Belgeselde Görüntü Yönetmenliği

Ruşen Tanrıverdi’nin Sanat ve Tasarım Fakültesi hocalarıyla yaptığı ‘Işığımız... Hocalarımız’ isimli yazı dizisi tüm hızıyla devam ediyor. Büyük ses getiren yazı dizisinin bu haftaki konuğu İletişim Tasarımı Bölümü hocalarından, Öğretim Görevlisi Turhan Yavuz. Kentometre ekibine çarpıcı açıklamalarda bulunan Yavuz, bakın neler söyledi...

“Türk ve dünya edebiyatında birçok şairin kitabını okudum. Dışarıda; Pablo Neruda, Türkiye’de ise; Nazım Hikmet, Can Yücel, Orhan Veli gibi birçok şairin kitabını okudum. Öğrencilerin şiir  okumalarını şiddetle istiyorum, çünkü şiir insan ruhunu güzelleştirir. Ruhu güzel olan bir insanın kendisi de güzel olur. Daha duyarlı olur”

“İyi bir görüntü kavramı öznel bir durumu ifade eder. Sinemada iyi bir görüntü senaristin yazdığı ve yönetmenin düşünde canlandırdığı sahnenin atmosferini en iyi anlatabilen görüntüdür. Bu, o filmin yönetmeni, görüntü yönetmeni ve sanat yönetmenin ortak çalışması olarak gerçekleşir”

“Bir belgesel çekimi için Azerbaycan’ı ziyaret ettiğimizde Kültür Bakanı’na ülkedeki okuma-yazma oranını sormuştuk. Kendisi ilk başta bu sorumuzu yadırgadı. Ve ardından yıllar boyunca unutmadığım bir cevap verdi: “Ülkemizde herkes okur yazardır” 


Ünlü belgesel yönetmeni Suha Arın, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nda hocanızdı, onun için neler söyleyeceksiniz?

Okulda çok iyi bir eğitimciydi. Türk belgesel sinemasının önde gelen isimlerinden birisidir. Belgesel sinemayı sevdiren ilk kendisidir. Suha hoca ile belgesel film çekimine katıldığımda bir yandan belgeselle ilgili çok şey öğreniyordum, diğer taraftan okuldaki eğitimimiz sürüyordu. Belgesellerin birçoğunu öğrencileri ile gerçekleştirdi. Öğrencilerine bu konuda hem güvenir hem de sorumluluklar verirdi. Biz de öğrenciler olarak bu sorumlulukları yerine getirirdik. Sadece belgesel sinemayı değil, iyi bir insan olmanın gereklerini de bize öğretti. Eğitimi sadece okulda değildi, çekim setlerine de götürdü bizleri. Teori ve uygulamayı onun sayesinde birlikte gerçekleştirdik. Ben Suha hoca ile okulun 2. sınıfında tanıştım ve yaşamının sonuna kadar onunla beraber çalıştım. Yönetmenliğini yaptığı birçok filmde kameraman olma gururunu yaşadım.

Kameramanlığa başladığınız 1983 yılından günümüze kadar gelindiğinde, Türkiye’de video teknolojisinde ne gibi yenilikler yaşandı?   

Ben kameramanlığa başladığım yıllarda video teknolojisi Türkiye’ye yeni giriyordu. İlk kullandığım kamera 35 mm Arri II C modeli bir kameraydı ve Türkiye’de uzun yıllar bu model kamera çekimlerde kullanıldı. Daha sonra video teknolojisi Türkiye’ye geldi. Bugün format olarak isimleri ders kitaplarında yer alan M-II, 1 inch, U-matic, Betacam sistemleri ile çalıştık, video teknolojisinin ilk adımlarından bugün geldiği son noktaya kadar bütün değişimleri çekim yaparak yaşadım. İlk yıllarda filme karşı video görüntüsünün kaliteli olmadığını düşünüyordum fakat son yıllarda teknolojideki son gelişmeler bu fikrimi değiştirmeme neden oldu. Elektronik görüntü, filmdeki görüntü kalitesine tam olarak ulaşamasa bile yüksek tanımlı görüntü sinema ve televizyon piyasasında en çok kullanılan sistem oldu. “Görüntünün işlenebilirliği” arttığından ve görüntü yönetmenlerine olağanüstü renk düzeltme olanağı tanıdığından yeni sistem yani yüksek tanımlı görüntü sinemada filmin yerini aldı. Bir süre daha sinema salonlarında film projeksiyon yapılacak ama daha yeni teknolojinin görüntüleri perdelere yansıyacak.

İlk profesyonel belgesel filminiz  “Sisler Kovulunca”  neyi anlatıyordu?

Benim kameramanlığımı yaptığım ilk belgesel filmdi. “Eski Evler-Eski Ustalar” isimli Türkiye’deki sivil mimarinin anlatıldığı 13 bölümlük belgesel dizinin ilk filmiydi. Doğu Karadeniz sivil mimari örneklerinin ve ustalarının anlatıldığı belgeselde, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin illerini kapsayan, Doğu Karadeniz insanının yaşamının aynası olan evlerinin çekimini yaptık.

Neler hissettiniz?

Beni heyecanlandıran üç  olay yaşadım: Bunlardan birincisi; Zigana dağlarının doruklarında sislerin içinden sivrilmiş Sultan Murat yaylasındaki Kadırga şenliklerinde yaklaşık 40.000 kişiye yakın Karadenizlinin aynı gün bir araya gelip horon oynamasıydı. İkinci olay; Sürmene’de Ali Rıza Alioğlu isimli ustanın tek katlı bir evi hiç bozmadan kaldıraç sistemiyle kaldırarak alta bir kat ilave edip iki katlı ev haline getirmesi olayı. 1958 yılında iki katlı hale gelen ev bugün hâlâ Sürmene’de ayakta durmakta. Bunun nedeni kış ayında  oğlunu evlendirmek isteyen baba yeni ev açmak istemektedir. Fakat yağışlı olan Karadeniz’de çatıyı kaldırıp ikinci katı yapmak mümkün olmadığından usta böyle bir yola başvurur.Üçüncüsü; Kavron yaylasında filmin giriş sahnesinde yer alan sisler içinden çocukların yürüyerek geldiği ve birlikte söyledikleri “Kut kut ana kut isteriz. Allah’tan güneş isteriz. Verenin kesesine bereket...” diye devam eden yöresel bir ritüel olan sis süpürme idi. Ritüel olan güneş duası, uzun süren sisli günlerde güneşi isteyen çocukların ev ev dolaşarak topladıkları un, yağ ve peynir ile yöresel yemek olan muhlama yemeleri ile son buluyordu..

Size göre iyi bir görüntü nasıl olmalı?

İyi bir görüntü kavramı öznel bir durumu ifade eder. Sinemada iyi bir görüntü senaristin yazdığı ve yönetmenin düşünde canlandırdığı sahnenin atmosferini en iyi anlatabilen görüntüdür. Bu o filmin yönetmeni, görüntü yönetmeni ve sanat yönetmenin ortak çalışması olarak gerçekleşir. Seyirciler izledikleri filmde o sahnenin atmosferini gerçekçi ve inandırıcı buldukları sürece görüntü iyi bir görüntüdür.
Doğu Karadeniz'e çekim planlandığında Suha hocam Kodak filmi tercih etmesine rağmen Fuji filmde ısrar etmem görüntüleri izlediğimizde haklılığımı gösterdi. Japonların yeşil renge olan duyarlılığı filme de yansımış ve yeşilin yüzlerce tonunu filmde görebilmiştik.

Yirmi dört yıldır bu sektörün içerisindesiniz. Bugünlere gelene kadar sektörde ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

1982 yılında okuldan mezun olduğumda İstanbul’a gelip çalışmaya başladım. Sektörde çalışan insanlar var olan sistem içerisinde usta-çırak ilişkisiyle gerekli bilgileri öğrenmiş ve çalışmaktaydılar. Okullular olarak piyasaya girmeye çalıştığımızda bu çalışanların tepkisini çektik

Neden tepkisini çektiniz?

Sistem kurulmuştu, çalışan sayısı belliydi. Piyasa içine giren herkes o ekmeğe ortak olacaktı. Bu nedenle bunu engellemek için okulluları dışladılar. Bunun ciddi mücadelesini verdik ama şimdi birlikte çok güzel işler yapıyoruz.

Türkiye’deki film çekimlerindeki teknolojik gelişmeleri geçmişiyle ve geleceğiyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

İşe başladığım yıllarda Türkiye’de sesli film çekimi yapabilme teknik özelliğine sahip kamera sayısı iki taneydi. Bir tanesi Manajans’ta, diğeri de Anadolu Üniversitesi’ndeydi. 35mm BL kameraydı bunlar. Diğer kameralarla sesli çekim yapılmıyordu, çünkü, kameralar gürültülü çalışıyordu. Bu nedenle sinema ve reklam filmleri sesli çekilemiyordu. Bugün bile ses kayıt uzmanı eksikliğini hissettiğimiz sektörde birkaç tane sesçi yetişti. Onlar da sınırlıydı. Bir zamanlar çekime yardımcı teknik donanım açısından bakıldığında büyük yoksulluk içinde olan sektör, bugün dünya standartlarında teknik donanımla çalışmakta.

Kaç yıldır Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde görevlisiniz?

Bu sene ikinci yılım

Fakültede hangi derslere giriyorsunuz?

Ooo hangi birisini sayayım sana: Görüntü Yönetmenliği, Film Tekniği, Işık, Görüntü Estetiği, Sinematografiye Giriş, Optik Bilgisi...

Tamam hocam bu kararı yeterli. Sanat ve Tasarım Fakültesi öğrencilerinin sosyal ve sanatsal etkinliklere katılmasını yeterli buluyor musunuz?

Yeterli bulmuyorum. Birincisi; sanatsal faaliyetlerin gerçekleştiği sergi salonları, sinema salonları, konser salonları, tiyatro salonları gibi etkinliklerin yapıldığı merkezden uzak oluşumuz.

Sizce bu yeterli bir sebep mi?

Bence yeterli bir sebep çünkü öğrencileri o merkeze götürmek ve katılımı sağlamak çok güç oluyor. İkincisi; çağımızda okumayan, yazmayan, düşünmeyen bir gençlik yaratılmak istendiği için öğrenciler bu tür faaliyetlere isteksizler.

Peki sizce gençlik neden yozlaştı?

Kitapların yasaklandığı, evde kitap bulundurmanın cezalandırıldığı bir ülkede  insanların okumasını nasıl beklersiniz!

Üniversitemizin yayın organı olan Kentometre için neler söyleyeceksiniz?

Kentometre üniversite için olmazsa olmaz kurumlardan bir tanesi. Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin düşünce ve görüşlerini açıkça ve özgürce ifade edebildikleri bir ortam.

Şiirlerle aranız nasıldır? Örneğin hangi şairleri beğenirsiniz?

Şiir kitapları okurum. Türk ve dünya edebiyatında birçok şairin kitabını okudum. Dışarıda; Pablo Neruda, Türkiye’de ise; Nazım Hikmet, Can Yücel, Orhan Veli gibi birçok şairin kitabını okudum. Öğrencilerin şiir kitabı okumalarını şiddetle istiyorum çünkü şiir insan ruhunu güzelleştirir. Ruhu güzel olan bir insanın kendisi de güzel olur. Daha duyarlı olur.

Bunca yıllık bilgi birikiminizden yola çıkarak biz öğrencilere ne tür/hangi kitapları okumalarını tavsiye edersiniz?

Öğrenciler her türlü kitabı okumalılar. Birinci olarak kendi meslekleri ve yaşamlarıyla ilgili olarak tüm kitapları okumalılar. Ben her ay en az beş tane kitap alırım ve okurum. İşe gelirken arabam olmasına rağmen kitap okumak için  çoğu zaman metro ve belediye otobüsünü kullanıyorum.

Boş vakitlerinizi nasıl değerlendirirsiniz?  

Benim hiç boş vaktim yok.

Neden yok hocam?

Çünkü yaşamım belli bir program içinde dolu dolu akıp gidiyor.

Peki, konsere, sinemaya ve tiyatroya gider misiniz?

 Giderim. Oğlum ve eşimle birlikte her hafta gideriz.

Ülkemizdeki eğitim sistemi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Sistemden söz etmek zor gibi geliyor bana. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda eğitime verilen önem, o dönemdeki ülkenin durumuna göre şimdiden daha iyi bence. Köy Enstitülerinde eğitim ve Halkevlerinde yaşanan aydınlanma bir dönem geldiğinde kesiliyor. Öğretmen yetiştiremediğimiz bir eğitim sisteminden yarar beklemek bence boşuna. Türkiye’de okuryazar oranından söz ediliyorsa eğitimde yanlışlar yapıldığının resmidir. Bir belgesel çekimi için Azerbaycan’ı ziyaret ettiğimizde Kültür Bakanı’na ülkedeki okuma-yazma oranını sormuştuk. Kendisi ilk başta bu sorumuzu yadırgadı. Ve ardından yıllar boyunca unutmadığım bir cevap verdi: “Ülkemizde herkes okur yazardır”.

YÖK ile hükümet arasında yaşanan ‘üniversitelerde türban’ çekişmesi sizce bilim adamı yetiştiren üniversitelere vurulan bir darbe midir?

Türban dinin siyasete alet edildiğinin simgesidir. Siyasi erkin, özerk üniversiteler üzerinde hiçbir şekilde yönlendirme ve baskı yapmaya hakkı yoktur. İç siyasi çekişmenin sadece toplum yaşamına değil, üniversite yaşamına da kötü bir yansıması olarak görüyorum. Türban meselesi belli politik çevrelerce oy kaygısı nedeniyle sürekli gündemde tutulmak isteniyor.

Peki, bir üniversite öğretim üyesinin örneğin; Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın başına gelen olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Van Yüzüncü Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın başına gelen olayları, üniversitelerin özerkliğine iktidar tarafından indirilmiş bir siyasi darbe olarak görüyorum. Üniversitelerin çağdaş, bilimsel ve özgür olmaları gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda üniversitelerde görev yapan bilim adamlarının bu tür davranışlara maruz kalmasını onaylamıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli laiklik üzerine kurulmuştur. 1925’ten bu yana bu düzeni yıkmak ve çağdışı karanlıkları getirmek isteyen eğilimler giderek artmaktadır. Bu karanlık aydınlığa nasıl dönüştürülebilir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli laiklik üzerine kurulmuştur. Mustafa Kemal geçmişi çok iyi irdeleyip geleceği gören bir devlet adamı olarak hilafeti kaldırıp laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak ve gerekli devrimleri yaparak geleceğin nasıl bir “aydınlık” içinde olacağını açıkça belirtmiştir.

Türkiye’nin, yıllardır kapısında beklediği Avrupa Birliği konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

Avrupa Birliği’ne girmeye kesinlikle karşıyım. Çünkü Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin hiç birisinin bize dost olduğunu göremezsiniz! Türkiye’nin özgür bir ülke olmasını ve ekonomik olarak güçlenmesini istemiyorlar. Sevr’e karşı Lozan’ı kabullenememiş ülkelerin intikam duygularını açıkça görebiliyoruz. O zaman parçalayıp bölemedikleri Türkiye’yi şimdi parçalamak istiyorlar.

Küreselleşmenin yanında getirdiği, günden güne oluşan ‘kültürel yozlaşma’ için neler düşünüyorsunuz?

Küresel olma, yerel olanın yok edilmesi yönünde bir çalışma olduğu sürece toplumların farklı olması, farklı kültürlerin yaratılması ve yaşatılması zamanla zarar görecektir. Küreselleşme ekonomik açıdan bakıldığında; uluslararası sermayenin ortak ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeleridir. Ulusal çıkarlar ekonomik ve kültürel alanda her zaman göz ardı edilmektedir.

Son olarak; biz Sanat ve Tasarım Fakültesi öğrencilerine vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Her şeyden önce insanca yaşamanın onurunu kollamak, korumak üzere yaşamlarını biçimlendirmelerini öneririm. Aldıkları eğitimin sonucunda mesleğinde saygın, ödün vermez, kişilikli sanatçı olmalarını dilerim.

Açıklamalarınız için teşekkür ederim...


Turhan Yavuz 19.03.1958 doğumlu. 1982 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nu bitirdi. 1985-87 yılları arasında  MTV Milliyet Televizyon Video A.Ş’de Yapım Görevlisi ve Kameramanlık yaptı. 1987-89 yıllarında RGB Renk Görüntü Boyut A.Ş’’nin ortakları arasında yer aldı ve görev yaptı. 1997’den 2000 senesine kadar İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler MYO Radyo-TV prog. Öğretim Görevlisi olan Yavuz, en son Kültür Üniversitesi’ne geldiği döneme kadar Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ve Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde, öğretim görevlisi olarak çalıştı.




Ruşen Tanrıverdi
İstanbul Kültür Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, web sitesi.