Gerçeği bir öyküden değil,
kendi dramatik gerilimi içinden aktaran belgesel, seyircinin dünyaya yeni bir gözle bakmasını sağlar.
Ticari kaygıların bir yana bırakıldığı bu anlayış,çağdaş insanın gerçeklikle arasına mesafe konmuş duruşuna karşı çıkan,yaşamın pek çok alanında yaratılmış olanın gerçeğin kendisi olarak sunuluşunu reddeden bir bilinçten yola çıkar.
Bir yandan toplumun değişimini belgeleyen, bir yandan da değişimin ve gelişimin gerçekleşmesinde önemli bir araç.
Kitle kültürünün yayın aracı olan televizyon kanalları, tüketicisine kendinden ve sıkıntılarından uzaklaşma olanağı sağlamayı amaçlar. Belgesel film ise, gerçeklik alanı içinde yer aldığı için özel bir yere sahiptir. Kurgulanmış öyküler, yaratılmış stüdyo mekanları ve profesyonel oyuncular belgeseller için söz konusu değildir.Belgesel yapımda gerçek olan ,kendi doğal ortamında ve yaşayan karakterlerle izleyici karşısına gelmek üzere belgelenir.
Kitle iletişim araçlarıyla, birey ile gerçeklik arasındaki mesafelerin giderek arttığı,hatta zaman zaman aşılamaz hale geldiği bir dönem yaşanırken, belgesel sinema bu gerçekliği kendi dramatik yapısı içinde seyirciye sunar.
Belgesel burada çok ince bir noktadan geçer. Belgeselci etiği, bu gerçekliği izleyiciye aktarmayı gerektirir.
Sinema yapımları insanı, toplumu, çevreyi ve doğayı ,dramatik yapımla anlatır.Belgesel filmci ise bunları gerçeklerle belgelerle anlatır.
Sinemanın öykülü olmayan bu biçiminde,yapımcılar,gezi filmleri gibi kurmaca olmayan diğer yapımlardan bağımsızlaşarak,gerçeği estetik yaratının
hammaddesi olarak kullanan bir anlayışla çalışırlar.
Belgeseli haber filmlerinden ayıran “yaratıcı yorumlama”dır.
Belgeselin sinema alanında yer alışından daha önemli özelliği ,toplumsal alanda yer alışıdır.
Özellikle propaganda filmlerinde, belgesel filmcilik yine egemen ideolojinin izleyici üzerindeki kontrolünü sağlama aracı olarak kullanılabilir.
Belgesel film tarihine baktığımız zaman,Sovyet Rusya ve Nazi Almanya'sı örneklerinde gördüğümüz gibi , belgesel yapımlar,toplumsal gerçekleri halka ileten masum yapımlar olmaktan çok ötede, doğrudan propaganda aracı olarak kullanılmışlardır.
Belgeselin ülkelerdeki gelişimini izlerken ,ülkelerin siyasi tarihleriyle paralellik göze çarpar.
Belgeselci için esas olan ,elindeki aracı insani ve toplumsal sorumluluklar çerçevesinde kullanmak olmalıdır.
Belgesel sinemanın özellikle savaş dönemlerindeki örnekleri, propaganda amaçlıydı.
Dziga Vertovun “sinema –göz” anlayışıyla çektiği belgeseller; genel anlamda Sovyetler Birliğinde sosyalizm, komünizmi anlatmayı hedefliyordu.İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Nazi Almanya’sında Leni Reifenstahl’ın Hitler’in isteği üzerine yaptığı belgesel nitelikli propaganda filmleri önemlidir. Mussolini
İtalya'sında da faşizmi yücelten belgeseller yapılmıştır.
İngiliz Belgesel ekolünün kurucusu olan John Grierson, halkın eğitilmesi alanında pratik bilgilendirme yolu olarak belgeselden yararlanmak gerektiğini savundu.Bu yöntemle Grierson, sokaktaki insana içinde yaşadığı toplumu ve kendisini ilgilendiren konularda bilgi vermeyi,böylece hızlı toplumsal değişimin yarattığı kargaşayı ortadan kaldırmayı,insanları izleyici konumundan kurtarmayı amaçladı.
Grierson da Sovyet ve Alman belgeselciler gibi, belgeseli bir propaganda aracı olarak gördü. Kiliselerin ve okulların ellerinden kaçırdığı insanları ,belgesellerin bir ölçüde yakalayabileceğini savundu.
Grierson’un öncülüğünde ,İngiliz sinema okulu belgesellerinde propaganda yanında estetik kaygı da önemsendi. Fakat İngiliz sinema okulunda gerçekçilik ve toplumsallık ön planda gelir. Bu görüşteki belgeselcilerden Paul Rotha, doğaya yönelmiş belgesel anlayışından çok,toplumu etkileyecek bir filmciliği tercih ettiğini söyler.
Belgeselde kamera, Flaherty ile doğal ve pastoral olana, Vertov ile güncel ve aktüel olana, Grierson ile toplumsal olana yöneldi.
1920lerde Fransada kent ve kır yaşamından kaynaklanan senfonik belgeseller yapıldı.Joris Ivens bu tarzda belgeseller yapmıştır.Bu belgesellerde insanlardan ve kentlerden yola çıkarak,toplumun çelişkileri ,karmaşıklıkları ve dinamikleri işlenir.
Roberto Cavalcanti’nin 1926da 4 haftalık bir çalışmayla gerçekleştirdiği,” Rien que les heures” de Pariste yaşanan sıradan bir gün anlatılır.
Walter Ruttmann 1926-1927 yılında 18 aylık çalışmayla “ Berlin- Bir Şehrin Senfonisini” gerçekleştirdi.
Joris Ivens, “insanı” ön planda kullandı.
Televizyon bir gösterim alanı olarak ve finansman alanında olanak sağladı.
Televizyon belgeselciliği, özellikle 1950 li yıllarda 2. Dünya Savaşı
belgeselleriyle yaşamıştır.
Televizyonlar eğitim önceliklerinin yerini ticari yapıya verince, belgeseller de değişti.Bu durumdan olumsuz etkilendi. Ticari değerler, “gerçeğin yaratıcı yorumlanması” temel kabulünün önüne geçti.
1960lı yılların başında Fransa, ABD, İngiltere ve Kanada’da belgeselciler üç akım çevresinde toplandılar. Fransa’da Cinema Verite,ABD ve Kanada’da “Dolaysız Sinema”, İngiltere’de “Özgür Sinema”. Bu akımlar gerçeği kendi dramatik yapısı içinde ele alan,stüdyo, oyuncu ve öykü üçlemesinden uzaklaşmayı ilke edinmişlerdir.
“Özgür Sinema” daha sonra ABDde “ New York Okulunu da etkilemiştir.
Sovyetlerde 1920 lerin Kino- Pravdası, 1960 larda Fransa’da Cinema Verite olarak gündeme gelir.
İçerik açısından belgeseller: Doğa Belgeselleri- haber belgeselleri- propaganda belgeselleri-kültür ve eğitim belgeselleri dlarak sınıflandırılabilir.
Türkiye’de belgesel propaganda amacıyla yapılan bir filmle başladı.”Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı”,1914te Fuat Uzkınay tarafından gerçekleştirildi.
Bu tarihten sonra sinemanın propaganda gücü dikkate alınarak,1915te Enver Paşanın emriyle kurulan, “Merkez Ordu Sinema Dairesi önemlidir. Burada Uzkınay ve Semavi belgeseller çekmişlerdir. “Enver Paşanın Atları” “ Enver Paşanın Eşi Naciye Sultanın Yeni Doğan Çocuğu filmleri”dir. “ Müdafaayı Milliye Cemiyeti”, daha sonra “ Malul Gaziler Cemiyeti” savaş belgeselleri çekmişlerdir.
1951 yılında Öğretici Filmler Merkezi adıyla kurulan,şimdiki adıyla Film Radyo ve Televizyon Eğitim Merkezi ,kültür ve eğitim belgeselleri yapmak amacıyla kuruldu.
Belgesel sinemanın özellikle ülkemizde ticari başarı kazanması zor olduğu için kurumsal destekler önem kazanmaktadır.Televizyonculuğu etkisi altına alan eğlence sektörü,belgesel yapımlara çok ilgi göstermez.
TRT Kurumu eğitimi ön planda tutan bir yayıncılık anlayışıyla belgesel yapımlara önem verir.
1960lı yıllardan itibaren bankalar da belgesel yaptırmışlardır.Devlet bakanlıkları da belgesel yaptırıyor. Ordu foto film merkezi de çalışmalarını sürdürüyor.
TRT Kurumu 1968 yılında yayına başlamış, ve o günden bu yana haber, eğitim, eğlence, ve kültür içerikli programlara öncelik veren bir yayıncılık anlayışıyla yayınlarını sürdürmüştür. Ankara TV Müdürlüğü bünyesinde Belgesel Programlar Müdürlüğü vardır.
TRT Belgesellerine ayrılan bütçeler tamamen belgeseller için kullanılır. Özel şirketlerin örneğin Kültür Bakanlığından aldıkları bütçeler ancak kısmen
prodüksiyona harcanmakta geri kalan kısmı şirketler adına artırılabilmektedir.
TRT yayınların Anayasanın 2954 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kanunu,3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ve Avrupa
Sınır Ötesi Sözleşmesi gibi kanunlara uygun olarak yürütmek durumundadır.
Bu biçimiyle TRT fikri yapısını devletin ideolojisi ve söz konusu kanunlardan alır.
TRT'YE bağlı olarak çalışan bir sinemacı ,önerisini verdiği projenin çekimi için gerekli ortama, sonra da belgeselleri gösterme olanağına sahiptir.
TRT Belgesellerinin çoğu doğa,önemli tarihi olaylar,arkeoloji ve sanat tarihiyle ilgili, sağlık aile,mimari, güzel sanatlarla ilgili belgesellerdir.
Siyasi konular,yakın tarihe yönelik çalışmalar çoğu kere gerçekleştirilememektedir.Bu durum son yıllarda düzelme yoluna girmiştir.
TRT , belgesellerine daha çok kültür ve eğitim kanalı olan TRT 2 de yer veriyor.
TRT belgeselleri yeterince tekrar edilmemekte, tanıtımları yetersiz yapıldığı için,ilgilenebilecek insanlar da belgesellerden habersiz olmaktadırlar.
TRT arşivlerinde 1971 yılından itibaren belgesellere yer verilmiştir.
Orman Bakanlığı, 1964 yılında Lütfi Akad’a “Tanrının Bağışı Orman” belgeselini çektirdi. Bunu yine yönetmenliğini Lütfi Akadın üstlendiği,1973 tarihli, Cumhuriyetimizin 73.yılı için çekilen belgeseller izledi. Bunlar orman sevgisini aşılamayı amaçlıyordu.
Tarım Bakanlığı da TRT ile işbirliği yaparak eğitim filmleri çektirmektedir.
Turizm Bakanlığı 500e yakın turizm amaçlı tanıtım filmi çektirmiştir.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı İletişim Merkezi,Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğü (AÇSAP), ile Japon Uluslar arası İşbirliği Kuruluşu tarafından oluşturulan iletişim merkezince yürütülmektedir.
Kültür Bakanlığı hem belgesel çektirmekte, hem de çekilen belgeselleri parasal destek sağlamaktadır.
MEB Film ve Radyo Televizyonla Eğitim Merkezi,1951 yılında kurulmuştur.Yapılan belgeseller eğitim amaçlıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri Eğitim, Film ve Fotoğrafları Yapım Merkezi,ülkemizin en önemli belge filmi arşivine sahiptir.Foto-film merkezinin arşivinde 7800 adet 35 ve 16mm film ve 1500 adet video filmi bulunmaktadır.
Ancak 1920-1930 yılları arasında yapılan filmler yanar tabanlı olduğundan Sami Şekeroğlu tarafından korunmakta ve görüntülerin filme aktarılması için çalışmalar yapılmaktadır.
Belgesel yaptıran bankalar arasında Ziraat Bankası, İş Bankası, Şekerbank, Vakıfbank,
Halk Bankası, Yapı Kredi Bankası, ve Etibank sayılabilir.
Ülkemizde belgeselin sistematik ve sürekli şekilde yürütüldüğü tek kurum TRTdir.
Ancak, özellikle sıkıyönetim dönemlerde ,TRT Belgeselciliği çoğu zaman Osmanlı ve İslam eserleri,Osmanlı tarihi,ülkenin doğal ve tabii zenginlikleri ve doğal güzelliklerini konu alan belgeseller yapılmakta, ideolojik anlamlar barındırabilecek toplumsal belgesellerden özellikle uzak durulmuştur. Bu nedenle de belgeseller gerçekçi, açıklayıcı ,aydınlatıcı, özellikle sorgulayıcı niteliklerini yitirebilmektedir.
1990ın ticari ortamında belgeseller de kendilerine yer bulabilmek için farklılaşmışlardır.
Belgeselin temel kabulü olan insani ve toplumsal sorumluluklar,eğlendirici olma ve rating çabalarının yanında ikinci plana düşmüştür.
Türkiye’de belgesel sinemacılar, 1997 yılında bir araya gelerek, bu türü geliştirmek,çalışmalarında birbirlerine destek olmak,sahip oldukları bilgi birikimini ve bakış açılarını birbirlerine aktarmak, Türk belgesel filmlerinin dışarıya açılabilmesi için gerekli bilgi birikimini ve teknik birikimi sağlamak amacıyla BSB (Belgesel Sinemacılar Birliği)ni kurdular.
Böyle bir birliğin gerçekleşmesiyle, birtakım kaynakların zorlanması ve belgesel yapıma yönlendirilmesi gerçekleşebilecektir.
BSB Platformu belgeselcileri bir araya getirerek Türk belgeselciliğinin karşılaştığı sorunlara çözüm bulunmasını amaçlar. Pek çok açıdan geleceklerine umutsuzca bakan belgeselcilerimiz için bu gelişme umut vericidir.
Belgeseller ticari açıdan çok fazla getirisi olan bir tür değildir.Ancak toplumsal işlevleri ve etki
alanlarının güçlü oluşu nedeniyle ,piyasanın eğlenceye yönelik kurallarına yenik düşmemek için kurum ve kuruluşların desteğiyle ayakta durmalıdır.
Ancak ülkemizde belgesellerin önemi yeterince anlaşılamamış, kurumların verdiği destek genellikle kendi düşünsel yapılarının çerçeveleriyle sınırlanmış, kısmen kendi reklamlarını yapacak,ya da propagandalarını içermesi beklenen çalışmalara yönelik olmuştur.Devletin belgesel filmciliğe yaklaşımı da benzerdir.
Qysa Türk belgeselcilerinin başarılı çalışmalar yapabilmeleri için özgür çalışma ortamı yaratılmasına bağlıdır.
Belgeseli Türkiye’de kitleselleştiren TRT ancak yasal değişikliklerle idari ve mali özelliğine gerçek anlamda kavuşunca TRT belgeselcileri birikimlerini özgürce kullanabileceklerdir.
Öte yandan Türk belgeseli üzerindeki bir başka olumsuz etki de gerek finansman aşamasında gerekse denetim aşamasında filmler üzerinde yetkilerini kullanan kişilerin belgesel filmcilik konusuna uzak oluşudur.Filmlerin yapımına ve gösterimine karar verecek yetkililer çoğunlukla bürokratlardır.
Aslında belgesel film her zaman izleyici bulabilir. Çünkü eğlence sektörünün kof programlarının yanında yaratıcı yorumlarla tekrar ele alınmış gerçeklik her zaman ilgi çekicidir.
Bu olumsuz etkenler,gerçeklik belgeselci ve izleyici üçgeninin kurulmasıyla kaldırılabilir.
TRT Belgeselleri belli dönemlerde Türkiye’de olan bitenden etkilendi.
Birkaç örnek vermek gerekirse:
Gürol Sözen- Toprak ve İnsan Belgeseli (1975) ve Mehmet Deniz’in “Görünüm” “Kır Yoksullarının Türküsü” Belgeselleri (1978) denetimle boğuşmak zorunda kaldı.
Münip Senyücel-Mehmet Ege- Şahika İzmen-Fikret Özkaya’nın yaptığı 10 bölümlük “ Ankara” dizisi de yakın tarihi politik ve sosyal olaylarıyla ele alan bir dizi olduğu için denetim problemlerinden nasibini aldı.
Özellikle bu dönemde politik ve sosyal konulara giren belgesellerin denetimle yaşadıkları problemler düşünülünce, bu dönem
belgeselcilerinin eğitim yönü ağırlıklı tarih sanat tarihi arkeoloji kültür ve eğitim belgesellerine ağırlık vermeleri kolaylıkla anlaşılabilir.
Ben o yıllara dönüp baktığımda “ Sanatımızla Anadolu” “ Sanatımıza Üç Bakış”
“Eski Eser Kaçakçılığı” belgesellerini görüyorum.
1982 Anayasasının kabulünden sonra ise Anayasanın dili dışında Türkçe kullanılması yasaklandığı için örneğin “sebep” yerine neden “neden”; “olgu” yerine “vakıa” kullanıldı. Ayrıca politik nedenlerle “Bizans” “Yunan” sözcükler de yasaklanınca sanat tarihi ve arkeoloji belgeselleri yapmak da zorlaştı.
Aynı dönemde benim harem kadınıyla ilgili olarak kullandığım “Haremdeki kadın cilvelidir.” Cümlesi “ Türk kadını cilveli olmaz” diye çıkarıldı.
Süha Arın’ın Ziraat Bankası sponsorluğunda hazırladığı “Fırat Göl Olurken” Belgeseli de “Güneydoğu’ya at terbiyesini Mitanniler getirdi.”dediği için denetimden geçip yayınlanmamıştı. (1983).
1990lı yıllara yaklaşırken özel televizyonların yayınlarının artması denetimin de tutumunu değiştirmesine neden oldu. Çoğu kez bizlerin de karşı çıktığı ticari kanalların başıboşluğu
TRT'nin bu konudaki aşırılığıyla yan yana gelip aynı ailelerin oturma odalarındaki televizyonlara kadar gidince, TRT denetimi tutumunu gevşetti.
Belki de Türkiye’de olumsuz olan gelişme TRT açısından olumlu oldu.
Örneğin 1990larda popüler kültürü konu alan “Acısıyla tatlısıyla Hayatımız Arabesk” belgeselini yapabildim.
Türk –Yunan ilişkilerini konu alan belgeseller 15 yıl önce Yunan sözcüğünün yasak olduğu ekrana gelebildi. Örneğin Mihriban Tanık’ın “Kayaköy”ü (1995) “Güzelyurt”u
(1999) gibi...
Böyle bir bakış içinde bütün olumsuz anılara rağmen, günümüzde Türk belgeselciliğinin olumlu bir yolda olduğu söylenebilir.