Sabah gazeteyi açtım, orta sayfada 9 sütuna manşet bir haber:
"ATATÜRK FİLMİ NASIL BALTALANDI?"
Kimmiş ulan bu filmi baltalayan hainler diye merakla daldım habere.
Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Semih S.Tezcan, 1981 yılında başlayıp 24 yıl süren
"dünya çapında bir Atatürk filmi" yapma çalışmalarının nasıl sonuçsuz kaldığını anlatan bir
kitap yazmış. Kitabın adı; "Atatürk filmi teşebbüsü nasıl baltalandı?" Kitabını da filmin
yapılamamasından sorumlu tuttuğu iki kişiye ithaf etmiş. Mesut Yılmaz ve Hasan Celal Güzel.
Bu iki isim cumhurbaşkanlığında yapılan toplantıda son sözü söyleyen iki kişi olmuşlar.
H.Celal Güzel; "Bu işe devlet niye para ayırsın ki. Çağırırız yabancı yapımcıları, koşarak
gelirler. Hatta bize de para kalır.." demiş. O yıllarda kültür bakanı olan Mesut Yılmaz da;
"bu iş bizim bakanlığımızın işi. Onun için Tezcan'ın önerisine katılmıyoruz.." diye görüş
belirtmiş... Tezcan'ın deyimiyle Atatürk filmine o andan itibaren dinamit konmuş.
Satır aralarında Tezcan'ın, içlerinde Milos Forman'ın da bulundu bir çok ünlü Amerikalı
yönetmenle konuştuğu ve adamların her seferinde; "iyi hoş Atatürk büyük bir kahraman, ama onun
kadınlarla hayatı, maceralı bir yaşamı, aşkları falan olmadı mı?" diye sorarak filmin ağırlık
merkezini kadın konusuna kaydırmak istediklerinden bahsediliyor. Haberin sonunda finansman
meselesi de anlatılıyor. Cumhurbaşkanı Kenan Evren film için gerekli paranın bulunması için
baya bir kafa patlatmış. Hatta "Otobüs biletine, sigaraya, özel bir zam yaparak bir Atatürk
fonu mu oluştursak?" gibi önerilerde bulunmuş..
Haberi bitirince aklıma yıllar önce okulun kütüphanesinde okuduğum Metin Erksan'ın "Atatürk
filmi" kitabı geldi. Metin hoca uzun uzun bu filmin nasıl olması gerektiğini, nasıl
çekileceğini falan anlatmış, sonunda da beni güldüren bir yorumla kitabını bitirmişti;
"Atatürk filmini ancak Amerikalılar çekebilir."
Dikkat ettiyseniz Atatürk filmi çekmeye soyunup çekemeyen herkes, bir kitap yazıp bu filmi
neden çekemediğini kamuoyuna anlatma ihtiyacı duyuyor. İlk Atatürk filmi yapma girişiminin
tarihi 1951.. 54 senedir tek bir Atatürk filmi yapılamadı ama, niye yapılamadığını anlatan iki
kitap yazıldı. Neden acaba?.. Atatürk filmi yapmaya soyunup yapamayanlardan hesap soran bir
merci mi var, yoksa bu filmi yapmaya kalkanın karşısına bir takım iç ve dış güçler mi
dikiliyor, ya da Batılılara falan durumu izah etme kaygısı mı duyuyoruz?..
Meraktan şöyle kısacık bir araştırma yaptım. Atatürk filmi çekmek isteyen necip bir Türk
vatandaşının karşısına üç önemli sorun dikiliyor; Birincisi malum, finans.. İkincisi "hangi
Atatürk'ü anlatacağız?" sorusu, üçüncü olarak da Atatürk'ü kim oynayacak? problemi...
Türkiye de bu kocaman üç sorunu çözmek, tıpkı Prof. Semih S.Tezcan'ın ki gibi 20-30 sene
sürdüğünden ve tek biri bile çözülemediğinden filmi çekmeye davranan vatandaş da "ulan bunca
yıllık çabam boşa mı gidecek, bari bir kitap yazayım da ruhum itidale kavuşsun, cebim de biraz
para görsün." diyerek hemen kağıda kaleme sarılıyor tabi.
Herkesin başına bela olan bu üç sorunu çözebilmek için, sorunların nereden kaynaklandığına
bakmamız lazım esasen. Ve oraya baktığımızda da şunu görüyoruz; Türkiye de sinema ve
sinemacılar zerre kadar özgür değiller. Farkındayım yeni bir şey söylemiyorum ama, söz konusu
şey Atatürk filmi ise, problem daha "Atatürk'ü içki masasında göstersek mi göstermesek mi?"
gibi bir garip noktadan başlıyor.. "Ya yanlış anlaşılırsa?" sorusu daha baştan yönetmenleri
aşırı bir oto-kontrole itiyor. Atatürk'ün içki içmesi millet tarafından yanlış anlaşılacak bir
şey olsaydı, en başta kılı kırk yaran M. Kemal Atatürk Dolmabahçe Sarayı'nda sofralar kurup
memleket meselelerini konuşmaz, kendi odasına çekilip gözlerden ırak içkisini içmeyi tercih
ederdi. Atatürk'ün sağlığında ne Atatürk, ne de Türk milleti bunu bir problem olarak
görmezken, bizim 67 sene sonra "Ya yanlış anlaşılırsa?" diye düşünmemiz komik değil mi?
Yine aynı şekilde, Amerikalı yönetmenlerin "iyi hoş Atatürk büyük bir kahraman, ama onun
kadınlarla hayatı, maceralı bir yaşamı, aşkları falan olmadı mı?" diye sormalarını da, sayın
Prof. Tezcan'ın "filmin ağırlık merkezini kadın konusuna kaydırmak istedikleri" gibi mi
algılamalıyız, yoksa "insanı insan yapan hallere sinematografik bir açıyla bakılması mı?..
Oysa Atatürk'ün sinemaya bakışı bizimkinden kat kat ilerideydi. Fuat Uzkınay'ın çektiği "Zafer
Yollarında" adlı belgeseli 1934 yılında izlemiş, kendisinin yer aldığı bölümlerde hareketli
görüntünün olmamasından dolayı filmin tamamlanamadığını öğrenince tepkisini şöyle dile
getirmişti: "Ben hayattayım. Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem halihazırda
mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir
teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları
canlandırırdım. Bu, milli bir vazifedir."
Bir yanda "bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, milli bir
vazifedir." diyen M. Kemal Atatürk, öte yanda "Atatürk'ü içki masasında göstersek mi
göstermesek mi?" diye düşünmek zorunda kalan Türk yönetmenleri.
Özetle birileri üçüncü bir "Atatürk filmi niçin yapılamadı?" kitabı yazmayı şimdiden düşünsün.
Bir 50 yıl daha müşterisi çıkar...