Robert BOYLE

Doğum Tarihi - 25 Ocak 1627, Lismore, İrlanda
Ölüm Tarihi - 30 Aralık 1691, Londra, İngiltere

Işığın nitelikleriyle de ilgilenen bir bilim adamıydı.

1660: Robert Boyle Ses vakumda ilerlemez
1661: Robert Boyle Maddenin parçacık teorisi
1661: Robert Boyle Kimyasal elementler, asidler ve alkaliler
1662: Robert Boyle Ideal gazlar için hacim ve basınç ilişkisini ortaya koyan Boyle kanunu
1665: Robert Boyle Hava mumun yanması için gerekli
1666: Robert Boyle Akışkan deneyleri
1670: Robert Boyle Metallerle asidin reaksiyonu sonucunda hidrojen açığa çıkıyor.

Robert Boyle, modern bilimin kurucusu sayılan ünlü bir bilim adamıdır. Kimya alanında son derece büyük ve önemli keşifleri bulunmaktadır.

Boyle gazlarla 43 tane deney yapmış ve bunu yaparken günümüzdeki bilim adamlarının kullandıkları yöntemleri kullanmıştır. Boyle, gazların havadaki basıncı ile havanın hacmi arasında bir ilişki olduğunu ortaya çıkarmış ve böylece bugün Boyle kanunu olarak bilinen prensipler meydana gelmiştir. Boyle, bilimin insanlar arasında anlaşılır olabilmesi için de çalışmış ve bunun için 42 kitap ve pek çok makale yazmıştır.

Keşifleri turnusol kağıdını ve basit yapıda bir buzdolabını içermektedir. Suyun donunca genleştiğini göstermiş, elementin ilk modern tanımını yapmış, "hava, basınçlı olduğuna göre atomun parçaları arasında boşluk olmalıdır" diyerek atom teorisine büyük bir katkıda bulunmuştur.



Doğa anlayışımız değişti. 19. yy ile 21. yy doğa kavramı farklı içeriktedir. Her şeyden önce uzay ve zaman kavramlarımız değişti. Kaba 'nesnel gerçek' anlayışımız değişti. Evet elektron da ışık da 'nesnel gerçek';ama onlar bilardo toplarından, üç boyutlu "nesne"lerden çok farklı davranışlar gösteriyor. Kuantum nesnelerde karşılaştığımız belirsizlik ilkesi,doğanın bir özelliği,bizim yetersizliğimizin bir göstergesi değil. Bunlar anlaşılmadan doğa yasalarının "tarihi" anlaşılamaz. Gördüğünüz gibi konu,hayli sert ama ilginç ayrıntılar içeriyor."Doğa denen zırva"da (bu niteleme Feynman'ın) gezintiye hoş geldiniz.

John D.Barrow, Olanaksızlık adlı eserinde durumu iyi özetlemektedir:


Birincisi, Einstein’in çekim yasalarını kendi görecelik ilkeleri doğrultusunda değiştirmek zorunda kalmasıdır. İlkelerden birincisi ‘x’ in bir anda vuku bulamayacağını belirtiyordu. Halbuki Newton yasaları kuvvetin bir anda vuku bulduğunu söylüyordu. Einstein’in newton yasalarını değiştirmesi gerekiyordu. Ancak bu değişikliklerin etkisi çok azdı. Bunlardan biri, bütün kütlelerin düştüğü, ışığın enerji(28) içerdiği, enerjinin de kütleye denk olduğu yolundadır. Buna göre ışık da düşer; bu da Güneş’e yakın olan ışığın sapması demektir ki, ışık gerçekten de sapmaktadır. Einstein’ın kuramında çekim kuvveti de biraz değiştirilmiştir.


1864'te İskoçyalı fizikçi James Clark Maxwell (1831-1879) manyetik ve elektrik kuvvetleri birleştirerek elektromanyetik kuvvetin denklemlerini türetti. Böylece elektrik dalgalarının ışık hızı ile yol aldığı ve ışığın bir elektromanyetik dalga olduğu anlaşılmış oldu. Maxwell'in konuyla ilgili makalesinin yayımlanmasından tam yirmi üç yıl sonra 1887'de, Alman Heinrich Hertz (1857-1894) elektromanyetik dalgaların varlığını genel olarak kanıtladı. Hertz bu dalgaları yayan bir verici bir de alıcı yapmıştı. Bunların ışık hızı ile gittiklerini kanıtladı. Artık elektrik ve manyetizma çözülmüştü.

19. yüzyılın diğer bir olayı pillerdi. Pil demek, kimyasal enerjinin elektrik enerjisine dönüşmesini sağlayan aygıt demek. Doğru akım kaynağı demek. 1800 yılında İtalyan Giuseppe Volta (1745-1827) bir pil yaptı ve elektrik akımını üretti. Manyetizma uzun zamandır biliniyor; ama gizemli bir güç olduğu düşünülüyordu. Elektrikle bağlantısı hakkında hiçbir fikir yoktu. Danimarkalı Hans Oersted (1777-1851) sonraları (1820) bir çok buluşa neden olacak olan elektrik akımının bir manyetik alan ürettiğini keşfetti. Kendi kendini yetiştiren İngiliz dahi Michael Faraday (1791-1867) 1830'da mıknatıstan elektrik akımı elde etti, dinamoyu buldu ve klasik alan teorisini yarattı. 1830-33 arasında elektroliz yasalarını da o formüle etti.

1661 Robert Boyle, Kuşkucu Kimyager başlıklı kitabında, maddenin minik yuvarlardan oluştuğunu ileri sürdü.
1662 Londra'da Kraliyet Derneği kuruldu.
1665 Robert Hooke'un, mikroskop yardımıyla çizilmiş ayrıntılı çizimler içeren Micrographia'sının yayımlandı.

Guericke'nin hava pompasının gelişmesine katkısı yadsınamaz; ancak ona bir deha gözüyle bakamayız. O, olsa olsa iyi bir teknisyen sıfatını hak etmiştir. Hava pompasından daha fazla nasıl yararlanılabileceğini göstermek, birinci sınıf bir deha olan Robert Boyle'a (1627-1691) kalmıştı.


Boyle, havası boşaltılmış kap içine koyduğu çeşitli nesneler üzerinde havasızlığın etkisini belirleme yoluna gitti. Boyle'un hava pompasıyla ilgili ilk deneyleri 1658-59 yıllarına rastlar. Sonuçlar, 1660'ta yayınlandı. Kendi dönemindeki pek çok bilim adamında görüldüğü gibi, Boyle'un da bilim sevgisi, bilimin önemli pratik yararlar sağlayacağı inancıyla pekişmişti.

Nitekim kitabında, başta gelen amacının, "solunum üzerinde daha iyi bilgi edinerek insanoğlunun sağlıklı yaşamına yardımcı olmaktı" diyor. Öte yandan kitabı okuyanlar, pratik yarar kaygısının ötesinde, ondan daha güçlü başka bir ilginin varlığını sezmekte gecikmezler. Bu da, Boyle'un katıksız bilgi arayışı, deneysel yöntemle yeni şeyler keşfetme tutkusudur.

Kullandığı yöntem temelde çok basitti: Aklına gelen değişik nesneleri, havası boşaltılmış kaba koymak, havasızlığın bunlar üzerindeki etkisini saptamak.

Örneğin ince bir ipliğe bağladığı saati kabın içine sarkıttı. Kabın havası henüz boşaltılmadan saatin tik tak seslerini duymakta bir güçlük yoktu. Ama kabın havası boşaltılınca tik tak sesleri giderek zayıfladı ve kayboldu. Oysa saatin çalıştığı, akrep ve yelkovanından bellidir.

Boyle bu deneyle, sesin iletilmesi için havanın gerekli olduğunu göstermiştir. Daha doğrusu, şimdi bildiğimiz gibi, ses, dalgalar halinde havada yayılır. Havasız bir yerde ses yayılamaz ve duyulamaz. Burada bir şey daha var; biraz önce havasız ortamda saatin kollarının hareket ettiğinin görüldüğü söylemiştik. Demek ki havasızlık, sesin duyulmasını engellediği halde, görmeyi yani ışığın yayılmasını engellememiştir.

Boyle, ışık gibi manyetik çekimin de havaya bağımlı olmadığını belirlemiştir. Kimya biliminin kurucularından Robert Boyle da kalın cam kürelerle su barometresi denebilecek vakum oluşturdu. Cam kürenin içine kuş, fare ya da benzeri deney hayvanları koyarak vakum ortamında canlıların yaşayamayacağını gösterdi.

Hava boşaltıldığında, hayvanların solunum güçlüğü çektiği ve çok geçmeden öldüğü görülüyordu. Böylece havanın solunum ve yaşam için gerekli olduğu anlaşıldı. Yine vakum ortamında ateş de yanmıyordu.

Boyle bir adım daha ileri gitti. Solunum ve yanma havaya bağımlıydı. Buna göre bu iki olgu arasında ortak özellik olduğu sonucu kolayca çıkmaz mıydı? Bu soruyu çekinerek ortaya atar; ama şimdi onun haklı olduğunu iyice biliyoruz. Her ikisi de oksijen gazının ortamda varlığı ya da yokluğuyla ilgilidir.

Bildiğiniz gibi yanan bir madde oksijenle birleşir; solunumda da oksijen gazı, kan aracılığıyla vücudun diğer bölümlerine taşınır ve gittiği yerde diğer maddelerle birleşir. Solunum, bir tür yavaş yanma olayıdır. Bu noktanın açıklığa kavuşması insanoğlunun yüz yıldan çok zamanını almıştır. Boyle'un bu deneyleri kimya alanında hava ve gazların özelliklerinin araştırılmasının başlangıcını oluşturma açısından da değer taşıyor.

Boyle, hava pompasıyla bir dizi deney yapmıştı. O'nun adıyla anılan gaz yasasına, Boyle Yasası'na değinmeden geçemeyiz: Miktarı ve sıcaklığı sabit tutulan bir gazın hacmi ile basıncı ters orantılı olarak değişir.