa öyküleri ve
yayınlanmış bir şiir kitabı var. Türkiye’de İstanbul Film festival’inde ilk kez
gösterilen ‘Utanç’ filminin orijinal adı ‘Buda As Sharm Foru Rikht’ yani düz
çevirisi ile Buda Utancından Yıkıldı kinayeli bir çarpıtma aslında.
Mohsen Makhmalbaf, “Bir heykel bile bütün bu şiddetten, insafsızlıktan ve
bunların getirdiği çöküşten utanırdı” diyor. Dolayısıyla Farsça ve İngilizce
başlık, Afganistan’da yaşanan bunca zülüm ve terör için özellikle de yakın bir
geçmişte Buda heykelleri yok edilirken çok sayıda erkeğin kafaları kesilerek
katliama uğramalarına gönderme yapmakta.
Son derece basit, dünyanın her yerinde anlatılması mümkün bir hikâye izliyoruz.
Bu iki sevimli çocuk ve diğerleri ne kadar vahşi bir dünyada yaşarlarsa
yaşasınlar, masumiyetleriyle gönlümüz çeliyorlar. Başlangıçta, işte yine bir
İran filmi, bir ya da birkaç kahramanın ardına takılmış -özellikle de
çocukların- bir kamera, karakterin ya da olayların akışına kapılıp giderken,
bize kültüre, topluma, güne, dinamiklere ait bilgiler veren hissiyat geçirten
bir takip ve gözlem sineması diyecekken, birdenbire çok zeki bir boyutla oyun
içinde oyun; hikâye içinde hikâye oluşturan bir başka özellikle zenginleşiyor.
ÇOCUKLARIN ‘SAVAŞ’ OYUNU
Biz, kamera ve Abbas Baktay’ın peşi sıra çorak bir coğrafyada her şeyin yoklukla
idare edildiği bir dünyada dolanırken, Baktay’ın yolu oyun oynayan oğlan
çocukların arasına düşüyor. Yaşama hazırlayan, öğreten oyun, bu çocukların
oyununda trajik bir anlatı buluyor. Neyi görüp, nereye doğru yetişmekte
olduklarını da bunca kurbanlaştırıldıkları yaşamın içinde öfkeyi ve anlamsızlığı
nasıl içlerinden çıkartabildiklerini de izleme fırsatı buluyoruz. Böylece okul
isteğinin peşinden nahifçe ama korkusuz ve ısrarla giden bir küçük kız ve ona
değer veren ve destekleyen Abbas’ın başına onlar yetişkin olsalardı (hatta bir
kaç yaş büyük) neler gelebilecekse bu ihtimalleri çocuk oyunları üzerinden
tahayyül edebiliyoruz. Sabah Taliban’ı oynayan çocuklar öğleden sonra Amerikan
askerlerini oynarken Afganistan’ın trajedisi açığa çıkıyor.
Z. Tül Akbal Süalp
Kaynak
BirGün
birgun.net
FESTİVAL'DE BUGÜN
Salı, 13 Mayıs 2008
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali devam ediyor. Bugün
Festival programında öne çıkan filmler, etkinlikler, yönetmenli film
gösterimleri... Sinefiller için festival takvimi…
LEYLA ÖZALP UÇAN SÜPÜRGE'DE
Sinemaya yönetmen yardımcısı ve yapımcı olarak uzun yıllar emek veren Leyla
Özalp, Türkiye'den örneklerle film yapım sürecini anlattığı “Bir Film Yapmak”
adlı kitabını ilk kez Ankara’da okurlarıyla buluşturuyor. Leyla Özalp, bu
yepyeni kitabını 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali
kapsamında yarın 18.00’de Kızılırmak Sineması’nda imzalayacak.
“1999'da, sinemada çalıştığım yıl sayısı yirmiye ulaştığında, yapımında yer
aldığım sinema filmlerinin gerçekleşme sürecini sonraki kuşaklara aktarmanın
gerekliliğine inanarak ilk kitabımı yazmaya başladım. ‘Seni Seviyorum Sinema’
adını verdiğim bu kitapta, tüm yoksunluklara karşın, gerçekten severek ve mutlu
olarak çalıştığım otuzdan fazla filmin kamera arkasını, filmlerin oluşum ve
çekim süreçlerini anlatmaya çalışmış, bu arada o dönemlerde sinemada kullanılan
tekniklere ve gelişmelere de değinmeden edememiştim. Bir anı kitabı için bu
teknik bilgiler biraz fazla görünse de sinemayı meslek olarak seçmek isteyenler
için yararlı olacağı düşüncesi ağır bastığından kitaptan çıkarılmıştı… 2003
Mayıs ayında kitabın yayımından kısa bir süre sonra, hoş bir rastlantı sonucu,
ilk imza günü ve kitap fotoğraflarından hazırlanan sergi, doğduğum ve sinemayla
ilgili ilk deneyimlerimi yaşadığım şehir olan Ankara'da, Uçan Süpürge Kadın
Filmleri Festivali kapsamında düzenlendi. Festival düzenleyicilerinden ve ODTÜ-GİSAM'da
film yapımcılığı dersi veren sevgili Berrin Balay'la da o sırada tanıştım. Bana,
kitabımı okuduğunu, kitapta sinema öğrencileri için yararlı bilgiler olduğunu
söyledi. Ve bu bilgilerden yola çıkarak film yapım pratiği üstüne ayrı bir kitap
yazmamı önerdi.”
Leyla Özalp, “Bir Film Yapmak” adlı kitabının önsözünde, bu kitabı neden
yazdığını böyle anlatıyor. Hil Yayınlarından çıkan ve dumanı üstündeyken 11.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’ne uçan kitap, okurlarıyla
ilk kez Ankara’da buluşacak. Leyla Özalp, film yapımının güçlükleri ve
güzellikleriyle tüm aşamalarını anlattığı, sinema öğrencilerine kaynaklık edecek
“Bir Film Yapmak” adlı kitabını 14 Mayıs Çarşamba günü saat 18.00’de Kızılırmak
Sineması’nda imzalayacak.
13 Mayıs 2008
JANET FRAME'LE YOLCULUK
Bir yazarın otobiyografik hikayesini kadın diliyle çekilmiş bir filmden izlemek
için büyük bir şans bu film. Janet Frame ile tanışmak, onu olduğu gibi okumak ve
anlamak için de... Nil Perçinler Festival’in en çok konuşulan filmlerinden
‘Masamdaki Melek’i anlatıyor.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin bu yılki filmleri
arasında Virgina Wollf’un ünlü romanı “Kendine Ait Bir Oda”dan esinlenerek
oluşturulmuş aynı adlı bir bölüm, ve bu bölümde de üç edebiyat uyarlaması film
bulunuyor.
Bunlardan biri, kadınların hikayelerini filmleştiren Jane Campion’un önce
televizyon dizisi ardından film olarak çektiği 1990 yapımı “Masamdaki Melek” (An
Angel at my Table). Daha çok Holly Hunter ve Harvey Keitel’in muhteşem
oyunculuklarıyla hatırladığımız “Piano” filmiyla tanınan Yeni Zelandalı yönetmen
Jane Campion, “Masamdak Melek”te Yeni Zelanda’nın en önemli yazarlarından Janet
Frame’in özyaşam öyküsünü aktarır. Yazarın otobiyografik üçlemesi olan “To The
Is-Land”, “An Angel At My Table” ve The Envoy From Mirror” romanlarından
esinlenerek perdeye yansıtır ve dünya sinemasının önemli edebiyat örneklerinden
birine imzasını atar.
Kısa, kızıl, kıvırcık saçlarıyla küçük bir kızken tanışıyoruz filmde Janet
Paterson Frame’le. Bol kız kardeşli yaşam öyküsüne aynı bollukta erken yaşta
ölümler serpilmiş. İlk kız kardeşinin kaybını 1924 yazında iki haftalık ikizinin
hayata erken veda edişiyle yaşıyor Janet, hiç farkında olmadan. Ardından gelen
yıllar içerisinde herkesten “farklı” oluşunun önemli bir göstergesi elinden
bırakmadığı kağıdı, kalemi ve kitapları oluyor. Edebiyat çocukluk yıllarından
itibaren hayatını etkilemeye başlıyor, yıllar sonra edebiyata armağan edeceği
eserlerden bihaber olarak.
Çocuk yaşta hayatlarımıza yön veren küçük ama önemli anlar vardır. Belki de
yaşamın en belirleyici gizli anlarıdır onlar. Tüm arkadaşlarının gözü önünde,
sınıfın tam orta yerinde babasının cebinden para çalarak sakız aldığını itiraf
etmek durumunda kalan bir kız çocuk hayal edin. Bundan böyle, o gün öğretmeninin
ona uyguladığı sözlü şiddetin ve aşağılamanın acısı hayat boyu sosyalleşememe,
kendini sözlü olarak ifade edememe hatta çok istediği öğretmenlik mesleğini
topluluk önünde konuşma fobisinden dolayı gerçekleştirememe olarak çıkar o
çocuktan. Kötü bir miras gibi kalır hayatında. Şizofreninin ilk belirtileridir
bunlar aynı zamanda. Kendi içine hapsolan bir hayatın kalemle kendini var
edişini izlemeye başlarız. Edebiyat ve şiir artık bir nefes alış biçimi olmuştur
Janet için. Belki de ona Nini demeliyiz ya da Topsy. Yine o güzel kısa,
kıvırcık, kızıl saçlarından dolayı ona takılan isimlerdir bunlar. Saç renginden
çekingenliğine, kitap sevgisinden şiire olan tutkusuna kadar birçok özelliğiyle
artık “öteki”dir. Ve bir hayat boyu farklı bir renk olduğu için kendi kendini
cezalandıracaktır, canını acıta acıta. Bir kalemin varlığının bir insan
hayatında bu denli önemli olabilmesi şaşırtıcı mı? Aslında, hayır! Bildik
yolları kullanmayanların, kendi cümlelerini tercih edenlerin ortak yazgısıdır
“farklı” olmak. Hayatta “düşmeyi” tercih etmeyi bir başkaldırış, bir aitsizlik
olarak öğretirler hep ilkokul yıllarından itibaren… Oysa kendi olabilmenin,
kendi ruhuna yön verebilmenin tek yoludur bu. Kendi düşünün peşinden gitmek.
Gerçekleşse de gerçekleşmese de hayatta sadece sana ait olan bir arzunun,
tutkunun veya bir merakın peşinden gitmek...
Festival’in bu seneki temasına eşlik eden hayat hikayelerinden biri Janet
Frame’in yaşam öyküsü. Feminist bir yönetmenden sıra dışı bir kadın hikayesi
daha…
İlaçlar, elektrik şokları ve kötü muameleyle hastanelerde geçen sekiz yılda
tedavi edilmekten ziyade işkenceye maruz kalmıştır Janet. Hayatında en önemli
şeylerden biri olan yazmak ona hayat verir. İlk kitabı o hastanedeyken basılır
ve ödüller gelmeye başlar. Yaşam ve edebiyat birbirinin içine geçmiştir. Janet
Frame de artık iç dünyasını ilk önce Yeni Zelanda ile sonra tüm dünyayla
paylaşmaya başlar.
Filmin içine sıklıkla serpiştirilmiş edebiyat kokusu, Janet Frame’in şiire ve
kelimelere olan tükenmek bilmeyen açlığı çok naif bir dille yansıtılmış. Jane
Campion, toplumun fişlediği, parmakla gösterdiği, ötelediği, anlamaya çalışmadan
eleştirip karaladığı çizgi dışı kadınları sinemasına aldığı için de özellikle
feminist bir kadın yönetmen olarak tanımlanıyor.
Bir yazarın otobiyografik hikayesini kadın diliyle çekilmiş bir filmden izlemek
için büyük bir şans bu film. Janet Frame ile tanışmak, onu olduğu gibi okumak ve
anlamak için.
12 Mayıs 2008
Nil Perçinler
UÇAN SÜPÜRGE YOLA ÇIKTI
Bu sene 11. yaşını kutlayan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali
dün gece yapılan bir törenle başladı. Başak Köklükaya ve Altan Gördüm’ün
sunuculuğunu yaptığı gecede Nilüfer Aydan “Uçan Süpürge Onur Ödülü”nü, Meral
Çetinkaya “Bilge Olgaç Başarı Ödülü”nü aldılar.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Devlet Opera ve
Balesi’nde düzenlenen bir törenle başladı. Başak Köklükaya ve Altan Gördüm'ün
sunuculuğunu yaptığı gecede, sinema ve tiyatro sanatçısı Meral Çetinkaya’ya
“Bilge Olgaç Başarı Ödülü”, Türk filmlerinin unutulmaz isimlerinden Nilüfer
Aydan’a “Uçan Süpürge Onur Ödülü” verildi.
Festivalin açılış gecesine, AK Parti Ankara Milletvekili Zeynep Dağı, AK Parti
İzmir Milletvekili Nükhet Hotar, AK Parti Mardin Milletvekili Gönül Bekin
Şahkulubey, CHP Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur, Vakıfbank Genel Müdürü
Bilal Karaman ile çok sayıda davetli katıldı.
Gece, Cellisimma isimli müzik grubunun dinletisi ile başladı.
Festival Kurucusu Halime Güner, yaptığı konuşmada, festivalde “Kendin Ol, Düşünü
Yarat” temasına yer verdiklerini belirterek, kadınların kendi düşlerini
yaratmadıkça, erkeklerin düşlerini yaşatmaya devam edeceklerini söyledi. Güner,
festivali kendi düşünün peşinde koşan, düşünü yakalayan, düşündüğünü yaratan tüm
kadınlara armağan ettiklerini kaydetti.
Halime Güner, konuşmasının ardından festivalin gerçekleştirilmesine destek
olanlara birer plaket verdi.
Gecenin sunucularının, festivalin “Barış Ne Zaman” bölümünün, “Pippa Bacca”
adıyla tanınan ve çıktığı “barış yolculuğu” sırasında Kocaeli’nde öldürülen
sanatçı Giuseppina Pasqualino Di Marineo’ya armağan edildiğini söylemeleri
üzerine, salondakiler uzun süre alkışladı. Bacca ile ilgili bir de sinevizyon
gösterimi yapıldı.
Festivalle ilgili sinevizyon gösterimlerinin ardından Binbir Gece adlı dizide
Feride Aksal rolüyle oynayan Meral Çetinkaya’ya, “Bilge Olgaç Başarı Ödülü”
verildi.
Çetinkaya’ya ödülünü, dizide Kerem İnceoğlu karakterini canlandıran Tardu
Flordun ve Bennu Ataman rolüyle oynayan Ceyda Düvenci verdi. Ödülü alırken
heyecanlı olduğu gözlenen Çetinkaya, ödülü Türk sinemasının tüm kadın emekçileri
ile paylaştığını ifade etti.
Türk sinemasının unutulmaz isimlerinden Nilüfer Aydan da “Uçan Süpürge Onur
Ödülü”nü, başka bir unutulmaz isim Göksel Arsoy’dan aldı. Aydan, Ankara’lı
sinemaseverlerle buluşmanın güzel olduğunu belirterek, ödülü verenlere teşekkür
etti. Nilüfer Aydan, erkekle kadının birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini ve
ikisi birlikte olursa başarıya ulaşabileceklerini kaydetti.
9 Mayıs 2008
8 MAYIS'TA UÇMAYA BAŞLIYORUZ
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 8 Mayıs akşamı Devlet
Opera ve Balesi’nde (Büyük Tiyatro) yapılacak Açılış Töreni ile başlayacak.
Sunuculuğunu Başak Köklükaya ile Altan Gördüm’ün yapacağı gecede Nilüfer Aydan
“Uçan Süpürge Onur Ödülü” ve Meral Çetinkaya “Bilge Olgaç Başarı Ödülü”nü
alacak.
Bu sene Vakıfbank’ın sponsorluğunda, Kültür Bakanlığı ve Başbakanlık Tanıtma
Fonu’nun katkılarıyla düzenlenen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri
Festivali, on birinci yolculuğuna 8 Mayıs Perşembe akşamı Devlet Opera ve
Balesi’nde (Büyük Tiyatro) yapılacak Açılış Töreni ile başlayacak.
Sinema, tiyatro ve televizyon dünyasının sevilen isimleri Başak Köklükaya ile
Altan Gördüm’ün sunuculuğunu yapacağı gecede Nilüfer Aydan’a “Uçan Süpürge Onur
Ödülü” ve Meral Çetinkaya’ya “Bilge Olgaç Başarı Ödülü” verilecek.
Gülyar Balcı, Jülide Canca, Mine Cangal ve Pınar Duruk’tan oluşan Cellissima
grubunun sahne alacağı geceye, Yeşilçam sinemasının ünlü aktörlerinden Göksel
Arsoy ve “Binbir Gece” dizisinin oyuncuları Ceyda Düvenci ile Tardu Flordun da
katılacak. Tören TRT 2’den canlı olarak yayınlanacak. Törene tüm Ankaralı
sinemaseverler davetli.
Festival 8-15 Mayıs’ta uçacak
Dünyanın kadınlarını bir kez daha peşine takan Uçan Süpürge, 8-15 Mayıs
tarihleri arasında İran’dan İsrail’e, Brezilya’dan Arjantin’e farklı ülkelerden
farklı tatlar getirecek Ankara’ya. “Kendin Ol, Düşünü Yarat” temasıyla yola
çıkan festivalde 27 ülkeden 88 kadın yönetmenin 89 filmi gösterilecek.
Biletler sadece 5 YTL
Ankara’da sanat filmlerinin ilk durağı Kızılırmak Sineması’nda yapılacak
festivalin biletleri öğrenci ve tam ayrımı olmaksızın 5 YTL olacak. Festival
programında ücretsiz gösterilecek belgeseller aynı zamanda Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) kampüslerinde de
üniversitelilerle buluşacak
7 Mayıs 2008
KENDİNE AİT ODA'DA SÖYLEŞİ VAR
Festivalin “Kendine Ait Bir Oda” bölümünde kadın yönetmenlerin edebiyat
uyarlamaları dışında bir de söyleşi yer alıyor. Hande Öğüt’ün
kolaylaştırıcılığını yapacağı söyleşiye Latife Tekin, Özden Sözalan ve Hasan
Akbulut konuşmacı olarak katılıyor.
Edebiyat her zaman sinema için bir esin kuyusu oldu. O kuyudan suyu en iyi
çekenler, beyazperdeye başyapıtlar armağan ettiler. Sinemacı kadınların edebiyat
eserleriyle kurduğu ilişki, heyecanla seyre daldığımız birçok filmi başucumuza
özenle yerleştirmeleriyle sonuçlandı. Bize de “Yaşasın edebiyat, yaşasın
sinema!” demek kaldı.
Festival programının edebiyat uyarlamalarına ayrılan “Kendine Ait Bir Oda”
başlıklı bölümüne paralel olarak düzenlenen söyleşinin kolaylaştırıcılığını
edebiyat yazarı Hande Öğüt yapıyor.
Söyleşiye konuşmacı olarak yazar Latife Tekin, edebiyat, sinema ve kültür
kuramcısı Özden Sözalan ve yakın zamanda ‘Melodram Kadına Yakışır’ kitabını
yayımlayan Hasan Akbulut katılıyor.
11 Mayıs Pazar günü saat 14.30’da Kızılırmak Sineması’nda gerçekleşecek
söyleşiye bütün edebiyatseverleri davet ediyoruz.
"KENDİNE AİT BİR ODA" BÖLÜMÜNÜN FİLMLERİ
7 Mayıs 2008
KADINLAR SİNEMANIN MUTFAĞINDA
Sinemada yapımcı kimlikleriyle var olmayı başarmış kadınların katılacağı
“Yapımcı Kadınlar” başlıklı söyleşi festival haftasında Kızılırmak Sineması’nda
gerçekleşecek. Söyleşiye Türk sinemasının önemli yapımcı kadınları Annie G.
Pertan, Leyla Özalp ve Sezgin Türk konuşmacı olarak katılacak.
Festival kapsamında düzenlenecek söyleşilerden biri de “Yapımcı Kadınlar”. Annie
G. Pertan, Leyla Özalp ve Sezgin Türk’ün konuşmacı olacağı söyleşide kadın
olmanın sektörde yarattığı zorluklar üzerinde de durulacak. Söyleşi 14 Mayıs
Çarşamba günü saat 16.30’da Kızılırmak Sineması’nda yapılacak.
Leyla Özalp kitabını imzalıyor
“Yapımcı Kadınlar” başlıklı söyleşinin ardından Türk sinemasının en deneyimli
yönetmen yardımcısı, yapım yönetmeni ve yapımcılarından Leyla Özalp yeni kitabı
‘Bir Film Yapmak’ı imzalayacak. Özalp 14 Mayıs Çarşamba günü saat 18.00’de
Kızılırmak Sineması’nda okurlarıyla buluşacak.
Annie G. Pertan
İstanbul’da doğup büyüyen, Anna Maria Geelmuyden farklı kültürlerden oluşan bir
kimliğe sahip. Oslo Üniversitesi, Tarih ve Felsefe Fakültesinden mezun olduktan
sonra, Yüksek Lisansını, Sanat Tarihinde, Paris Sorbonne Üniversitesinin
Edebiyat ve Humanité Fakültesi’nden aldı. 1974’te, filmlerde sanat yönetmeni
olarak çalışmaya başladı. Kısa zamanda yapımcılığa da başladı ve şimdiye kadar
üç ödül kazandı. ‘Muhteris Ruhlar’ (2002), ‘Şarkıcı’ (2000), Acı Gönül (2000),
Kuşatma Altında Aşk (1997) filmlerinde hem yapımcı hem sanat yönetmenliği,
‘Sevgilim İstanbul’, ‘Mum Kokulu Kadınlar’ (1996), ‘Böcek’ (1995), ‘Tersine
Dünya’ (1993), ‘Kurt Kanunu’ (1991), ‘İmdat İle Zarife’ (1991), ‘Arabesk’ (1988)
filmlerinde sanat yönetmenliği yaptı. Eşi Ersin Pertan’la birlikte kurdukları
Sanmal adlı yapım şirketinde sanat yönetmenliği ve yapımcılığa devam etmektedir.
Annie G. Pertan, 2003 senesinde “Sanat yönetmenliğinde gösterdiği başarı ve
sanat yönetmenliğinin meslekleşme olgusuna katkıları” nedeniyle Uçan Süpürge
tarafından Bilge Olgaç Başarı Ödülü’ne değer görülmüştü.
Leyla Özalp
Sinemayla ilişkisi Hacettepe Psikoloji'de okurken üye olduğu Ankara Sinematek
Derneği'nde başladı. 1979 yılında İstanbul'a geldi ve sınavla Onat Kutlar'ın
başkanlığını yaptığı Kültür Bakanlığı Film Yapım ve Gösterim Merkezi'ne girdi.
Yusuf Kurçenli'nin TRT için çektiği 'Savunma'nın setine izleyici olarak gitti ve
bir daha da setlerden uzaklaşmadı. Daha sonra Atıf Yılmaz'ın 'Adak' adlı
filminde oynamak için aldığı teklifi asistanlık yapmak şartıyla kabul eden
Özalp'in setlerdeki profesyonel yaşamı Ali Özgentürk'ün 'Hazal' filmiyle
başladı. Yılmaz dışında Erden Kıral, Zeki Ökten, Ferzan Özpetek, Sinan Çetin
gibi pek çok yönetmene asistanlık yapmış, yapım yönetmeni ve yapımcı olarak
çalışmış Özalp’in ‘Seni Seviyorum Sinema’ ve ‘Bir Film Yapmak’ adlı kitapları
bulunmaktadır. Özalp 2003 senesinde “Uzun yıllar yönetmen yardımcısı olarak
verdiği emekler” nedeniyle Uçan Süpürge tarafından Bilge Olgaç Başarı Ödülü’ne
değer görülmüştü.
Sezgin Türk
1959'da Bayburt'ta dünyaya geldi. 1984’te A.Ü. Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nu
bitirdi. 1986-1996 yılları arasında sinema filmleri ve TV dramlarında yönetmen
yardımcısı olarak çalıştı. 1994 yılından sonra kısa filmler çekti. 1998 yılından
bu yana yönetmen ve yapımcı olarak belgesel filmler çeken Türk, Belgesel
Sinemacılar Birliği’nde Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak çalışmaktadır.
7 Mayıs 2008
FESTİVALİN EN 'LEZİZ' FİLMİ: PASTACI
Altyazı sinema dergisinin özel gösterimiyle Festival’in en leziz filmi
‘Pastacı’yı izlerken çok gülecek, çok eğlenecek, çok acıkacaksınız. Sinema
çıkışında ise sizi Elizinn Patiserie Restaurant’ın lezzetli sürprizi bekleyecek.
9 Mayıs Cuma günü Kızılırmak Sineması’nda buluşalım!
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin en eğlenceli filmlerinden ‘Pastacı’nın
ilk gösteriminde Elizinn’in hazırlayacağı ‘lezzetli’ sürprize hazır olun.
Elizinn Patiserie Restaurant festivale özel pastalarıyla filmin tadına tat
katacak.
Festivalin “Anısına” bölümünde Altyazı sinema dergisinin katkılarıyla
gösterilecek ‘Pastacı’ filminin gösteriminin ardından Elizinn Patiserie
Restaurant filmin ruhuna uygun bir şekilde pasta ikram edecek.
9 Mayıs Cuma günü saat 19:00’da Kızılırmak Sineması’ndaki bu ziyafeti
kaçırmayın.
Pasta düşleri
Jenna, kocası Sisto’nun baskılarından sıkılmış, kesinlikle parçası olmak
istemediği bir hayat sürmektedir. En büyük hayali ise garsonluk yaparak
biriktirdiği para ile bir gün kocasını terk edebilecek gücü bulabilmektir. Sahip
olduğu eşsiz yeteneği sayesinde, inanılmaz lezzette ve görüntüde pastalar ve
kekler yapabilmektedir. Hayatındaki zorluklarla ve sorunlarla baş edebilecek
gücü, sadece kendisini mutfağa atabildiği zaman bulabilmektedir. Fakat hayat bir
gün hiç beklenmedik bir sürpriz hazırlar. Hesapsız bir şekilde gelen hamileliği
bütün beklentilerinin ve umutlarının sarsılmasına neden olacaktır. Ama diğer bir
yandan da, hayatında hiç hissetmediği kadar büyük bir güven duygusu ile
dolmuştur içi. Doğmamış çocuğundan gelen mektuplar, önüne yepyeni bir pencere
açılmasına neden olacaktır.
Shelly’nin anısına
Hal Hartley’nin 'The Unbelievable Truth' (1989), 'Trust' (1990) filmleriyle
sinemaya başlayan, oyunculuğu kadar yönetmenlikte de başarılı olduğunu kısa
sürede kanıtlayan bağımsız sinemanın kraliçesi Adrienne Shelly 2004’te, henüz 30
yaşındayken öldürülmüştü. ‘Pastacı’ son filmi oldu ve ne yazık ki gösterime
girdiğini göremedi. Film, Shelly’nin anısına gösteriliyor.
Pastacı’nın gösterim tarih ve saatleri:
9 Mayıs/May 19:00 Kızılırmak Sineması 1. Salon *Altyazı Sinema Dergisi Özel
Gösterimi
12 Mayıs/May 17:00 Kızılırmak Sineması 1. Salon
7 Mayıs 2008
GÜLSÜN KARAMUSTAFA UÇAN SÜPÜRGE'DE
Yapıtları bugün birçok ülkede müzelerin koleksiyonunda yer alan, çağdaş sanatın
önce gelen isimlerinden Gülsün Karamustafa, özellikle Türkiye dışında heyecanla
karşılanan videolarını anlatmak, bu yolcuğundaki serüvenleri meraklısıyla
paylaşmak için 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’ne
geliyor.
8-15 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali, Türkiye’de çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden Gülsün
Karamustafa’yı ağırlıyor. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema
Salonu’nda gerçekleşecek “Güllerim Tahayyüllerim” başlıklı söyleşisinde
Karamustafa, Türkiye’de ve dünyada pek çok sergi ve bienal gezmiş videolarını
anlatacak.
1978’de ilk sergisini açtı
1969’da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü Bedri Rahmi
Eyüboğlu atölyesinden mezun olan Gülsün Karamustafa, bir süre İstanbul Devlet
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulunda asistan ve öğretim görevlisi olarak
çalıştı. Profesyonel anlamda ilk kişisel sergisini 1978'de İstanbul Taksim Sanat
Galerisi'nde açtı. 80'li yıllarda İstanbul'da “Günümüz Sanatçıları”, “Yeni
Eğilimler”, “Öncü Türk Sanatından Bir Kesit” adı altında belirli aralıklarla
yenilenen sergilere yapıtlarıyla katıldı. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bodrum'da
kişisel sergiler açtı.
1984’te Atıf Yılmaz’ın yönettiği ‘Bir Yudum Sevgi’ filminde sanat yönetmenliği
yaparak sinemaya girdi. Başar Sabuncu’nun Asılacak Kadın ve Kupa Kızı filmleri
ile Okan Uysaler’in yönettiği TV dizisi ‘Gecenin Öteki Yüzü’nde sanat
yönetmenliği yaptı. 1990’da Füruzan’la birlikte ‘Benim Sinemalarım’ filminde
kamera arkasına geçti. Türk sinemasındaki ilk kadın ortaklığı olan film, ulusal
festivallerin yanı sıra Fransa, Kanada, Mısır, İran, ABD, Japonya, Almanya,
Belçika ve Hindistan'da çok sayıda festivale katıldı, ödüller aldı.
Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde açtığı “Güllerim Tahayyüllerim”
(1998), “İki Enstalasyon” (1999), “Vadedilmiş Resimler” (2000), “Stolen Ideas”
(2000), “A Suitcase Trade (100 dollars limit)” (2000) gibi kişisel sergileriyle
çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden biri oldu. 2000 senesinde Hannover'de
Uluslararası Kadın Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
Erkek Ağlamaları - Men Crying - 2001
2001’de Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı, Ekrem Bora, Cüneyt Arkın ve
Fikret Hakan’ın ağladığı sıra dışı video projesi “Erkek Ağlamaları-Men Crying”,
Proje4L’de açılış sergisinde yer aldı. Musee d’Art Moderne’in koleksiyonuna da
dahil edilen çalışma Kore ve Japonya’dan sonra Setinye Bienali olmak üzere üç
şehirde birden gösterildi. Ayrıca küratör Harald Szeeman’ın düzenlediği bir
programla 2003 yılında Locarno Film Festivali’nde yer aldı.
Karamustafa en son geçtiğimiz sene Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi’ni iki
katlı bir sinemaya dönüştürüp içinde çeşitli durumlardan, gelmiş geçmişten ya da
gelecekten söz eden üç film gösterdiği "sineması/cinemasi" adlı sergisiyle
adından söz ettirmişti.
Sergi sırasında ayrıca Yapı Kredi Yayınları sanatçı adına özel bir kitap
yayımladı. Karamustafa’nın sanat yaşamını, evrelerini, toplumsal tarihle
bireysel tarihinin kesişmesini anlatan “Gülsün Karamustafa-Güllerim
Tahayyüllerim” adlı monografiyi yazan sanat tarihçisi ve küratör Barbara
Heinrich “otuz yılın üzerinde bir süredir memleketinin kültürel kimliğinin
yaşadığı değişimleri inceleyen, küresel ile temas edebilmek için yerellik
üzerine söz alan bir vakanüvis (Osmanlı Devleti'nde zamanın olaylarını tespit
etmek ve yazmakla görevli devlet tarihçisi)” olarak tanımladı sanatçıyı.
Söyleşi 14 Mayıs’ta
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali çerçevesinde düzenlenen
“Güllerim Tahayyüllerim” başlıklı söyleşi, 14 Mayıs Çarşamba günü saat 13:30’da
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Salonu’nda ücretsiz gerçekleşecek.
7 Mayıs 2008
'SAVAGES AİLESİ' ANKARA'DA
2008 Oscar’larında adı sıkça anılan, pek çok ödülü toplayan ‘Savages Ailesi’,
Radyo ODTÜ özel gösterimiyle Festival programında. Bilinen ama konuşulmayan bir
konuda, yaşlanmanın gerçekleri ve güçlükleri hakkında yeni sözler söyleyen bu
bağımsız yapım Ankara’da ilk kez gösterilecek.
Savage Ailesi’nin sert, komik ve yürek parçalayıcı hikâyesi sık rastlanan bir
ikilemi anlatıyor: Senelerce ayrı kaldıktan sonra iki kardeş, Wendy ve Jon
Savage babalarının bunamaya başlaması üzerine onunla ilgilenmek için biraraya
gelmek durumunda kalırlar. Fakat her ikisi de ölümün gerçekliği karşısında dar
kafalı ve bencildir.
Bilinen ama konuşulmayan bir konuda, yaşlanmanın gerçekleri ve güçlükleri
hakkında yeni sözler söyleyen bu bağımsız yapımın başrollerinde adları 2008
Oscar’larında geçen Philip Seymour Hoffman ve Laura Linney var.
Bağımsızların yeni kraliçesi: Tamara Jenkins
Tamara Jenkins'in senaryosunu yazıp, yönettiği film, ilk olarak 19 Ocak 2007'de
Sundance Film Festivali'nde daha sonra 10 Eylül'de Toronto Film Festivali'nde ve
29 Ekim'de Londra Film Festivali'nde gösterildi. Festivallerden tam notla
ayrılan "The Savages" daha çok kısa filmleriyle tanınan yönetmen Jenkins'in
ikinci uzun metraj filmi. Film, 11. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali
programının da öne çıkan filmleri arasında.
Savages Ailesi’nin gösterim tarih ve saatleri:
10 Mayıs/May 21:00 Kızılırmak Sineması 1. Salon *Radyo ODTÜ’nün katkılarıyla
13 Mayıs/May 16:30 Kızılırmak Sineması 2. Salon
7 Mayıs 2008
"ADRIENNE SHELLY KALBİMİZDE YAŞIYOR" TURTASI
ABD’li yönetmen Adrienne Shelly, 2006 yılında, son filmi olacağını belki de hiç
düşünmediği Waitress’ı çekmeye başladı. Filmde, canlandırdığı Dawn karakteriyle
oyuncu olarak da yer alan Shelly, aynı yılın kasım ayında Greenwich Village’deki
ofisinde öldürüldü. Selen Doğan festivalin “Anısına” bölümünde gösterilecek
‘Pastacı’nın tarifini veriyor.
Selen Doğan
ABD’li yönetmen Adrienne Shelly, 2006 yılında, son filmi olacağını belki de hiç
düşünmediği Waitress’ı çekmeye başladı. Filmde, canlandırdığı Dawn karakteriyle
oyuncu olarak da yer alan Shelly, aynı yılın kasım ayında Greenwich Village’deki
ofisinde öldürüldü. Polis onun cansız bedenini duş kablosuna asılı buldu; bu
manzara intihar olasılığını gündeme getirdiyse de banyoda bulunan ayak izleri
şüpheleri ortadan kaldırmaya yetti. Polisin araştırması sonucunda Shelly’yi
öldürenin, Diego Pillco adlı 19 yaşında Ekvadorlu bir göçmen olduğu ortaya
çıktı. Apartmanın alt katında tamirat yapan tesisatçı Pillco, gürültüden şikayet
eden Shelly ile tartışmış, bu tartışma sonucunda yüzüne aldığı darbeyle yere
yığılan Shelly’yi -olaya intihar süsü vermek için- duş kablosuyla aşmıştı.
Takvimler 1 Kasım 2006’yı gösteriyordu. Bağımsız Amerikan sinemasına oyuncu,
yazar ve yönetmen olarak katkıda bulunan Adrienne Shelly, yönetmen koltuğuna
oturduğu üçüncü filmi Waitress’ın seyirciyle buluşmasını göremedi. Shelly,
yaşama 40 yaşında veda ettiğinde bağımsız sinemanın gözbebeği, Andrew Ostoy’un
eşi ve üç yaşında Sophie’nin annesiydi.
Cheryl Hinnes, Keri Russell, Adrienne Shelly
Bağımsızların prensesi
Long Island’ın Godard’ı kabul edilen, bağımsız sinemanın önemli isimlerinden Hal
Hartley’in ilk filmi The Unbelievable Truth’ta (1989) ilk oyunculuk denemesini
yapan Shelly, yönetmenin 1990’da yaptığı Trust’ta da rol aldı. İki yıl sonra
kadın yönetmen Joan Micklin Silver’ın Big Girls Don’t Cry adlı filminde
Stephanie olarak çıktı seyirci karşısına. Yönetmen koltuğuna oturduğu ilk film
ise Sudden Manhattan (1996) oldu. Yazıp yönettiği ve oynadığı I’ll Take You
There adlı filmini 1999’da yaptı. 2000 yılında Dead Dog’da Mrs. Marquet
rolündeydi. Aynı yıl televizyon için çekilen ödül rekortmeni Law and Order ile
Rock the Boat adlı dizilerde seyircisiyle buluştu. The Shadows of Bob and
Zelda’yı da aynı yıl yaptı. Bu filmin de künyesinde yazar, yönetmen ve oyuncu
olarak imzası vardı. Rosanna Arquette’in 2002’de çektiği Searching for Debra
Winger (Debra Winger’ı Aramak) çok ses getirmişti. Hollywood’un star sisteminin
kadın oyunculara dayattığı zorlukları, belli bir yaşa gelen oyuncuların nasıl
kenara itildiğini, kadın oyuncuların anne ve eş rolleri ile oyunculuk arasında
nasıl sıkışıp kaldıklarını anlatan bu belgeselde; aralarında Melanie Griffith,
Jane Fonda, Gwyneth Palthrow, Charlotte Rampling, Whoopie Goldberg’in de
bulunduğu onlarca kadın oyuncuyla birlikte Adrienne Shelly de ‘kendisini’
canlandırıyordu. 2005 yılında, Charles Bukowski'nin bir romanından uyarlanan
Factotum'da Matt Dillon'la birlikte rol aldı. Bu filmdeki Jerry rolüyle yıldızı
parlayan Shelly, son filmi Waitress’ı hem yazdı hem yönetti hem de filmin
oyuncularından biriydi.
Waitress, Sundance Film Festivali'nde izleyicilerin alkış ve gözyaşları arasında
ilk kez gösterildi. Shelly’nin eşi Andy Ostoy, gösterimden önce yaptığı
konuşmada Shelly adına bir vakıf kuracağını duyurdu. Bu vakıf, kendi filmlerini
yaparak düşlerini gerçekleştirmek isteyen, bağımsız film yapımcısı kadınlara
burs verecekti. Vakıf, halen yönetmen ve oyuncu kadınları çeşitli fonlarla
destekliyor (www.adrienneshellyfoundation.org).
90’lı yılların başlarında “indie” (bağımsız) çevresinin prensesi olarak
nitelendirilen Adrienne Shelly, kısa yaşamına pek çok film sığdırdı. En akılda
kalan filmi de son gözdesi Waitress oldu. Film, Newport Beach Film Festivali’nde
Seyirci Ödülü aldı, Nathan Fillion’a ise En İyi Oyuncu ödülünü kazandırdı.
Southeastern Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri’nde de Wyatt Ödülü’ne değer
bulunan Waitress, bu yıl Bağımsız Film Ödülleri’ne de adaydı.
Yaşamı pastalarla öykülemek
11.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde özel gösterimle
seyircisiyle buluşacak olan Waitress (Pastacı), kıskanç kocası Earl, berbat
evliliği ve işinin rutinine yaptığı birbirinden leziz pastalarla direnen, bir
anlamda yaşamını pastalarla tarif eden Jenna’nın öyküsünü anlatıyor. Kıskanç
kocasının baskısından bunalan Jenna’nın son istediği şey kocasından bir bebek
sahibi olmaktır. Ama korktuğu başına gelir; hamile kalır. Artık hem kendisi hem
de doğacak çocuğu için gelecek kaygısı taşımaktadır. Joe’s Diner adlı restoranda
hem aşçılık hem de garsonluk yapan Jenna, çalışarak biriktirdiği parayla evden
-aslında kocasından- kaçma planları yapar. Restoranda her gün onlarcasını
yaptığı birbirinden leziz turtalar, Jenna’nın yaşamından kesitler sunar gibidir.
Turtaların her birine bir ad verir: “Earl’ün Bebeğini İstemiyorum Turtası”,
“Kocamdan Nefret Ediyorum Turtası”, “Earl Beni Öldürecek Çünkü Bir İlişkim Var
Turtası”, “Kendine Acıyan Zavallı Hamile Turtası”… Restoranda birlikte çalıştığı
arkadaşları Becky (Cheryl Hines) ve Dawn (Adrienne Shelly) onun en büyük
destekçileridir. Yine de her şey fazlasıyla berbat gitmektedir. Ta ki kasabaya
yeni gelen jinekolog Dr. Pomatter (Nathan Fillion) ile tanışana dek. Dr.
Pomatter, kibarlığı ve yakışıklılığıyla Jenna’nın kocası Earl’e hiç
benzememektedir. Evet, çok nazik, anlayışlı ve evlidir! Doğacak çocuğu, bir
türlü kurtulamadığı kocası ve aşık olduğunu sandığı doktoru arasında sıkışan
Jenna için mutfağı ve çeşit çeşit turta reçeteleri kurtarıcı gibidir. Sığındığı
bir şey daha vardır: bebeğine yazdığı mektuplar.
***
İşte Jenna’nın turtalarından biri, hem de orijinal tarifiyle:
“Earl’ün Beni Öldürmesini İstemiyorum Turtası”
Adrienne Shelly’ye göre, turtalar Waitress’ın önemli bir parçasını oluşturuyor.
Bunun nedenini Shelly şöyle açıklıyor: “Jenna’nın bir yeteneğinin olmasını
istedim, gerçekten iyi, çok iyi olduğu bir şey ve seyircinin izlerken gerçekten
eğlenceli, lezzetli bulacağı bir şey.”
2 1/2 fincan graham krakeri kırıntısı
1/2 fincan esmer şeker
1/2 fincan erimiş tereyağı
2 büyük yumurta
1/3 fincan tozşeker
1/2 çay kaşığı tuz
2 fincan kaynamış süt
1/2 çay kaşığı vanilya özütü
1/4 çay kaşığı dövülmüş tarçın
3 yumurta beyazı
1/2 fincan beyaz şeker
Fırını 425 dereceye ısıtın. Rafı fırının alt yarısına yerleştirin. Orta
büyüklükte bir kasede kraker kırıntılarını, esmer şekeri ve eritilmiş tereyağını
iyice karıştırın. Kırıntı karışımını 23 santimlik bir tavaya bastırın. Büyük bir
kasede yumurtaları hafifçe çırpın. Şekeri ve tuzu ekleyin. Kaynamış sıcak sütü
yavaşça üzerine dökün. Vanilyayı ekleyin. Karışımı turta kabuğuna dökün. Üzerine
tarçın serpin. Fırının alt rafında 25-30 dakika ya da kabuk katılaşana kadar
pişirin. Büyük cam bir karıştırma kasesinde yumurta aklarını köpüklenene kadar
çırpın. 1/4 fincan tozşekeri yavaşça eklerken, katı tepecikler oluşana kadar
çırpmaya devam edin. Kremayı yaydıktan sonra bezeyi turtanın üzerine
yerleştirin. Beze hafif kahverengi olana kadar tekrar fırına verin. Servis
yapmadan önce en az 15 dakika soğumaya bırakın.
Pastacı’nın gösterim tarih ve saatleri:
9 Mayıs/May 19:00 Kızılırmak Sineması 1. Salon *Altyazı Sinema Dergisi Özel
Gösterimi
12 Mayıs/May 17:00 Kızılırmak Sineması 1. Salon
7 Mayıs 2008
İKD'Lİ KADINLAR SÜPÜRGELERİYLE GELİYOR
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD)
buluşmasına ev sahipliği yapacak. İKD’li kadınlar 33 sene sonra kırmızı
karanfilleri ve çatkılarıyla Ankara’da bir araya gelecek.
Bu sene “Kendin Ol, Düşünü Yarat” sloganıyla yola çıkacak olan 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali düşlerini yaratmış kadınları Ankara’da
ağırlıyor. Kırmızı çatkıları ve karanfilleriyle 70’lerin ortasında kadın
hareketinin önemli simgelerinden olan İKD’li kadınlar, 33 sene sonra bir araya
geliyorlar. Festival kapsamında gerçekleşecek “Bir Zamanlar İKD/Kadınların
Bitmeyen Mücadelesinde Karanfilli Bir Uğrak” başlıklı söyleşide dünden bugüne
değişen kadın hareketi ve Türkiye konuşulacak.
70’lerin ilerici kadınları
Haziran 1975’te İstanbul’da bir gecekonduda bir grup kadının düş kurmasıyla
başladı her şey. Bu düş üç sene sonra Uzunköprü’den Van’a, Samsun’dan Adana’ya
kadar pek çok şubesi olan kitlesel bir kadın örgütüne dönüştü.
“20 yılda emeklilik”, “Evlat acısına son”, “Gündelikçi kadınlar sigortalanmalı”,
“Doğum izinleri birleştirilsin”, “Kürtaj yasalaştırılsın” gibi kampanyalarla
büyük bir etki yaratan İKD, hükümetin dikkatini çekmiş, bazı yasaların
değiştirilmesinde etkili olmuştu.
1979 yılında faaliyetleri sıkıyönetim komutanlığı tarafından durdurulduğunda
İKD’nin 15 bine yakın üyesi vardı, 33 şube ve 35 bin temsilcilikte
örgütlenmişti. Yayın organı olan ‘Kadınların Sesi’ dergisi 30 bin baskıya
ulaşmıştı.
Feminist hareketin iki kadını
Söyleşi öncesinde iki belgesel film gösterilecek. Bunlardan ilki, 1960’larda
Alman feminist hareketini derinden etkilemiş bir kadının portresini çizen
‘Hannelore Mabry’. Helke Sender’in yönettiği belgesel o dönemde kürtajı savunan,
kiliseye karşı çıkan bu radikal kadının bugün unutulmuş ismini hatırlatıyor.
Programın diğer filmi ise doğumunun 100. yılı nedeniyle Simone de Beauvoir’a
festivalin bir selamı sayılabilecek ‘Çiçekler Simone de Beauvoir İçin’. Carole
Roussopoulos ve Arlène Shale’in yönettiği belgesel ünlü feminist, yazar
Beauvoir’ın arşiv görüntüleri ve feminizmin üç uluslararası ismi -Amerika’dan
Ti-Grace Atkinson, Kate Millett ve Fransa’dan Christine Delphy- ile yapılan
söyleşilerden oluşuyor. Film, Simone de Beauvoir’ın bıraktığı mirasın tüm
ülkelerden ve kuşaklardan feministler için önemini bir kez daha vurguluyor.
Gösterimler 10 Mayıs Cumartesi günü saat 10.45’te, “Bir Zamanlar İKD/Kadınların
Bitmeyen Mücadelesinde Karanfilli Bir Uğrak” başlıklı söyleşi de 12:00’de
başlayacak.
7 Mayıs 2008
UÇAN SÜPÜRGE DÜŞLERİNİZ İÇİN GELİYOR
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu sene 11. kez uçmaya
hazırlanıyor. Dünyanın kadınlarını bir kez daha peşine takan Uçan Süpürge, 8-15
Mayıs tarihleri arasında İran’dan İsrail’e, Brezilya’dan Arjantin’e farklı
ülkelerden farklı tatlar getirecek Ankara’ya. “Kendin Ol, Düşünü Yarat”
temasıyla yola çıkan festivalde 27 ülkeden 88 kadın yönetmenin 89 filmi
gösterilecek. Kalkış için hazırlıklarınızı yapmaya başlayın!
Türkiye’nin ilk kadın filmleri festivali Uçan Süpürge Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali bu sene Vakıfbank’ın sponsorluğunda, Kültür Bakanlığı ve
Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla düzenleniyor. Bir kez daha baharın
tazeliğiyle ‘merhaba’ diyecek festivalin mönüsü yeni ve eskilerden oluşan leziz
filmlerle dolu.
11. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, 8 Mayıs Perşembe akşamı
Devlet Opera ve Balesi’nde (Büyük Tiyatro) yapılacak Açılış Töreni ile
başlayacak. Başak Köklükaya’nın sunuculuğunu yapacağı gecede Nilüfer Aydan’a
“Uçan Süpürge Onur Ödülü” ve Meral Çetinkaya’ya “Bilge Olgaç Başarı Ödülü”
verilecek. TRT 2’den canlı yayınlanacak gecede Cellissima grubu da küçük bir
konser verecek.
Biletler sadece 5 YTL
Ankara’da sanat filmlerinin ilk durağı Kızılırmak Sineması’nda yapılacak
festivalin biletleri öğrenci ve tam ayrımı olmaksızın 5 YTL olacak. Festival
programında ücretsiz gösterilecek belgeseller aynı zamanda Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) kampüslerinde
üniversiteli gençlerle buluşacak.
Sinemamız Altındağ’da
Açılış gecesinde Uçan Süpürge Onur Ödülü’nü alacak olan, Türk sinemasının sıra
dışı oyuncusu Nilüfer Aydan’ın, Halit Refiğ klasiği ‘Şehirdeki Yabancı’yla konuk
olacağı “Sinemamız” bölümünde ayrıca, etkileyici performansıyla hafızalarımızda
yer eden, Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nün bu seneki sahibi Meral Çetinkaya’nın
Tomris Giritlioğlu imzalı ‘Suyun Öte Yanı’ adlı filmi yer alıyor. Altındağ
Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleşecek gösterimlerin ardından Aydan ve
Çetinkaya seyirciyle buluşacaklar.
Her biri yeni, ödüllü ve ayrı renk
Festivalin artık gelenekselleşen ve bir filme Uluslararası Film Eleştirmenleri
Birliği (FIPRESCI) Ödülü’nün verildiği “Her Biri Ayrı Renk” bölümü bu sene de
yakın tarihli, festivallerde ödüllerle ağırlanmış, çok konuşulmuş, tartışılmış
filmlerden oluşuyor. Türkiye’yi Selma Köksal’ın ‘Fikret Bey’inin temsil edeceği
yarışmalı bölümde hafızalarda yer edecek 12 film bulunuyor. İranlı yönetmen Hana
Makhmalbaf’ın 18 yaşında çektiği ve Berlin’den Selanik’e pek çok festivalden
ödüller toplamış ilk uzun filmi ‘Utanç’tan Cannes'da Eleştirmenler Haftası'nda
“Büyük Ödül” kazanan, cinsiyet, cinsellik ve toplumsal cinsiyet kimliği üzerine
etkileyici sözler söyleyen Lucia Puenzo imzalı ‘XXY’ye kadar birbirinden
etkileyici filmler seyircisini bekliyor.
Feminist klasik ilk kez
Festival programının en heyecan verici bölümü “Ustalara Saygı” olacak belki de.
70’li yıllarda yaptığı filmlerle hem sinemayı hem de feminist hareketi derinden
etkileyen usta yönetmen Chantal Akerman’a ayrılan bu bölümdeki filmler
Türkiye’de ilk kez izleyiciyle buluşacak. Bunlardan özellikle 1976 tarihli
‘Jeanne Dielman’ gerek yarattığı etki gerek süresiyle özellikle öne çıkıyor. 3,5
saate yaklaşan süresiyle seyirciden sabır isteyen film bunun karşılığını
fazlasıyla veriyor. Le Monde gazetesinin “Sinema tarihinin ilk kadın başyapıtı”
sözleriyle tanımladığı ‘Jeanne Dielman’ Akerman’ın da en önemli filmi sayılıyor.
2000’li yıllarda yaptığı ‘Tutsak Kadın’ ve ‘Yarın Taşınıyoruz’u da yönetmenin
sinemasını merak edenler için kaçırılmayacak filmler.
Edebiyat, sinema, kadın
Kadın yönetmenlerin edebiyat uyarlamalarının yer aldığı “Kendine Ait Bir Oda”
başlıklı bölümde Piyano’suyla uluslararası bir başarı elde eden Jane Campion’un
ilk başyapıtı olan ‘Masamdaki Melek’ gösterilecek. Kanadalı yazar Janet Frame'in
özyaşam öyküsünü anlattığı aynı adlı romandan uyarlanan film akılla delilik
arasındaki ince çizgide yürüyen bir kadın yazarın dünyasını etkileyici bir dille
anlatıyor. Bölümün diğer filmleri ise; Guardian gazetesinin “Ölmeden önce
izlenmesi gereken filmler” listesinde yer alan Gillian Amstrong’un Sarah Miles
Franklin uyarlaması ‘Muhteşem Kariyerim’ ve Pascale Ferran’ın yönettiği ve
geçtiğimiz sene Cesar Ödülleri’nde deyim yerindeyse ödüle boğulan D.H. Lawrence
uyarlaması ‘Lady Chatterly’ olacak.
Özel gösterimler
Festivalin özel bölümlerine gelirsek… Bu seneki temayla da uyumlu “Bana Özel”
bölümü gerçekten de özel ve ayrıcalıklı filmlerden oluşuyor. Bunlardan ilki, iki
sene önce öldürülen bağımsız Amerikan sinemasının en ünlü oyuncularından
Adrienne Shelly’nin yönettiği ‘Pastacı’ (Waitress, 2007). Romantik komedi
kurallarını işliyor görünse de aslında bütün kodlarla oynayan bu “kendini iyi
hisset” filmi Altyazı sinema dergisinin katkılarıyla gösterilecek. Filmin
ardından festival mutfağının küçük bir sürprizi olacak ve canı çekenler için
Cafe Elizinn festivale özel pastalar dağıtacak.
Bir diğer ‘özel’ film ise Ankara’daki ilk gösterimini yapacak olan ‘Savage
Ailesi’ (Savages, Tamara Jenkins, 2007). Bu sene “En İyi Kadın Oyuncu” dahil
olmak üzere iki Oscar adaylığı ve pek çok festivalde aldığı ödüllerle çok
konuşulan film, yaşlanma/yaşlılık üzerine yıkıcı bir dram. ‘Savage Ailesi’ Radyo
ODTÜ’nün katkılarıyla gösterilecek.
Ve bölümün son ‘özel’i; festivalin “Sıkıysa İzle” dediği ‘Hayalet Aşk’ (Phantom
Love, 2007). Seyircileri adeta ikiye bölecek olan film sürreel bir aşk öyküsü
anlatırken seyircinin izleme deneyimini de zorlayacak.
Erkekler önden
Festival bu sene bir de ‘Erkekler Matinesi’ düzenliyor! Ödüllü üç kurmaca ve iki
belgesel olmak üzere beş filmin gösterileceği bu bölümde kadın yönetmenler
erkekleri, erkekliğin nasıl üretildiğini farklı erkeklik halleri üzerinden
anlatıyor. ‘Erkekler Matinesi’nin, filmlerin yanı sıra bir de sürprizi var
seyircisine: ‘Güneşli Pazartesi’. Çağdaş gösteri sanatlarının genç
temsilcilerinden Bedirhan Dehmen ve Şafak Uysal’ın ilk ortak koreografisi olan
‘Güneşli Pazartesi’ Türkiye toplumunda erkekliğin nasıl kurulduğunu fiziksel
tiyatronun görsel dilini kullanarak anlatıyor. Ankara’da ilk kez sahnelenecek
gösterinin biletleri MyBilet’ten satın alınabilir.
Pippa için barış
“Barış Gelini” projesi için 8 Mart’ta sanatçı arkadaşı Silvia Moro ile
Milano’dan yola çıkan İtalyalı sanatçı Pippa Bacca’nın Türkiye’de yarım kalan
yürüyüşünü Uçan Süpürge sürdürüyor. 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri
Festivali, ‘barış’ temalı bölümünü Pippa Bacca’ya adıyor. Festival, savaşın
acıtan gerçekliğiyle barış umudu arasında sıkışmış öykülerin kadın gözüyle
anlatıldığı “Barış Ne Zaman?” başlıklı bölümünde yer alan 7 filmle, Bacca’nın
yarım kalan yürüyüşüne sinemayla destek verecek.
Söyleşileri de çok çekici
Festival programında filmler kadar söyleşiler de dikkat çekiyor. Kırmızı
çatkıları ve karanfilleriyle 70’lerin ortasında kadın hareketinin önemli
simgelerinden olan İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) 33 sene sonra bir araya
gelişlerini müjdeleyen “Bir Zamanlar İKD/Kadınların Bitmeyen Mücadelesinde
Karanfilli Bir Uğrak”; Hande Öğüt, Latife Tekin, Hasan Akbulut ve Özden
Sözalan’ın konuşmacı olacağı kadın-sinema-edebiyat üçgeninde gezinecek “Kendine
Ait Bir Oda”; Annie G. Pertan, Leyla Özalp ve Şehbal Şenyurt’un katılacağı
“Yapımcı Kadınlar” söyleşileri sinemaseverlerin kaçırmaması gereken etkinlikler
olacak. “Yapımcı Kadınlar” başlıklı söyleşinin ardından ayrıca, Türk sinemasının
en deneyimli yönetmen yardımcısı, yapım yönetmeni ve yapımcılarından Leyla
Özalp’in yeni kitabı ‘Bir Film Yapmak’ ilk kez festivalde okurlarıyla buluşacak.
Gülsün Karamustafa
Festivalin konuklarından biri de, yapıtları bugün dünyanın pek çok müzesinin
koleksiyonunda bulunan, çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden Gülsün
Karamustafa olacak. 14 Mayıs Çarşamba günü saat 13.30’da Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Sinema Salonu’nda gerçekleşecek “Güllerim Tahayyüllerim”
başlıklı söyleşide Karamustafa, pek çok ülkede sergi ve bienallere katılmış
video çalışmalarını örneklerle anlatacak.
2 Mayıs 2008
"KENDİN OL, DÜŞÜNÜ YARAT!"
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 8 Mayıs'ta başlıyor, gene
birçok önemli film ve zengin bir programla... Festivalin Program Koordinatörü S.
Ruken Öztürk’ün kaleminden…
İran'da bir şeyler oluyor. Gelen haberlere göre özellikle kadın yönetmenler çok
rahat çalışamıyor ya da sinema dergileri yasaklanıyor. İran'da kadın olmak çok
zor ama bu zorluk içinde yapılan filmler son derece yaratıcı ve incelikli işler,
izlemek gerekiyor. Dünyada bir şeyler oluyor. Simone'un çıplak fotoğrafları
basılıyor her yerde. Bu kadın kim?.. İnsanların çoğu bu fotoğraflar yüzünden
belki de yanlış tanıyor ya da hiç tanımıyor onu. Bu yıl doğumunun 100. yılı
nedeniyle yapılan kısa belgeseli izlemek gerekiyor. Hepsini izlemek ve tartışmak
için, 8-15 Mayıs'ta 11. kez Ankaralı izleyiciyle buluşacak Uçan Süpürge Kadın
Filmleri Festivali. Bu yıl festivalde, barış (ve ağırlık olarak bölgemizde hâlâ
süren savaşları), erkeklik; On'un İran'ı (Mania Akbari'nin oynadığı 10 filmi ile
dört yıl sonra oynayıp yönettiği 10+4'ü); usta bir yönetmen olan Chantal Akerman
ve kadınların edebiyatla ilişkisi (Kendine Ait Bir Oda) izlenip tartışılacak.
Festivalin yan etkinlikleri çok zengin: Edebiyat-kadın ilişkisinin panelinden
Türkiye'de kadın hareketinin önemli bir parçası olmuş İlerici Kadınlar
Derneği'nden kadınların buluşmasına, Gülsün Karamustafa'nın heyecanla beklenen
video çalışmalarını anlatacağı konferanstan Güneşli Pazartesi'nin gösterimine
kadar çok renkli bir yedi gün geçecek.
Adalet İçin Kızkardeşlik
Tüm sağlık çalışanlarının ve küresel eyleme/ dayanışmaya inanan herkesin
izlemesi gereken bir yapım Connie Field'ın Saluda/ Sağlık adlı belgeseli.
Sağlık, Küba'dan dünyanın çeşitli ülkelerine dağılarak dayanışma örneği gösteren
sağlık çalışanlarının etkileri üzerine, insanın kendini iyi hissedeceği
belgesellerden. Bu topraklardan taciz/ tecavüz haberleri hiç eksik olmuyor.
Barış için, insanlara duyduğu güven için, dayanışma için gelinlik giyerek
performansını gerçekleştirirken tecavüze uğrayıp öldürülen Pippa Bacca'yı
unutturmamak için, taciz/ tecavüzle ilgili üç belgeselden kısaca söz etmek iyi
olacak. Metamorfoz İsrail'de cinsel saldırıya uğramış kurbanlara odaklanırken,
Lisa Jackson'ın bu yıl Sundance'de Jüri Özel Ödülü alan çalışması The Greatest
Silence: Rape in the Congo/ Büyük Sessizlik: Kongo'da Tecavüz, dehşeti gözler
önüne seriyor. Kamerun'da siyah kadın hukukçuların taciz/ tecavüze karşı
açtıkları hukuki savaşı anlatan Sisters in Law/ Adalet için Kızkardeşlik, bu
alanda caydırıcı cezalarla birçok şeyin değişebilmesi için kadınların attığı
önemli bir adımı anlatıyor. Bu belgesellerin her üçü de güçlü bir dile sahip.
Barış Ne Zaman?
Festivalde 11 bölüm var. Çoğu Ortadoğu'daki savaşlara odaklanmış "Barış Ne
Zaman?" bölümünde Afganistan'da Taliban'ın yol açtığı şiddete değinen bir film
var: Marziye Meşkini'nin Şaşkın Köpekler'i. Meşkini ve Muhsin Makhmalbaf'ın
küçük kızları Hana Makhmalbaf'ın, Fipresci için yarışacak filmi Utanç da aynı
konuya kamerasını uzatıyor. Bu iki film de çocuk karakterleriyle son derece
insancıl ve çarpıcı yapımlar. Gilaneh ise yine İran'dan. Rahşan Beni-İtimad
1988'deki İran-Irak savaşından 2003'teki Irak işgaline giden bir süreçte silah
sesleri arasında, savaştan uzakta ama savaşın tüm yansımalarını taşıyarak savaş
karşıtı bir filme imza atmış. Savaşın bu travmatik etkisi, Ensiye Şah
Hüseyni'nin Hoşçakal Hayat filminde de yankılanıyor, her iki film de kadın
karakterleri öne çıkarıyor. Bu bölümde yer alan iki belgeselden biri Çeçen
savaşında Kanada'ya kaçan müzisyen bir kadını, diğeri de Londra'ya kaçmak
zorunda kalan Filistinlileri anlatıyor.
Festivalin, İstanbul Film Festivali'nde de gösterilen filmleri arasında Utanç'ın
dışında, cinsiyet sorununu işleyen XXY, günümüz İsrail'inde geçen 'Cannes'dan
Altın Kamera ödüllü Meduzot/ Denizanası, siyah beyaz estetik bir çalışma olan
Polonya yapımı Pora Umierac/ Ölmek Zamanı ve gösterime de girecek olan The
Savages/ Savage Ailesi bulunuyor.
Çok Mersi
FIPRESCI'de, aralarında Selma Köksal'ın yönettiği Fikret Bey'in de olduğu 12
film yarışıyor. Fransız Emmanuelle Cuau'nun Très bien, merci/ Çok mersi! adlı
filmi Fransa'daki bürokrasiyi ve polis şiddetini absürd bir dille eleştiriyor.
Gelişmiş bir Batı ülkesindesiniz, durup dururken polis sizi gözaltına almaya
kalksa haklarınızı aramak için nereye kadar gidebilirsiniz? Ülkemizle
karşılaştırmak için çok ilginç bir film. Fipresci için yarışan iki çok farklı
Brezilya filmi var; Mutum, kırda yoksul bir ailenin hikâyesini bir çocuğun
gözlerinden aktarırken A Via lactea/ Samanyolu kentte iki sevgilinin (kadın daha
gençtir, adam da kıskanç) aşklarını yaratıcı bir kurguyla anlatıyor.
Az Önce Oldu
Festivalin çok farklı kesimlere hitap edeceği bir gerçek. Popüler kanadın en
iddialı filmi Waitress/ Pastacı'nın yazar-yönetmen-oyuncusu Adrienne Shelly
filmini tamamlayamadan öldürülmüş. Onu festivalde pasta yiyerek anacağız, tam
filminde istediği gibi. Diğer kanatta, -yani sanat filmlerini ancak festivalde
bulan seyirciler için- izlemesi görece kolay, bildiğimiz kurmaca anlatı diline
sahip filmlerin dışında kalan iki film var. Bu filmlerden biri Fipresci için
yarışan Kurz Davor ist es Passiert/ Az Önce Oldu Avusturya'dan Anja Solomonowitz
tarafından yapılmış, tuhaf ve kendini izleten, kurmaca-belgesel karışımı bir
yapıt. Konusu kadın ticareti ve sömürüsü üzerine olan bu filmin, -sürprizi ve o
tuhaflığı bozmamak için-, sadece farklı bir sinema diline sahip olduğunu
söyleyebilir ve yenilikçi izleyiciye gönül rahatlığıyla önerebiliriz. Bu filmi
izledikten sonra bu kadar da olmaz, bu çok farklı derseniz, dahası da var deriz.
Phantom Love/ Hayalet Aşk ABD'den Nina Menkes imzalı ve bu film Az Önce Oldu'yu
da aşan bir biçimde deneysel ve zor bir film. Anlamlandırmak gerçekten zor
olacak, ama denemeye değer. Festivallerin her zaman izleme deneyimlerini
zorlayan ve meydan okuyan filmlerine hazır bir kitlesi oluyor zaten. Hayalet Aşk
en son Creteil'deki Kadın Filmleri Festivali'nde yarıştı.
Festival film gösterimi ve etkinlikleri bu yıl -belediye ve bazı
üniversitelerdeki gösterim ve etkinlikler dışında- Kızılırmak Sineması'nda
gerçekleşecek. Kendimiz için bir şeyler yaratmak, kendimiz olmak ve mücadele
etmek ve Pippa Bacca gibi düşlerimizin peşinden gitmek için...
S. Ruken Öztürk
Radikal İki
27/04/2008
2 Mayıs 2008
Uçan Süpürge yola çıkmaya hazır
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin Basın Toplantısı, 29 Nisan 2008 Salı
günü Ankara Sheraton Oteli’nde yapıldı.
Toplantıya Uçan Süpürge kurucusu Halime Güner, Festival Yönetmeni Berrin Balay,
Program Koordinatörü Ruken Öztürk’ün yanı sıra, sinema yazarı Alin Taşçıyan da
katıldı.
Güner: “Kendi düşünün peşinde koşan kadınlara armağanımız”
27 ülkeden 88 kadın yönetmenin 89 filmini Ankara’ya konuk ettiklerini söyleyen
Halime Güner, festivalin Kızılırmak Sineması, Altındağ Belediyesi Yunus Emre
Kültür Merkezi, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, ODTÜ GİSAM, Alman Kültür
Merkezi ve Devlet Tiyatroları Akün Sahnesi’yle birlikte Ankara’nın 7 ayrı
mekanında seyirciyle buluşacağını belirtti.
Türkiye’nin gündeminden düşmeyen ayrımcılık, tecavüz ve şiddet haberlerinin
yarattığı travmaya karşı başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak
istediklerini ve bu yüzden festival temasını “Kendin Ol, Düşünü Yarat” olarak
belirlediklerini söyleyen Güner, festivali kendi düşünün peşinde koşan, onu
yakalayan, onu gerçek kılma gücünü kendisi kadar kadın dayanışmasından da alan,
kadın hak ve özgürlükleri anlayışı içinde “sen varsan ben yokum” demeyen bütün
kadınlara armağan ettiklerini açıkladı.
Taşçıyan: “Bu festival Kybele’yi toprağından çıkarıyor”
Sinema yazarı Alin Taşçıyan konuşmasına sinemanın erkek egemen bir sanat
olduğunu, bu yüzden de kadın sinemasına çok ihtiyaç duyulduğunu belirterek
başladı. “Ataerkil propaganda bombardımanının etkisi altındayız. Bu yüzden de
kadın bakışına daha çok ihtiyacımız var” diyen Taşçıyan, Hollywood’un en
dominant sinema olduğunu, westerne bulaşmış her filmin Oscar’a bir şekilde aday
olduğunu, oyuncularının yerlere göklere sığdırılamadığını ama kadın filmlerinin
hep görmezden gelindiğini söyledi.
Türkiye’de “maganda kültürü”nün gişeleri ele geçirmiş durumda olduğunu da
sözlerine ekleyen Taşçıyan, Türk sinemasında kadın karakterlerinin azlığına
dikkat çekti. Türkiye’de ödüllere aday gösterirken ana karakter ya da erkek
karakterlerle eşit kadın rollerini bulmakta zorlandıklarını, bu yüzden de
filmlerdeki ağırlıklı kadın rollerine bakarak “En İyi Kadın Oyuncu”
kategorisinde değerlendirme yapmak zorunda kaldıklarını söyledi.
Kadınların sinemada kendi öykülerini anlatacak alan bulamadıklarını ama yine de,
özellikle son dönemde belgesel sinemadaki kadın sinemacıların yükselişinin çok
önemli olduğunu belirten Taşçıyan konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Kadın
imgeleri, kadın sözü bu ülkenin topraklarında hala geçerli. Bu festivalin
yaptığı şey bu… Toprağı kaldırmak ve Kybele’yi yukarıya çıkarmak!”
Öztürk: “Pippa’nın düşü için…”
Festival programını değerlendiren Ruken Öztürk festivalin yarışmalı bölümü “Her
Biri Ayrı Renk”te yer alan filmlerin birbirinden önemli ve iyi olduğunu
belirterek “Jürinin işi bu sene çok zor, o yüzden jüride yer almak istemezdim”
diye konuştu.
Festivalin “Barış Ne Zaman” bölümünü Türkiye’de tecavüze uğrayıp öldürülen
İtalyan sanatçı Pippa Bacca’ya adadıklarını söyleyen Öztürk, “Pippa insanlara
güvenmek istiyordu. Bu onun düşüydü. Biz de kadınlar olarak onun düşünü yaratmak
için bu bölümü ona adıyoruz” dedi.
Balay: “Birbirinden renkli etkinlikler de olacak"
Berrin Balay festivalin film gösterimleri dışında birbirinden renkli yan
etkinlikleri olduğunu söyledi. Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Latife
Tekin’in de konuşmacı olacağı “Kendine Ait Bir Oda” ve Annie G. Pertan, Leyla
Özalp ve Şehbal Şenyurt’un katılacağı “Yapımcı Kadınlar” söyleşileri yanında
İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) 33 sene sonra Ankara’da, festivalde
buluşacakları “Kadınların Bitmeyen Mücadelesinde Karanfilli Bir Uğrak” başlıklı
söyleşiye dikkat çekti. Yapıtları bugün dünyanın pek çok müzesinin
koleksiyonunda bulunan, çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden Gülsün
Karamustafa’nın da bir söyleşiye katılacağını söyleyen Balay, Türkiye’nin önde
gelen yapımcılarından Leyla Özalp’in yeni kitabı “Bir Film Yapmak”ın ilk kez
festivalde okurlarla buluşacağını açıkladı. Balay ayrıca, festivalin en merakla
beklenen etkinliklerinden biri olan ‘Güneşli Pazartesi’ adlı gösterinin
Ankara’da ilk kez festival kapsamında gösterileceğinin müjdesini de verdi.
Cadı kurabiyeleri dağıtıldı
Basın toplantısı sonunda Halime Güner bir sürprizleri olduğunu söyleyerek basın
katılımcılarına cadı kurabiyeleri dağıttı. Cafe Elizinn’in katkılarıyla
hazırlanan kurabiyelerin içinden basın mensuplarına özel hazırlanmış “festival
niyetleri” çıktı.
Uçan Süpürge’nin şimdiki rotası, 8 Mayıs gecesi saat 20:30’da Devlet Opera ve
Balesi Binası’nda (Büyük Tiyatro) yapılacak açılış gecesi…
29 Nisan 2008
BASIN TOPLANTISI 29 NİSAN'DA
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin Basın Toplantısı 29 Nisan 2008 Salı
günü saat 11.00’de Ankara Sheraton Oteli’nde yapılacak.
Toplantıya Uçan Süpürge ekibinin yanı sıra, sinema yazarı Alin Taşçıyan da
katılacak.
Toplantıya tüm basın mensupları davetlidir.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Basın Toplantısı
Tarih: 29 Nisan 2008 Salı
Saat: 11.00
Yer: Sheraton Oteli Magnolia Salonu, Kavaklıdere-Ankara
28 Nisan 2008
ÖZGÜN VE ÖZGÜR, KALENDER VE ÇELEBİ: NİLÜFER AYDAN
O hep gözümüzün önündeydi. Kendini değil canlandırdığı karakteri öne çıkardı,
azı-çoğu olmaz dediği her rolün altından ustalıkla kalktı. Kalender ve çelebi,
abartısız ve incelikliydi. Kendine has yorumuyla Nilüfer Aydan, daha nice yıllar
sinemaya gönül ve emek verecek. Selen Doğan’ın kaleminden.
1940 yılının şubatında Aydan Canbula olarak dünyaya geldi, bizim onu tanıdığımız
adıyla Nilüfer Aydan. İkinci dünya savaşının karanlık günleriydi. Babası “Sinop”
vapurunun telsizcisiydi. Vapur, Kefken adası açıklarında batınca ‘hem babasız
hem ekmeksiz’ kaldılar. Sarıyer’de ahşap bir evde kirada oturmaktaydılar, anne
Mukaddes ve abla Ayla ile. Ayla, Anadolu Film şirketinde sekreterdi. Annesi de
çalışıyordu. Taksim İlkokulu’nun ardından öğrenimine Kadıköy Kız Ortaokulu’nda
devam etmiş, ne ki maddi zorluklar nedeniyle okulu bitirememişti.
15 yaşındayken Yılmaz Duru’yla tanıştı. Duru, Eşref Kolçak’la birlikte “Ses”
operetinde dansörlük yapıyordu. Birlikte Taksim Bahçesi’nde sahneye çıktılar.
Seyirci onları çok sevdi, çok tutuldular. Bir dans çifti olarak Amerika’ya gidip
döndükten sonra, sahneler yerini setlere bırakacak ve sinemanın kapıları
‘Nilüfer’ Aydan’a açılacaktı.
Evlendiler. Bu evlilikten oğulları Turan dünyaya geldi. Nilüfer Aydan bu
evlilikte umduğunu bulamadı ama pişman da olmadı. O sıralar, kendi deyişiyle
‘kütüphanesi zengin kendi fakir’ bir rejisör olan Halit Refiğ girdi hayatına.
Amerikan Koleji mezunu, bilgili, cazip biriydi Refiğ. Nilüfer Aydan, Yılmaz
Duru’dan ayrılıp Halit Refiğ’le ikinci evliliğini yaptı. Bu beraberlik onun
hayatında sinemanın önemli bir rol oynayacağı, ancak, ‘anne’ ve ‘eş’ rollerinin
de sürdürüleceği bir dönemin başlangıcıydı ama -dönemin pek çok kadın oyuncusu
gibi- içine sindirmişti bu roller silsilesini; ihtimal, başka çaresi yoktu. “Ben
hem sinema yıldızlığı yapıyor hem de bulaşık yıkıyordum. İstemiştim,
evlenmiştim” diye anlatacaktı Aydan o yılları… Derken evde bir şeyler ters
gitmeye başladı. Bu evlilik de mutsuzlukla sona erecek, Nilüfer Aydan sinemadan
uzaklaşacak ve üçüncü evliliğini yapmak üzere Mersin’e gidecekti.
Sinema yılları ‘Altın Kafes’le başlıyor
Nilüfer Aydan, 1957 yılında Zeki Müren’in ‘Altın Kafes’ filmiyle sinemaya
başladı. ‘Bir Dilim Ekmek’, ‘Yörük Efe’, ‘Şehvet Uçurumu’ gibi filmler ardı
ardına geldi. Bunları 1961 yılında Osman Seden’in ‘İki Aşk Arasında’ adlı filmi
izledi ve hemen ardından onu şöhrete bir adım daha yaklaştıracak olan, Halit
Refiğ’in ‘Seviştiğimiz Günler’i geldi. Bu filmde, bir araba tamircisine aşık
olan Nilüfer’i canlandırdı. Aynı yıl, yine Halit Refiğ’in, senaryosunu Memduh
Ün’le birlikte yazdığı ‘Yasak Aşk’ta başroldeydi.
1962’de Refiğ ‘Şehirdeki Yabancı’yı çekti. Nilüfer Aydan, Türkiye sinemasının en
iyi filmlerinden biri olan, bir maden ocağındaki sömürü düzenine tek başına
karşı çıkan bir mühendisin öyküsünü anlatan ‘Şehirdeki Yabancı’da Gönül
rolündeydi. Atıf Yılmaz’ın Kemal Tahir’in senaryosundan çektiği ‘Yarın
Bizimdir’, Refiğ’in 1963 tarihli filmi ‘Şafak Bekçileri’, Öztürk Serengil’li bir
güldürü olan ‘Cüppeli Gelin’, Kemal İnci’nin yönettiği ‘Güzeller Kumsalı’ ve
Cüneyt Arkın’lı ‘Yalnız Değiliz’, Aydan’ın 60’ların ortalarına kadar rol aldığı
filmlerden bazılarıydı.
Bu filmleri, 1964’te ‘İstanbul’un Kızları’ ve bir yıl sonra da, en iyi dönem
filmlerinden biri kabul edilen ‘Haremde Dört Kadın’ izledi. Türkiye sinemasının
kanun, kanunsuzluk, silah, eşkıyalık ve yiğitlik hikayeleri anlatmaya bayıldığı
o yıllarda ‘Kanunsuzlar’, ‘Silahına Sarılan Adam’, ‘Anası Yiğit Doğurmuş’ gibi
birçok filmde rol aldı. ‘Silahların Kanunu’, ‘Ve Silahlara Veda’, ‘Çirkin Kral’
filmlerinde ise rol arkadaşı Yılmaz Güney’di.
70’lerin başında Yeşilçam’daki seks filmleri furyasıyla, pek çok kadın oyuncu
gibi Nilüfer Aydan da sinemadan gönülsüzce uzaklaştı. “Güçlü bir oyun sergileme
olanağı veren iyi bir senaryoyla seyircilerin karşısına çıkacağım” dediği
günlerde, gazinolarda dans ederek hayatını sürdürüyor ve iki çocuğuna bakıyordu.
Nilüfer Aydan’ın sinemaya dönüş filmi 1983 yapımı ‘ve Recep ve Zehra ve Ayşe’
oldu. Yusuf Kurçenli’nin yönettiği bu filmin senaryosunda Ayşe Şasa’nın da
imzası vardı. Ülkü Erakalın’ın ‘Çiçek’i, Sinan Çetin’in ‘14 Numara’sı, Yavuz
Işıklar’ın ‘Mağrur Kadın’ı bundan sonra geldi. 1986’da Erdoğan Tokatlı’nın
‘Suçumuz İnsan Olmak’ filminde Kadir İnanır’la birlikte rol aldı. 1988’de,
‘fotoroman kralı ve kraliçesi’ seçilen Tanya Eraslan ile Reha Yeprem’in
başrollerini paylaştığı ‘Nazlı ile Emir’de Nazlı’nın annesi oldu. Bir yıl sonra,
Yücel Uçanoğlu’nun ‘Güneş Yine Doğacak’ ve Orhan Elmas’ın ‘Sevmek ve Ölmek
Zamanı’ adlı filmlerinde oynadı. Arada ‘Yarın Artık Bugündür’ adlı bir
televizyon dizisi de çekti.
1990’ların henüz başında, dini filmler de birbiri ardınca gelmeye başladı.
Mazlum-mağdur öykülerinin sosyal içerikli görsel anlatılara dönüştürüldüğü bu
filmler, 70’lerin başında çekilen ve daha çok evliyalar gibi kutlu kişiler
etrafında çeşitli öyküler anlatan dini filmlere pek benzemiyordu. Mesut
Uçakan’ın, hâlâ güncel bir konu olan türban üzerine yaptığı ‘Yalnız Değiliz’de
Nilüfer Aydan kapanmak isteyen kızın annesini canlandırıyordu. Aydan’ın
göründüğü bir başka dini film ise aynı yönetmenin ‘Kelebekler Sonsuza Uçar’ıydı.
Uluslararası bir gey ve lezbiyen filmleri festivaline katılan ilk Türkiye filmi
olan ‘Düş Gezginleri’; çekildiği 1993 yılında SİYAD’ın ‘en iyi beş film’
listesine giren Sinan Çetin imzalı ‘Berlin in Berlin’ ve Kolera Sokağı
sakinlerinin ‘kaderini’ anlatan ‘Ağır Roman’da da unutulmaz oyunculuğuyla
Nilüfer Aydan vardı.
“Anna Karina, Jean Seberg, Audrey Hepburn kadar güzel…”
2001 yılında vizyona giren ‘Renkli Türkçe’, sinema perdesinde çok kereler
görünmüş, onlarca filmin jeneriğine adını yazdırmış Nilüfer Aydan’ın ödül aldığı
ilk film oldu. Ahmet Çadırcı’nın Osman Cavcı’nın senaryosundan çektiği Renkli
Türkçe, seks filmleri gösteren bir kenar mahalle sinemasının makinisti Sabit’in,
bir dönemin ünlü seks filmleri yıldızı Zerrin Öz’e olan saplantılı aşkını
anlatmaktaydı. Nilüfer Aydan hiçbir ücret almadan oynadığı bu filmdeki Zerrin Öz
rolüyle Altın Portakal’da en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünün sahibi oldu.
Ahmet Çadırcı onun için yıllar sonra şöyle diyecekti Uçan Süpürge’ye verdiği
röportajda: “Ben, Nilüfer Aydan’ı Fransız yeni dalga sinemasının kadın
oyuncularının yüzüne benzetirim. Benim Nilüfer Aydan’ımın yüzü Godard’ın karısı
ve oyuncusu Anna Karina, Jean Seberg, Audrey Hepburn kadar güzeldir.”
Küçük yaşlarından beri dans eden Nilüfer Aydan’ı belki de ilk kez dansıyla
izlediğimiz 2004 tarihli ‘Eğreti Gelin’, oyuncunun en göz doldurduğu
filmlerinden biri. Atıf Yılmaz’ın son kez yönetmen koltuğunda oturduğu bu filmde
kumpanya dansçısı Semiha rolüyle karşımıza çıktı Nilüfer Aydan. Son olarak,
‘Hicran Sokağı’nda pek çok sinema emekçisiyle birlikte rol aldı.
O hep gözümüzün önündeydi. Kendini değil canlandırdığı karakteri öne çıkardı,
azı-çoğu olmaz dediği her rolün altından ustalıkla kalktı. Kalender ve çelebi,
abartısız ve incelikliydi. Kendine has yorumuyla Nilüfer Aydan, daha nice yıllar
sinemaya gönül ve emek verecek.
Bu yıl Uçan Süpürge Onur Ödülü Nilüfer Aydan’ın
11.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, ‘Uçan Süpürge Onur
Ödülü’nü; 52 yıldır Türkiye sinemasına emek verdiği, başrolden karakter
oyunculuğuna pek çok filmde rol aldığı, Yeşilçam geleneğinden geldiği halde yeni
sinemaya başarıyla uyum sağladığı, zirvede olduğu dönemde bile “yıldız” olmaya
çalışmadan bağımsız kimliğini ve özgür ruhunu koruduğu, sinema tutkusunu hiç
yitirmediği ve hâlâ sinemada özgün ve farklı karakterleri yaratmaya devam ettiği
için Nilüfer Aydan’a veriyor.
Selen Doğan
Radikal İki
26/04/2008
27 Nisan 2008
GÜNEŞLİ PAZARTESİ İLK KEZ ANKARA'DA!
Bir garajistanbul prodüksiyonu olan, Bedirhan Dehmen ve Şafak Uysal’ın birlikte
yarattığı ve yine birlikte sahnelediği Güneşli Pazartesi, Ankara’da ilk kez 11.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde seyircisiyle buluşacak.
“garajistanbul ANKARA da”nın da ilk etkinliği olan Güneşli Pazartesi, 12 Mayıs
Pazartesi günü saat 20.00’da Devlet Tiyatroları Akün Sahnesi’nde…
Ortalama erkeğin dostlukları üzerine...
Toplumun arkadaşlıkları nasıl değerlendirdiği ve bizim dostlarımızı neyle ölçüp
biçtiğimiz üzerine...
Aynı cevaplar değil ama aynı soruların peşinden koşmak üzere bir eser...
Arkadaşlık edebiyatının klişelerinden biri olan “meşhur dostluklar atlası”nda
hep erkekler yer aldı. Dost; yeri geldi yurttaş, yeri geldi akıl hocası, yeri
geldi ahbap, yeri geldi aşık, yeri geldi yoldaş - kılavuz, çırak, hemşehri,
komşu, mürşit, akran, ortak, yaren, sırdaş, kafadar - oldu. Ama hemen hep
erkekti. Orestes ve Pylades’ten Mevlana ve Şems’e, Aşil ve Patroklus’tan Herkül
ve Hylas’a, David ve Jonathan’dan İskender ve Hepheiston’a, ve hatta Robin Hood
ve Küçük John’dan Hamlet ve Horatio’ya, dostluğun tahayyülü her defasında
erkekler üzerine kuruldu, sıklıkla eril kavramlarca kollandı. Ve daha da
önemlisi, bu “biraderler dizini” ağırlıklı olarak destansı terimlerle ele
alındı. Arkadaşlık tasvirleri hep ideallerle çizildi, mitlere konu oldu. Peki
ama bu seçmede ortalama erkeğin dostluk anlayışına ne kadar değinildi? Erkekler,
kendileri ve birbirine, gerçekten ne kadar dost oldu?
İki dostun birbirine müdahale sınırı nerede başlar, nerede biter? Kahramanlıklar
ve fedakarlıkların ötesinde, dostluğu tayin eden nedir? Dostluğa sığmadığı
düşünülen duygu, düşünce ve eylemler nasıl gizlenir, nasıl dışa vurulur?
Ortalama bir erkek, tanımlanmış “erkek” figürleri arasından nasıl sıyrılır da,
bir başkasına eşlik eder? Hepsinden önemlisi: dert ortaklığı ne zaman
kusarcasına bir iç boşaltma eylemi ve bunun beraberinde gelen eylemsizlik
halinden başkalaşır da, farklı var olma biçimlerine işaret eden bir paylaşıma
dönüşür?
Güneşli Pazartesi, gösteri sanatları alanında alternatif projelere zemin
oluşturan ve bu alanda eğitim-araştırma faaliyetlerini özendiren Boğaziçi
Gösteri Sanatları Topluluğu’ndan Bedirhan Dehmen ile, çağdaş dans alanında
deneysel bir anlayışla faaliyetlerini sürdüren [laboratuar] üyesi Şafak Uysal’ı
bir araya getiren bir fiziksel tiyatro çalışması.
Güneşli Pazartesi, Ankara’da ilk kez 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali’nde seyircisiyle buluşacak. 8-15 Mayıs tarihleri arasında
gerçekleştirilecek festivalin “Erkekler Matinesi” başlıklı bölümüne paralel
olarak, 12 Mayıs Pazartesi günü saat 20.00 Devlet Tiyatroları Akün Sahnesi’nde
seyircisiyle buluşacak olan Güneşli Pazartesi, kaçırılmayacak bir fırsat!
Eser, konusu itibariyle erkekler arası dostluğu mercek altına yatırıyor. İki
koreograf, ilk ortak çalışmalarında, kişisel deneyimlerinden ve tarihte yer
etmiş arkadaşlık tahayyüllerinden hareketle yola çıkıyor. Başlangıç noktaları
ise arkadaşlık edebiyatının klişelerinden birisi olan “meşhur dostluklar
atlası”nda hep erkeklerin, üstelik sıklıkla destansı terimlerle yer alıyor
olması. Kahramanlıklar ve fedakarlıkların ötesinde dostluğu neyin tayin ettiğini
sorgulayan Güneşli Pazartesi’nin dikkat çekici özelliklerinden bir diğeri de
dekor, video ve ses boyutlarıyla disiplinlerarası bir anlayışa sadık kalarak
hazırlanması ve bütün eserin Boğaz’ın bir yakasından diğerine uzanan bir vapur
seferinde geçiyor olması. Bu noktada iki genç sanatçıya, video ve ses
tasarımlarıyla Doğuş Bitecik eşlik ediyor.
garajistanbul ANKARA'da
garajistanbul, 12 - 19 Mayıs tarihleri arasında 4 farklı prodüksiyonuyla (
Güneşli Pazartesi, ashura, EKO, Oyunu Bozuyorum ) Ankara’da, Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü ile işbirliği yaparak ve Devlet Tiyatrolarının gücünü yanına
alarak Akün Sahnesi’nde izleyicileriyle buluşuyor.
Kim onlar?
Bedirhan Dehmen, 1978 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü’ne girdiği 1995 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nün (BÜFK)
çalışmalarına katıldı. Mezun olduğu 2000 yılına kadar BÜFK Dans-Müzik
gösterilerinde, dansçı, çalıştırıcı ve reji sorumlulukları aldı. Etnik/milli
sınırlar ve halk dansları ilişkisine odaklanan teziyle, 2003 yılında B.Ü.
Sosyoloji Bölümü’nden yüksek lisans derecesini aldı. İstanbul Üniversitesi
Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde dans ve tiyatro birlikteliği
üzerine yoğunlaştığı doktora çalışmasını yürütüyor; Yeditepe ve Koç
Üniversitesi’nde öğretim elemanı olarak çalışıyor, dans tarihi ve sahne
sanatları üzerine kuramsal dersler veriyor. 2000 yılından bu yana, Boğaziçi
Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) üyesi olan Dehmen, BGST Dansçıları’nın
eğitim-araştırma çalışmalarında ve yine BGST’nin müzik-tiyatro birimleriyle
ortaklaşa yürütülen prodüksiyonlarında yer almaya devam ediyor.
Şafak Uysal, 1978 yılında Bodrum’da doğdu. 1999 yılında ODTÜ Şehir ve Bölge
Planlama Bölümü’nden mezun oldu. 2001 yılında Bilkent Üniversitesi, İç Mimarlık
ve Çevre Tasarımı Bölümü’nde beden-mekan ilişkisi üzerine odaklandığı yüksek
lisans tezini tamamladı. 1995 yılında başladığı lisans eğitimi sırasında dansla
ilgilenmeye başladı. Bu tarihten itibaren 7 yıl süre ile ODTÜ Çağdaş Dans
Topluluğu’nda bulundu; çok sayıda bireysel ve toplu koreografiye imza attı ve
kurucularından olduğu ODTÜ Uluslararası Çağdaş Dans Günleri’nin organizasyonunda
grafik tasarımdan genel koordinatörlüğe uzanan çeşitli pozisyonlarda görev aldı.
Bugüne kadar, kendi eserlerinin yanı sıra, “loophole” ve “cammekan” başlıklı iki
yerleştirme (Ö. Özakın, U. Şumnu ile); “Home Sweet Home” (E. Koyuncuoğlu);
"Neden? Why? Çima? İnçu?..." (M. Tomasyan); “Paralel” (B. Öztürk ile); “Lungo
Drom / Uzun Yol” (Ş. Ateş); “Yakındoğu’da Emanet” ve “Kocasını Pişiren Kadın”
(Ö. Yula), “Rast-gele” (E. Çelik, D. İleri, B. Murphy ve T. Tuna ile); “Hüsn-ü
Aşk’a Dair” (B. Murphy), “Human Writes” (W. Forsythe) gibi pek çok esere katkıda
bulundu. Çalışmalarına 2003 yılından bu yana [laboratuar] ile devam ediyor;
halen Bilkent Üniversitesi’nde mimarlık ile imaj-üretme teknolojileri arasındaki
ilişkiye odaklandığı doktora çalışmalarını sürdürüyor; çeşitli üniversite ve
eğitim kurumlarında temel tasarım, görsel sanatlar & kültür, çağdaş sanat
uygulamaları, dans tarihi ve hareket başlıklarını temel alan dersler yürütüyor;
ve 2005 yılında kurulduğundan bu yana Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi proje
koordinasyon grubunda yer alıyor.
“garajistanbul ANKARA da” nın etkinlik programı ile ilgili detaylı bilgi için:
www.garajistanbul.com
8- 15 Mayıs’ta Ankara’da gerçekleşecek olan 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali’nin ‘Onur Ödülü’nün sahibi, yılların eskimeyen sanatçısı
Nilüfer Aydan: “Ben kendimi diğer sanatçılardan ne üstün görüyorum ne aşağı
görüyorum. Hepimizin güzel filmleri var, kötü filmleri de var. Ama bazılarının
şansı daha iyi gidiyor, bazılarımız daha geri planda kalıyor. Ama bu işe emek
veren, gönül veren herkes aynı değerde.” Şükran Yücel’in söyleşisi.
Yeşilçam’ın unutulmayan yüzlerinden biri Nilüfer Aydan. İri çekik gözleriyle
gözlerimizin önüne hemen geliveren daima genç ve güzel kalan bu yüz, bir dönemin
simgelerinden biri. Nilüfer Aydan’ı bir kategoriye sokmak zor. İlginç ve farklı
fiziğiyle her tür filme yakışmış bir sanatçı. Avrupa’da olsaydı, sanat
sinemasının en çok aranan yüzlerinden biri olabilirdi. Türk sinemasının onu
yeterince değerlendirebildiğini söyleyemeyiz. Onu en çok Halit Refiğ’in
yönettiği “Şehirdeki Yabancı” ve “Haremde Dört Kadın” gibi filmlerinden
hatırlıyoruz. 1968’den sonra sinemaya ara veren Aydan, 1983’de “Ve Recep Ve
Zehra ve Ayşe” filmiyle döndü. “Ağır Roman”, “Berlin in Berlin”, “Eğreti Gelin”
filmlerinde ve “Hanımın Çiftliği” ve “Yılan Hikayesi” gibi televizyon
dizilerinde rol aldı. Ahmet Çadırcı’nın “Çocuk Yüzlü Kadın” belgeseli de 11.
Uçan Süpürge Film Festivali’nde gösterilecek. O hala sinemada ve televizyonda
aranan bir yüz olmaya devam ediyor.
Sinemaya nasıl başladınız?
Bizim aile dostumuz bir Esat ağabeyimiz (Özgül) vardı. Ben çok hevesliyim, çok
da küçüğüm o zaman. Güreşçi Celal Atik’le Deniz Tanyeli’nin başrolünü oynadığı
Yörük Ali (1955) filminde bana bir rol verdi. Öyle başladım. Daha sonra Zeki
Müren’in Altın Kafes filmi için yeni bir genç kız arıyorlar. Ben o sıralar dans
ediyordum. Zeki Bey beni seçiyor partneri olarak.
Dansa nasıl başlamıştınız?
Biz parçalanmış bir aileydik. Babamız yoktu. Ablam dansçıydı zaten. Ben de çok
hevesliydim. Yılmaz Duru ile çalıştım, Taksim Belediye’de modernize edilmiş
folklor danslarından oluşan bir programla başladık. Dans partnerliğimiz evliliğe
yol açtı. Bir çocuğumuz oldu. Dansın hayatımda hep büyük önemi vardı,
oyunculuğuma da büyük katkısı oldu. Dansta hem vücudunuzu hem de yüzünüzü
kullanırsınız. Dünyada oyuncular hem dans eder, hem şarkı söyler, hem tiyatroda
oynarlar. Bu bizde biraz eksik kalmıştır.
“Halit, benim okulum oldu”
Daha sonra Halir Refiğ’le evlendiniz. Onun oyunculuğunuza katkısı oldu mu?
Ben çok küçük yaşta sinemaya ve dansa başladım. O devirde bunun okulu yoktu.
Kendi kendinizi yetiştiriyorsunuz. O zamanlar eli ayağı düzgün olanlar artist
oluyordu. Güzel kızlar, güzel erkekler arıyorlardı. Aynaya bakıyor, “Ben
güzelim, artist olayım.” diyordunuz. Güzel kızları sokaktan çevirip artist
yapıyorlardı. Biz de bunun sanat olduğunun farkında değildik. Güzel insanlar
artist olur sanıyorduk. Ben Halit’le tanışıncaya kadar böyle düşündüm. Halit,
benim okulum oldu. Sinemanın bir mesaj, bir sanat ve kalıcı bir şey olduğunu
Halit’ten öğrendim. O zaman benim sinemaya bakışım değişti. Halit bana hiçbir
zaman öğretmenlik yapmadı. Yapsa komplekse de kapılabilirdim. Ben onun
konuşmalarından, beyninden, hareketlerinden, yaptığı işlerden güzel bir şeyler
aldım. Tam anlamıyla bir sanat grubunun içine girdim. O sohbetlerin,
konuşmaların içinde yoğruldum.
Ünlü bir yönetmenin eşi olduğunuz halde, yıldız olmaya heves etmemişsiniz.
Mesela Halit Refiğ’in yönettiği Şafak Bekçileri’nde ikinci kadın rolündesiniz.
O senaryoyu okuduğumda o rol beni cezbetmişti. Askeri üniforma giyiyordu, çok
ilgimi çekmişti. Ben küçük yaştan beri starlığı pek düşünmedim, nedendir onu
çözümlemedim. Belki işe asılsaydım, belki ihtiraslarım olsaydı, belki onu
yakalardım. Çünkü benim diğerlerinden farkım yok. Ben sonradan kendimi tarttığım
zaman, özgürlüğüme çok düşkün bir insan olduğuma bağladım. Evliliklerim de çok
oldu, o yüzden. Bıktığım için mi, sıkıldığım için mi, bilmiyorum. Hayatıma giren
insanlar kötü insanlar değildi. Hepsiyle de hala dostuz. Şöhret, taşıması güç
bir şey. Ben yeri geliyor pazara gidiyorum, yeri geliyor, otobüse biniyorum.
İstediğim gibi hareket edemeyecektim. Ama işimi çok seviyorum. En iyi şekilde
yapmaya çalışıyorum. Ben halkın içinde olmayı sevdim. Çünkü star olursanız,
başkasınız. Yeriniz başka.
Sizin çok Avrupai bir tipiniz var.
Kökenimde de var zaten. Benim babaannem Rum, anneannem Çerkes. Anneanneme
İngiliz kadını derlermiş burada. Biz doğma büyüme Cihangirliyiz. Burada
konakları varmış, ama biz görmedik. Hiçbir zaman başını bağlamamış, kısa kollu
fotoğrafları var. Ailem çok moderndi.
Türk sinemasının en parlak zamanlarında yer aldınız. Zirvede olduğunuz zamanda
ara verdiniz sinemaya.
Sinemada seks furyası başlamıştı. Ben 68’den sonra evlendim ve sinemadan
çekildim. 10 yıl kadar Mersin’de yaşadım eşimle. 78’de eşimden ayrılarak
İstanbul’a döndüm. Yeniden dans etmeye başladım. Benim dansçılığım çok bilinmez.
Hep beş yıldızlı otellerde çalıştığım için halk benim dans ettiğimi bilmez. 40
yaşında kocamdan ayrıldım. 15 yıldan fazla dans ettim. Gündüzleri anneanne,
babaanne rolleri oynuyor, geceleri gidip dans ediyordum. Sinemaya tekrar dönmem
zor oldu. Ancak son beş-altı yıldır güzel çalışabiliyorum dizilerde ve
filmlerde.
Yeşilçam sineması büyük bir aile gibi görünüyor. Sizi birleştiren o Yeşilçam
sokağı mıydı?
Bence işin içine çok fazla madde girince, işin büyüsü bozuluyor. Sinemada para
yoktu o zaman. Para beklenmeyen işte sevgi, dostluk oluyor. Sinemada şimdi
okullularla alayllıar arasında bir ayrım var. Bugün eskiye pek rağbet yok artık.
Yeşilçam’da eskiden bir beraberlik vardı. Belli yerlerde toplanırdık. Sinepop’un
yerinde bir kafeterya vardı. Orda toplanırdık. Daha bir sıcaklık vardı. Şimdi
insanlar daha bireyselleşti. Herkes tek tek yaşıyor. Ben en çok o birlikteliği
özlüyorum.
Pek çok filmde oynadınız. Oynadığınız rollerden en çok hangisini sevdiniz?
Şehirdeki Yabancı en sevdiğim filmdi. Çocuk kadın tipini oynamıştım. Hem kadın,
hem çocuktu. Ezilmişliği ve çaresizliği, bizim Türkiyemizde kadınların yaşadığı
durumu yansıtıyordu. Ben kendi hayatımda öyle yaşamadım tabii ama o rol naif,
acı bir roldü, gerçekti.
Son dönemde dizilerin yanı sıra sinemada da oynadınız. Eğreti Gelin’de ilgi
çekici bir rolünüz vardı.
O rolü benden başka oynayacak biri yoktu. Yaşı elliyi geçmiş ve hala yılan dansı
yapabilecek bir başka kadın yok.
Renkli Türkçe (1999) adlı düşük bütçeli bir filmde oynadınız ve bu filmle
Antalya’da Altın Portakal aldınız.
Ahmet Çadırcı ile Osman Cavcı benim oğlumun kafesine gidip gelirlerdi. Bana
sormaya cesaret edemiyorlar. Paraları da yok. Ben para önemli değil, sinemaya
bir katkısı olsun yeter dedim. Senaryoyu okudum, beğendim. Ben kabul edince
sevinçten uçtular. Büyük fedakarlıklarla bir buçuk senede çektik filmi. Para
buldukları zaman çağırıyorlardı, bir iki sahne çekiyorduk. Bana Antalya’da ödül
getirdi o film. Ben her zaman amatör ruhluyum. İyi ki de oynamışım, diyorum. Bu
tür yapımlarda her zaman rol alırım.
Bugünkü Türk sinemasıyla geçmişteki arasındaki en büyük fark?
Tek kelimeyle teknik. Şimdi her şey var. Biz o kadar yoksunluklar,
imkansızlıklar içinde çalıştık ki. Mesela bir Lütfü Akad bugünkü şartlarda film
yapabilseydi, neler çekerdi. Sinema ile ilgili tek bir kitap bile yoktu.
Sinemaya bugün başlasaydınız ne yapmak isterdiniz?
Bugün başlasaydım, tabii ki eğitimini alırdım. Eğitim önemli ama yetenek varsa
eğitim önemli. Sinemamızdan çok insan geldi geçti. Kalanlar, hatırlananlar
gerçekten yetenekli olanlar.
Şükran Yücel
Cumhuriyet Dergi
27/04/2008
27 Nisan 2008
UÇAN SÜPÜRGE'DE GÜNEŞLİ BİR PAZARTESİ
8-15 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali’nin sürprizlerinden biri de dünyada büyük ilgiyle karşılanan
‘Güneşli Pazartesi’ adlı gösteri olacak. Çağdaş dansın genç temsilcilerinden
Bedirhan Dehmen ve Şafak Uysal’ın erkekliği sorguladıkları gösterileri Ankara’da
ilk kez sahnelenecek.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin “Erkekler Matinesi”
bölümünde yer alan ‘Güneşli Pazartesi’ adlı gösteri Ankara’da ilk kez
sahnelenecek. Bir garajistanbul prodüksiyonu olan, Bedirhan Dehmen ve Şafak
Uysal’ın birlikte yarattığı ve yine birlikte sahnelediği ‘Güneşli Pazartesi’,
iki erkeğin dostluğu üzerine bir fiziksel tiyatro çalışması.
Dekor, video ve ses boyutlarıyla disiplinler-arası bir anlayışa sadık kalarak
hazırlanan gösteri, geçtiğimiz Ekim ayında Atina’da 4. Balkan Dans Platformu’nun
açılış gecesinde sahnelenmiş ve büyük ilgi görmüştü. Aralık ayında Bologna’da
Theatri di Vita tarafından düzenlenen Cour di Turchia (Türkiye’nin Kalbi)
Festivali’nde sahnelenen, İstanbul’da garajistanbul’da Türkiyeli seyirciyle
buluşan ‘Güneşli Pazartesi’, Ankara’da ilk kez sahnelenecek.
12 Mayıs Pazartesi günü Devlet Tiyatroları Akün Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak
olan ‘Güneşli Pazartesi’nin biletleri satışa çıktı.*
garajistanbul Mayıs’ta Ankara’da
garajistanbul, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü işbirliğiyle 12-19 Mayıs
tarihleri arasında 4 farklı prodüksiyonuyla (Güneşli Pazartesi, ashura, EKO,
Oyunu Bozuyorum) Ankara’da olacak. Bütün gösteriler Akün Sahnesi’nde izleyiciyle
buluşacak.
Kadınların gözünden erkekler
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin bölüm başlıklarından
biri de “Erkekler Matinesi”. Kadın yönetmenlerin gözünden erkekliğin
sorgulandığı filmlerden oluşan bu bölümde 3 kurmaca ve 2 belgesel olmak üzere 5
film gösterilecek.
Eduart
2006 yılında Selanik Film Festivali’nden “FIPRESCI Ödülü” başta olmak üzere pek
çok ödül kazanmış ‘Eduart’, Dostoyevski’nin ünlü karakteri Raskolnikov’u sıkça
hatırlatan bir film. ‘Yürüyen Adam’ (L'Homme qui marche) ve zoraki baba olmuş
bir adamla bir kız çocuğun öyküsünü anlatan sevimli mi sevimli ‘Babalık’ (Förortsungar)
bölümün diğer kurmaca uzunları.
Babalık
Matinenin belgesellerinden ilki ‘Panama’nın Yumrukları’ (The Fists of a Nation).
Diğeri ise ‘Onu Tanıdığımda Erkekti’ (She Is A Boy I Knew). Gwen Haworth’un
yazıp yönettiği ve başrolünde kendisini oynadığı, Montreal Uluslararası LGBT
Film Festivali’nden “Seyirci Ödülü”yle dönen film, kıyafetlerin, isimlerin ve
anatominin cinsel kimliğin kurulması üzerindeki rolünü tartışıyor.
27 Nisan 2008
FIPRESCI KİME GİDECEK?
8-15 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da düzenlenecek 11. Uluslararası Uçan
Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde yarışacak filmler belli oldu. Festivalin
“Her Biri Ayrı Renk” bölümünde yer alan 12 film, Uluslararası Film
Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü için yarışacak.
11. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin “Her Biri Ayrı Renk”
bölümünde FIPRESCI Ödülü için yarışacak 12 film belli oldu. Bu sene Almanya’dan
Angelika Kettelhack, Fransa’dan France Hatron ve Türkiye’den Burcu Aykar
Şirin’den oluşan FIPRESCI Jürisi; Arjantin, Avusturya, Belçika, Brezilya,
Fransa, Hollanda, İran, İspanya, İsrail, Polonya ve Türkiye’den yarışmaya
katılan filmlerden birini seçecek. Uçan Süpürge dünyada FIPRESCI Ödülü’nü veren
tek kadın filmleri festivali.
Gerçek Aşk Kördür
Cannes ve Berlin’den sonra Uçan Süpürge’de
Festivalde Avusturya adına yarışan ‘Az Önce Oldu’ (Kurz davor ist es passiert)
evrensel bir sorun olan kadın ticaretini gerçek öyküler ekseninde ele alıyor.
Anja Salomonowitz’in Berlin’den “Caligari”, Viyana’dan da “En İyi Film”
ödüllerini toplayan filmi, kurguyla kurmaca arasında seyircinin vicdanını da
sorguluyor.
Emmanuelle Cuau’nun festivallerde çok beğenilen filmi ‘Çok Mersi’ (Trés Bien,
Merci) ise traji-komik bir öykü anlatıyor. Cannes Film Festivali’nden “Altın
Kamera Ödülü”yle dönen ‘Denizanası’ ise, insanlık durumlarına dair çokparçalı
öyküler anlatan şaşırtıcı bir yapım.
Yarışmaya Hollanda’dan katılan ‘Gerçek Aşk Kördür’ (Blind) sinemada gerçek bir
aşk öyküsü izlemeye hasret kalanların damağında hoş bir tat bırakacak.
Etkileyici görüntüleri ve müziğiyle öne çıkan film, aşkın gerçekten de kör olup
olmadığını sorguluyor.
Yeni sözcükler yaratması bakımından sık sık James Joyce ile karşılaştırılan,
Brezilya'nın önde gelen yazarlarından João Guimarães Rosa’nın bir romanından
uyarlanan ‘Mutum’, 10 yaşındaki bir çocuğun gözünden hayatı anlatıyor. Sandra
Kogut’un Berlin Film Festivali’nde “Özel Ödül”le taçlandırılan bu samimi filmi
yaşadığımız yerdeki güzellikleri görebilmeyi öğretiyor.
Ölmek Zamanı
Kedzierzawska da yarışmada
Geçtiğimiz sene Polonya Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Kadın Oyuncu
dahil pek çok ödül almış ‘Ölmek Zamanı’ (Pora umierac) ise bu bölümün öne çıkan
bir diğer filmi. Polonya sinemasının usta yönetmenlerinden Dorota
Kedzierzawska’nın bu son filmi, yaşlı Aniela ve köpeğinin öyküsünü anlatıyor.
Aniela rolünde Danuta Szaflarska’nın adeta döktürdüğü film, mizah anlayışı ve
nostaljik ruhuyla şaşırtıyor.
Marion Hänsel’in San Sebastian Film Festivali’nden ödülle dönmüş filmi ‘Rüzgâr
Kumları Kaldırırsa’ (Si le vent souleve le sable) Belçika sinemasından
etkileyici bir yapım. Çölde hayatta kalmaya çalışan bir ailenin yol boyunca
parçalara ayrılışını anlatan film, umutla merhamet üzerine yeni sözler söylemeyi
başarıyor.
Yarışmaya Brezilya’dan da bir konuğu olacak: ‘Samanyolu’. Yaşamla ölüm, zamanla
mekân arasındaki sınırlar arasında gidip gelen film, şaşırtıcı bir deneyim vaat
ediyor.
Halihazırda Havana Film Festivali’nden ‘FIPRESCI Ödülü’ bulunan, Arjantinli
yönetmen Ana Katz’ın çektiği ‘Tatilde Yalnız’ (Una Novia Errante) birlikte
tatile çıktığı sevgilisi otobüsten inmeyince tatile tek başına devam etmek
zorunda kalan bir kadının başından geçenleri ‘tatilde yalnız kadın’ algısıyla
oynayarak anlatıyor.
Utanç
18 yaşında başyapıt
Yarışmanın en merakla beklenen filmlerinden ‘Utanç’ (Buda as sharm foru rikht),
Hana Makhmalbaf’ın ilk uzun filmi. İranlı Hana’nın 18 yaşında çektiği ve
Berlin’den Selanik’e pek çok festivalden ödüller toplamış bu filmi Afganistan’da
bir köyde geçiyor ve altı yaşındaki Baktay’ın öyküsünü anlatıyor.
Cannes'da Eleştirmenler Haftası'nda Büyük Ödül kazanan Lucia Puenzo'nun ilk uzun
metrajlı filmi ‘XXY’ ise hermafrodit (çift cinsiyetli) bir gencin çarpıcı
öyküsünü anlatıyor. Cinsiyet, cinsellik ve toplumsal cinsiyet kimliği üzerine
etkileyici sözler söyleyen film yarışmanın en akılda kalıcı filmlerinden biri
olacak.
Fikret Bey
Türkiye'yi Fikret Bey temsil ediyor
Senaryosunu Necla Algan’la birlikte yazan Selma Köksal’ın ilk uzun filmi ‘Fikret
Bey’ bu bölümde gösterilecek tek Türkiye yapımı film. Fikret Özsoy adlı
işadamının, yaşamının son dönemindeki bir gününün öyküsünü anlatan film
sinemamıza taze bir soluk getiriyor.
Yönetmenler de festivalde
‘Gerçek Aşk Kördür’le Tamar van den Dop, ‘Çok Mersi’yle Emmanuelle Cuau ve
Samanyolu’yla Lina Chamie festival tarihlerinde Ankara’da olacaklar. Yönetmenler
gösterimlerin ardından seyircilerle sohbet edecekler.
Kazanan film 15 Mayıs’ta açıklanacak
Ödül alan film 15 Mayıs Perşembe günü festivalin kapanış töreninin yapılacağı
Kızılırmak Sineması’nda açıklanacak ve törenin ardından ücretsiz gösterilecek.
25 Nisan 2008
"Beden" konulu kısa film öyküsü yarışması sonuçlandı
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında düzenlenen
“Beden” konulu Kısa Film Öyküsü Yarışması sonuçlandı. 113 eserin katıldığı
yarışmada, Gülden Treske, Mutlu Binark ve Selen Doğan’dan oluşan jürinin
değerlendirmesi sonucunda, 10 öykünün yazarı, festival tarihlerinde Ankara’da
Işıl Özgentürk yönetiminde yapılacak olan Senaryo Atölyesi’ne katılmaya hak
kazandı.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 1999’dan beri her yıl
düzenlediği Kısa Film Öyküsü Yarışması, kısa filmin gelişmesine katkıda bulunmak
ve filmlerde kadın bakış açısını artırmak amacını taşıyor. Festivalin
vazgeçilmezlerinden olan yarışma, sektöre yeni yazarlar da kazandırıyor.
Bu sene yarışmaya yurt içi ve yurt dışından toplam 113 kısa film öyküsü katıldı.
Gülden Treske, Mutlu Binark ve Selen Doğan’dan oluşan jüri, yaptığı
değerlendirme sonucunda, atölye çalışmasına davet edilecek 10 öykünün yazarını
belirledi. Öyküler; sinematografik nitelik, anlatım dili, yenilik ve
yaratıcılık, öykülerin yarışma temasıyla uyumu, temaya farklı açılımlar getirme
becerisi, özgünlük, içsel tutarlılık ve yazarın eserine yansıttığı bakış açısı
göz önüne alınarak değerlendirildi.
Seçilen öyküler ve yazarları şöyle (Kazanan öyküler arasında bir derecelendirme
yoktur):
“Cariye İstiare” / Harun Savaş, İstanbul
“Bir Bedenin Anatomisi” / Burcu Büyükakkaş, İstanbul
“Balon Kız” / Alperen Yeşil, İzmir
“Bir Varmış, Bir Yokmuş” / Hakkı İnanç, İstanbul
“Pasif Direniş” / Rahme Çiftçioğlu, York-İngiltere
“Göz Değmemiş Beden” / Ümit Çalışıcı, Gaziantep
(Ümit Çalışıcı atölyeye katılamayacağını bildirdiği için jüri onun yerine,
birinci yedek eserin sahibi Serpil Demirci'nin atöyleye katılmasına karar
verdi.)
"Mavi, Yağmur, Çocuk" / Serpil Demirci, İstanbul
“Umuda Yolculuk” / Berrin Peközsoy Eroğlu, İstanbul
“Cansız Manken” / Merve Özdemir, İzmir
“Şişme Kadın” / Demet Saka, İzmir
“Teşhir mi?” / Dilşah Özdinç, Ankara
Bu on eserin yazarı, 9-10-11 Mayıs 2008 tarihlerinde Ankara’da, Işıl Özgentürk
yönetimindeki Senaryo Atölyesi’ne katılarak kısa film öykülerini
senaryolaştıracaklar. Atölye çalışması sonucunda seçilecek bir senaryo, sponsor
bulunduğu takdirde filme çekilerek bir sonraki yıl festivalde gösterilecek.
Senaryo Atölyesi, Ankara Goethe Enstitüsü ve Mülkiyeliler Birliği’nin
katkılarıyla gerçekleşecek.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 8-15 Mayıs tarihleri
arasında düzenleniyor.
18 Nisan 2008
Pippa'nın yolculuğu Uçan Süpürge'de sürecek
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, ‘barış’ temalı bölümünü Pippa Bacca’ya
adıyor. Festival, savaşın acıtan gerçekliğiyle barış umudu arasında sıkışmış
öykülerin kadın gözüyle anlatıldığı “Barış Ne Zaman?” başlıklı bölümünde yer
alan 7 filmle, Bacca’nın yarım kalan yürüyüşüne sinemayla destek verecek.
“Barış Gelini” projesi için 8 Mart’ta sanatçı arkadaşı Silvia Moro ile
Milano’dan yola çıkan İtalyalı sanatçı Pippa Bacca’nın Türkiye’de yarım kalan
yürüyüşünü Uçan Süpürge sürdürüyor.
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, ‘barış’ temalı bölümünü, Türkiye’de
tecavüze uğrayıp öldürülen Pippa Bacca’ya adıyor. Festival, savaşa karşı barış
öneren filmlerle, Bacca’nın ‘barış’ düşüne katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Gilaneh
“Barış Ne Zaman?” Şimdi!
Savaşın acıtan gerçekliğiyle barış umudu arasında sıkışmış öykülerin kadın
gözüyle anlatıldığı filmlerden oluşan “Barış Ne Zaman?” bölümünde 3 kurmaca, 2
belgesel ve 2 kısa olmak üzere 7 film yer alıyor.
Bölümün kurmaca filmleri İran sinemasından geliyor. Bunlardan ilki İran-Irak
savaşının göbeğine kamerasını yerleştiren Ensieh Shah-Hosseini’nin 2006 tarihli
filmi ‘Hoşça Kal Hayat’ (Shab Bekheir Farmandeh). Karlovy Vary Film
Festivali’nden ödüllü bu film, kendini öldürmek isteyen bir kadının gönüllü
savaş muhabiri olmasını anlatan etkileyici bir dram.
İran sinemasının önemli isimlerinden Rakhshan Bani Etemad’ın Irak-İran savaşı
döneminden bir öykü anlattığı 2005 tarihli ‘Gilaneh’ ise bir annenin cesaretini
ve mücadelesini betimliyor. Etemad ayrıca festivalin konuğu olarak Ankara’ya
gelecek ve filminin gösteriminde seyircileriyle sohbet edecek.
Bu bölümde yer alan bir diğer İran filmi ise ‘Şaşkın Köpekler’ (Sag-haye velgard).
Marzieh Meşkini’nin 2004 yılında çektiği film, Afganistan’da savaşın yıkıcı
etkisinden en çok etkilenenin çocuklar olduğu gerçeğinden yola çıkarak, anneleri
hapse giren iki çocuğun yaşadıklarına odaklanıyor.
“Barış Ne Zaman” bölümünde ayrıca, savaşın gerçekliğine birebir tanıklık eden,
özenle seçilmiş iki de belgesel var: ‘Çeçen Hikayesi’ (Birlyant, A Chechen Story)
ve ‘İki Arada’ (Double Exposure).
Bu bölümde yer alan kısa filmlere gelince… Almanya’dan Shohreh Jandaghian’ın
yönettiği ödüllü ‘Gülen Köpek’ (Smiling Dog) ile Monica Bravo’nun Londra’da,
gazete okumanın, radyoda haberleri dinlemenin, televizyon izlemenin ya da en
basitinden metroya binmenin bireyler üzerinde yarattığı korkuyu çarpıcı bir
dille anlattığı ‘Kendi Yanıma Bile Oturmazdım’ı (I Wouldn’t Sit Next To Myself).
18 Nisan 2008
SİNEMANIN CADISI UÇAN SÜPÜRGE'DE
8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, dünyaca ünlü feminist yönetmen Chantal
Akerman’ın filmlerini seyirciyle buluşturacak. Akerman’ın Türkiye’de ilk kez
gösterilecek filmleri arasında, başyapıtı kabul edilen ‘Jeanne Dielman’ da
bulunuyor.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali sinema tarihinin en
önemli yönetmenlerinden Chantal Akerman’ı Ankara’ya konuk ediyor. Yapıbozumcu
stili, kötümser mizahı ve kimliği, cinselliği ve politikayı çırılçıplak bırakan
gözlemleriyle sinema tarihinde kendine ayrıksı bir yer edinen Akerman’ın üç
filmi Türkiye’de ilk kez seyirciyle buluşacak.
Jeanne Dielman
“Sinema tarihinin ilk kadın başyapıtı”
Bu filmlerden ilki, gerek yarattığı etki gerek süresiyle özellikle öne çıkan
1976 tarihli ‘Jeanne Dielman’. 3,5 saate yaklaşan süresiyle seyirciden sabır
isteyen film bunun karşılığını fazlasıyla veriyor. Yabancılaşmanın, bir
başınalığın ve kopukluğun ifade edilmeyen trajedisini kışkırtıcı bir biçimde
anlatan film, 70’lerde feminist hareketi derinden etkilemişti. Le Monde
gazetesinin “Sinema tarihinin ilk kadın başyapıtı” diye övdüğü ‘Jeanne Dielman’,
Akerman’ın en önemli filmi sayılıyor.
Yarın Taşınıyoruz
Huzursuz aşklar ve sevişmeler
Festival programında ayrıca Akerman’ın 2000’lerde yaptığı iki film bulunuyor.
Anne-kız ilişkilerine getirdiği sıra dışı yorum kadar cinselliği bir kara mizah
malzemesine dönüştüren ‘Yarın Taşınıyoruz’ ile, bir aşkın saplantıya dönüşmesini
huzursuz bir dille anlatan Marcel Proust uyarlaması ‘Tutsak Kadın’, Akerman
sinemasıyla tanışacak olanlar için şaşırtıcı bir deneyim olacak.
Chantal Akerman
Kışkırtmayı seven kadın
Chantal Akerman ilk filmini 1968’de 18 yaşındayken çekti. 70’li yıllarda yaptığı
kadın temalı filmleriyle pek çok Avrupalı kadın yönetmeni etkiledi. Deneysel ve
minimalist tarzdaki filmlerinde, kadına dair konuşulmayanları çarpıcı bir dille
anlattı. Türkiye’de sadece ‘New York’ta Bir Yabancı’ (A Couch in New York) filmi
gösterim olanağı bulan Belçikalı yönetmen Chantal Akerman, Catherine Breillat
ile birlikte sinemanın en kışkırtıcı kadın yönetmeni sayılıyor.
15 Nisan 2008
İran'ın kadınları da Uçan Süpürge'de
8-15 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, programında İran sinemasının şaşırtıcı
örneklerine de yer veriyor. İran sinemasının en tanınmış kadın yönetmenlerinin
filmleri festivalde seyircisiyle buluşacak.
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, programında İran
sinemasının şaşırtıcı örneklerine de yer veriyor. Hana Makhmalbaf, bol ödüllü
ilk uzun filmi ‘Utanç’la FIPRESCI Ödülü için yarışacak. Abbas Kiarostami’nin
‘10’ adlı filmi ile Mania Akbari’nin bu filmin devamı olarak çektiği ‘10+4’,
festivalin “ONun İRAN’ı” başlıklı bölümünde gösterilecek. Festival programının
barış temalı bölümünde ise sinemaseverler Rakhshan Bani Etemad’ın ‘Gilane’,
Ensie şah-Hüseyni’nin ‘Hoşça Kal Hayat’ ve Merziye Meşkini’nin ‘Şaşkın Köpekler’
adlı filmlerini izleme fırsatı bulacak.
Utanç - Hana Makhmalbaf
18 yaşında başyapıt
Ailesinin kurduğu Makhmalbaf Film Okulu’nda sinema eğitimi gören ve ilk filmini
14 yaşında çeken Hana Makhmalbaf, ‘Utanç’la uluslararası festivallerde birçok
ödül aldı. Bu yıl Asya Film Ödüllerinde en iyi film dalında ödüle aday
gösterilen ‘Utanç’, San Sebastian Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülüne, Roma’da
ise UNICEF Özel Mansiyonu’na değer bulundu. Film ayrıca, Yunanistan İçişleri
Bakanlığı Genel Sekreterliği'nin Cinsiyet Eşitliği ödülünü de kazandı. Küçük bir
Afgan kızın okula gitme çabalarını anlatan film, 11. Uçan Süpürge Uluslararası
Kadın Filmleri Festivali’nde FIPRESCI Ödülü için yarışacak.
10+4 - Mania Akbari
İran’ın yükselen yıldızı: Mania Akbari
Abbas Kiarostami’nin İran’da büyük tartışmalar yaratan filmi ‘10’un oyuncusu
Mania Akbari, dört sene sonra filmin kaldığı yerden devam ediyor ve ‘10+4’le bu
kez yönetmen koltuğuna kendisi oturuyor. İran sinemasının yükselen yıldızı
Akbari, filmleriyle birlikte festivalin “Onun İran’ı” başlıklı bölümünün konuğu
olarak Türkiye’ye gelecek.
Gilane - Rakhshan Bani Etemad
Barışın kadınları
Festival programının “Barış Ne Zaman?” başlıklı bölümünde de üç İran filmi yer
alıyor. İran sinemasının önemli isimlerinden Rakhshan Bani Etemad, Irak-İran
savaşı sırasında bir annenin cesaretini ve mücadelesini anlatan ‘Gilane’ adlı
filmiyle bu bölüme konuk oluyor. Bu bölümde yer alan bir diğer İran filmi
‘Şaşkın Köpekler’. Merziyeh Meşkini’nin 2006 yılında çektiği film, Afganistan’da
savaşın yıkıcı etkisinden en çok etkilenenin çocuklar olduğu gerçeğinden yola
çıkarak, anneleri hapse giren iki çocuğun yaşadıklarına odaklanıyor. Savaşın
acıtan gerçekliği ile barış umudu arasında sıkışmış öykülerin kadın gözüyle
anlatıldığı filmler, festivalin barış temalı bu bölümünde öne çıkıyor. Bu
filmlerden biri de Ensieh şah-Hüseyni’nin geçen yıl çektiği ‘Hoşça Kal Hayat’.
Hoşça Kal Hayat - Ensieh Şah-Hüseyni
İran’ın cesur kadınları
80’lerin ortasından itibaren yükselişe geçen İran sineması, dünyanın önemli
festivallerinde heyecanla karşılanıyor, ödüllere değer bulunuyor ve birçok
ülkede binlerce kişi tarafından ilgiyle izleniyor. 11. Uçan Süpürge Uluslararası
Kadın Filmleri Festivali de İran sinemasının cesur kadınlarını sinemaseverlerle
buluşturmaya devam ediyor.
15 Nisan 2008
FESTİVALİN KADINLARI BELLİ OLDU
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 8-15 Mayıs 2008 tarihleri
arasında 11. kez gerçekleştirilecek. Festivalde bu yıl; Uçan Süpürge Onur
Ödülü’nü Nilüfer Aydan, Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nü ise Meral Çetinkaya alacak.
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali tarafından her yıl verilen “Uçan Süpürge
Onur Ödülü” ve “Bilge Olgaç Başarı Ödülü” 8 Mayıs'ta Opera ve Bale Binası'nda
(Büyük Tiyatro) gerçekleşecek açılış gecesinde sahiplerini bulacak.
Onur Ödülü Aydan'a
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, sinemaya yönetmenlik ya da
oyunculuk alanında emek vermiş kadınların emeklerini görünür kılmak amacıyla
düzenlediği Uçan Süpürge Onur Ödülü’nü bu yıl;
52 yıldır Türkiye sinemasına emek verdiği, başrolden karakter oyunculuğuna pek
çok filmde rol aldığı, Yeşilçam geleneğinden geldiği halde yeni Türk sinemasına
başarıyla uyum sağladığı, zirvede olduğu dönemde bile “yıldız” olmaya çalışmadan
bağımsız kimliğini ve özgür ruhunu koruduğu, sinema tutkusunu hiç yitirmediği ve
hâlâ sinemada özgün ve farklı karakterleri yaratmaya devam ettiği için Nilüfer
Aydan’a veriyor.
Bilge Olgaç Ödülü Çetinkaya'ya
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali; erkeklere ait sinema
dünyasında kadın olarak tüm olumsuzluklara karşı düşlerini gerçek yapmayı
başarmış kadınların simgesi Bilge Olgaç adına, sinemanın farklı alanlarında
başarılı olmuş kadınlara verilen Başarı Ödülü’nü ise bu yıl;
Rol aldığı filmlerdeki güçlü ve etkileyici performansı, küçük rollerde bile
özenle ve derinlikle yarattığı unutulmaz kişiliklerle karakter oyunculuğunun
önemini ve değerini bir kez daha kanıtladığı için ve sinemaya verdiği emekten
dolayı Meral Çetinkaya’ya veriyor.
Ödüller 8 Mayıs'ta verilecek
Açılış Töreni'nde ödülleri takdim edilecek bu iki büyük sanatçının Festival
programında ikişer filmi yer alıyor.
15 Nisan 2008
Uçan Süpürge'de PEMBESİZ-MAVİSİZ FİLMLER
8-15 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge
Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin programında eşcinsel temalı filmler de
yer alıyor. Çeşitli festivallerden ödüllerle dönmüş üç film, toplumsal cinsiyete
dair çarpıcı öyküler anlatıyor.
Bu sene 11. yolculuğuna çıkacak olan Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali,
‘kendisi olduğu için’ pek çok zorluk yaşayan ama düşlerinden de,
mücadelelerinden de vazgeçmeyen eşcinsellerin öykülerine yer veriyor. Festivalin
gökkuşağı filmleri ‘öteki’leştirilen kimlikleri cesur bir dille sorguluyor.
Hermafrodit sıkıntı
“Her Biri Ayrı Renk” bölümünde Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği Ödülü
(FIPRESCI) için yarışacak filmler arasında yer alan ‘XXY’, interseksüel (çift
cinsiyetli) bir gencin çarpıcı öyküsünü anlatıyor. Cannes'da Eleştirmenler
Haftası'nda “Büyük Ödül” kazanan Lucia Puenzo'nun bu ilk uzun metraj filmi
cinsiyet, cinsellik ve toplumsal cinsiyet kimliği üzerine etkileyici sözler
söylüyor. Festivalin en şaşırtıcı filmlerinden biri olan ‘XXY’ sinemada yeni
soluklar arayanlar için birebir.
Elbisem, ismim ve anatomim
Festivalde kadın yönetmenlerin erkekliği sorgulayan filmlerinden oluşan
“Erkekler Matinesi” bölümünde gösterilecek ‘Onu Tanıdığımda Erkekti’ (She Is A
Boy I Knew), transeksüel bir kadının cinsiyet kimliğini kabul edişini ve bunu
çevresiyle paylaşma sürecini anlatıyor. Gwen Haworth’un yazıp yönettiği ve aynı
zamanda oynadığı film kıyafetlerin, isimlerin ve anatominin cinsel kimliğin
kurulması üzerindeki rolünü sorgulatıyor. Montreal ve Kingston's ReelOut9 LGBT
film festivallerinden ödüllerle dönmüş bu etkileyici belgesel, festivalin en çok
konuşulacak filmlerinden biri.
Maskeli balo ve onun sahte yüzleri
Uçan Süpürge’nin bir diğer gökkuşağı filmi ise 2005’te Berlin Film Festivali’nde
gey-lezbiyen temalı filmlere verilen “Teddy Bear Ödülü”nü almış ‘Maskeli Balo’
(Katzenball). 40’lardan bugüne lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların
görünürlüğünün önündeki engelleri tarihsel tanıklıklarla anlatan bu belgesel
kadınları seven kadınlar üzerine yapılmış en önemli filmlerden biri sayılıyor.
15 Nisan 2008
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali
Kısa Film Öyküsü Yarışması "BEDEN"
Kadınlara kendi bedenleri birer yasak alan olarak öğretildi hep. Onu istedikleri
gibi kullanamayacakları, o beden üzerinde tüm toplumun hakkı olduğu da
öğretildi. Beden saklanmalı, korunmalı, isteklerinden arındırılmalı ve denetimi
başkalarına bırakılmalıydı. Önce babalar ve abiler sahip çıktı kadınların
bedenlerine, sonra kocalar… Ta ki kadınlar “bedenimiz bizimdir” diyene kadar.
Bedenimiz sahiden ‘bizim’ mi? Bedenlerimiz üzerindeki egemenlik aslında kime
ait?
Neden ve nasıl ‘arzu nesnesi’ne dönüştürülürüz? Kadın bedeni nasıl ticarete
elverişli hale getirilir? ‘Et’e indirgenerek erkek bakışına sunulan suretler biz
miyiz?
Bedenlerimiz üzerinden politika yapanların dilini eşek arısı soksa kaçımız
üzülürüz? Özel hayatımızın yağmalandığı, ilişkilerimizin didik didik edildiği,
cinselliğimizin ‘ahlaksızlık’la açıklandığı bu çağda ‘öteki’leştirilmeden var
olmak mümkün mü?
11.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında her yıl
düzenlenen Kısa Film Öyküsü Yarışması, bu yıl “Beden” konusunu ele alıyor.
Uçan Süpürge bu yarışmayla, kadın bedeni üzerinden yürütülen politikalara,
hedefine kadın bedenini koyan ahlakçılığa, cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, kadın
bedeninin nesneleştirilerek sunulmasına dikkat çekmeyi amaçlıyor.
7 Ocak 2008
11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nde Ödüller Belli Oldu!
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 8-15 Mayıs 2008 tarihleri
arasında 11. kez gerçekleştirilecek. Festivalde bu yıl;
Uçan Süpürge Onur Ödülü’nü Nilüfer Aydan,
Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nü ise Meral Çetinkaya alacak.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, sinemaya yönetmenlik ya da
oyunculuk alanında emek vermiş kadınların emeklerini görünür kılmak amacıyla
düzenlediği Uçan Süpürge Onur Ödülü’nü bu yıl;
52 yıldır Türkiye sinemasına emek verdiği, başrolden karakter oyunculuğuna pek
çok filmde rol aldığı, Yeşilçam geleneğinden geldiği halde yeni Türk sinemasına
başarıyla uyum sağladığı, zirvede olduğu dönemde bile “yıldız” olmaya çalışmadan
bağımsız kimliğini ve özgür ruhunu koruduğu, sinema tutkusunu hiç yitirmediği ve
hâlâ sinemada özgün ve farklı karakterleri yaratmaya devam ettiği için Nilüfer
Aydan’a veriyor.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali; erkeklere ait sinema
dünyasında kadın olarak tüm olumsuzluklara karşı düşlerini gerçek yapmayı
başarmış kadınların simgesi Bilge Olgaç adına, sinemanın farklı alanlarında
başarılı olmuş kadınlara verilen Başarı Ödülü’nü ise bu yıl;
Rol aldığı filmlerdeki güçlü ve etkileyici performansı, küçük rollerde bile
özenle ve derinlikle yarattığı unutulmaz kişiliklerle karakter oyunculuğunun
önemini ve değerini bir kez daha kanıtladığı için ve sinemaya verdiği emekten
dolayı Meral Çetinkaya’ya veriyor.
15 Aralık 2007
11. Festival Hazırlıkları Başladı
Her yıl Mayıs ayında Ankara baharına bir de festival havası ekleyen Uçan
Süpürge, kadın sinemacıları desteklemeye ve onlara cesaret vermeye devam ediyor.
8-15. Mayıs 2008 tarihleri arasında gerçekleşecek 11. Uçan Süpürge Uluslararası
Kadın Filmleri Festivali dünyanın her yerinden kadın yönetmenlerin çektiği
filmleri izleyiciyle buluşturuyor. Son Başvuru: 10 Mart 2008