Şimdi
diyeceksiniz ki, “Sen de kafayı Çanakkale Savaşları’yla bozmuşsun birader…
Memlekette bunca sorun varken 100 yıl önceki bir olayla bu kadar da uğraşılır
mı?”
Öyle ya, baksanıza, Kandil Dağı’na bile özgürlük gelmiş… Dünün eli kanlı
teröristleri (militanları değil) ‘Çiçek Çocukları’ gibi elde gitar dolaşıyorlar…
Mafya ile savaşta, ülkenin büyük gazetelerinde çalışan deneyimli gazetecilerin
bile gözünün yaşına bakılmıyor; aynı resimde göründüler diye ‘medya babaları’
tarafından işten atılıyorlar…
Düne kadar ‘Kürt realitesi’ diyen köşe yazanları artık ‘Türkiyelilik’ ifadesini
palyatif bulduklarını dile getiriyorlar.
Kimi yabancı ülkelerin büyükelçileri, güneydoğunun kervan geçmez kasabalarında
gezip eş-dost ziyareti yapıyor…
Ünlü Avrupa dergilerinin fotoğrafçıları, Türkiye’de, İstanbullu gazetecinin bile
gidemediği Hakkari köylerinde ahaliye AB bayrağı açtırıp mizansen fotoğraf
çekiyor
Şirket evliliği yoluyla Türkleşmiş(!) bir Amerikan TV kanalında “Çanakkale
Belgeseli” yayınlanıyor…
Üstelik, ne yıldönümü, ne sene-i devriyesi, ne de başka bir neden var; yayın
tarihi, 22 Ekim 2004. Prime-time, saat; 21.00…
*******************
Belgesel, bir İngiliz yayın şirketi olan Granada TV’nin bir yapımıdır;
“Battlefield Dedectives”, yani “Savaş Alanı Dedektifleri”’nin bir bölümü…
Bölümün adı; “Gelibolu Bozgunu”…
Bu adı görünce sanırsınız ki, 1915’te, tüm savaş gücüyle Çanakkale Boğazı’nı
zorlayan, ama Türk ordusundan beklemedikleri bir tokat yiyen İtilaf güçlerinin
tattığı hezimet anlatılacak...
Nerdeee….
Bir tarihçi, bir jeolog ve birkaç araştırmacıdan ibaret ekibin bilimsel bir
edayla vardığı sonuç şudur:
“İtilaf ordusunun bu yarımadada yenilmesine neden olan şey, arazinin topoğrafik
yapısıdır... İngilizler, Gelibolu’da coğrafyaya yenildiler…”
********************
CNNTürk kanalının, “Battlefield Dedectives” adlı belgeselin özellikle bu
bölümünü bir Cuma gecesi prime time’da yayınlama gereği duymasını hiç
anlamamakla beraber, bu olgu karşısında şöyle bir mantık da yürütebiliriz:
Yaşadığımız günler, tıpkı 100 yıl öncesinin günlerine benzemektedir; yedi düvel
(AB+ABD), kendi meselelerini bırakmış Türkiye’nin (Hasta Adam) geleceğini
konuşmakta ve bu konuda dertlenmektedirler…
Bu ülkeler, her ne kadar her biri ayrı hedef güdüyorsa da, konu Türkiye’nin
bütünlüğü (bölünmesi) olunca kendi aralarında hemen anlaşıvermektedir.
Ülkenin her tarafında yabancı misyonerler, komisyon temsilcileri, parti
sözcüleri ve büyükelçiler dolaşmaktadır…
Anadolu’nun güneydoğusunda yıllardır “rantabl olmadıkları” için kapatılan petrol
sondaj kuyularının hemen yakınında zengin petrol damarları keşfedilmektedir.
Ülkenin sanayi, finans ve bankacılık sistemleri, “suni” bir globalleşme furyası
içinde hızla el değiştirmekte ve yabancı yatırımcılara devredilmektedir.
Bu oluşumu her gün sayfalarında öve öve bitiremeyen ulusal medya ise madden
olmasa bile zihnen, zaten çoktan satmıştır kendini yabancı sermayeye…
Orduya gelince…
İşte, kimilerinin koşulsuzca örnek aldığı ve kapısında köpekleştiği Batı’nın
önünde tek engel olarak durmaktadır…
Son 100 yıl içinde, ‘birleşik batı güçleri’nin karşısına hep sürprizlerle çıkan
Türk Ordusu, Batı için hala bilinmezliğini sürdürmektedir; gerçek gücü nedir,
neye muktedirdir, neye kızar, niçin susar, bunlar tam olarak bilinmemektedir.
Batı, bunu anlamak için çoktandır ‘yoklamaları’nı sürdürmektedir. Örneğin; son
olarak kamuya malolan ‘kafaya çuval geçirme’ olayı da bu türden bir sondajdır,
Türk Ordusu’nun tepkisine bakılmıştır bu olayda... Kim bilir, daha ne türleri
denenmiştir de, kamuoyunca bilinmemektedir.
Bu sondajlar, yapana Türk Ordusu hakkında fikir vermekten başka, aynı zamanda
onu, milletinin gözünde küçültmeye de yaramaktadır.
Sağolsunlar, bir yanda da satılmış medya köşelerinde ‘ordu millet’ kavramı
aşağılanmakta, askerliğe ‘vicdani red’ şakşaklanmaktadır…
Ve tabii ki, prime-time’da ‘eniştem beni niye öptü misali’ yayınlanan
belgesellerde ‘Gelibolu’da düşmanın Türk Ordusuna değil de coğrafyaya yenildiği’
milletinin gözüne sokulmaktadır…
**************************
Neyse…
Benim derdim, ‘tarihin tekerrürden ibaret’ olduğunu bir kere daha tekrarlamak
değil… Benim derdim başka…
CNNTürk’te yayınlanan yapım, tipik bir belgeseldir; bütün ince ayrıntılar ele
alınmıştır. TV çekim ekibi, yanında uzman araştırmacı ve tarihçilerle yurdumuza
kadar gelir. İstanbul’dan uçaktan indikleri gibi Gelibolu yarımadasına
yollanırlar. Orada onlara, Çanakkale Savaşı tarihi üzerine ‘biricik uzman’, ünlü
belgeselci ve yapımcı, ‘dive master’ ve ‘field guide’ımız Savaş Karakaş katılır.
Dedesinin de Çanakkale’de savaşmış bir gazi olduğunu iddia eden bu değerli vatan
evladımızın görevi, belgesele görüntü zenginliği sağlamaktan başka bir işe
yaramadığı açık olan sualtı görüntüleri için yapımcıya destek vermektir.
Aldığı dolarlar karşılığı tüm kamera tecrübesini konuşturan bu ‘dive
master’ımız, film boyunca durmadan kendini küpeşteden mavi sulara atar durur,
dalar ve çıkarır…
Ne çıkardığını tahmin edemezsiniz…
Topların ateşlenmesinde kullanılan Cordite barutu çubuklarını çıkarır. Üstelik
sadece çıkarmakla da kalmaz, 90 sene suyun altında kalmalarına rağmen hala işe
yaradıklarını kanıtlamak için de onları yakarak gösteri yapar. Bu arada da
anlatmayı unutmaz:
“Aşağıda 12 inch’lik top mermileri, kovanlar ve çok değişik cephane bulunuyor…”
Ünlü divemaster ve fieldguide'mız(!) S. Karakaş, batıktan çıkardığı barut
çubuklarını yakıp saat ücretini dolarla ödeyen yabancı belgeselcilere iddiasını
kanıtlıyor: "Aşağıda daha bir sürü işe yarar malzeme var..." Satış mükemmel,
heyecan ise doruklarda...
************************
Binlerce yıllık kültürlerin beşiği Anadolu, kuşkusuz bu kültürlerin bıraktığı
tarihi ve arkeolojik kalıntı açısından da eşsiz bir bölgedir. Sadece toprakları
değil, denizleri, kıyı suları da binlerce arkeolojik kalıntıyı barındırır.
Bu hazineleri öyle kafanıza estiği gibi kazıp çıkaramazsınız. Aslında kullanımı
kontrole bağlı olması gereken metal dedektörlerinin bile açıkça satıldığı
ülkemizde, dağın başı da olsa, kazma kürekle bir SİT alanında gezemezsiniz…
Ama, Gelibolu Yarımadası sahillerinde 90 yıl önce yaşanan Çanakkale
Savaşları’ndan kalma harp batıklarına tüpünüzü paletinizi sallayarak
dalabilirsiniz…
Hatta dalmakla da kalmaz, aşağıdan tıpkı Savaş Karakaş gibi barut çubukları, top
mermileri, mermi kovanları, tüfek-tabanca da çıkarır evinize götürebilirsiniz…
Hatta hatta, koca savaş gemisinin bordasına çakılı isim levhasını söküp,
meyhanenizdeki bar tezgahının arkasına süs diye de asabilirsiniz…
Emin olun, kimse size bir şey demez… Herkes sizi, ‘araştırmacı-yapımcı’ diye
tanır beller, belgesel çekeceği zaman da sizi arar bulur; ‘field guide’lık
yapmanız için para öder…
************************
Bugün, Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı yerler olan Saros Körfezi ve Gelibolu
Yarımadası etrafı, sualtı batığı açısından oldukça zengin bir bölgedir. Savaş
sırasında bölgede düşmanın birkaç harp gemisi batırılmış; ayrıca düşman da
çeşitli nedenlerle yine çeşitli büyüklüklerde deniz aracını bilinçli olarak
bölgede batırmıştır.
Savaş sonrası bu batıkların bazıları deniz trafiğinde güvenliği sağlamak
amacıyla devlet aracılığıyla yerli-yabancı sökümcülere terkedilmiş; kısmen
parçalanmıştır. Örneğin; Majestic zırhlısını söküp hurda olarak satan bir
İtalyan şirketidir. 15 metreden 75 metreye kadar değişik derinliklerde yatan bu
batıklar, geçen zaman içinde balıklar ve diğer deniz canlılarına güzel birer
yuva olmuş, aynı zamanda da bölgeye bir sualtı arkeoloji değeri kazandırmıştır.
Ancak, ne yazık ki, bu batıklar sahipsizdir…
Aslında kağıt üzerinde hepsi Sahil Muhafaza ve Boğaz Komutanlığı’nın gözetimi
altındayken, Boğaz içinde ve yarımadanın güney ucunda bulunanlar, bu kurumların
ilgi ve alakasından yarımadanın Saros Körfezi tarafında bulunanlardan daha fazla
nasiplenmektedirler. Saros’takiler neredeyse kaderlerine terk edilmiştir…
*********************
İşte size bir örnek… Bir sualtı dalış merkezinin yayınladığı Internet ilanı:
“……Dalış Merkezi 3-4 Temmuz haftasonu cumartesi dalışlarını Seddülbahir
limanından çıkarak Çanakkale Boğazı çıkışındaki İngiliz zırhlısı Majestic ve
sıhhiye batıklarına, Pazar dalışlarını Kabatepe limanından çıkarak İngiliz Lundy
mayın gemisi ve 19 mt. de yeni bulduğumuz İngiliz çıkartma botuna yapacaktır,
Bu turun Dalış Fiyatları ise,
2 gün 4 batık dalışı 1 gece konaklama sabah kahvaltısı öğlen yemekleri dahil,
… Milyon Malzemeli Dalıcı
… Milyon Malzemesiz Dalıcı
.. Milyon Misafirdir…………….”
Ya da bir başkası:
“……….. Sualtı Merkezi
….. Temmuz günleri Kabatepe’den yapacağımız Batık Dalışları için sınırlı bir
kontejan bulunmaktadır. Bu nedenden dolayı katılmak isteyen arkadaşlarımızın
rezervasyonlarını … Temmuz günü akşamına kadar yaptırması gerekmektedir.
Program;
….. Cumartesi günü Majestik batığının iki farklı noktasına iki dalış.
….. Pazar günü birinci dalış Lundy, ikinci dalış Bebek Taşları...
Program:
…. Cuma akşamı saat 20 de ….. önünden hareket,
Ulaşım+İki gece O/K Konaklama+Dört tekne dalışı+Teknede öğlen yemeği+Akşam
yemeği ….. Milyon TL.
Ödemeleri kredi kartı ile yapma imkanı…….”
Bir tane daha:
“……..YENİ BİR DALIŞ BÖLGESİ VE DAHA ÖNCE HİÇ
DALMADIĞINIZ BATIKLAR GÖRMEK İSTİYORSANIZ,
BOZCAADA VE SAROZ DALIŞLARIMIZA
KATILIP YENİ HEYECENLAR YAŞAYABİLİRSİNİZ.
BİRÇOK BATIK DALIŞI YAPABİLİR AYRICA
"IDEA WRECK DIVER" SERTİFİKASINA DA
SAHİP OLABİLİRSİNİZ. TÜM YAPMANIZ
GEREKEN HAFTA SONU TATİLİNİZİ,DALIŞ TEKNEMİZ DE
BİZİMLE HEYECAN DOLU OLARAK GEÇİRMENİZ.
DALIŞ PROGRAMIMIZ HER HAFTA DEĞİŞİK OLARAK
DÜZENLENİR VE GEREKLİ BİLGİ(KONAKLAMA, ULAŞIM
VE DALIŞ) İÇİN BİZİMLE İLETİŞİM KURMALISINIZ
…………………… DIVING CENTER”
Ben bu ilanlardan, bölgedeki harp batıklarına rahatça gidilip dalınabildiğini;
ister ellensin ister ellenmesin; ister fotoğraf çekilsin, ister parça sökülsün,
bu dalışlar için kimseden izin alınmadığını ve kimseye de hesap verilmediğini
anlıyorum.
Hala inanması zor geliyorsa, size, yine Internet’teki bir sualtı grubunun
yazışmalarından bir bölüm aktarayım… Kimi isimleri, mesafeleri ve derinlikleri,
bilmeyenler de öğrenmesin diye noktalarla ben gizledim:
----- Özgün İleti -----
Kimden : "dive……."
Kime : "…………….."
Gönderme tarihi : 5/09/2004 12:26
Konu : KÖPEKBALIĞI TAŞI
Anfibiyanlar merhaba,
Gruptaki birçok kişinin aktif dalıcı olduğunu düşündüğümden yeni daldığım birkaç
dalış noktasını sizlerle paylaşmak istedim. Bu noktalar, Saros’ta dalıcıların
şimdiye kadar ulaşamadığı noktalar…
KÖPEKBALIĞI TAŞI
….. m. arası değişen derinliklerdeki bu kayalıklar barındırdığı canlı türleri
açısından çok şaşırtıcı bir zenginliğe sahip, orfoz, sinarit, akya, müren,
mığrı, istakoz, böcek, vs. ve tabii ki bu kadar canlının içinde köpekbalığı da
mevcut. Korkulacak birşey yok, çünkü dalış sırasında size yaklaşmıyorlar, aksine
kaçıyorlar. Başlangıçta akya sandığım bu balıklar suyun kristal tabakasından
sıyrılınca karşılaştığım bir cins, kayalıklara av yapmaya ve üremeye
geldiklerini düşünüyorum. Bazı cinslerin yumurtalarını gözlemlemek mümkün (deniz
biyologu olan arkadaşlarımız daha iyi bilir)
40 METRE BATIĞI
…… taşlarına yaklaşık ….. metre mesafede olan ve Çanakkale savaşından kalan bu
batık (Lundy’nin 2,5 katı) ….. metre derinlikte ve topları üzerinde (bas ve kıç
üstü). Yerinin bulunması zaman alıyor fakat heyecan verici bir batık (üstelik
ilk dalanlardan olduğunuzu düşünürseniz) mühimmat ve benzeri her şey olduğu gibi
duruyor. Görüş net, sıcak/soğuk akıntı var, son 5 metrede plankton yoğunluğu
artıyor.
METAXA BATIĞI
….ada’nın güney kıyısında olan bu batık II. Dünya savaşı sırasında işgal altında
kalan Yunanlı komşularımıza yaptığımız gıda yardımının teşekkürü olarak
komşularımızca tarafımıza gönderilen ve çeşitli hediyeler içeren bir batık.
Batık … metrede ve oldukça dağılmış, lomboz kapakları, gaz ocakları,
monometreler kumun altından çıkıyor. Tabii bunların içinde meşhur Yunan içkisi
“Metaxa” da mevcut. Gemi ortadan ikiye ayrılarak batmış olduğu için sadece baş
tarafı dalınabilecek derinlikte. Ayrıca batık misafirleri arasında akya ve küçük
köpekbalığı cinsleri mevcut. Görüş çok net.
ANTİK KALYON
Bu kalyon sanırım 1400-1500 yıllarına ait uzun süre kumlar altında kalmış ve
kazayla bir balıkçının trol ağları takılınca, kurtarmak için inen dalgıç
tarafından (rehberimiz) bulunmuş. Baş bodoslaması yılan başı şeklindeymiş fakat
daha sonra kurtarma işlemi sırasında kaybolduğu söyleniyor. Üst güverte
tamamıyla deforme olmuş (tarih ve dış etkenler). Tava kısmı duruyor ve ilginç
bir şekilde bu kısımda yapıldığı dönemde su kesimine kadar bir metal kaplama
yapılmış. Doğrusu fotoğrafları iletemediğim için üzülüyorum (gizli kalmasında
sanırım fayda var). Üzerinde gülleler ve bronz makaralar görülebiliyor, bir
alüvyon tabakası ile kaplı olduğu için dokunulmamalı aksi taktirde su hemen
bulanıyor. Derinlik … metre olduğu için keyifli ve uzun bir dalışa imkan
veriyor.
MAVRİ KANYONU
Hava durumu elverdiği surece her seviye dalıcının katılabileceği çok keyifli bir
dalış noktası. Bu dalış noktasında aynı zamanda; reef, duvar, akıntı ve batık
dalışı yapabiliyorsunuz. Derinlik … metrede reef üstü ve …. metrede batıkla
sonlanıyor. Batık oldukça büyük, söküme tabi kaldığı için sadece tavası kalmış
ama yine de görmeye değer. Bu batığın üstü akya kaynıyor, sanırım geçiş yapıp
avlanıyorlar. Görüş çok net ama akıntı güçlü.
MAJESTIC
Özel bir batık, …. metrede. Sanırım çoğu dalıcı görmüştür. Yine de bilmeyenler
için söyleyeyim, o dönemin en büyük İngiliz savaş gemilerinden. Aynı zamanda
üzerinde 360 derece dönebilen elektrik motorlu toplara sahip ilk gemi. Top
mermileri dahi otomatik olarak top yuvasına gönderiliyormuş. Yine canlılara yuva
olmuş bir batık, görüş net, tamamı için iki dalış lazım.
ÇIKARTMA BOTLARI
Majestic’e dalanların görmüş olduğu bir nokta. Bu dalış sürprizli çünkü
daldığınızda tek bir çıkartma gemisini görüyorsunuz ama daha sonra rehberiniz
sizi diğer batığa yönlendirdiğinde şaşırıyorsunuz. Dalış hocam beni elimden
tutup masmavi derinliğe sürüklediğinde batığın siluetini görememiştim ama sır
perdesi aralandığında sürpriz oldu. …… metre derinlik var ve görüş çok net.
Ayrıca bu batıklarda da çok sayıda canlı var (müren, mığrı, istakoz vs.)
Sağlıklı dalışlar
ENGİN
Ben, Gelibolu Yarımadası’nın yerlisi köylüye ‘milli park alanında yaşadıkları
için’ nefes aldırmayan devletin Gelibolu’nun etrafını çevreleyen suları
böylesine kontrolsüz bırakmış olduğunu tahmin etmediğimden, bu dalış merkezleri
ve sualtı gruplarına, Internet yoluyla, her hafta sonu bu batıklara nasıl
dalabildiklerini sormaya kalktım.
Keşke sormaz olaydım; 1’den 3’e kadar numaralı PADI ve CMAS eğitmenlerinin
yanıtları sert oldu; ‘kendine gazeteci süsü veren biri’ olmaktan tutun da,
‘başkasının davulunu çalmaya’ kadar bir sürü şeyle suçlandım…
Oysa, ben bu beylere, şunu sormuştum:
"Sizler, Truva, Aspendos veya Afrodisias gibi ören yerlerinde omzunuzda
kazma-kürekle dolaşabilir misiniz?"
Yukarıdaki örnekler de dahil, kimseden bu soruma yanıt alamadım. Soruma soruyla
yanıt verdiler:
“Siz herhangi bir ilanda ‘Haydi millet, toplayın zıpkınlarınızı, kafeslerinizi,
balonlarınızı, vakum makinelerinizi, sonar ve dedektörlerinizi, Saros'a batık
dalışı yapmaya gideceğiz,’ gibisinden bir ifade gördünüz mü?”
Sanırım, yukarıya alıntıladığım web ilanları bu soruyu yeterince yanıtlıyor.
Ama, haklarını yemeyeyim; balıkadamların onca riski ‘sualtının güzelliklerini
görmek için’ aldıklarını inatla tekrarlayıp duran, Türkçe özürlü, cahil ve
terbiyesiz bir kesimin yanı sıra, birkaç aklı başında ve gerçekçi balıkadam,
böyle kültürel değerlerin gelişmiş ülkelerde nasıl korunduğuna dair örnekler
gönderdi.
Örneğin; bunlardan biri, sualtı meraklıları arasında tanınan bir eğitmenden:
“Değerli arkadaşlar,
Çanakkale Batıkları'na dalış yapmanın Aspendos'a, Efes'e, Kapadokya'ya gezi
yapmakla eşdeğer olduğuna inanıyorum. Çanakkale Savaşı'na ait batıklar bu
bölgede önemli oranda dalış turizmi potansiyeli yaratmaktadır. Bunu kullanmak
lazım. Türkiye'ye dalış amaçlı gelen turist sayısı fazla değildir. Bugün için
dalış merkezlerinin müşterilerinin büyük bir çoğunluğu ülkeye dalmak için değil,
gelmişken dalan dalıcı tipidir. Türkiye denizlerinin dalıcılar için en
basitinden hem bu batıklar, hem de antik batıklar ile cazip hale getirmek
gerekir. Zaten bilindiği gibi Bodrum/Yassıada batıklarının dalış turizmine
açılması çalışmaları yapılmaktadır. Doğrusu da budur. Çanakkale Batıkları
uluslararası organizasyonlarla pazarlanabilse, gerekli alt yapı ve organizasyon
oluşturulabilse, önemli ölçüde "Teknik Dalıcı"nın dikkati Türkiye'ye
çekilecektir. Pasifik'teki "Truck Lagoon", İngiltere'deki "Scapa Flow" gibi.
(Aslında örneğin, 60-70 metrelerde bulunan hemen hemen hiç bozulmamış denizaltı
batıklarımız vardır. Bunları dünya çapındaki teknik dalıcılara pazarlamak neden
olmasın? Ama yine sorun altyapı!!) Kızıldeniz’de bile dalışı daha cazip hale
getirmek ve biraz daha fazla para kazanmak için batık dalışları organize
edilmektedir.
Çanakkale Savaşı Batıkları'nın yağmalanmasına gelince, bunda gerçek payı vardır.
Ama bunun adı yağmaysa, bu yağmayı destekleyen devletin kendisidir. Özellikle
boğazda bulunan büyük zırhlı batıkları altmışlı yıllarda ihaleyle satılığa
çıkarılmış ve özel sektör firmalarının bu batıklardan çıkardıkları çeşitli
metaller, büyük oranda Türkiye ağır sanayine hammadde oluşturmuşlardır.
Dalıcıların dalma derinlik sınırlarının çok altında kalan bu batıkların bu
şekilde ülke ekonomisine de katkı sağlamış olması da bence doğru bir yöntemdir.
Aslında tartışmamız gereken Gelibolu Yarımadası'ndaki SİT alanlarının gerçekten
SİT alanı gibi korunup korunmadığıdır.
Şahsen ben dalış kulüplerinin "Çanakkale Batıklarına Dalış" davetlerinde, bu
batıklara dalmanın yaratacağı zararlar üzerinde hiç durmadım. Buna karşılık,
batıklara davet mesajlarında dalıcı standartları konusunda belirleyici
olunmaması daha çok dikkatimi çekmişti. Bu davet üzerine dalışa gelen her
sertifikalı dalıcıya bu dalış yaptırılır mı? Daha önce hiç batık dalışı yapıp
yapmadığı, bu konuda başlangıç seviyesinde bir eğitim alıp almadığı konusunda
bir yeterlilik şartı gerekmez mi? Bence bunlar tartışılmalı. Daha doğrusu hem
davet yapılırken hem de bu dalışlarda daha ileri kurs görenlerin (veya deneyimi
olanların) bu dalışlara katılmasının daha uygun olacağı mesajı da verilebilirdi.
Saygı ve sevgilerimle,
Ateş Evirgen”
Bir diğeri de kendi deneyimlerinden örnekler verdi:
“Batıklara dalmak, batıkları korumak, dalmayı yasaklamak. Bu üçlü sanırım
küresel bir sorun, sonsuz tartışma konusu.
70'li yıllarda ABD'de ilk kez Kuzey Atlantik'te dalış yapmaya başladığım zaman,
en gözde dalış batık dalışıydı. Hala da öyle. Daha derin mi, daha iyi derdik.
60-80 m, hava kullanarak daldık durduk.
Neden batık dalışı? Gezip görmek bir tarafa, iki amaç, veya diyelim iki tutku
vardı: Istakoz yakalamak ve gemilerden pirinç malzeme sökmek, tabak, çanak
bulmak. Ama bir de zorlama var. Su basmış taş ocağı dışında dalış olasılığı,
yerel olarak, K. Atlantik'te batık dalışı. Deniz kabarık da olsa, su 7-8 C da
olsa, görünürlük 2-4 m de olsa, tek olasılık batıklar.
Tabii o zaman sınırlayıcı kanunlar yoktu, bizler genç, biraz yarışçı kişilikli,
en büyük ıstakozu kim tutacak, geminin çanını kim bulacak, her hafta sonu dalışa
giderdik. Evet, Alman denizaltısı, 50 ülke bandıralı şilep, yolcu gemisi, ABD
bandıralı savaş gemileri, denizaltılar, her sınıf gemi bizimdi, üstünde ne
varsa, elimizde çekiç, tornavida, aletli dalışa yeni bir nam getirdik.
Sonra kanunlar çıktı - batıkları koruma kanunları... İngilizler’in aydın
yasaları yerine, her eyalet, Kanada modelini izleyen kısıtlayıcı yasalar
çıkarttı, korumak için batıkları... Ama dalınabilir derinlikteki 3000'i aşkın
batığı korumak olanak dışı... Çoğu zaten eyalet sınırı olan 3 milin ötesinde,
hatta bir çoğu 12 millik federal sınır dışında.
Ama hem koruyanlar, hem de sökücüler batığa dalmak istiyor. Batığın bir cazibesi
var, çekiyor dalgıçları... Tropiklerde, mercan kafaları dururken, batığa dalan
çok. Cazibesi sadece sökmek değil - bazısının estetik güzelliği var, bazısının
tarihi var, bazısı da tek dalma olasılığı yaratan yer, ama tümü yaşam (balık,
omurgasızlar, yani canlıları) barındıran yer.
Batıkların dalışa açık olmasının bir ekonomik avantajı var. Açmak demek bunların
tahrip edilmesi demek değil. İyi eğitilmiş dalış liderleri, kaptanlar en iyi
koruyucu olurlar. Örneğin Çanakkale batıkları – İngiltere’de çok faal dalgıç
grupları var, ve batık dalışı çok yaygın. Onları cezbetmek olası olmalı...
Yıllar önce Pire limanı açıklarında Titanic’in kardeş gemisine dalmak için uzun
uzun uğraştık, Yunan hükümetinden izin almak için... Harcadığımız enerji, parayı
düşününce ahmak demek geliyor, ama gaye Titanic’in kardeş gemisine dalmak.
Açsalar, çok dalmak isteyen çıkar (hayli derin ama, yani dalabilecekler
sınırlı).
Bir de niye koruyalım sorusu var: Evet söktüğüm epey gemi parçası var.
Temizledim, parlattım bir kısmını... Gerisi garajda, bahçenin bir köşesinde
süprüntü yığını gibi duruyor. 1-2 önemlice parçayı müzeye, kulüplere veriyoruz.
Yani başkaları da görüyor. Ama 50 tankerden, 150 Liberty sınıfı şilepten
sökülecek parçaların ne tarihi değeri var, ne de geriye kalan batığın değeri
var. Hood, Çanakkale batıkları, belki birkaç U-boat, bir-iki zırhlı, Dumlupınar,
tarihi birkaç gemi (örneğin Vasa) tabii değer korumaya, ama koruması sınırlı -
deniz sonunda yutacaktır dipte kaldığı surece.
Ünlü Yavuz jilete döndü. Günün birinde Titanic bakteri etkisiyle pas yığını
olacak, belki geriye kalacak olanlar yatak sürgüsü ve porselenler olacak.
“…….Yıllardır gerek eğitimlerim sırasında, gerekse sportif amaçlı dalışlarda adı
geçen batıklara fazlasıyla daldım. Bahsedildiği gibi, bu batıklar sadece
Majestic-Lundy-su gemisinden ibaret değildir. Ama adı geçen bu batıkların
fazlasıyla yağmalandığı da bir gerçektir. Bu noktada sizinle batıkları koruma
altına alma konusunda kesinlikle hemfikirim. Yalnız bunun çözümü yasaklama ya da
askeri bölge sınırları içine dahil etme şeklinde olmamalı. Konun uzmanı değilim,
o yüzden iddia etmiyorum ama yıllar önce bir toplantıda laf arasında eğer yanlış
anımsamıyorsam "betonlama tekniği" gibi bir yöntemden bahsedilmişti batık
koruması için. Bence araştırıldığı takdirde boğaz ve Saros civarlarındaki
batıkları hem uzun süreli konservasyon altına almış, hem de turizme katkı
sağlamış oluruz. En azından ünlü Yavuz'un akıbetine uğramamış olurlar.
Son olarak, Savaş Karakaş'ın yapmış olduğu programla ilgili sözlerinize de
sonuna kadar katılıyorum. Savaşın çoğu ve de en kanlısı karada olmasına rağmen
derinlerde de bir tarih yatmakta... Bunu kimse inkar edemez. Sayın Karakaş
programını yaptıktan sonra aynı görüntüleri Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nde
de göstermiş, barkovizyon eşliğinde bir sunum gerçekleştirmiştir. Sizin de
bahsettiğiniz gibi, TV'de yayınlanan programın kapanış sahnesinde yaktığı barut
çubukları benim de kanımı dondurmuştur. Ben o zamanlar adı geçen üniversitede
İngilizce okutmanı olarak görev yaptığım için aynı şikayeti sözlü olarak dile
getirmiştim. Ama bir işe yaramadı, çünkü program tekrar tekrar TV kanallarında
gösterildiği halde en ufak bir kesintiye uğramadı.
Uzun lafın kısası, sizinle aynı fikri paylaşmadığım bazı ifadeleriniz var ama
konuya bir bütün olarak baktığımda sanırım aynı kulvarda yüzüyoruz. Yine de
çözümü yasaklarla değil başka yollarla bulalım.
Saygılarımla
Erkan AVCI
Öğretim Görevlisi
Batı Dilleri ve Edebiyatı Bölümü
Dokuz Eylül Üniversitesi
İZMİR
Ve nihayet, bölgede faaliyet gösteren bir dalış kulübünün başkanı, balık adam
eğitmeni yazmış:
".....Son 8 yıl içerisinde hemen hemen bütün batıklara özenle dalış yaptık. İşin
güzel tarafı gemiler battığı yerde duruyordu. Kötü tarafı ise, utanmak ne
kelime, ellerinden gelse koca gemileri evlerine götürecekler. Bir insan bu kadar
cahil olamaz. Dalış ekiplerinin, bölgemizde veya herhangi bir yerde dalış yapmak
istediklerinde, dalış koordinatlarını ve dalıcı kimlik bilgilerini ekte sunarak
valilik makamı ve emniyet müdürlüğünden izin almaları gerekmektedir. Dalış
ekibinin dalışlarına deniz polisi refakat eder. Bunu yapmak çok mu zor? 'Yoksa
başka işler peşindeler mi?' diye sormadan geçemeyeceğim. Bana gelen dalış
ekiplerinin % 90'ı 'Hocam, geminin içine gireceğiz, değil mi?' diye soruyor.
Nedenini sorduğumda 'Birşeyler buluruz hatıra...' şeklinde cevaplar alıyorum. Bu
katliam, dalış yapmaya gelenlerin değil, onları getiren ve de bu tahribatı
görmezlikten gelen eğitmenlerin eseridir. Biz elimizden geleni yapıyoruz, ama ne
yazık ki yetmiyor. Doluluğumdan ötürü mazur görmenizi rica ediyorum......"
Sonuçta, hiçbir ortak noktaya varamadan tartışmayı sona erdirdik. Ne ben bu
‘sualtı tutkunları’na derdimi anlatabildim, ne de onlar benim soruma yanıt
verebildiler.
Bölgedeki yerel yönetim, yaz sezonunda basına yansıyan ‘hurafe turizmi’ ile
ilgili olarak Milli Park sınırları içinde birtakım önlemler aldıysa da, deniz
üzerindeki ve altındaki faaliyetlere hiç ilgi göstermedi.
Ama bu batık dalışları, bu sezon da, yangından mal kaçırırcasına sürdü gitti…
Havaların güzelliği, bu dalış kulüplerinin Ekim ayında bile tur düzenlemesine
yaradı. Benim bu yazıyı yazdığım hafta sonu, Kabatepe’deki limandan tekneler
peşpeşe kalkıyordu… Ben kendi gözümle bir kez şahit oldum ama, gören dostlarım
telefonla haber uçurdular; kasası dalış tüpü yüklü çift kabin kamyonetler cirit
atmış yaz boyu Gelibolu Yarımadası sahillerinde…
Siz de şimdi soracaksınız bana, “Sen de kafayı Çanakkale Savaşları’yla bozmuşsun
birader… Memlekette bunca sorun varken 100 yıl önceki bir olayla bu kadar da
uğraşılır mı?”
Valla, bu soruyu bana sormayacaksınız aslında, CNNTürk’e soracaksınız…
‘Bayram değil, seyran değil’, niye 22 Ekim’de, prime-time’da ‘Gelibolu Bozgunu’
belgeseli yayınladıklarını…